31 Mart 2009 Salı

Uyuyan Güzel...

Anne yatağında...

Allah'ın Parmağı Yok ki...

...gözümü çıkarsın, yüreğim yanıyor o ayrı...

Hani "aman da yalnızım oy oy oy bana rahat batar" diye söylendir durdum ya...Allah da dedi ki :

"Öyle mi kulum, al sana bütün gece uğraş dur, sen anın tadını çıkarma dırlan, haydi buyur"

Efendim dün gece Bey geldi çok da geç olmayan bir saatte, sonra Yol Arkadaşım dizisini seyrederken ve bitirmek üzereyken, Cinderellanın arabasının balkabağına dönüştüğü saatte, annemin aradığını anladığım melodi çınladı telefonda...

Zaten Rengin yanımda olmadı mı, kreşten veya Rengin'in olduğu herhangi bir yerden telefon geliyorsa önce elim ayağım buz kesiyor önce bir...

Bizimki nasıl fertay figan ağlıyor fonda, annemden de "bu çocuk kulağım ağrıyor diyor annemi istiyorum diye de ağlıyor ne yapacağız?"

Tabi annem de panik!

Hemen bizim Bey gitti Rengin'i almaya eve geldi ki gözler şişmiş ağlamaktan kulağım da kulağım...
Bir ağrı kesici şurup verdim, 15 dakika kadar bekleyemedik bile hemen hastaneye gece 01:00...
İşte çok paranın olmasını bunun için istiyorum ya da özel hastanelerde tedavi olmaya yetecek kadar ki o da çok para demek...
Ankara'nın ortasındayız ama Rengin ne zaman hasta olsa Rengin'in hasta olmasından çok nereye götüreceğiz kaygısı beni yiyor bitiriyor...
Hadi ilk iki sene özel sağlık sigortası vardı istediğin özele götür miss...
Ama nereden akıl edecektik ki, işte kreş demek hastalıkların alayının birden gelmesi demek...
Şunu tavsiye ediyorum size mutlaka ve mutlaka özel sağlık sigortası yaptırın ve mümkünse 5-6 yaşına kadar da devam ettirin...
Ben de tekrar yaptırmayı düşünmüyor değilim hani...
Neyse gidilecek nere var Hacettepe?
Ana baba günüdür orası ki hiç gitmedik şimdiye kadar...
Başka Tıp Fakültesi var...
Evet olabilir...
Bir de Gazi var o da olabilir, ikisi arasındaki tercihten hadi Gazi'ye gidelim dedik gittik...
Keşke de Tıp fakültesine gitseymişiz, çünkü oranın çocuk acili kendi başına küçük bir binada, Gazininki tek giriş, sağ taraf büyük sol taraf çocuk...
Ama ne hengame bütün Ankara mı orada kardeşim...
O çocuk ağlamaları, büyük bekleyişleri...
Ama bir Mesa' ya gitsek fena mı olurdu ya da Güven' e, ya da yeni açılan yine hepsinden büyük bir hastane var adını hatırlayamadığım ona...
Neyse buna da şükür diyelim biz yine...
Girdik muayeneye, şeker bir kızcağız ki bu doktor oluyor, baktı kulaklar kızarmış, aha orta kulak iltihabı belirtisi...
Ama diyemiyorsun ki bu hemen çıkar ve hemen ilerler diye...
Sonra demez mi ne geldiniz madem kendiniz biliyordunuz diye...
Antibiyotik vereyim dedi, ver dedik ama daha öbürünün şisesi kurumadı :(
Neyse dedi Sudafed vereyim bir de Dolven içirin 2-3 gün içinde geçmezse gelin antibiyotik başlayalım...
Geldik evimize, nazının son damlasına kadar kullanan Rengin, babasıyla yatmak suretiyle hasta kredisini kullandı...
Sabah oldu mız mız kulağım ağrıyor doktora gidelim...
Hayır doktora gitme kısmı güzel, muayene olma kısmı da ama doktorun verdiği ilaçları içme kısmı devenin hendekten atlatılmasından daha da beter...
Ben müdürümü aradım sağolsun başında dur gelme dedi...
Şimdi saat 15:00 te anneannemin, annemin eskiden beri gittikleri bir KBB uzmanı var Prof. ondan randevu aldık saatimizi bekliyoruz gideceğiz...
Neden ilk başta ona gitmedik mi?
Eee ben herşeyi çok iyi biliyorum ya, büyük sözü dinlemek bana mı kalmış da anne sözü dinleyeceğim, anca dördüncü doktorda annemin doktoruna böyle tıpış tıpış giderim işte...
Ne kadar ders alınacak hayatım var gör okuyucu...
Rengin gece 03:30 de yatıp sabah 07:00 de kalkmanın verdiği sersemlikle koltukta sızdı yatağa aldım onu sabahtan beri ağzına lokma girmedi ateşi bir ara 38.8 e çıktı...
Şimdi annesinin yatağında uyuyor melekler gibi...

30 Mart 2009 Pazartesi

Yalnızım Dostlarım Yalnızım Yalnız...

Allahın her iş günü, daireden 17:00 de çıkarım, koşa koşa saatli otobüsüme atar kendimi evin yolunu bulurum...
Derken babam Rengin' i kreşten alır, çoğunlukla muhtemel bir market yapar, kapıya kadar getirir kızımı canım babam...
Sonra Bey teşrif buyurur, yemek yenir, erkenden de Rengin Hanım yatar...
Ama şu dakika şu saat ve şu an ne oldu?
Önce bir telefon Bey : "ben biraz geç geleceğim..."
"Olur, hay hay..."
Sonra annem: "Baban Rengin' i bana bırakacak bekleme "...
"Olur, hay hay..."
Ben de kaldım mı dımdızlak kendimle...????
Hayır blog komşularım da bir kahve uzaklığında değiller ki efkarımı onlarla dağıtayım...
Haydi küstüm buyrun bakalım...

Sardunyamın Stüdyosu...

Sardunyamın sayısız el attığı işlerin başarısına ve en önemlisi de kelimeler arası canbazlığına hayran olduğum...
Hele ki sohbetinden fevkalade huzur duyduğum şeker şerbet bir insandır kendisi...
Yelpazesi geniş bu şahıs şimdi de incik boncuk işine girmiş yetmemiş üzerine bir de Stüdyo Sardunya demiş adına, bir de demiş ki;
"İnanmayacaksınız ama
İster insan hakları ister kadın hakları ister hayvan hakları ister çevre hakları...
İstediğiniz ürünü ücretsiz almak için kafanıza yatan, içinize sinen dernek/vakıf/sivil toplum örgütüne bağış yapmanız yeterli... Sağcı, solcu, feminist, anarşist....
Kısıtlamasız.
Bağışınızı istediğiniz yere yapın (google'dan derneklere kolayca ulaşabilirsiniz). Bana yaptım diye e-posta gönderin.
Sonra istediğiniz ürün adresinize postalanacak. Kargo ücreti size ait olacak.
Bu kadar basit. "
Sonra eklemiş;
"İlla alacağım derseniz
Ve de yok gönlüme göre bir sivil toplum örgütü derseniz...
Kargo ücreti alıcıya ait olup istediğiniz ürün siparişleriniz için sonsardunya@gmail.com adresinden benimle iletişime geçmeniz yeterli.
Ne alırsan zaten 5 lira :)"
Bana da Sardunyama destek olmak düşüyor...

Uzaklarda... (Öykü Atölyesi "Dostum Sana...")

...orada biliyorum, ne zaman başım sıkışsa, düşmemin ardından çıkan ah sesini duymadan daha koşacak bir dostum var, aklındayım, aklımda...
Görmesek de birbirimizi...
Hayatlar devam etse de kendi kendine, ilk görüşmemizde dünden kalmış gibi devam ederiz bize...
Biliyorum...

Halt Ettim...


Son yazımı düzelteyim dedim video çalışmıyor baktım sonra ne ettimse komple gitti :(

29 Mart 2009 Pazar

Geniş Benim Gönlüm...

Var İyiler Var Biliyorum...

Bizim mahallenin köpeği meşhur, sokak köpekleri aynen bu resimdekiler gibi, sürü halinde gezerler (hatta bir keresinde 18 ini saymıştım)... Senelerdir aynı mahallede aynı sokakları arşınladıkları insanlarının yüzlerine aşina oldukları halde de gördüklerine saldırırlar...
Zat-ı aliniz de bir köpek korkanı olarak, hele erken inen karalık kış mevsimlerinde içimden ne dualar ederek, eve giden yolu korka korka katetmekteyim...
Neyse şimdi hava geç kararacak da bir nebze ileriyi görmek suretiyle köpekli yolu bir başkasıyla değiştiririm...
Bugün Rengin babasıyla park keyfi yaparken, ben de annemde ben hala annemin kuzusuyum aramız beş dakika ama haftada bir görürüm annemi, özlerim de özlerim türküsü çığırarak, sıcak anne evinde otururken artık eve gitme vakti gelmişse zamandan bir asansör gelir almak üzere beni handan dedim eve doğru yol alırkeeeeen....
Bir köpek havlaması hatta köpekler havlaması, sonra iki erkek çocuk önde koşması, arkada sayamadığım sürünün koşması.....
O çocukların bana doğru koşmalarııııı....
Nasıl bir an tahmin edersiniz...
Tam önümde de bir çekirdek aile, arka oto koltuğuna çocuğunu yerleştiren baba, öne oturmuş anne ve "pardon ben de oturabilir miyim arabaya" diyen titrek sesli ben...
Oturdum ama nasılım, felaket, bir yandan da makineli tüfek gibi teşekkürlerimi ve minnettarlarımı sıralıyorum önde oturan anneye...
Çocuklara üzülüyorum bir yandan, aynı şey benim başıma gelseydi ne yapardım, araba olmasa halim nicedir diye düşünürken, Allahtan iki üç adam çıktılar da köpekleri hişt pişt yaptışlar dağıttılar ortalığı...
Sığındığım araba da beni evin yakınına kadar bırakarak dünyada hala iyi insanların var olduğuna dair inancımı bir kez daha kamçıladı...
Düşündükçe de hala ürperiyorum...

28 Mart 2009 Cumartesi

Doktorum Civanım...

11:30 daki doktor kontrolümüze gittik yirmi dakika öncesinden...
İlkinde bir tıp merkezinde olduğumuz muayenemiz, doktorun "15 günlük ilaç bitsin sonucuna hastanede bakayım" dediği için kontrolünde hastanedeyiz...
Kendisi baktı Rengin' in kulaklarına yüzü ekşidi tabi aynı anda benimki de...
Sonra dedi "tüp takalım ama şimdi yine biraz hasta bir on günlük antibiyotik daha"
"haydaaaa???!!!"
Sonra ekledi:
"Fakat burası askeri bir hastane (Gata) ve sivillerin ameliyat durumuna pek sıcak bakılmıyor..."
Tabi hemen işin bir tanıdık var mıydı ki buralarda düşüncesi aktif hale geldi ve epey rütbeli bir tanıdık ki rahmetli teyzemin kocasının devre arkadaşı olur kendisi, bizi KBB klinik şefine gönderdi ki bu klinik şefi bizim doktorun da şefi oluyor...
Şimdiye kadar bu kadar şeker, bu kadar çocukla samimi bir şekilde ilgilenen doktorla karşılaşmadım desem yeri...
Biz kendisinden ameliyat iznini koparmaya gitmişken onun muayene sonrası "tüpe gerek yok, tamam çok çok sağlıklı bir kulak değil ama tüplük de değil ama Mayıs da göreyim tekrar "şeklindeki yorumu, benim önceki gittiğimiz iki doktor, tanıdık doktor arama ve Mustafa Bey' in muayenesi sırasında ömrümden bir anda giden 10 yılı, tamamen genleşmiş dirileşmiş bir ben olarak geri aldım, Mustafa Bey'in teşhisiyle...
Şimdi beklemedeyiz Mayıs' ı bekleyeceğiz...
Bu arada Mustafa Bey çok önemli birşey söyledi, çocuklarda reflü çok önemli bir kavrammış ve bu tok yatmaktan ileri gelirmiş. Kesinlikle dedi yatmadan en az 1,5 - 2 saat öncesinden yemeği sütü vs. herşeyi keseceksiniz su haricinde dedi.
Bizim gibi çalışan anneler olunca eve gir, yemek hazırla, ye derken gecenin geç vakitleri oluyor ve çocuk da yarı tok oluyordu yatarken haliyle...
Yattığı zaman çocuğun mide özsuyu ağzına gelirmiş, genize ve kulağa akıntı yaparmış, tek sebebi bu dedi ve bu gece yemeklerine kesinlikle son vereceksiniz çocuk tok yatmayacak diye sıkı sıkı tembih etti...
Aman arkadaşlar sizler de dikkat edin ki, benim gibi sıkıntılar yaşamayın...
İşte öğrendiğimiz yeni birşey daha ama başımıza gelince tabi...
Tabi bunu doktor bizim Bey' in yanında söylediği için eve gelene kadar bıt bıt bıt beynimi yedi...
Böyle başı fena, sonu iyi enretesan çalkantılı bir yarım gün geçti gitti....



27 Mart 2009 Cuma

Önce Meydanı Kurtardım...

20:47 itibariyle yazmaya başladığım meydanı, önce sülalenin ekmek parasını çıkardığım bir dükkanı açar edasıyla, uzata uzata besmelemi çekip, şifreyi girdikten sonra sitenin "yanlış parola, bir daha yanlış parola, kafan almıyor hala yanlış parola diyorum" demesiyle, korka korka şifreyi kurtarma operasyonunda annemin adını net hatırlayarak kurtardım...
Hele bugünkü giriş çıkış işlerinin 0-0-0 olmasında vardı bir bit yeniği ama mevzunun ne olduğunu anlamış değilim hali hazırda...
Neyse bir üst yazı bugünün hem ağlamaklı hem gülmeli esintisinde nasıl gidip geldiğimi okumanız için birazdan kaleme alınacak...

26 Mart 2009 Perşembe

Anlamsız Manasız...

Her zaman olmuyor ama bu ara böyle, neye yorulursa artık...
Genel itibariyle hep pozitif bakmaya çalıştığım hayata, bazen kadının başı derdi, hormonların bedeni beyni zapdettiği dönem, iki elimi belime koyup bakıyorum herşeylere...
Bu ara iki el belde bakış noktamda, facebuk var hani şu bildiğimiz jan janlı adıyla yazayım facebook...
Tamam ben de varım resim albüm neyse artık tüm şanıyla şerefiyle...
Ama insan aldığı nefesin de her anını ne yazar anlamam...
Her türlü ankete katılıp da, yok falanca testi çözdü önceki hayatında şu çıktı, filanca Lost dizisinin hangi karakterisin testini çözdü Sawyer çıktı...
İyi halt etti...
Yok profilinize bakanı görün, profilinizden resim çalanı görün, kardeşim ne çalması, ben zaten resmimi oraya koymuşsam çalınma alınma durumunu da hesaba katarım sen neden zahmet edip bunun için gruplar kurup mesai harcıyorsun ki...?
Tabi ben bunu yazarken okuyanın çözülmüş testi filan varsa, lafım okuyucumdan dışarı...
Başka neler var neler, bakıyorum öyle ağzım açık...
Bu ne boş vakittir bu ne geniş yürektir...
Kabul ediyorum başlarda inanılmazdı, mahalle, akraba talukat, ilkokul, ortaokul,lise üniversite, eski flörtler, leb-i derya yıllık gibi hayat yıllığı...
Aman şu ne yapmış karısı/kocası, kızı/oğlu olmuş mu hayatı nasılmış, eski sevgili yok o yok bu...
Sonra bu işin merak gideren tarafının yanı sıra, olumsuzluklara da gebe...
Bir de tafra "aman tanımadığım bir sürü insandan mesaj geliyor, yok kocam/karım eski defterleri karıştırıyor belki de ......... amaaaan ne halt karıştırıyorlar banane....." işte uzayan giden insanı yavaş yavaş çığrından çıkartan teknoloji çıkmazı...
Haaa bir de ne düşünüyorsun kısmına üşenmeyip yazanlar çizenler hatta yeni birşey çıkmış ya Twitter...
Ne yapıyorsun ne düşünüyorsun?
Ben de şöyle bir yer açayım diyorum...
"huuuu millet nereye ha nereye..."

Bekle ki Yarın Olsun...

Kuzu kulağı tedavisinin III. parti ilaçla kurtarma çalışmasının kontrolü yarın... Gerginliği sardı bedeni ruhu her yeri...

Yarın 11:30 hastane kontrolü...

Ne iş yapma isteği ne başka birşey yok istemez canım...

İftarı bekleyen oruçlu gibiyim, yarın olsun saat gelsin orucumu açayım güzel haberlerle ruhumu doyurayım...

"Çok Yazık"

Diyecek tek laf var mı...

Dehşet içinde izledim...



25 Mart 2009 Çarşamba

Seçin Seçilin... Yanılın Yakılın...

Efendim durağımızı huzurlarınızda açarkeeeen bizleeeer "işimiz hizmeeeet gücümüz milleeeet" dediiiik siz taksici arkadaşlarımıza duraklar yaptık...
Yıllardır boş duran bu nadide yere bir türlü park bahçe yapmayı akıl edemedik, yıllarca uğraştık rant elde edecek durum yaratamadık ama olsun size nurtopu gibi durak yaptık, hem de bütün grilikler içinde beyaza da boyadık...
Hadi bakalım yeter bu kadar tantana, daha gidilecek yerler var malum seçim yaklaşıyor...
Haaa seçim dedim de seçim var ya hani ....
Anladınız siz onu haydi hayırlı işleriniz olsun...
Ankarama hayırlı uğurlu olsun...




23 Mart 2009 Pazartesi

RTÜK' e...

"Son günlerde reklamlarda özellikler prime time diliminde sıkça rastladığım MENTOS NANELİ ŞEKER reklamını (Amerika' da çamaşır yıkama yerinde geçiyor reklam, bir kadın ve bir erkek arasında), çıkar çıkmaz değiştirmek veya kapatmak için olanca gücümle kumandayı arıyorum...

Çünkü 4,5 yaşında bir kız annesiyim ve ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da kızımı bu tür görüntülerden, malesef ki başarılı olamıyorum...

Bu reklamın yayın saatinin ya geç bir saate kaydırılmasını ya da reklamın tamamen kaldırılmasını talep ediyorum...

Sizin özellikle çocuklar konu olduğundaki hassasiyetinize ayrıca denetiminizin bu konuda etkili olduğuna ve gerekenin yapılacağına inanıyor, çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum..."

Bir Şeker Mim Paslaması...

Prima şekerim demiş ki; Funda' ya...
El mahkum yanıtlayayım ben de dilimin döndüğü, parmağımın tuşladığınca...
İki sorumuz var:
1- Kendinize en uyan Kızılderili adı...
2- Sizinle özdeşleşen, size en yakın hayvan adı nedir...
Çok da zor ayrıca sorular söylemeden geçemeyeceğim...

1- Kızılderili isimlerine baktım şimdi, içlerinden kopya çekeyim diye sonra düşündüm ki bizim Bey hep der bana, "toplum polisi" misin herşeye karışma diye...

ben de seçtim ismimi "toplum polisi"...



2- Özdeşleşen hayvan mımmm...
Yunus olayım ben, kendimim diye demiyorum o da yardım edermiş elinden geldiğince, bir de hasta çocukları tedavi olmalarında etken olmaları, denizdeki o mağrur yüzmeleri, o sevimli yüzleri...
Aynı ben :P
Bu Mim i de burada sonlandırırken okuyan tüm gözlerin gözlerinden öperim...

22 Mart 2009 Pazar

Uzundu Bugün...

Fazlasıyla rehavet hakim eve bugün...
Nedense gün uzun geldi, bitmek bilmez geldi...
Anlamadım... Eskiden hatırlıyorum banyo kazanı yanardı, su ısınırdı, ertesi güne okul var hazırlanılacak çamaşır yıkanma ders/çanta kontrol... O zaman da hemen biterdi pazar olanca sıkıcılığına rağmen...
Bugüne dair tek yaptığım rutin mutfak işleri, Rengin in yıkanması sonrasında at yarışı ve iddia bile yaptım bizim Bey önderliğinde, hoş her ikisinde de daha ilkten yattı neyse ki birer liralıktı... Yani demem o ki can sıkıntısı nelere kadir...
Yarın sendromuna tek aldırmadığım gün pazartesi, asıl salı sendromlu "ben" için bakalım yeni hafta yeni gün....
Hep müjdelere gebe olsun tüm günler, rehavetsiz, sıkmadan aksın akşamlara onlar da sabahlarına....

21 Mart 2009 Cumartesi

Hayatın Alış verişi...

Aslında biraz önce evi süpürürken düşündüm bunu, öncesinde halamla konuştum telefonda, o söyleyince hem süpürürüm hem düşünürüm, hazır Rengin de uyuyor, salınır dururum şeklinde derken...
Temizlik bitti, klasik hafta sonu posta posta çamaşır, mis kokulu askıdalar öte yandan da evde yoğun domestos kokusu hakim...
Uzattım yine...
**************
Ben böyle düşünüyorum bilmem sizler de mi aynı fikirdesiniz...
Arkadaşlık bana birşeyler vermeli, aynı şekilde ben de ona. Ortak paydada buluşmaktan öte o en birinci unsur tamam ama gidişatını da başlıktaki gibi alma-verme belirliyor... Ben ne kadar alabiliyorum, yeni neler öğrenebiliyorum, nelerden kastım hatun kişileriz aramızda konuşurken birşeyin lekesini nasıl çıkarılacağını öğrenmem bile benim için çok önemli ya da erkek arkadaşlardan ne bileyim ticari bir konu olur genel kültür olur çok seviyorum bu anlamdaki alış verişi...
Sonuçta zaten dediğim gibi bu alma verme verimli ise devam ediyor arkadaşlık sonuna kadar...
Bu kadar lafı şuraya bağlayacağım...
Blog okuyorum sürekli, yenilerini, takip ettiklerimi, sizler de öyle...
İçinde toplu iğne başı kadar faydalanacağım birşey olursa izliyorum okuyorum uyguluyorum sonrasında (her takip ettiğimden faydalanıyor muyum hayır bazılarını ki bu sadece bir ikidir onları okuma sebebim yok seviyorum öylesini de belki)...
Temizlik öncesi halamla konuştum demiştim...
Hanife teyzeyi sordum nasıl diye...
Nasılmış biliyor musunuz?
Bitik o ayrı ama şükrediyormuş sürekli...
Çünkü kızının bedeninin tüm olduğuna, yaklaşık 20 gün önce öldürüldükten sonra testereyle kaç parçaya ayırdığı belli olmayan o müsvettenin, kızının başına gelmediğine şükrediyormuş...
Olanla ölmüşe var mı çare?
Bu şükreden kadının okuma yazması yok, eğitimi yok, evde çalışmayan ve sürekli kendisini sömüren, babalıktan bihaber bir koca var ama kendisi bildiğimiz sütten çıkma ak kaşık, mübalağa etmiyorum gerçekten o kadar temiz, o kadar verici, o kadar vicdanlı ki...
Bütün bunların üzerine naçizane derim ki, ukalalık yapmak haşa hiç aklımdan bile geçmez...
Hepimiz ufacık meselelerden canımızı hiiiiç sıkmayalım, birbirimizi kırmayalım, olur olmaz herşeyi dert etmeyelim ne olur, hayat herşeye rağmen her zorluğa rağmen bizi dinlemeden devam ediyor...
En ufak sinir takıntı fiziken bir başka yerden patlak veriyor... Eskiden var mıydı sakinleştiriciler, terapiler...
İşte hal böyleyken demem o ki;
Çok şükür bizim ve sevdiklerimizin aldığımız nefese,
Çok şükür birlikteliklere...
Çok şükür sağlıklara...
Çok şükür eldekilere...
Gerisi gerçekten boş...
Ha bu arada Allah hiç bir kimseyi, önce çocuklarının sonra sevdikleriyle sınamasın...
Herkese iyi hafta sonları...
** Bu arada farkettiniz mi izlenilen blogların yeni yazı güncellemeleri görünmüyor**

20 Mart 2009 Cuma

Merak...

- Şşşşşt anlatsana ne yaptınız dün akşam?
- Hı?
- Söyle işte, neredeyse emrivaki yapıp yazdın ya, ilan ettin ya, çıkalım bu gece diye kocana onu diyorum ne oldu ne yaptınız diye?
- Haa, evet okumuş bizim bey, şimdi sana ona msn den "bloğu okumadan işten çıkma" dediğimi de yazsam bu sefer diyeceksin ne zorluyorsun onun aklına gelseydi diye dır dır dır başımın etini yiyeceksin söylemiyorum ben de...
- Amaaan sen de, neden hep senin aklına gelecek bu fikirler neyse, gittiniz mi?
- :) gittik gittik yemek yedik dolaştık sonra çay hazırlayın geliyoruz dedik bizim üçlü kankamızın evine gittik, gece yarısına kadar güldük eğlendik oturduk evimize geldik...
- Hııı :)) hadi bakalım...
- Peki, ayrıca bu gibi şeyler benim nazarımda yok o dedi ya da o neden düşünmedi olmaz, taraflardan biri düşünür, sonra hadise cereyan eder o cereyandan taraflar da memnun kalır, mesut olurlar, gökten düşen elmaları paylaşırlar, otururlar yerlerine...
Merakın tamamlandıysa işime döneyim ben o zaman...

19 Mart 2009 Perşembe

Biz Gençkenki...

Tazeciktik...
Aynı tazelikte duygularımız heveslerimiz hele ki benim bitmez tükenmek bilmeyen isteklerimiz vardı...
Her yer daha bir tazeydi yeni yıkanmış da yumuşatıcının kokusunun ilk hali gibiydi etraf...
Şimdi aynı tazelik kaldı mı bilmem...
Ben hala tazeciğim desem kim inanır önce ben "hadi be" derim...
Bey' e söylesem bunları yandan yandan bir gülümser
Bunlar nereden mi aklıma geldi
Bey' e atıf bu satırlar...
Bu akşam Rengin anneannesinde misafir
Sen de tutsan elimden çıksak elele sokakta yürüsek aman tamam biliyorum soğuk sararım ben atkımı boğazıma sen de sar...
Sinema da istemiyorum yürüyelim yürüyelim yürüyelim sonra sıcak bir kahve içeriz ısınırız yürürüz yine...
Hangi yol yürümekle aşınmış ki de bana...
Fotoğraf ? Bizim devir tabiriyle "çıkıyoruz" :)

18 Mart 2009 Çarşamba

Kızılay' in İçine...

...ancak bu kadar edilebilir...
Bu kadar mı kötü olur görüntüsü gürültüsü bir yana da...
Ve de bu geçiciymiş taksi sergisi miymiş neymiş...
Yani bu kadar terane sergiden sonra toplanacak...
Ah ahh ne diyeyim tamam şehir planlamacı değilim ahkam kesemem ama herhalde bu görüntü de kötü diyecek kadar da hak görüyorum kendimde naçizane...

17 Mart 2009 Salı

Ateş Düştü Hanife' ye...

28 Ekim 2008 Babaannemi kaybettim...
Babaannem, ilerlemiş şeker hastalığına yenik, vücudundaki tüm organların şekere teslimiyeti sonucu göçtü öteki diyara...
Nurlarda yatsın can parem, biraz kiloluydu o yüzden halamın yetemediği yerde Hanife Teyze koşardı her işe, son zamanlarında kısa süreli de olsa ki kendisini cenazeye Çeşme' ye gittiğimde tanıdım, dünya tatlısı teyze... Babaanneme benim kadar yandı neredeyse... Çok emeği geçti kısacık zamanda..
Şimdi ateş ona düştü...
21 yaşında, çocuk gelişimi mezunu, Altınyunus anaokulunda çalışan kızı, yoğun bakımdan çıkamadı...
Kafasını kızcağıza takan insan müsvettesi, benim olmayacaksan kimsenin de olma deyip, hem kıza hem kendisine dayamış silahı...
O müsvette anında gitmiş, kızcağız yoğun bakım sonrasında kurtulamamış...
Şimdi Hanife Teyzenin ateşi söner mi?
Bu nasıl insanlık nasıl nasıl aklım almıyor nasıl bir nesil yetişiyor çocuklarımız kimlere emanet kimlerle karşılaşacaklar...
Allahım kötü insanların şerrinden sana sığınırız, çocuklarımızı sen koru!!!!

16 Mart 2009 Pazartesi

Mest-i Şahane...

Kuzu mayışmış, el ağızda parmaklar emilirken tv nin karşısında mest...
Koca gazete sayfaları arasında ara sıra sayfanın üzerinden kuzuya göz atar, mest...
Bendeniz içerde başında ekranın -yetmedi sabahtan çıkışa sekiz saat ekran mesaisi- konu/komşu okurken içerde bilir ki herkes mest, o daha da mest...

Gizem(sizim)...

Üniversitede bir arkadaşım vardı kulakları çınlasın, ders çalışacağız bizim evde, "21:00 dan önce gelemem" diye her zaman sıkı sıkı tembihlerdi bizi, ne deli olurduk, ne işi olduğunu da söylemezdi gelirdi böyle, öyle de şekerdi ki serseri, gözlerini kısa kısa :) Bir arkadaş derdi ki "Erdem hava karardı mı mahalle kahvesine atıyor sandalyeyi saati gelene kadar oturuyor gizem adamı Erdem" diye...Hala da gizemi çözülememiştir Erdem' in durumunun, üstelik uzun zaman aynı kaptan yemek yiyorsun, dersler, finaller, ödevler aynı havayı soluyorsun meraklanıyor insan canım, hala arada sorarım güleriz o zamanlara :)
Aslında gizemli insanı ya da gizem insanı tabirlerini hatta gizemli durumları, tv filmi ya da roman konusu dışında benimseyemiyorum...

Aklıma kadın dergilerindeki başlık geldi birden "erkeği elde etmek için gizemli kadın olun"...

Olamam olmadım da şimdiye kadar bizim Bey' in dediği gibi "net'im ben"
Bana sor birşey, dibine kadar anlayatım o kadarını da sevmiyorum ama anlamsız şeffaflık bendeki de, fazlası gereksiz...
Olan arkadaşım da olsa aslında tamam kimse kimsenin içine dışına kadar vıcık vıcık bilmesin ama yine de ben gizemliyim havalarına girilmesin ne bileyim...
Eskiden olurdu o, güya kız erkeği öyle etkilerdi, hani hep de denirdi ya kadın kapalı kutu olsun, erkek gizemli kadın sever...
Çok lazım sevmesin gizemli kadın, açık olanı sevsin net olanı sevsin...
Konu mu? Hiçbir yerden aklıma gelmedi aslında, öylesine... Dün düştü akla, karalaması da bugüne, izin sonrası çalışma haftası olunca sabahtan beri açık sayfa gidip gelip yazıyorum, cümle aralarında tutukluk olursa yazı bütünlüğünü bozan, benim başına bütünüyle oturamamamdan...

13 Mart 2009 Cuma

Canım Yurdum Yaaaa :))

Hala gülüyorum :))))))

Evde...

Hep derim çok paramız olsun çalışmayayım evde oturayım, bir de çok para olunca hep vardır ya fantazisi altımda arabam oraya buraya gezerim...
Nereye kadar...
Buyur evdeyim, Rengin kreşte...
Beş ekli gazete de bitti...
Bilgisayarda zaten işe başlayınca 8 saat başındayım...
Ev de ev diyordum al bana ev...
Gerçi şöyle de bir durum var şimdi ben hepten evde otursam ona göre bir meşgalem olurdu tabi, şimdi evde misafir gibiyim... Anneme desem iş yap der demiyorum ben de...
Kendi kendine de içilen kahvenin tadı olmuyor en iyisi ben anneme gideyim kahvemi orada içeyim sonrası Allah kerim...
Yalnız saat da daha 09:30...
Bu arada annemin sözünü dinledim bakın ...
ee anne "iş" yaptım işte :)

11 Mart 2009 Çarşamba

Mım Mim Müm...

Tatesal demiş ki "gel berime renginim"

"Geldim buyur" dedim kendisine, blogunda yazmış benim linki "aaa" dedim davete icabet ettim, gereğini de yapmak lazım...

Elimin erdiği, gücümün yettiği, dilimin döndüğünce...

Önce demiş ki;

1) Paraşütle atlamaya karar verdiniz ve ilk atlayışınızı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Yerde sıranızı beklerken yukardan atlayanları seyrediyordunuz... Aklınızdan neler geçiyor?
Yemezler tövbeler olsun atlayamam ki...

Sene 98...

Uludağ'a kayak dersine gideceğiz, ders bu, seçmeli gerçi de seçtim. Bir heves, bir neşe bende, sonra kılık kıyafet tamam, gözlükler takılmış göze... Hoca dedi "haydi koyverin gitsin, kar sapanıyla durursunuz" oldu daaaa, ay bu tepecik nasıl da fena göründü birden gözüme kaç metreydi bunun yüksekliği??? kem küm derken yok yok almayayım ben paraşüt filan ayağım yerden kesilmesin, ama ola ki atladım diyelim...

"Allahım nasıl bir düşüş planlamalıyım ki sakata gelmeyeyim"

2) Sıranız geldi ve uçak üç bin metreye yükselirken siz de kendinizi hazırlıyorsunuz. Arkanıza hiç bakmadan önünüzde açılan kapıya geliyor ve kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. Aşağıya atlarken ne diye bağırıyorsunuz?
"............................ Eşhedü en laaaaaaaaa............"


3)Güvenli bir biçimde yere indiniz.Paraşütünüzü toplarken bir eğitmen size doğru geliyor ve birşeyler söylüyor.Eğitmen ne söylüyor?
"Yaşıyorsun korkma"


Sonra demiş ki tatesal -ki en sevdiğim de bu- sevdiğiniz ürünü tanıtınız...
Ufak bir parantez kendi tanıttığı ürünü severek öteden beri kullanmaktayım...
Ben de şimdi huzurlarınıza çıkarmak istediğim ürünü daha önceleri bu konulu mimi okurken daha kafama koyduğum, olur da biri ilişilirse yanıma ben de bunu yazarım dediğim, bayıldığım beğendiğim kullanmaktan çekinmediğim ürünü sizlere anlatayım istedim.. İçimde uhdeymiş meğerse :)


Kendileri Yumoş Ekstra, (neden Türkçe yazmazlar onu da anlamam, ben yazdım ama) olup, hakkaten reklamlarda dedikleri gibi haftalarca çamaşırlarda kokusunu barındırmayı başarmış mucizevi bir bileşimden oluşmuş namütenahi bir üründür...

Badem çiçeği ve vanilyanın bu hoş kokulu birleşimini kullanmanızı şiddetle tavsiye ederken, bereketli bir ürün olduğunu da söyleyerek bu mim işini burada sonlandırırım...

Mim hadisesini kimselere paslamam, serbest bırakırım okuru...

Ancaaaak özellikle ürün tanıtımı olayında hakkaten ve gerçekten, beğene bayıla kullandığınız birşeyler varsa da öğrenmek ister, sonra edinir tecrübe ederim der bu deli gönül...

Bitti...

Sürer Tedavimiz Daha...

Durdum zaten,
Mucize beklemedim
Kötü de düşünmedim
Hala da düşünmüyorum
Çıkmadık candan umut kesildiği nerede görülmüş
Demiştim ya şükürsüz insanlardan hiiiç haz etmem...
O halde yine şükür buna da şükür...
15 günlük ilaç kürü daha sonrası 15 güne...
Dualarınızı esirgemeyin ...

9 Mart 2009 Pazartesi

Pabucumun Çankaya'sı...

Hani birbirlerine sayısız kere iletilen elektronik postalar dolaşır ya ilginç fotoğraflardan oluşmuş...
Bu da onlarda biri gibi değil mi?
Pervasız rahat yurdum insanı çıkma yapmış kapısının önüne, koymuş ayakkabılığını da, üzerine danteli, onun da üzerine çiçek süsü...
Hatta çöp de en en en dışa konmuş, kilimin önü evin bitimi :)
Yalnız şöyle bir handikap var, iki asansörden biri tek katlara çalışırken diğeri çift katlara çalışıyor, o kata çalışan asansör çıkmalı evin kara alanına denk düştüğü gibi kapısı da kilime takılıyor açılmıyor...
Gülüyorum ağlanacak halimize katıla katıla...

7 Mart 2009 Cumartesi

Anıtkabir' e Sanal Gezinti...

Ankara' da olmayan ve Anıtkabir' i görmemiş veya görmüş hep görsem diyen, Atatürk hayranı yurdum insanı...
İşte hizmet!
Anıtkabir' i, bu yeni hizmetle önce sanal gezin, sonrasında buyrun Ankara'ya...

İstasyon... (Öykü Atölyesi)

Hayatını öbürünkine kattığında ne umutları vardı, sevinçleri, hevesleri, geleceğe güvenli bakışları...
Bekledi istasyonda zaten başka da birşey yapmıyordu ki, işte kendine en uygunuydu bu, kimileri geldi geçti gitti, bu geçmedi bunda takıldı, iyi de ettim dedi kendi kendine, güldü mü kader bana da bu sefer belki gülmüştü ya da güler gibi yapmıştı kimbilir...
Ama o yaşamayı umduklarıyla mutluydu, taaa ki umut ışıklarını içinde söndürene kadar... Söndüren de kendi miydi acaba? Yooo öyle hissetmiyordu, söndüreneydi onun acısı, yine de kötüsünü düşünmüyordu, istasyona geri dönesi var mıydı evet bazen ama hayat çoktan o istasyonda beklediğinden uzaklaşmıştı artık dönse de ne çare...
Diğerine katılmışlığı devam etmeliydi ne pahasına olursa olsun...
Devam etsindi, sonrası Allah kerim nasılsa dedi...

6 Mart 2009 Cuma

Kısın Işıkları...

Barbra Streisand
Christmas Memories

1. I'll Be Home For Christmas
2. A Christmas Love Song
3. What Are You Doing New Year's Eve?
4. I Remember
5. Snowbound
6. It Must Have Been The Mistletoe
7. Christmas Lullaby
8. Christmas Memories
9. Grown Up Christmas List
10. Ave Maria
11. Closer
12. One God
şifre ister: NeedZ

Yazasım Yok...

Keyifsizliğimden değil, belki de ondan, bilmem...

İçi dolu balonmuşum da biri ateş etmiş, bütün havam gitmiş gibi büzülmüş oturuyorum öyle...

Ama içimde de bir umut, deli mi ne havan gitmiş, ne umudu, neye hem de?

Haftaya izinliyim, evden takılacağım Rengin' in son haftası bekler bekler dururum ilaç sonucunu...

Tatsız gibi, bir miktar tatlı ama sahte, tatlandırıcılı tatlılık bendeki...

Dışarı çıktım öğlen vakti / arası neyse işte...

Herkes dışarda, ne melun kalabalık! Kendimi dev alışveriş merkezinde hissettim...

Alışveriş merkezlerinde salak oluyorum ben...

Bir müddet sonra zembereği şaşmış hatta atmış saat gibi, bakışlarım semeleşiyor, sesler uğultu oluyor, görüntüler flu, yürüyüşüm bile yampiri...

Kendime gelemiyorum işte aynından oldum şimdi de Kızılay'ın orta yerinde...

Cuma günü neşe dolarken normal insan, benim havam kaçtı zaten kaçıktı ya püf...

(Fotoğraf, fotokritik, Erkmen Altunkaynak'tan...)

5 Mart 2009 Perşembe

Evrenden Torpilim Var...

Ankaralı arkadaşlar ya da 91-92 seneleri civarı Ankara' da yaşamışlar, bilir misiniz bir GÜN fm vardı...
Fm 97 frekansından yayın yapan, Ankara'nın ilk özel radyosuydu...
Zamanın en güzel müziklerinin yanında, radyocularının da acayip eğlenceli, programlarının da çok yaratıcı olduğu müthiş bir formatı vardı. Şimdinin amerikan özentisi, iğrenç mtv şarkıları çalıp duran, habire aksanını yamultup "nanytinaynpoyntfavf" diyen özenti, sözümona profesyonel radyocu tipler yerine, gayet samimi ve içten konuşan, bizden biri gibi davranan, yayınlarına halkı da davet eden radyocuları dolayısıyla son derece samimi ve gerçek bir yerel radyo gibi olan radyo istasyonuydu...
Orada da bir radyocu vardı, sabahlara kadar radyo dinlememize neden olan hatta gecenin o saati -kahkahalarımla ev ahalisini uyandırdığım zamanlar olmadı değil hani- ne programlar yapılırdı...
Adı Aykut Özbaltacı, soyadını değiştirdi şimdi Oğut oldu, adının başına da bir Ike geldi...
Ike Aykut Oğut...
Bu adam, Gün fm kapandıktan -ki ben de üniversiteye gittiğim dönem Bolu'ya- sonra kafaya takmış, Amerika'ya gideceğim oyunculuk kariyerimi orada devam ettireceğim...
Sonrasını
Beşer dakikalık bu beş bölümden izleyebilirsiniz konuk olduğu tv programından...
Sonrasında bir kitap yazdı kitabın arka kapağında söyle diyor:
"Siz hiç 150 kilo oldunuz mu?
Sizin hiç yabancı bir ülkede bavulunuzu kaybettiğiniz, sabahları mısır gevreğine bira döküp hayatta kalırken günlerce tek kelime bile konuşmadığınız, dayak yedikten sonra girdiğiniz komadan bir gözünüzü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara döndüğünüz, annenizi kaybettikten sonra hapiste yatarken babanızı kaybettiğiniz oldu mu?
Benim oldu.
Peki ya sonra o yabancı ülkenin dilinde şakır şakır konuşup hatta seslendirme yönetmenliği bile yaptığınız, o ülkedeki filmlerde başrol oynadığınız, 70 kilo verip filinta gibi olduğunuz, yeni ve mutlu bir hayat kurduğunuz, elinizi attığınız her işi altın yumurtlayan tavuğa çevirdiğiniz, her saniyenizi gülümseyerek geçirdiğiniz, hayatta istediğiniz her şeyi elde etmeye başladığınız oldu mu? Benim oldu.
Nasıl mı?
Gelin anlatayım…"
Dün aldım kitabı akşamına da bitirdim...
Bence okuyanı titreten bir kitap, en azından yazılanlar havada uçmuyor ki ben genelde başka şekillerde uyguluyormuşum zaten kitabı...
Kitap sadece şunu yap iyi olur, bunu yap süper olur, demiyor ben böyle yaptım da böyle oldu diyor Aykut...
Çok da iyi demiş, alın okuyun siz de eminim beğeneceksiniz...
Bakış açınızda mutlak bir değişim olacak eminim...

...........


"Kör cehalet çirkefleştirir insanları
Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek cevabım var,
LAKİN BİR LAFA BAKARIM LAF MI DİYE,
BİR DE SÖYLEYENE BAKARIM,
ADAM MI DİYE…"
Mevlana...

4 Mart 2009 Çarşamba

Kutlama... Kutlama...

Pazartesi İdil kankamızın doğum günüydü...
Dün gece yaptık kutlamamızı...
5. yaşın kutlu mutlu olsun İdişim :)
Altı ay sonra da bizim kızın bitirişini kutlarız inşallah beş yaşını...
Püfff...

Hediye heyecanı...
Ne güzel :)



Ahretlikler :)

Bu da efendim bebek beklerken kızlar :)
Bizim kız tam cadı, illa benim doğum günüm de olsun diyor, ben İdil' in hediyesini vermem çünkü onun doğum günü diye bir sürü mızıkçılık yaptı...
Neyse aynı hediyeden kendisine de verdik de birbirlerine hediyeleri takdim ettiler, pastalarını beraber üflediler, sonra oynadılar terlediler :)

3 Mart 2009 Salı

Kuzu Kulağı...

Anne yemek kitabından yemek ismi gibi oldu :)
Neyse efendim gittik doktora, baktı dedi ki:
"Bu kulaklardaki sıvıları görmek için teste gerek yok zaten belli, evet sonu ameliyat ama ameliyat en son yol benim için, o yüzden izleyeceğiz iki ay üç ay sonuna kadar ve yine bir on günlük antibiyotik bu süre zarfında kreşe gitmeyecek"
Bu hafta annem bizde evlerimiz yakın zaten bin teşekkür anneciğime tabi, Allah ondan razı olsun, haftaya da ben alacağım izin bakacağız...
Tabi ilaçtan mucize beklemememiz gerektiğini unutmamamızı söyledi doktorumuz, bekleyeceğiz...
Destek olan, dualarını esirgemeyen bütün blog arkadaşlarıma da çok çok teşekkürler :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Kuzumun Kulağı...

İki hafta önce Rengin' in bitmek tükenmez bilmez üst solunum yolu problemi ve sürekli içtiği antibiyotiklerden gına geldiği için bir KBB uzmanına gittik...
Doktor da demez mi ki "bir kulağında sıvı birikmesi var işitme testi yaptıralım" diye...
Yaptırdık testi, iki kulakta da sıvı birikmiş ve 30 desibel altı işitme kaybı...
Sonrasında bir kutu antibiyotik bitirdik, kurutur mu acaba diye...
Fakat tekrar kontrol, bir işitme testi daha, sıvılar olduğu gibi duruyor...
Tedavi malesef operasyonla kulaklara 2 mm lik tüp takılması...
Bu tüpler de, 6-12 ay sonrasında vücuttan kendi kendine atılıyor ve bu hastalık her çocukta olabilirmiş, sebebi öztaki borusuna giden kanalın hava geçirmiyor olması kanalların dar olmasından dolayı, tüpün de amacı o kanalı açarak hava geçirmesini sağlamak...
Çok şükür ki kalıcı bir araz bırakmıyor...
Fakat ben bunu duydum bir uzman görüşü daha almak istedim...
Bugün 19:30 da randevumuz var bakalım o doktor ne diyecek?
Merakla beklemekteyim, azami gerginlikle...