30 Haziran 2009 Salı

Bittiğim An :)

Bende çok oluyor bu, boşboğazlığım yakacak birgün de beni, sadece kepaze etmekle sınırlı bu ana kadar...
Gitmişiz Akçakoca' ya bizim tesise, Ankaradan Genel Müdürlükten geliyoruz, İşletme Müdürü bizi hoş karşılamış, garsonlar güleryüzlü, herşey iyi...
Bir şekilde etmem lazım içine :)
Öğlen yemeğine yetişemediğimiz halde yemek konmuş önümüze, ıspanak vardı sonra başka yemekler...
Yemekler yendi bahçeye çıkıldı, çaylar içiliyor, ön beğendim, bayıldım, aman da doğa harikası süpermiş lafları, kafalar bir o yana bir bu yana dönüyor ...
Sonra garson arkamda çay getirmiş, bende lafı ortaya koyarım ne çevreme bakarım, ne ayarımı bilirim eğilmişim masaya, demek ki sohbet .oktan yana açılmış o kadar doğa şahanesinin yanında "iyi iyi bak ıspanak da yediniz ne bağırsak çalıştırır ama ..........." dediiiim önüme bardak konduğunu gördüm en son, o an magmaya doğru yola çıkmışım ...

29 Haziran 2009 Pazartesi

İnce Bileği de Severim Hani...

Öğlen tatilleri mümkünse yerimden kalkmam, koltuk soğur neme lazım...
Öğle bir gezinti yapayım ayağım açılsın gibi durumlar bana ters, ben oturayım öyle makinanın başında, ekrana dikeyim gözlerimi, bir de müdür iş getirmese :)
Allahaşkına çıksam ne olacak ki? Kızılay' ın göbeğinde öğlen tatili, iki yürümeye kalkıyorsun omuz omuza bir sürü akraban olmuş gibi dönüyorsun yerine oflaya poflaya...
Sonra almayacaksam vitrin bakmam, kedinin çiğere baktığı gibi...
Bir de biraz kalabalığa girdim mi üçüncü dakikasında uyuşuyor beynim, salak salak dolanıyorum bir o yana bir bu yana, bazen bakıyorum önde gidenin ritmine uydurmuşum kendimi ya da bir bakıyorum alakasız bir vitrine bakıyorum...
Bugün de işim var tokamı almayı unutmuşum ensem yanıyor toka alayım Rengin' e bir şeyler bakayım falan falan...
Üşene üşene indim aşağı kolay değil 6 kat asansöre bin filan...
Sonra bende okuldaki ritmik cimnastik dersinden bünyeye hatıra bir taban çökmesi var, sol ayağımda hafif yürü ayak altından ip çekilmiş gibi, topallaya topallaya yürü yürüyebilirsen...
Öyle bir hale geldim ki artık kaldırıma çıkarken ayağımın altını kaldırımın kenarına getiriyorum ki boşluk dolsun saniyelik de olsa, sırtını duvara verip aşağı yukarı kaşınanlar gibi pratik bir çözüm benimki de...
Aklıma Prima Rima geldi yürürken o da geçende yazmıştı, ayağımın altından çekerlerken ipi...
Valla çok zor be Ebrucum ne acı o...
Kışın iyiydi de tabanlıkla, yazın eyvah eyvah...


"Şuna bak ayağının fotoğrafını çekmiş densiz" diyenlere de deyin valla bana da bir eğreti durdu ama ilerde bakarım yaşlanınca "ayağım da böyleymiş hımmm" derim olmadı...

Nokta Yok Bende Tövbe...

Havaların yurdumun her yöresine farklı tepkiler verdiği şu günlerde, öğlen sıcaktan patla, eve gel esintiye ver kendini derken, değil yazmaya başka hiçbir şey yapmaya istek olmuyor ve yine cümlenin anasını ağlattım paragraf gibi...
Beysiz geçen ama bol akrabalı telafi etmeye çalışılan-bitirilen hafta sonunun ardından, adeta dinlenmeye geldiğim iş yerinden size de bana da iyi haftalar dileyeyim yoksa bu işin ..kunu çıkarırım ben, bitmez çünkü benim, ne çenem ne cümlem...

26 Haziran 2009 Cuma

Hani Benim Kampanya...

Şu fotoğraf makinası diye bağrımı böğrümü yırttığım, kampanya yapayım 1 ile 5 lira arası para toplayayım şu fakire bir makina alayım kampanyam sevgili terazinin dirhemi insanının "cezası vardır para toplama merkeze kadar yolu var bu işin" demesi sonucu yarı ağlamaklı bir şekilde orta yerde kalakaldım...
Tam' a geçebilirim her an...

Ben ki zamanında gazetenin birinde ama çoook eskiden...

O kadar "çok" u yaşım geç bakın en eskiyi bile hatırlıyorum şeklinde değil vurgu yapabilmek adına yazdığımı da belirtmeliyim...

Neyse Hürriyet Gazetesi' nde okuduğum bir habere göre Amerika' da bir insan evladı üniversiteye parasızlıktan gidemiyor ve diyor ki herkes bana 1 $ hayrına verirse bu ne kadar sevaba girersiniz siz hesap edin artık...

Sevabı günahı yakinen tanıyan sayın halk da sonra nasıl oluyorsa dünyanın dört bir yanından 1$ yağdrıyor sel ediyor ortalığı...

Milyon doları geçiyor...

Şimdi ben bütün akraba talukatın her bireyini gördüğümde yakalarına yapışsam, yakaların en büyüğüne de bizim Bey' i seferber etsem ee kimi blog arkadaşlarım da destek verdiler billa...
Valla 300-500 olsa yazı yazdığıma yazık, ama yazı yazmama değecek detaylar var hele ki fiyatında :P

Olur bu iş söyleyeyim de şu ceza meselesini aydınlatmam lazım...
Hoş bir anı olur sonra ,söz kim ne istiyorsa ona seferberlik ilan ederiz ,hatta bende sel olan paradan aktarma yaparım ben...

Zaten sayın halk çok şeffaf çalışacağım...

Birden de girerim havaya ben...

Zamanın ilerleyen evrelerinde bunları okuyan Rengin nasıl bir tepki verir acaba onu da şimdiden merak etmekteyim...

Şakadan Anne!

- Anne?
- Efendim annem
- Senin şakadan annen kim?
- Nasıl yani annecim, şakadan anne ne demek?
- Hani babamın şakadan annesi anneannem ya, yani senin annen, Fatoş işte...
- Eee ...
- O zaman seninki de babaannem...


..........................................


Şakadan annelerimiz hayırlı olsun :)

Bir Ayfer Teyze Bir Biz...

Herşey amcamın kızının üniversite sınavına girmesinin ertesi, Çeşme'den Ankara'ya gelmesinden çıktı...
Ankara'da kaldıkları müddetçe değişik yerler görmek istemeleri benim de "Amca bizim Akçakocada tesis var oraya gidelim" dememin üzerine hayata geçmiş kısa bir seyahat bizimki...
Tesis bize başka bir kurumdan devir ve geçtiğimiz ay elden geçme işlemi bitti herşeyleri yenilendi yıldız işinden anlamam ama 3-4 yıldızlık yer oldu...
Tam huzurevi kıvamında Düzce/Akçakoca' ya 16 km uzaklıkta Kalkın Plajında...
Denize karşı bir bina önünde kumsalı başka bir şey yok arkası olduğu gibi orman önü deniz alabildiğine...
Sal bebeni etrafa ne olacak nereye kaybolacak derdi yok gezsin dolansın özgürce...
Bizim Rengin garsonlarla arkadaş onların yanında ayrılmadı ha bir de Ayfer Teyzesinin...
Onu da anlatacağım başka bir yazıda, o konu derin bir miktar...
Fakat tam bir huzur deryası...
Otur seyreyle gir denizine plaji kum komple...
Otur odanın balkonuna dalga şırıltısı dinle dal git...
Üç beş gün kafa dinle misss...
Bu kadar zımbırtıyı "baaak bizim buramız var haaaaaaa sizin yok, çatlayın patlayın" diye anlatmıyorum tabi...
Sizler de faydalanabilirsiniz bu tesisten demeye getiriyorum lafı...
25 liraya tam pansiyon çıkarın keyfini diyorum buraların da...
Ciddiyim hatta tıklayın bakın...
Fotoğraflar da biz :)
Sonra isterseniz ben sizin için yer ayırtırım...
Bu kadar da hizmet işte bu ne Yarabbim nasıl bir insanım ben şaştım kaldım :)

İlk kat soldaki odadan dinledim şırıltıyı da...

25 Haziran 2009 Perşembe

Şimdi Aklıma Ne Geldi, Hem de Durup Dururken...

Allahın işine bak sen!
İşte vermiş Rab çalıştır diye, ben de nerde ne alınacak, nereye gidilecek hep harcamaya yönelik kullanıyorum işte, icraat yok da, kalbin naçar çırpınışları benimki...
Çalışan da bazen yanlış çalışıyor da ( şimdi bizim Bey bunu okusa eminim ne zaman doğru çalıştı ki deyip sırıtacak biliyorum), şu evrene istek gönderme konusunda da yanlış yapmışım işte, istediğim Nikon D90, ben evdeki buzdolabının ve iş yerindeki dolabın üzerine P90 ın fotoğrafını koymuşum, gözüm ne istiyor elim ne yapmış, tutarsızlık evren de ne yapsın ne diyor ne istiyor diye haklı o da...
Hani diyorum blog kardeşliğimiz pekişsin baabından, hazır bugün kandil ya onun da nurlu yansımasına sığınıp, bu D90 D90 diye atan kalbin sesini duysanız bir el atsanız ne iyi olmaz mı?
Artık gönülden ne koparsa 1 liraya fitim ben, her bulduğuma yapışır eskinin 41 liraya alınan altın anahtarlıkları olur ya ondan alınca ev alınır inanışı gibi ben de bu şahaneye kavuşurum kimbilir :)
Tamam benimkini hallettikten sonra söz sizinkiler için de kampanya başlatacağım...
Böyle böyle istek tamamlarmışız biz cümleten...
Cümleten deyince hayırlı kandiller demek geldi, bir kelimeden aklıma...

Başlığa Ne Yazsam ki...

Özlemişim buraları da sizleri de ...
Seyahat umduğumdan daha iyi geçti...
Bütün sene "yemek yapmayacağım, yatak toplamayacağım bir tatil istiyorum" türküsü çığırıp durdum, yıldızını belirtmeden kalınacak yerin :)
Fakat burası da öyle iyi geldi ki, birden anlatmaya zaman müsait değil, ayrıca biriken işlerde aklımda, keyfini çıkara çıkara peyder pey anlatacağım...
Gerçi Karadeniz... Yeşille mavi ötesi var mı...
Diyeceğim odur ki, önce işlerime bir göz atayım, sonra sizin yazılara...
Döncem ben ( ne demekse :)

20 Haziran 2009 Cumartesi

Yolcudur Abbas Bağlasan Durmaz...

Herşeyler tamamlandı, giyilmeden geri gelecek olan kıyafetler -özellikle Rengin'in- çantada yerlerini aldı...
Başımda elli bin düşünce "eksik birşey var mıydı onu da mı alsam acaba şunu mu koysaydım ama yok bir öncekinde götürdüm de ne oldu boşa hamallık"...
Çok denize girme seyahati değil bu bizimki, yine de mayolar alındı kıyıda oynanır olmazsa diye... Karadeniz'in suyu ısınmaz, hele de mevsime geçişleri sadece öğlen kendini gösterdiği sıra... Bir de sevmem çivi gibi suyu, sakin olacak çarşaf gibi görüntüsü de suyun sıcaklığı da...
Olsun gündüz kumla oynarız, elektiriğimizi veririz birbirimize geçireceğimize, toprağa...
Evimiz Bey'e emanet, onun izin sorunu benim izin rahatlığımla tezat...
İleride inşallah...
Hiç de sevmem parçalanmış aile seyahatlerini, çekirdeksek her yerde...
Kabuklardan biri evde, içiyle öbür kabuk gittiii...
Sağlıkcakla kalınız Allah' a emanet olunuz...
Beni özleyiniz...
Ben özleyeceğimdir çünkü :)

18 Haziran 2009 Perşembe

hihihihi düşüyoruuummm...

Öğlen arası bu serseriyi sevmeye gittik...
41 kere maşallah, bir de o şeker ki daha 41 günlük, oda arkadaşımın yeğeni...
Sevdik öptük kokladık bebek özlemimizi giderdik bir nebze...
Çok şekerdi Yiğit Kartal Bey...
Heybetli adıyla yaşasın inşallah...
Dönüşte de otobüsteyiz tepemde ikisi kız, ikisi erkek dört arkadaş...
Bunlar kurstalar mıymış neymiş Kızılay'a gitmekteler...
Zeki olan ama sıfatı gibi espriler yapamayan kırmızı tişörtlü erkek kardeşimizle, sağındaki bir o kadar zeki kızımızla konuşuyorlar...
.............................
- ay ay ay düşeceği ay ay ay...
- ay düşme ehiehihei ya da düüüüşşş ben varım nasılsa. Geçen gün otobüsteyim şoför bir koydu frene, ben de yine böyle ayaktayım üzerime kız düştü ben de açtım kollarımı...
- ihihihhihihi...
.............................


Zeki genç modeli; gayet seviyeli esprilerle, efendi efendi konuşuyorlar...
Aman ben de birşey beğenmem, ne var ne güzel işte memleket zeki gençliğe emanet...!

Bu arada arkadaşımın annesi teyzem, ricamı kırmayıp bana bu güzelliği yaptığı için buradan kendisine milyon teşekkür...
Yemeğe beklerim buyrun efendim...

Çıkmam Abi...

Alışkanlıklarına dibine kadar bağlı biri olarak ,hayatımdaki köklü değişikliklere çok kapalıyım...
Öyle evin eşyalarının yerlerini değiştireyim, tarzımı değiştireyim uymaz gelmez bana...
En küçük aksesuarda bile, annemin üniversite mezuniyetindeki saattir taktığım hala, kaç sene olmuş 99 dan bu yana...
Taktım mı tam takanlardanım...
Düzenim bozulmasın yanım yörem de keza öyle...
Öyle her kıyafete çanta filan öyle salak bir durum bendeki...
Kadın kadın değil :)
Dümdüzüm bu anlamda...
Lafı nereye bağlayacağım...
Çalışma arkadaşımın haberimiz yokken yazısı geldi bir başka birime gidiyor...
Kasaveti beni bastı...
Kendimde sevmediğim gibi yanımdakiler de oynamasın yerlerinden...
Aslında bir bakıyorum da başka pencereden hayata o da tek düze be...
İtiraf ediyorum düzeyim demek ki tek tek olanından...
Amaaaan yine ver telkini Funda kendine sağlık olsun de, boşver uzak olsun da var olsun de...


Fakat bizim dostluğumuz arkadaşlığımız tabi herkesin öyledir de başka birşeydi...
Gözden uzak olan da gönülden de uzak oluyor inanırım bu lafa...
Tamam gönlünde evet ama göz de görecek ki gönlündeki perçinlensin...
Başka türlü ayrılıklar olmasın da, yine var bunda da bir hayır...
Aslında bir nevi de heyecanlı aslında, hayattaki genel anlamda değişimler, bakalım ki gelen gün neye gebe?
O zaman sezon finali yapmıyor diğer bölümleri hararetle bekliyoruz...
Ey Hayat! Heyecanlı canlı bereketli bölümler o halde, cümleye...

17 Haziran 2009 Çarşamba

Ey Tohumdan Mucizeler Yaratan Kudret!

Hayat hakikaten mucize, hele ki evrenin yaratıcısına inanmayana işte en basit fotoğrafı...

Sıkça hamileliğimde yaşadığım, sonrasında dün gece başıma gelen kramp ayağımı döndürdü resmen...

Elimle kaldırıp bacağımı yükseltiye koyarken "Yarabbim" dedim...

"Hani şükrediyorum sana günde binlerce kez, ama cidden sağlığımızdan etme sevdiklerimizden ayırma"...

Bir an öyle kalacağım sandım, o korku da yeter bana...

Sonra bugünki kaş operasyonunda çokça senedir tanıdığım kızcağızın, 22 yaşındaki erkek kardeşini kaybettiğini öğrendiğimde, esas "amanın"ı gördüm...

Her zaman diyorum ya, parasızlık, geçim, huzur, aman o benim şunuma laf etti, buram kötü, şöyle bunalımdayım, böyle fenayım, bebem uyumadı, yemek yemedi, varsın sağlıklı olsun da, var olsun da, uyumasın da yemek de yemesin....

Bir kalemde geçilesi şeyler bunlar, her zaman sağlık öncelik, sonra huzur...

Hayat her haliyle güzel...

Yaşasın herkes sağlıkla yaşasın, tüm güzellikler sağlıkla, ağız tadıyla...
Bu arada üst fotoğraftaki parmak şahsımın, sağdaki çıtır da benim...
Parmağım da öyle kedinin poposunu görüp yara sanmam değil, bildiğiniz dikişe ramak kala kesiği...
Hafta sonu kesinlik kazanmasına ve iznimi yazmama rağmen, yine de olmama ihtimaline karşı, açık kapı bırakılarak bünyenin rehavetine yol açan Akçakoca seyahatinin olacağı ihtimali, koca bir ohhh bee dedirtecek güzellikte de geçerse ala :)
En üstteki fotoğraf ev tipi tarım hadisemin küçük bir ayrıntısı...
Onlar da yaşasın, ha bir de yaşasın lazer olsun, alakasız son noktasına vardığım :)

15 Haziran 2009 Pazartesi

"İyi Yaptım İyi..." (ÖyküAtölyesi Fotoğrafın Dili)

Olmayacak biliyordum, sen gittin, bense ellerimle gitmene gereken izni verdim...
Alınsın...
Düşündüm mü etraflıca? Yok daha önemli şeyler var, karnımı doyurmak gibi ya da barınmak...
Sana bakamam ki bir de üzerine...
Üstelik nasıl olduğuna bile akıl erdiremezken...?
Üzgün müyüm?
Bilmem karışık kafam, uyuşuyor daha ziyade... Sonucunu düşünmeden kalkıştığım... Vicdanıma dokundu bak...
Sarsılıyorum şimdi, sanki 40 derece ateşten yanıyor gibiyim, pencereden etrafı seyretsem, düşünsem geceler gündüzler, sen gittin ki geri alabilir miyim seni...
Kimbilir hangi kanalizasyondasın ya da çöpte...
Bir yanım olaydın diyor, öbür yanım dürtüklüyor beni kendime getirmek için...
Aman iyi yaptım be ne sorguluyorum ki bu kadar...
Sana iyilik bile yaptım, benim gibi mi olacaktın ki büyüyünce?
Bak ben annem gibiyim, sen de annen gibi mi olacaktın...
İyi oldu iyi, hem senin hem benim için...
Gözümden damlayan mı yoooo... Esti şimdi pencereden acı acı da, gözüme vurdu ondan yaşardı...
Sadece rüzgardan...

13 Haziran 2009 Cumartesi

Elimi Bıraktın... (Oyun Atölyesi "Fotoğrafın Dili")

Her bir basamak değerli bizim için...
El ele çıktığımız, yükümün yorgunluğumun yarısını aldığın...
Bıraktın ama elimi...
Kendim yürüdüm, epey çıktım yukarı...
Hala da devam ama senin elin olmadan...
İn aşağıya, elim hala boş, sıcaklığını kaybetmeden gel yetiş...
Buz gibi olmadan...
............................................................
OYUN ATÖLYESİ Tembelliğimden kaçırmışım epey ...
Oysaki ne kadar çok severim...

12 Haziran 2009 Cuma

Sözüm Erkek Evlat Analarına...

Barut gibiyim, yazdıkça da celallenebilirim, klavyeden usturupsuz birşeyler dökülürse şimdiden affola...
Size söylüyorum ey erkek evlat anaları!
Allah rızası için çocuklarınıza iş güç yaptırın...
Tamam hepinizin çocukları erkek olmalarından dolayı sanki hayata 1-0 önde başlamış görünşteler ama yok öyle artık...
Yavaş...
Evlat evlat kızı erkeği olmaz...
Ayrıca da ben feminist değilim uzaktan yakından alakam yok...
Siz analar öğretin evlatlarınıza işi gücü ki ilerde evlendiklerinde eşleri çalışıp da onlar yayılmasınlar çim sahada sanıp kendilerini kanepede...
Derdim anlaşılmıştır sanırım...
Bizim Bey dört kız bir erkek bir ailenin en kıymetli tek erkeği...
Banane ya evladın her çeşidi kıymetli eeee biz iki kızız anne evinde köle miyiz o zaman...
Çalış anasını satayım koca eve para getirsin eee zaten erkek o beceremez...
Bizimkine de bir bardak suyu önüne getirmişler...
Yumurta kırıp kıyma kavurmaktan başka hiçbir mahareti bulunmayan ve "eee ne yapayım ben hiç yapmadım ki" nin ardına sığınıp olanca işi üzerime yıkan bir adam işte...
Ya çalışmaksa çalışmak işte ben de çalışıyorum ama evde daha fazla aha şimdi hafta sonu geldi tüylerim diken diken...
Hayır bir ağız tadıyla hasta olamam o benden daha hasta...
Tamam işi çok yorucu devamlı koşturuyor ama madem işinde koşturuyorsun dinlenmeye de zaman ayıracaksın haftada 3-4 kere halı saha maçına gidip de hayatı daha da zindan etmeyeceksin sonra da kanepeden kalkamazsın işte...
Sonra koş Funda yemeğe...
Koş Funda temizliğe...
Koş Funda kıza...
Koş Funda koş...
Aaaaaaaaa....
Onun da benim gibi çalışmasını beklemiyorum, dile getirmek istediğim bir işin ucundan tutmak ya da bir miktar yardım etmek...
Öğretin valla öğretin benim kızım da kızlarımız da hayatın her anını paylaştıkları eşleriyle aşkı da paylaşsınlar sevgiyi de temizliği de ev işlerini de...
Bu kadar...

11 Haziran 2009 Perşembe

Ödev(M)im Var...

tatesal örtmenim verdi ödevimi...
Lafı uzatıp yine konudan dağılıp çoşmadan cevaplayayım...
Efendim başlıyoruz...
1- Kullandığınız parfümün markası?
Yaz döneminde olduğumuzdan mütevellid parfüm kullanmayı keser kolonyama yapışırım...
Johnson Baby Floral...
Yaklaşık 12 sene filan oldu...
Her daim çantamda fısfıslatan bir şişeye doldurur tabiri yerindeyse yıkanırım...
Anca ferahlarım üzerine bir de mangal yeller gibi kendimi de ferahlatırım misss...
2- Kullandığınız kremin markası...
Kendisine Kamil diye seslendiğim ama üzerinde Kamill yazıyor...
Ondan...
3- Şu an okuduğunuz kitabın adı...
Elif Şafak' ın "Şehrin Aynaları" nı okuyorum...
4- En son satın aldığınız üç ürün...
Geçende Rengin' e bir şapka...
Kendime bir kot etek...
Bey' e tişört...
Böyle de sanki mal beyanında bulunuyormuşum gibi geldi ama....
5- En çok sevdiğiniz üç dizi film...
Lost başta, Yol Arkadaşım bir de artık izlerken şiştiğim sövdüğüm ama meraktan da kendimi alamadığım yaprak dökümü...
Ben herkese paslamak isterim, merak anacım ne aldığınız, ne kullandınız, ne okuyorsunuz, nedir ne değildir durumunuz nedir?

10 Haziran 2009 Çarşamba

Şallı' dan Cindy' ye II...



Sabahki başlıktan yola çıkıp nerelere vardıktan sonra karar verdim ki bu blog alemine her sabah bir köşe açmak lazım...
Köşenin başlığı şu olmalı "bugünün şükretme sebebi"...
Ne de olsa bahtsız yurdumda malzeme çok...
Nasıl ki bir hastane ziyaretinde bile gelince en fazla bir saat "amanın çok şükür sağlığımız yerinde neler vardı oralarda Allahım kimseleri düşürme buralara" diye üzülüyoruz...
Ama en fazla bir saat sonra hayata devam...
Tamam öyle olmalı da ne bileyim küçücük şeyleri de kafaya takmamalı...
Ben şehir şehir gezip şükürcü teyzecilik mi oynasam ne yapsam hııımmm...
Dün Teraziyle eşi bizdelerdi, İstanbul tatilini yarıda kesip geldi evine...
Dün beyleri gece halı saha maçına gönderdikten sonra kapanmayan müzmin konu kilodan spordandan olunca, Ebru Şallı' nın plates cd sinden açıldı...
Esin hep dalga geçiyordu "oturma kemiklerimizin üzerine oturuyoruz" sanki başka nerenin üzerine oturuyorsak veya " nefes alırken kaburgalarımızdan geçecek kaburga uçları bacaklara bakacak"
................?
"Scapulalarımızın (kürek kemiklerimizin) arası 2 cm olacak"
Herneyse bir Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu mezunu ve zamanında okurken aerobic-step-fitness hocalığı yapmış biri olarak gözlerim faltaşı gibi açılmış, cdsini izledik ne felaketler...
Bir karın hareketi yapıyor bir set sonra ay ben bu sırt hareketini pek severim çok süper hareket deyip hoooop başka bir yere geçiyor...
Olmaz bir yerdeki kas grubunu çalıştırınca ve orası sıcakken başka bir kas grubuyla uğraşamazsın...
Üst ekstremiteden (üst beden) başlanılır alt esktremiteyi çalıştırır sonra streching yapar bitirirsin...
Sonra ben her zaman aerobic egzersizden yanayım eski usul yani hoplaya zıplaya nabzın 110-120 ye çıktığı efor sarfederek o oksijenin yağları yaktığı...
Bende de Cindy Crawford' un bir cd si var taaa eskiden kalma...
Ama ne cd, yaklaşık 1 saat 15 dakika sürüyor ama saç derisinden ayak parmağına kadar inanılmaz çalışıyorsunuz...
Gösterelim derken biz bir baktık ki gecenin o saatinde, ben de özlemişim demek ki başladık yapmaya, tabi yarısında Esin beni terk etti ben de hiç sevmem ben öyle birşeye başladım mı bitireceğim...
Ama ne çalıştım bittiğinde 00:20 ye geliyordu Esin çok merak etti "yarın seni iş yerinden mi yoksa hastaneden mi arayayım" diye dalga geçti serseri...
Ama eski toprağız hamlamadan doğan yanmalar yok tabi...
Haftada üç gün devam o zaman, tavsiye ederim...

Şallı' dan Cindy' ye...

Vay anasını sayın seyirciler, dün bir sevinç yumağı iken ben, sonra baktım ki herkesin pimi elinde çekilmeye hazır yürüyen bomba kıvamında...
Yapmayın etmeyin hep hayatta kötüleri olumsuzluklara gözünüzü açıp kendi halimize şükretmeliyiz...
Tamam her dert çekene dağ...
Fakat unutmamalı ki başımızdaki sıkıntıya da şükür...
Her zaman büyüğün büyüğü var kimsenin başına gelmesin...
Geçende oldu daha bir haftadır hastanede bizim mail grubu ANKAN dan bir arkadaşın ablasının torunu 21 aylık 7-7,5 metreden camdan düşüyor yoğun bakımdaydı dün öğrendiğimize göre Nisa bebeğin beyin ölümü gerçekleşmiş ciğerleri su toplamış....
Ve Nisa bebeğin annesi dokuz aylık hamile doğurmamak için de kendini sıkıyor...
Kelimelerin tükendiği boğazların düğüm düğüm olduğu an bu işte...
Bugüne sağlığa varlığa şükür...
Sonrası boş hakikaten, hem de kocaman "BOŞ"...
Borç varmış kocayla ara bozukmuş iş yerinde huzursuzluk varmış...
Ben de yokmu borç? Boyumla...
Beyle de arada kapışırız, dolanırız öyle tanımadan birbirimizi...
İş yerinde yıllarca üç kişi çalışılan bir şubede şimdi tek başıma götürmeye çalışıyorum öğlen tatillerine çıkmadan...
Vesaire bir sürü sıkıntı dert kasavet...
Yine de mutluyum huzurluyum yarından umutluyum Allah'ın bana verdiği hazinelere şükrediyorum ötesi yok...
"Sevdiklerimizin, Bizim Sağlığımız ve Sonucundaki Varlık"
İnadına mutluluk inadına gülmek herşeye herkese...
İyi geliyor hakkaten deneyin... :)))
Ve ben başlığı atıp, ilk cümlenin beni götürdüğü yere gidip, alakasız birşey yazsam da ki sanki öğreten adam gibi naçizane şahsi duygularım kimseyi hedef almadan sadece insanın sevdikleriyle olan paylaşımı gibi yazıldı satırlar...
Bugün içinde başlığın uygun yazısı da gelecek der hürmetlerimi sunarım efendim...

9 Haziran 2009 Salı

Yazdım Yazmadım...

Birşeyler karalamak için çoğunlukla efkarlı mı olmak lazım?
Yani şöyle heybetli cümlelerden ta yüreğe ulaşacak ...
Yazarken yazanı titretecek, okurken oyunanı etkileyecek...
Ne bileyim ben de durum bu aslına bakılırsa...
Bizzat efkarlıysam birşeylere kafamı yordu ise ki maşallahım var kendime verdiğim gaz konusunda, o zaman kendim de şaşırarak yazıyorum...
Hatta bu meydan sayesinde, yorumlayanların şiir dedikleri satırlar bile karalıyorum heyhat!
Sabah Savaş Ay' ın Darülaceze' ki röportajları yayınlanıyor, oranın misafirleriyle gençliklerinde neydiler şimdi neyderler konulu...
Bir şair vardı bu sabah...
"Evlendim" diyor "sonra ayrıldım bize mutlu olmak olmaz ki o zaman yazamam"
Bir sürü örnek de verilebilir aslında mutsuz şairlere, yazarlara...
Demek çoğunluk böyle, genelleme de yapıp "yok ben çatır çatır yazarım mutlu mutsuz farketmez" yorumlarına maruz kalmamak için, yazan efkarlıysa döktürür yoksa yazar yine de diye noktalayabilirim durumu...
Epey oldu, geçen de Beyaz' ın programında, Beyaz da kendiyle ilgili bir itirafta bulundu...
"Konuklarla sohbet güzel giderse, keyfim yerindeyse, duramam yerimde, sahnede dolanırım" diye...
Şimdi ben de bakıyorum, Beyaz programında dolanıyorsa, demek ki program iyi gidiyor ama yerinden kalkmıyorsa durum fena :)
Bu durumda kendini ifşa etmek de kötü mü ne?
Benim aynını yaptığım gibi...
Yazıların damara giden durumlarında kafam dumanlı, lay lay haydi eller havaya durumlarında ...
:)
Eller havaya haydi hoooobaaaa diye bitiririm ben bu yazıyı o zaman...

8 Haziran 2009 Pazartesi

Göz Açıp Kapanıncaya Kadar Geçen Altı Yıl...

Dündü, 6 yıl olmuş Beyle evlilik...
Aşkın ne olduğunu henüz anlayamasam da, zamanında çok şıpsevdiydim...
Bey'le tanıştığımda en çok gülüşüne vurulmuştum...
Bir de inceliğine, kibarlığına...
Sonra işte gerisi masal...
Gökten üç elma düşmüş, o da başımıza düşmüş...
Çarçabuk geçti diyoruz giden yıllara...
Verimi verimsizliği geçtiği anlarda kalsın, iyisiyle güzelliğiyle, arada tuzları biberleriyle geçti, koca yıllar...
En güzel meyvesi, "Rengin" oldu...
Sonrasında geçen yıllardan elimize geçen başka meyve de, birbirimizin sözünü tamamlayacak kadar, gözlerimizden ne demek istediğimizi bilecek kadar tanımak oldu birbirimizi...
Demlendik bir nevi...
Ha bir de tek erkeğiz artık evde...
Ben o kadar erkek olmuşum ki demek -ne yapayım hayat işte herkesin bir rolü var, herkesin yükü üzerindeyse ve sen bu sorumluluğu almışsan, bir nevi erkeği oluyorsun ana ocağının sonrasında kendi evimin de- kulağımın bir köşesine bantlamışım hep hatırlarım sözünü gülerek...
"Evde iki erkek yaşıyoruz ve ben bu durumdan sıkıldım"
Çok gülerim, hatırlatınca da, tebessüm eder yandan yandan...
İstifa ettim memnuniyetle bu durumumdan...
Şimdi ise keyfini çıkarıyorum...
O zaman nice yıllara olsun...
O da...
Sağlıkla olsun...
Hoşlukla olsun...
Bereketle olsun...
Aşk olsun...

5 Haziran 2009 Cuma

Bu Bir Nebze İşe Yaradı...

İş yerinin altında böyle bir yerin olması, hem iyi hem kötü...
Bu öğlen tüm kendi halime mızmızlığımı çeken sevgili oda arkadaşımın "bir çorba iç de kendine gel" maksadıyla beni aşağı götürmesi ve görüldüğü üzere kendime anca gelirim çorbadan sonra da diğerinden de yesem düşüncesiyle hareket ettim...
Tamamen masumane, iyi olmak adına yoksa pis boğazlılık, aç güzölülükle uzaktan yakından alakası yok...
Ee bir de hasta olmanın da bir hafifliği olsun canım üzerimde...
Nasılsa evde kimse sallamayacak beni...

Üç Şok, Üç Flaş!

Şimdi oldu daha 5 dakika olmadı...
Yetkili o kadar dedi ama baştan...
"Bakın izinsiz yürüyüş yapacaksınız lütfen uyarılarımıza uyun (bunu üç kere üst üste tekrarladı hatta)"...
Laf dinlemeyen de hak eder işte...
Neden hakeder diyorum...
Herşeyin efendi gibi yapılmasından yanayım, hatta çıkayım ben de yürüyeyim derdimizi söyleyelim, sesimizi çıkaralım, tepkilerimizi verelim...
Ama üsturuplu, arbede çıkmadan...
Odaarkadaşımın yeğeni, çevik kuvvetten çocuk...
Bu fotoğraflarda bir yerlerde o da var...
Her zaman der o da "biz gerçekten mağdur olan sıkıntısı olup derdi olup yürüyene, birşey demiyoruz arada provokatörler çıkıp ta haydi anamıza avradımıda yediğimiz küfürleri geçiyoruz ama Atatürk' e vatana millete ana avrat sövünce Allah ne verdiyse artık" diyor...
Ne gerek var işte böyle sahneleri yaşamaya ki...
Ya bir de bu hele etrafa verilen zararı ziyanı da, bu provoke eden şahıslardan alsalar, bu zarar ziyan nasıl giderilecek etrafın ne suçu var...






Şahdım Şahbaz Oturuyorum...

Bina yıkılmış altında kalmışım haberim yok, bir ağırlık, boğazlarda yanma, hatta bademciklerim, iki iri kıyımın kapıdan beraber geçme çabalarının durumu gibiler boğazımda... Biri diyor ben çıkacağım ağzından öbürü diyor hayır ben...
Ben seviyordum onları minik minik...
Bu durumlar için bir hayat kurtarıcım var, Kongest Fort...
Geçen kış telef olmuştum, gözlerimi açamadan geçti, bu kış onun sayesinde hiç hasta olmadım...
Şimdi de attım bir tane(minicik bir ilaç bile içemem de, bunu da 15 dakikada anca yutabildim), yalnız gözlerim de bir korelininkinden farksız, ya da ne bileyim bir çinliyle aynı kıvamdayım...
Anneannem olsaydı şimdi, Kayserice "zat gözel oldun" derdi halimi görüp :)))
Bugünün cuma olmasının da hiç bir faydası yok benim için, ben de her çalışan gibi iş yerinde dinlenenim...
Hafta sonları hele tam kabus...
Rengin' in gönlünü yapmak için, bir öküz ağırlığındaki bisikleti indir kaldır, parka bahçeye çık, onu eyle...
Ev de iş ister, onu da benden ister, onlarla ilgilen, bademciklerimin aralarındaki sürtüşmeden bahsetsem ya da gözlerime baksa da nafile, ruhsuz bizim ev anlayışsız anacım...
Bey desen, o da Rengin den beter, herşeyin önüne gelmesini bekler...
Nerdeeee....
Ben de deseydim olmaz mıydı :)
"Sevgilim/balım /böreğim/nartanem /nurtanem, yemekle-içmekle/temizlikle/çamaşırla/ütüyle sen uğraşma, aman da haniş benim karım sen yaşa ben ölem" diyecek ....
Durum ultra vahim, anlayacağınız...
Allahtan bura olmuş da, derdimi döktüm gidiyorum...
Size sağlıklı güzel hafta sonları olsun o zaman, bana olmasın size olsun...

3 Haziran 2009 Çarşamba

Basılmış, Ezilmiş Yağmur Öncesi...

Bu yağmur, gelirkenki ağırlığını sırtıma yüklüyor şu koca memlekette beni bulup...
Sanki ben yağacağım sağanak olup yere, öyle şişiriyor beni, omuzlarımda yükü, hafif semeliği, bir bunaltısı, bir cansızlık, ortalarda nedensizce dolanma, bir el kol kalkmama hali...
Beter durum ne zamanki yağıyorum oh yüküm hafifliyor...
Gerçi yorgunluğumu ANKAN aldı bu öğlende kızlar...
YKM nin en üst katındaki kafede toplaşıyoruz öğlen arası...
O kısacık zaman bile saatlerce oturmaya bedel...
Kahkahalarla çınladı ortalık, karnıma ağrılar girdi artık, bir de bende de bir çınlama var ki gülme yerine, bütün mahalleye yeterim bir başıma evelallah...
Velhasıl kelam bu durum beni haftasonuna kadar götürür...

1 Haziran 2009 Pazartesi

Yeni Bloglar Tanımam...

Özellikle evden akşam blog gezmelerimden, konu komşu okumalarımdan sonra listesindeki diğer blogları görmek, onları okumak ve devamında takip etmek, benim için bu konudaki en karlı kazanım...
Bunlardan biri de Cimcimeblog...
Diyor ki;
HAKKINDA

maydanoz
Net aleminde tanınan ve mıncıklanarak sevilen, o yüzden de canı çok yanmış blogzede biri. Maydanoz kendi çapında tamamıyle yekpare gönüllülük esasına dayalı, blogların açık dizinidir. Maydanoz blog seçiminde objektifliği ön plana alır, bir de çalışan blogları. dmoz'a kapak olsun.
Ve sevgili cimcime blogunda tanıdığı blogları anlatıyor...
Geçende beni de anlatmış yazmış...
Çok teşekkür ederim can-ı gönülden :)

Aferin Acun! Bravo Medya! Tebrikler Tema Vakfı!

Bilmem sizin de dikkatinizi çekiyor mu, medyanin atağa geçen kudretini...
Benimki belki algıda seçicilik, bilmiyorum oysa eğer, nafile benim geri kalmışlığım...
Ama sanki daha çok üzerine gidiliyor olayların, az da olsa!
Olsun bu bile başlangıç neticede...
Nasıl biliyoruz mesela, Münevver' in katil zanlılarının bulunamayışının bugün 90. günü olduğunu...
Veya bu hafta sonu, Balıkesir' de ikiz bebekleri erken gelen annenin çektiği acıları ve bu acıların en önemlisine etki eden iki doktorun, görevden alınmasına giden olayın üzerine gidip Sağlık Bakanlığı'nı harekete geçirip sonuca ulaşan durumunu...
Var bu medya da daha çok iş de... Dahasını da isteme şımarıklığında bulunmak isterim şahsen sorumlu vatandaş olarak...
Tam destek duyarlı habercilere o halde...







Bir de hep isterim ülkemin evlatları kardeş kardeş olalım, el ele verip kim düşkün kim ihtiyaç sahibi yardımlaşalım, bizim bizden başka kimimiz var...

Sonuçta nasıl geldik bugünlere kardeş olmuş herkes, tek vücut olmuş cephelerde...

Şimdilerde düşene dönüp bakılmıyor, adres sorana itibar etmiyor kimse de çekip gidiyor...

Nedeni gayet açık, devir kötü...

Yok ya iyiler var arada hakkımız yenmesin :)


Hepimiz iyi olsak zaten etraf temizlenecek...


Kapısının önünü temizlese herkes, ortalık zaten püripak olacak...


Bu anlamda Acun Ilıcalı'yı ayakta alkışlıyorum, elindeki değeri çok iyi kanallara naklettiği için...




Bir de son konu, aklımdayken Facebook ta bir grup var ben oradan haberdar oldum.
TEMA VAKFI'nın...
Web siteleri var finikedenportakal...
Tema Meşe Projesi'ne 45 tohumluk para yatırıyorsunuz hesaba ki tutarı 25 TL...
Hem 45 tohum dikilmesine sebep olduğunuz gibi, adresinize de 5kg Finike Portakalı geliyor...
Üstelik ayda bir bu yardımı yapabiliyorsunuz, portakalları da istediğiniz başka adreslere kargoluyorlar...
Neyse duyurması bizden, tatbiki yine bizden!!


Kalın sağlıcakla...