27 Ekim 2008 Pazartesi

fişin ucunda hayat...

Geldik gidiyoruz değil mi? Heyhat Hayat sen ne büyüksün seninle hep kavga kargaşa ah ahh barışamıyoruz seninle ama herşeyin sonu dedikleri bu mu şimdi babaannem fişe takılı herşey bitti kalp durdu ama çalıştı ama ya elektrikler kesilse ya da birinin ayağı takılsa kabloya...
haber gelince gideceğiz defnetmeye...

21 Ekim 2008 Salı

Bolu Bolu derken...

İşte gidiyorum gideceğim daha bakalım...
Bizim okul düzenliyor bu sene Spor Bilimleri Kongresini hocalarım konuşmacı aslında herşeyi geçip Bolu'ya bakmak lazım gitmeyeli 8 sene oldu o kadar özledim ki benim bıraktığım gibi değil elbet koskoca bir deprem geçirdi yenilendi yapılandı benim kafamdaki Bolu değil aslında bir bakıma gitmek görmek demek o anıların yerinin değişmesi demek aman bilmiyorum ama çok da özledim...
Gidince resimlerle haber ederim...

20 Ekim 2008 Pazartesi

Başladım evet uzun zamandır istiyordum hiç bir kitabını kaçırmadığım ilk 100-150 sayfasını iflahım kesilerek okuduğum (gitmez çünkü kitap) sonrasının çorap söküğü gibi geldiği ama bu kitabın ilk sayfasından beri o sökükten olduğunu görüp koklaya koklaya okuyorum bitmesin diye...

Hani Alis Harikalar Diyarında Alis yanlış hatırlamıyorsam giriyor bir kapıdan öbür aleme yeni tabirle diyeyim akıyor ya ben de kitap kurken kapaktan giriyorum akıyorum içine oturuyorum olay yerine yakın bir yere seyrediyorum röntgencilik bu benim yaptığım bir nevi...

Ve neye karar verdim bir de ben böyle uzun uzadıya giden cümle yapısı kullanımını da bu zattan almışım meğer ... Bir de devrik cümle yapısını severim oldum olası düzeni sevmem herkesin yaptığını bir nevi diyelim arabayı da misal park ederken düzgün parketmek değil iş bence alelade koymak ayrıksılık olacak ya acaba devrik cümle kurma işini kimden esinlendim ...

Ha bir de bu uzun cümle kurma işini neye benzetiyorum şarkıcılar aralarda popstarlar sayesinde jüri kimliğine bürünecek kadar hassasiyet kazandığım için diyorum name atıyorlar uzatıyorlar ya orada önemlidir detone olmak olmamak bu uzun cümle için de detone cümlenin toparlandığında anlam kazanması onların detonesi uzun cümlenin de anlam bütünlüğü diyelim biz de...

Ne diyordum nerelere geldim neyse velhasıl beğendim ben kitabı ziyadesiyle koklaya koklaya korka korka okuyamıyorum bitecek diye ama aklım hep kendisinde kitap da her daim yanımda...






17 Ekim 2008 Cuma

atıyorum evrene hadi bakalım...


Yukarıda resmini gördüğünüz fotoğraf makinasını istek parça peçetesine yazıyor evrene fırlatıyorum, resimlerini her yere asıyorum hadi bakalım "SECRET" göster hünerini...

16 Ekim 2008 Perşembe

İş yerim Kızılayın göbeğinde hani hakkaten göbekte o derece fakat aylardır süren tadilat sebebiyle 6. kat penceresinden görünen manzara budur budur yani...



15 Ekim 2008 Çarşamba

Öylesine...

Neden mutsuz olduğunda insan mutlu olduğu yanı arar? Bu bir kaçış mı bir nevi o anki durumdan mı sıyrılış... Çocukların üzerini değiştirirken tersi dönder ya içi çıkar ya dışına belki o mutlu olunan yan da için dışına çıkış anı mıdır? Demek ki o ince çizgiyi geçmemek, sınırının öte yanına geçiş böyle birşey, böyle birşey içindeki savunma birliklerinin harekatı; farklı demek bilmek isterdim bir bende mi var kendini zaman yolculuğuna koyan mutlu olduğu "-mış'la, -miş'e" uzanan var mı... Bir bende mi var yoksa benden daha içeri bu içinin dışına çıktığı ama en en en gizli...
Belki de gizli oyun aklın "ben" e uyguladığı "ben" in de bile bile alet olduğu tabi iyi o andan sıyrılıyor ya hem de mutlu yanında ya herkes karlı...
Peki "ben" bu gidişler, içler-dışlar, dünler-bugünler arada kalan "ben" değil mi olsun "ben" bunun farkında o da ödediği bedel o mutlu yanına ama böylesi daha iyi ya istediği an orda istediğinde ki mutlu yandan çok ayrılmayı istemezken çağırıyor onu karşılıksız vazifeleri var "ben"in mutat...
Bazen celalleniyor taşıyor amaaaan diyor bunun için bile hali yok "ben" de susuyor hep üç nokta onun hayatı cümle sonlarına koyduğundan...

Topu topu bu kadar üçümüz çekirdek aile fotoları ne kadar az...

14 Ekim 2008 Salı

Bir tanecik Hamdüne'm :)
Nasıl özledim küçüklüğünü...
Babasının küçük prensesi...
Öyle uçsa bizimki :)
Var mı böyle bir uyku hali :)
Kasım ayı ilk dışarı çıkışımız Rengin arabada saklı :)

Erkek yüzlü kızım benim kıza benzeyene kadar hep sordular pembeler içinde bile erkek mi kız mi diye...

Ekşi suratlım benim :)

O dudaklar yenir :)

Pamuk anneannem kulak arkasını temizlerken...

Boludayken...

Okuldan geldiğimde bir bardak buzbağı içerdim ayaklarımı uzatır keyif yapardım sigaramla o zamanlar salonda içtin balkonda içtin gibi bri durum yok istediğim yer benim :)
Sonrasında gelen gidenimiz çok olurdu hoş o gelen giden hoş karşılanmazdı da bir şekilde oluru olurdu :)
En çok ta sınav olmadığında arkadaşlarla kurulan keyif masalarını özledim muhabbeti hele...
Sonra o zamanlar Orhan Gencebay'ın "Batsın Bu Dünya" sını Linet söylüyordu kasedi yeni çıkmıştı hatta hazırlıktayım o zaman bizim marşımız ilan etmiştik onu dinleyip dinleyip şerefe tabi :)
Çok özledim çok o zamanlar içmek için ne çok sebep vardı efkarlanmak için o zamanın derdi dertti demek ki ay bir efkar ben de o zaman hemen hooop iki kadeh hele Pınarımla nasıl güzeldi...
Pınar ev arkadaşım canım herşeyim ne çok paylaştık onunla hayatı zoru kolayı...
Bizim ev yol geçen hanı gibi hiç boş kalmaz giden hiç eksik olmaz ne keyif hiç canı sıkılmaz insanın hatta Pınarla özlerdik başbaşa kalmayı öyle ya ev bizim ama şöyle tek başımıza oturup durduğumuz zaman nadir...
Olsun öylesi bile güzel rüya gibi şimdi bakıyorum da... Bakıyorum sadece...
Çok özledim Bolu'yu ama görmekten kaçınıyorum aklımda o eski hali hem depremden önceki hali hem benim yaşadığım şekliyle aklımda şimdi görüp te bozmak istemiyorum...
Hep öyle kalsın aklımda yüreğimde...
Özledim ama çoook....

10 Ekim 2008 Cuma

Rengin' e doğru...

Artık tarih sırasına göre yok ben kimim yok kocayla nasıl tanıştık bebek nasıl oldu derken artık yavruyu da doğurdum ya resim koyabilirim bol bol :)
E buyrun bakalım...



En hummalı bekleyiş aa kocam yok o nerelerde kardeşim de...

Bu arada sağdan anneannem, annem, babam ve Ruşen abla...

İlk önce babasına vermişler ben aşağıdayım ameliyathanede...
Babası - Halası - Teyzesi :)

Vee Kızım :)

8 Ekim 2008 Çarşamba

Bilgisayarımı karıştırmaya bayılıyorum...

Bakın ne buldum...


Nietzsche'den sevgilisi Salomeye...

Öyle bir hayat yaşıyorum ki ,
Cenneti de gördüm, cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki " söz ver kendine"
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundandı
Anladım...

DEDESİNE DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ RENGİN ‘ İM

Kuzumun geleceğini 25 Ocak ta öğrendik… Bebek isteğimiz taaaa Eylül den beri isteğimizdi. Fakat kısmet olmadı, endişeler doktora gitsek mi acabalardan sonra nihayet o güzel habere evde yapılan testle akşam ulaştık. Hep hayal ediyordum eşe sürpriz yapıp haber vermeyi filan ama olmadı eşimle beraber çift çizgiyi gördüğümüz için esprisi kalmadı :) gerçi kalmaz olur mu da… :)
Ertesi gün iyice emin olabilmek için ve sonraki dokuz ay kahrımı çekecek olan sevgili doktorum Mine Hatipoğlu’ na gitik hemen, aaaaaaaaa bebişim kuzu gibi yatıyor karnımda :)


Ultrasonda gördüğümüz bebeğimizin fotoğrafını aldık elimize şimdi ne yapacaktık? Eşimi sıkı sıkıya tembihledim kimseye söyleme bir de ben bunu aileme nasıl söyleyeceğim o akşam da öyle bir sıkıntım vardı ne komik ya.
Anneme gittik o günün mesai sonrasında, nasıl söylesem nasıl söylesem? En sonunda ultrason resmini annemin eline verdim “bak bakalım torunun kime benziyor?” dedim. Önce baktı resme şaşırdı hiç bir şey söylemedi sonra “nasıl yani” dedi sonra da koptu zaten ama biz ailecek duyguları dışında bir aile olmadığımız için hani çığlıklar sarılmalar filan olmadı. Bir de tabi henüz hiç bir şey belli değil göbek filan çıkmamış ortaya belki de düşüncesi var henüz ortada. Neyse sonraları idrakine vardılar.
Neyse uzatmayayım merakla geçen 39 haftanın sonunda kızıma kavuştum çok şükür sağlıkla.
Doktorum sürekli normal doğum taraftarı ilk aylar ben de öyle fakat 30 kilo gibi bir kilo alınca ve doğum yaklaştıkça “ bebeğim nasıl çıkacak buradan” korkusu yerleşmeye başladıkça yok dedim ben sezeryan olacağım. Doktorumla karar verdik 39. haftada alacak ilk başlarda doktorumdan rica etmiştim 22 Eylül’ de doğum yapabilir miyim diye. O da gelişimine bağlı bakarız filan diyordu. Sonra kızımın gelme zamanı gerçekten de benim istediğim tarih oldu. Bu tarihi istememin sebebi de 22 Eylül’ ün babanım doğum günü olmasıydı. Bundan daha iyi bir hediye olabilir miydi?
Kararlaştırdığımız gibi 22 Eylül günü uykusuz geçen gecenin sonrasında sabah 08:00 de eşim, annem, babam, kız kardeşim, anneannem, Ruşen Abla (eşimin ablası) ve kızı Mina hep beraber tuttuk hastanenin yolunu ( Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi) sağ olsun doktorumun hazırlattığı odaya yerleştik giydim ameliyat elbisemi yavru ağzı renkli :) Plana göre ilk ameliyat benimki olacaktı yani aşağı yukarı 10:00/10:30 gibi hanım kızımız kucağımda olacaktı. Evdeki hesap çarşıya uymadı acil ameliyatlar derken benim kızımı doğurduğum saat 14:00 tü. Kızımı görmem saat 14:45 ti kızım hiç görümde yoktu inanır mısınız titremekten kendimi zapdetmeye çalışmaktan… İyice giydirmiş annem, kardeşim, Ruşen Abla… Sonra yanıma kızımı getirmişler çok güzel bir kızın oldu çok sağlıklı demişler bir de sormuşlar “ nasıl bak bakalım kızına” bakmışım beğenmemişim ( hain anne) ama ağzımdan çıkan ilk söz de “ babacığım doğum günün kutlu olsun” sonra da uyumuşum… Babacım bu lafın üzerine ağlamış tabi çevredekiler de…

FUNDA TC

6 Ekim 2008 Pazartesi

Evlendik... Derken...

Baktık ki yaşlar ilerlemiş ben 29 kocam 31 ne lazım hemen bir yavru çok ta severim çocukları kızım olsun çok isterdim öteden beri...

Evlendiğimizin altıncı ayı hamileydim Renginime :)

Çok keyifliydi hamileliğim koşa oynaya hiç hamile gibi değildim aşermesiz istifrasız sıkıntısız -böbrek sancıları yüzünden yattığım hastane dönemini saymazsak hem de iki kere ama olsun o da başka keyifti çok tatlı arkadaşlarım oldu hala haberleştiğim- hatta kocam çok istedi kendisini canım şunu çekti diyerek sokaklara göndermemi ama kıyamadım naz da etmeyi bilmem kapris te yapmayı bilmem düz kadınım ben neyse o mübalağaya ne lazım...

Yalnız çok kilo aldım çok 30 kilo tam tamına neden mi çünkü o yaşa kadar hep bir elimde etimek bir elimde tatlandirici hiç ekmek yok...

Baktım ki hamilelikte koca göbekle geziliyor eeee eskiden benim de derdim oram buram çıkmasın değil miydi şimdi istemesem de çıkacak öyleyse yemenin tadına varalım değil mi neskuikli sütler deli gibi yenen hamur işleri en önemlisi de varılan ve doyasıya yenen ekmeğin tadı :)
Yaşasın yemek yemek :)
























































Bayramda Anıtkabir...

Bayramda Antalya'dan gelen kocamın ablası ve çocukları ile birlikte Atam'ın huzurundaydık...
İyiki de gitmişiz nasıl görkemliydi hoş 9 yaşına kadar Anıtkabir'in 2-3 sokak karşısında oturduk çocukken oyunlarımızın mekanıydı çok ciddiyetine varmadan ama sonraları içteki o ateşle gidince daha bir haz alıyor insan...
Çok kalabalıktı çok sevindim o kadar kalabalığa daha da dolsun taşsın... Sonraki günlerde tv den öğrendiğim şehitlere ağlıyorum şimdi de yazık hakikaten diyecek söyleyecek söz var mı bilmiyorum ağlıyorum ama...
Anıtkabir' deki nöbet değişiminde ağlamamdan daha öte ağlıyorum...