31 Aralık 2010 Cuma

Çok kabartılmasına karşı olduğum fakat koca bir dönemin kapanıyor olmasının, yeni başlangıcın sadece takvim üzerinde olduğu, yeni kocaman başlangıç için bütün blogdaşlarımın ve sevdiklerimin hanelerinde; önce sağlık, birlik beraberlik, huzur ağız tadı ve kalplerinden geçen temennilerin hepsinin hayırlısıyla olması dileklerimle...
Sevgiyle kucaklar sırtınızı pışpışlarım...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Doğa Dostu Yerli Malı Biokalem...


Hafta sonu okuduğum gazetede vardı...
Çok ilgimi çekmiş verilen adresten sitelerine girip nasıl edineceğimi sormuştum...
Sık olarak gittiğim Metro grosmarketlerden edinebilirmişim üstelik dikkatimi çekmemiş demek...
Mailde yazıştığım Step-pen' den hanımefendi adresimi yazdığımda bana örnek gönderebileceğini söyledi ve iki gün sonra da elime geçti kalemlerim...
Gerçi sağolsunlar kargoyu da karşı ödemeli göndermişler ya neyse :)
Kalemlerin en önemli özelliği mısır nişastası atığından elde edilen, biyolojik olarak doğada çözünen bioplastik hammadde, geri gönüştürülmüş karton ve toksik madde içermeyen mürekkep ile Ülkemde üretilmiş tam yerli malı kısaca doğaya dost yerli malı...
Kalemin kapağında KARAÇAM tohumu var nasıl dikime hazırlanacağı şekliyle açıklanmış ambalajında...
Detaylı bilgi için ÇIN ÇIN...
Bence çok şık ve düşünceli bir hediye alternatifi...
Herkesin bir dikili ağacı olması dileklerimle...

Taahhütname...

Suyu çekilmiş dere yatağı…
Kelimeleri de meteliğe kurşun atıyor yazacağı da kalmamış…
Venedik’te bir gondolda olsan, parmakların suyun içinde ,o giderken sessizce, istemsiz çekilse elin suda; şekiller yapsa, seyrederken sen onları, birikir mi kelimelerin, yerine oturur mu yoksa yine düşünür müsün?


Satırarası aydınlatması; ne olursa olsun BABA özleminin şiddetlenen nöbetleri dışında bin şükür oturan haller ve ışıltılı sopanın dövdüğü, meleklerin güldürdüğü bebeğin yüzü gibi aydınlattığı ve en önemlisi iyilerin olacağına olan inancın kudretli gücü, akıldaki planlar olması arzu edilenler yapılacağına taahhüt edilip sözler vesaireler....

22 Aralık 2010 Çarşamba

Gayd...

Geçen seneye olduğu gibi bu bitmesine az kalan yıla da iyi bir iş çıkarmış gibi davranıp aferin "sene" güzeldi hadi bakalım devamına şerefe demeyeceğim...
Neden diyeyim ki;
Geçen sene hastalığını öğrenip, bu senenin 1 Eylül' ünde giden babam için mi?
Ya da koca iki sene boyunca her mücadeleyi yalnız vermek zorunda kaldığım için mi?
Herşeye sırtlanmaya çalışıp bir de etraflıca! sürekli "içerden" darbe aldığım için mi?
Bütün bunların sürecinde hiç inancımı kaybetmeden sürekli babamın sağlığına kavuşacağını işlerin yoluna gireceği masalına inandığım kimseleri buna inandıramadığım için mi?
Ruhumu başka nasıl koruyabileceğimin başka yolunun olmadığını bilmediğim için mi?
Sürekli "iyi" olmayı, etrafıma da bu telkini vermeyi ve sonucunun gelmeyeceğini bilip yine de sabrın sonu selamet oyununun yarı tözekleyen, yarı yedek sırasında oturan oyuncusu olduğum için mi?
Bu yılı devirirken bir başkasına başlarken de; tabi ki rutin dilek dua isteklerin yanı sıra; dolasınlar istiyorum beni çelikten konstrüksüyonlarla...
Sinirlerimi kaplatmak istiyorum hatta, arada kısa devre yapmasınlar diye...
Öyle mıç mıç sevgi olsun, elleri çırpalım, el ele dolanalım, olumlayalım salaklıkları ki o ne demekse zaten, neşe verelim, kardeş olalım yok öyle dangalak şeyler...
Üzenlerden üzücü haber alayım sevineyim hatta öyle çoşayım havayi fişek patlatayım...
İçeri darbecinin artık performansını yitirsin şeklindeki temennim, biliyorum hiç gerçekleşmeyecek ama................
Kısmet.......

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ne diyeyim ki...
Sen büyüdün, ben büyüdüm, bir örnek saçlarımız oldu, anne kız gibi değil, iki arkadaş olduk...

17 Aralık 2010 Cuma

Nereye Baktığın Değil...

Nasıl baktığın mühim olan...
Hele ki o ucundan etrafından ışıltılar saçan o değnek, tepelerde dolaşıyorsa yağmur bir başka yağıyorsa...
Tatlandı mı diye bakmadan dibini de çok deşmeden...
Devam o zaman bakmanın şeklini değiştirmeden...


16 Aralık 2010 Perşembe

Kime / Kimine Göre...

Hayatı, kendisi gibi;
“kısa”
“basit”
cümlelerle yaşaman gerektiğini biliyor ama
“uzun”
“karmaşık zor dolambaçlı”
yolu seçiyorsan eğer……

14 Aralık 2010 Salı

Ömür Vefa Ettikçe Devam...

Can Babam, gideli üç ay on beş gün oldu...
Ciğerlerimiz hala kor, yanıyor için için...
Özlemin kemiklerimi sızlatıyor... Kemiklerimizi...
Allah kimseleri önce evladıyla sonra sevdikleriyle sınamasın inşallah...
Ateş düştüğü yeri yakıyormuş...
Babam, hani sen benim yazılarıma kızdın ya hep, hatta yazılarımdan adliye koridorlarına uzanan maceralarıma...
Ben böyleyim ki babam!
Bize şerefsizliği öğretmedin ki!
Pısıp kalmayı!
Cürmümüz kadar yer yakmayı!
Deli fişek olduk hep, en çok da ben, dünyaları yaktım sevdiklerimi üzenleri, kendim zarar görsem ne olur...
Ben canımı verirdim, veririm de...
Biz delikanlı olduk, dediler ya hep benden için, büyük erkek evladın diye...
Ondan efelendik herşeye, kedi gibi miyavlamadık, kıvırtmadık oramızı buramızı, burda söylediğimizi heryerde de söyledik arkadan konuşmadık, kimselere oyun oynamadık ALLAH'tan KORKTUK sadece ve sadece...
Kimselerin hakkını yemedik, kendimizi çok yedirdik; söylenenleri, karşımızda dönen oyunları bildik de bilmezden geldik yüzyüze gelmesinler diye utandık...
Zamanın birinde cebimi karıştıran elin sahibini sırf o utanmasın diye uyuyor numarası yapmıştım ya hani...
İyi de yapmışım, ne oldu ne kaybettik, onurlu davranmak, keriz yerine konmak mı değil, hiç değil...
Anlamıyorum, içine ettiğimin dünyasında herşeyin iki kuruşluk olduğunu hala insanların ANLAMAMASINI..?
Lan işte bugün varsın bir salise sonran ne olacaksın belli mi?
Ya da bugün sağlıklısın yarın kimbilir nerene ne olacak?
İnsanları kıranlar, arkalarından atanlar...
Oyun dümen peşinde olanlar...
Ah babam be; senin gidişini gördüler işte, bir varmış bir yokmuş...
Ne olacağım ben, ne hallere düşeceğim, köpekler gibiyim, namuzsuzum, ruhum pis, kalbim kötü, ben ne bok olacağım demiyorlar da hala devam eski düzene...
İşte babam ALLAH' tan KORKMAZLARIN yanılgıları işte...
İlahi adaletten bihaber olanların...
Halbuki görünüşte en dindar da onlar ne hikmetse!
Kalplerinin karası vurmuş yüzlerine haberleri yok, aynaları yalandan, net değil, hoş görse de pürnur sanacak yüzünü...
Beddua etmemem gerektiğini sen öğrettin bize babacım, hep Allah' a havale etmemiz gerektiğini, boşver dedin, hep zarar ziyan da görsek hayırlısı dedin...
Yine de her düştüğümüzde şahlandık, iyiliklerinin yüzü gözü hürmetine!
Geçenlerde Peygamber Efendimizin sahabilerinden birinin canı yanıyor açıyor ellerini "Allahım sen onların evlerinden ve kabirlerinden cehennem toplarını eksik etme" diyor...
Ben de bunu öğrendikten sonra diyorum ki sahabi demiş ben de derim...
Kızma bana babam ama üzenleri Allah' a havale ettik ya hep...
Arada attırıyorum bir de ilaveten, evlerinden kabirlerinden cehennem toplarını eksik etme Yarabbim!
İnsanın ciğeri yanınca oluyor be babam!
Binlerce kere şükürler olsun, senin gibi bir babanın evladıyım, senin gibi bir babam olmuş...
Kabrin Kur'an-ın nuruyla nur olsun Can BABAM!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Nereye Dayanacaksa!


Hiç bir ana arter kapalı değil ekiplerimiz çalışıyorlar yollar açık' ın bir kare sonrası meydanda otobüsün kayması arabaların birbirlerine girmesi...

Bir ağız dolusu söylenen "DÜNYANIN EN PAHALI etinin kullanımının daha harı sönmeden DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİNİN daha daha üste binmesi ardından yine biz az bile yaptık bir çok zammı yansıtmadık lafı...

Yumurtanın molotof zombırtısıyla bir tutulması protesto kelimesinin bile birçok cezaya kapı açmasını...

Hele Hele okullarda andımızın Milli marşımızın olsa da oluru olmasa da olurunun kulağı bu kadar tırmalaması duyulunca hayırdır inşallah ne korkunç kabusmuş dedirttiği...

HIRSIZ ÖĞRETMENLERİN hepsinin atandığı...

Daha da birşey demiyorum desen ne olacak ki...

Ye önünde konulanı işte ses etme!

12 Aralık 2010 Pazar

Senede Bir Gün...




Başka bir yerde uyandım bu sabah sanki...
Sabah telaşesi olmadan...
Hiç yaşamadığım, insanı sersem eden bir sürprizle karşılaştığım...
Hatta bir ara gözlerimi buğulandıran şükür iyi ki varsınız dedirten...






10 Aralık 2010 Cuma

Şimdilik İçmiyorum...

Duruşun düzgünlüğü "iç" in perişanlığını örtmeyi becerse de, böyle an geliyor "tık" diye atıyor atan, çok sürmüyor da...
Delip geçiyor, yok demek daha azalsa da bir nebze, yine tahribat epey ağır...
Bir de geçtiğimiz cumadan beri gelen bugüne kadar nikotinle bağımı koparmam artık tadı kötü deyip...
Aklımın ne manidar çalıştığının bir göstergesi sanırım...
Henüz açılmamış altı slimli paketimin daha var olması yarım paketin çantamda taşınıyor olması...
Canım istiyor bir ara, unutuyorum sonra nasıl birşeyse... Bıraktım sihirli sözcüğünü kullanmıyorum, içmiyorum bu ara demekle yetinen ruha büründüm... Gerçi Bizim Bey bu benim istemsiz, plansız eylemimi çoktan kutlama boyutuna taşıyacak ama o da temkinli kutsal Şubat ayında ödülümü alacakmışım pavlov' un denek durumumu var ki heyhat kutla coş şimdiden kim tutar seni hatta ver ödülü sen...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Aralar Dolu...

Sükuneti öğrenmek zaman alsa da, öğrenmenin yaşı yokun ardına saklanmak yine çıkar yolların en kolayı...
Küsmeyi unutmak mesela ya da o kadar çok küsüp içerdeki deponun dolu halinin dışarıya sükunetle vuku bulması bundan zahir...
Suların hakikaten bu sefer ciddi vallahi bak diye durgun olmasının ürkütmüyor oluşunun verdiği desteksiz güven...
Şaçların, içi boş olsa da, gür gibi görünmesi, tamamen gür ama ince telli ne yapalım, elimizdeki yemek bu, buna da şükür deyip kebap niyetine tüketimi...
Üzerine şu gidemiyesice Merkür' ün, geldi ha, gelecek ha, aman gidiyor derkenki dünya savurmalarını, hiç üzerime de almamaya karar verip el bile sallamıyorum ardından...
Satır aralarına gizlediğim ali cengizlerin haddizliği kelimelerle kıpraşmayı sevmemin neticesi yoksa bir numarası yok belki de..?

6 Aralık 2010 Pazartesi

Pahalı Olan Kaliteli...!!??

Kapanan dükkanları tabir-i caizze ekmek teknelerini gördükçe içim parçalanıyor daha da ileri gidip bunun ardından bir sürü de borcu olur deyip daha bir parçalanıyorum...
Böyle yine parçalandığım bir gün arkadaşım dalga geçmişti benimle sana bir yer açalım adı "Keder Ana" olsun, gelsin dertli anlatsın sana sen üzül direk onlara birşey kalmasın dediğinde aklıma da yatmadı değil hani...
Lüzumsuz düşünür üzülürüm...
Geçende Ankaramın tepelerinde konuşlanmış nicelerinden biri olan alış veriş çılgınlığı yaşanılan o büyük mekanda gezerken bir cafenin kapısına kilit vurulduğunu gördük...
Benim mekanizma çalıştı tabi tüh tüh vah vah...
Sonra bir hırslandım ben...
Kıyrıtık kahveyi kurabiyeyi bir dünya paraya sat, kirayı çıkaracağım, işçi parasını çıkaracağım, bir de müşterinin cüzdanına eziyet etmeliyimi ekle...
Sonra sürüm olmaz satış olmaz, sen de kapanırsın...
Ne olurdu ehven fiyatlardan satış yapsanız niçin ne kadar pahalı o kadar kaliteli imajı yaratırsınız ki?
Hoş bizim millet de garip...
Bu ucuz etin yahnisi ne iştir diye kimsecikler oturmaz da bakarsın...

2 Aralık 2010 Perşembe

Rehavet-i Diş...

Bir kocadır bir çocuktur insanı rezil eden diye keskin bir laf attım ortaya zamanında hala da arkasında dururum dimdik...
Fakat haklı mıyım haklıyım...
Okuyan şöyle bir düşünsün kocalarından çocuklarından olan durumları...
Benim kızım da bugün, anne kız gittiğimiz dişçiden, hesapta olmayan bir dolgu daha yaptırarak, bu gece dört, toplamda altı dolgu, üzerine bir de flor kaplatarak tarihe adımızı altın harflerle kazıdık...
Üzerine alışveriş mağazasının 22:00' de kapanmasını fırsat bilip, erkek barbie bebek niyetiyle girdiğimiz mağazadan normal barbie ve bilimum kıyafetlerini dizmek suretiyle hem diş ücreti hem bebeklerin ücreti derken mutlu mesut evimize döndük...
Kim kazançlı çıktı bu hususta derseniz de; kınalı kuzum renkli rengareğim benim çok dua edeceksin bize bir onu bilirim...
Derin bir ohhhh çekmeyi hakettim mi?
Çoktaaaan...

Matematik-i Duygu...

Sağanağın birden indirdiği, havanın puslu hatta karaya çalan durumunun akabinde gözleri kamaştıran alnı kırıştıran güneşin nereden nasıl peydah olduğunun farkedilmediği ama olsun be iyi ki de çıkmış işte sorgulamayı bırakalım dendiği ahval-ı hal içerisinde deveran ederken....
Bir de bakmışız ki "şekillerin yerine geldiği" ama "içinin boş olduğu bir durum" da yüzleri güldürmüş hatta güldürmekten öte tarafa ittiği öğlen arasının rehaveti şu saat olmuş hala uyku dolu gözlerimle mutlu ruhumun hissiyatlarının bileşkesidir...

1 Aralık 2010 Çarşamba

Diş Kabus II...

Dün gidildi nasıl bir gazla hem de, biraz erken gidilip Tunalı' da ufak bir yürüyüş için uygun park yeri de bulunduğundan ki en büyük sıkıntıdır ben hariç öyle bir torpilim var tık diye bulurum...
Anne, anneanne ve Rengin kızımız şeklinde yürüyüşümüzü yaptıktan sonra pür neşe girdik içeri hatta diğer doktor amca "nerede kaldın Rengin" deyince dönüp bana "bak ben sana demiştim geç kalıyoruz diye getirmedin beni erkenden" deyip saçının savurdu girdi içeri...
Ben de gerginlikten mütevellid tutan migrenim için ilacımı almış, saç savurmaya şaşırmış, anneme şöyle bir zafer bakışı fırlattıktan sonra üzeri tam bir dergi yığını olan sehpadan gözüme kestirdiğim bir tanesini alıp, kaykılarak oturduğum koltuktan gözüm derginin sayfalarında kulağımsa içerde derken............
Bir ağlama sesi, bir yeminler valla yarın geleceğimler, anneme sarılayım geleyim demeler, çişim geldi bak altıma kaçıracağım tehditleri...
Hemen telefona sarılıp çabuk gel şeklindeki babasını çağırmamın ardından, baba gelene kadar ellettirilmeyen diş baba gelince tamamlandı sonunda ama iki diş diye oturmuştuk, bir saat kırkbeş dakika sürünce on dakikalık dolgu, bir sonraki randevu perşembeye kaldı...
Şimdi yandım baba seyahatte, annem içim şişti gelmem ben dedi, kaldım mı ortada ama kutsal doktor ağabey-baba ve ben şartımızı koyduk, eğer yaptırmazsan anne kapıyı çekip gidecek kalacak o tek başına...
Tamam dedi ama nedense çok inandırıcı gelmedi...
Ha en güzeli de baba geldi yanında oturuyor bunun ağzında uğraşırken doktor, bizimki hala çenede:
"Bana dua oku baba acı çekmeyeyim"

29 Kasım 2010 Pazartesi

Başı Gergin Sonu Barcelonanın 5-0 lık Sevinci Gibi...

Bokunda boncuk bulduğumuz bebemizin, en korktuğum ve başıma geleceğini annenizin evlenmeden önceki soyadının bir ve ikinci harfini bildiğim gibi emin olduğum hadisenin başıma gelmesi durumunda ne olur diye düşünüyorken.................
Apartmanda bir genç delikanlı, sabahları sıkça karşılaşıp asansörle zemine inerken günaydınlaşmanın ertesi günlerde diş doktoru olduğunu öğrenmemizin akabindeki aylarda kendisine gitmekbugüne kısmet oldu...
Ben biliyordum abicim o kadar dedi bizim bey sen gelme diye yine kör talih beni götürdü...
Biliyorum bu zıpır hayatında oturmadı ki dişçi koltuğuna...
Bir tanesine oturdu ben de klavuzu kargadan olanın burnu boktan çıkmazmış misali nasıl bir doktor bulduysam seans başı para alan darphane sahibi bir kadın çıktı orada soyulup bir keresinde odadan ellerini alkış yapıp "dişin % 10 unu temizledim yaşasın" şeklindeki ifadesine bizim bey ile "eeee tamam devam edin" tepkimize "olmaz şimdilik çok iyi gidiyoruz" cevabına her seans ödenilen 75 adet Türk Lirası ödememize yeterin gari diyerek son verdikten sonra tövbeler tövbesi oturmadı bizim kız kimselerin koltuğuna...
Sedasyon dedik o da bir diş dolgusuna 500 gayme isteyince patır patır dökülsün, ben elimden geleni yaptım ama ya gece aniden ağrısı tutar da yersek kafayı şeklindeki takıntımdan kurtulamadan lafı da uzata uzata neyse efendim biz komşu doktorumuzun çalıştığı muayenehaneye uzandık hafiften...
Baktı doktorumuz hatta sabrı yüksek kutsal doktorumuz, bize beş adet dolguluk bir tablo gösterince ve hatta sol üstte iki azının ortasındaki nohut büyüklüğündeki oyuk için de içimizi açmadığı için kaskatı kesildim ben bir en baştan bebemin huyunu bildiğimden...
Hiç aman da benim çocuğum prenses deyip en güzel fotoğraflarıyla döşeyemeyeceğim etrafı çünkü derin duygularla dopdolu oldum Rengin' e karşı orada bulunduğumuz süre zarfında...
Efendim bizim yavru önce bir ağlama krizine tutuldu, heyecandan kaç kere çişe gittiğimizi hatırlamıyorum bile, sonra içi çıktı ağlamaktan sonra içi hakikaten çıktı istifra etti gözler belerdi anneeeeeeeeeeeeem diye artık ağlama ötesi sese geçti...
Sonra koltuktan " Anneme bir sarılıp gelebilir miyim?" şeklindeki defalarca denemelerinden ben hepten gerildim tabi...
Bir ara bizim kutsal doktora "sana milyonlarca kez yemin ederim yarın geleceğim lütfen anne gidelim"...
Kızım sen şaşırdın mı beş dolgu diyor bunlardan biri ana diş diyor çıldırtma...
Sen ne sabırlıymışsın ey doktor!
Allem etti kallem etti, bir ara ben lavabodan çıktım baktım dişi temizleyen aletin zzzzzzzzzzzzzzzt sesi sonra bizim çenesi düşüğün aaaa bak baba hiç acımıyor bu muymuş diyen sesi...
Sen benim içi bir boşal neyse koyvermedim kendimi sadece gözlerim doldu benim de içim çekildi onun gerginliğinden...
Öyle böyle bir dişi hallettik ama sanırsınız gökdelen diktik başta da dedim ya bokunda boncuğu bulmuşum kaybettirmesin Allah...
Yarın iki dişte anlaştık bakalım bitsin bir an önce yoksa ben biteceğim zaten ben daha çok korkarım dişçiden.....!!!!

23 Kasım 2010 Salı

Ne kasvetli, ne ferah ama ağır mı ağır...
Üst taraf sis bulutu yığılmış...
Kah sıkıyor aşağı inip...
Kah dağılıp yukarı çıkıyor, anlık ferahlatıyor...
Sis bulutu da sis değil sanki...
Bakınca jelatini açılmamış balonlar...
Konuşma balonları bunlar...
Bir balonda küfür günah...
Bir diğerinde başkası...
Fakat en iyileri patlamış, kenarda paçavra olmuş...
Geriye kırıntılar, yüzüne bakılmazlar kalmış...
Hani hepsi birden patlasa dağılsalar etrafa...
Seyreylesek cümbüşü, çeksek halayı...
Ya da buyrun son namaza deyip, merhumu nasıl bilirdiniz' e hiç sesimizi çıkarmasak..?

21 Kasım 2010 Pazar

Uğurlar Olsa...

Yağa da yatırsan
Bala da batırsan
Masal Dağının tepesinden Anka kuşunun geç ağzını, midesinden getirsen tılsımlı taşı...
Düzelesi durumun şartları zonkluyorsa daima müzmin migrenin şiddet tınılarıyla...
Yazık ki koşullar bağlıyorsa eklemlerin her bir yerini...
Yaş / saat kaçı vurursa vursun bekleniyorsa vurulması gereken o üç tıklı kapı sesini...
O zaman üç "hayır" la uğurlamak lazım gelir seni...

17 Kasım 2010 Çarşamba

Aşağıdaki Müstesna Tatlının Tarifi...

Her seferinde o kalburabastı değil dediğim ısrarla Hurma tatlısı o çığırtkanlığı yaptığım tatlımızın tarifi şu şekildedir...
1 yumurta sarısı
2 çorba kaşığı yoğurt
1 tatlı kaşığı elma sirkesi
1 paket kabartma tozu
250 gr eritilmiş ılımış tereyağı
1 çay bardağı sıvı yağ
Alabildiğince (kulak memesi kıvamında hamur için) un
1 su bardağından daha fazla rondoda ince çekilmiş ceviz
Şurubu için...
3,5 su bardağı toz şeker
3,5 su bardağı su
1 yemek kaşığı limon suyu
Malzemeyi bir araya getirip elinde olanlar kasnakta olmayanlar da rendenin yardımıyla şekil verip 180 derece fırında hafif pembeden biraz hallice pişirip, soğuk şurubu harı gitmiş tatlının üzerine gezdirmek suretiyle tatlınızı ağzınıza attığınızda darmadağın olduğunda hımmm sesinizi yavaştan çıkartıp yutunuz...
Unutmayalım bu kalburabastı değiiiiil Sivas Hurma tatlısı...

16 Kasım 2010 Salı

Yirmi saat bedava görüşmem var nasıl bir çenem varsa onun bile üzerine çıkıyorum çoğu zaman...

Misyonum var tanıdık tanımadık bende bedava saat var deyip yüzlerine kapatıp tekrar açıyorum...

Fakat mesaj çekmekten nefret eder halde, gelen bayram tebriği mesajlarına dönmüyorum sevmediğimden, iki laf etmek daha sevimli geldiğinden...
Hoş artık bayram seyran çok anlamlı da değil elbet hala içinden çıkılamadık ahvalden bir 42 numara daha da tepmese içeri içeri o ahval de kalmayacak da...
İnadına at gözlüğü, inadına ruhsuz, inadına umutsuz, inadına hayatı dar etme, inadına lan benim ruhum mutsuz seninkini de hallederiz abla....... ama savunma kuvvetli oyun kaç sistem olursa olsun...
Bayram konuklarının gelmesine saatler kala bayram kutlaması yapanlara, ruhunu hakkıyla teslim edip fiiliyete dökenlere eyvallah daha da mutluluklar artsın nice bayramlar görülsün aynı kadroyla temennilerimi bir borç bilir dilimde pelesenk şarkıyla giderim uzuuuuun ince yolumda...
Fotoğraftaki tatlı her bayram babamın ellerinden yediğimiz Sivas' ın meşhur Hurma tatlısı...
Bana miras kaldı şekil verilen kasnağıyla tarifi...
Arzu edene itinayla yazarım tadından yenmeyen ağızda dağılan lezzetin tarifini...

15 Kasım 2010 Pazartesi

Kabul etmek affetmenin en büyük erdem olması gibi bir durum sendeki...

Kabul etmeli mutsuzluğunun kendinden kaynaklandığını ve yaydığının da yansıman olduğunu...

Burnun yere düşünce korkma eğil almak için; korkma kimse tekme atmayacak kıçına ya da korktuğun her neyse başına gelmeyecek...

Büyüdükçe küçülmeli...

Hani başak da boy verdiğinde ağırlığından başını yere eğiyor ya onun gibi...

Tevazu sahibi olmak da kendi içinde barışık olmanın neticesi ya da vicdanlı olmak ya da merhamet sahibi olmak ya da anlayış ya da olgunluk ya da sorumluluk ya da ....

İş kendinde bitiyor, kendini dinlemekte, hep benim dememekte, kendi içinde mutlu olmayla bitiyor iş, şükretmekle, elindekiyle yetinmekte, olandan fazlasının istememekle, kimseyi eğip bükmeye çalışmamakla...

İş sende bitiyor evlat sende...






Küçük Adam Sana Diyorum' dan alıntı...

10 Kasım 2010 Çarşamba

2009' un Eylül başı sabahı...
- Canım kızım ben hastaneye gidiyorum...
- Hayırdır babacığım?
- Hani benim bir müşretim vardı ya internet bağladığım, o doktormuş KBB' de, gel bir de ben bakayım dedi...
- Gel bana uğra beni de al veya orada buluşalım yalnız gitme...
- Yok hemen halledip dükkana dönmem lazım...
- Peki babacığım ben seni ararım...




Ne kadar geçti aradan bilmiyorum...






- Ne çıktı babacığım haydi hayırlı haber ver...
- Kanser dediler kızım...
- ................................... nasıl dur nasıl karar verdiler hemen baştan anlat babam ya...
- Kübra baktı boğazıma, apar topar bölüm başkanına çıkarttı beni, o da baktı boğazıma bir sürü üşüştüler başıma hemen biyopsi aldılar ama iyi demediler...
- Dur babacığım ya yüreğime indireceksin daha sonuç belli değil ki bakma sen onların öyle dediğine...
- Dediler işte kızım neyse ben dükkana gidiyorum, annene söyleme sen biliyorsun sadece...
- Canım babam kalbini karartma dur bakalım ayın 18' ine var daha ferah düşünelim dua edelim olur mu babacığım...
- Olur kızım...






Hep Yaprak Dökümü' ndeki Leyla' nın babasının boynuna atılıp "Babacığıııım" demesinden işte...

Şimdi kalksan gelsen...
Hangi birimizin yüzü tutacak yüzüne bakmaya..!
Bir de çok güzel bir yazı var burada...

9 Kasım 2010 Salı

Lunaparkın edevatları korkutucu gelir bana, zevk alamam...
Bir keresinde gondola binmiştim hangi akla hizmet bilinmez en ortasında otururken bile tarifsiz duygularla inmiştim...
Yine bir keresinde balerine -yine aklıma ziyan- binip nasıl bir bağırmaysa bağırışlarımla çalıştırana ulaşıp durdurtmuştum..
Bir sevimli dönmedolap, bir parça içim ısınmış dururum kendisine karşı, sanki en üste çıkıp indiğimde herşey geçip gidecek gibi...

8 Kasım 2010 Pazartesi


Bir ANA var(dı), altı evladının altısının da ellerini bırakıp, ayaklarını öptüğü...
Bir ANA var, altı evladının da birbirlerine postalama derdinde olduğu...

6 Kasım 2010 Cumartesi

Haydi Rengiiiin.......


Sabahın hangi saati kalkılırsa kalkılsın "Günaydın Renginim" in ardından söylenen bu iki kelimeyi ben söylemekten, o işitmekten bıkmadı...
Bu da hanımefendinin işkencesi bana, kesin bilerek yapıyor...
Belki o da haklı, hafta sonu da dahil sürekli bir yerlere yetişme çabası ve onun olabildiğince oyalanması...
Haydi Rengin çabuk ol kızım bak kahvaltı edeceksin daha...
Haydi Rengin yüzünü yıkadın mı dişler haydiiiii...
Bir daha haydi Rengin dedirtme annem haydiiii...
Dişleri kontrol edeceğim hoh yap hani diş macunu kokusu yok...
Olmaz tabi diş macununu fırça görmüş mü ki ben kokusunu alayım...
Şimdi bir yirmi belledim gidiyoruz...
Haydi Rengin alıyoruz fırçaları nohut büyüklüğünde macunumuzu sürdük mü...
Yirmi sağ alt, yirmi sol alt, yirmi sağ üst, yirmi sol üst, yirmi ağzınızda iiiii dediğimiz önler ve on kere de dil...
Oh mis gibi macun koktuk...
En ürkütücüsü de benim hem fırçalayıp hem de rakamları saymam biğğ ıkıııı üggg ....
Daha ne kadar tiksinç olabilirim ki..?
Hafta sonu mu haydi Rengiiiin geç kalıyoruz annem bak yetişemeyeceğiiiiizzzzz...
Cidden yazık hepimize vaaaah...


Hafta sonu "haydi" hengamemiz...

4 Kasım 2010 Perşembe

Bir Kaç Kuple...

İçinde do ların re lerin fa ların la ların cirit attığı, bemollerle diyezlerle bezeli, bir şenlikli, bir somurtmalı öyle birbirinin değişiği ama birbirinin benzeri, kah iyisi, kah dramı hep beraber koca kazan kaynayadura...
Beri tarafta, kazanın içinde Rengin Hanım' ın, bir şaşırtan bir sevindiren okul durumları da eklenince haydin düğün alayına diyor içteki seslerden bir kuple...
Diğer beri tarafta bilimum sınavlardan geçme hadiselerinden birisi bitmeden haydi bir diğeri daha deyip sınav sezonu muydu ki neler oluyora fırsat kalmadan ortalamayı yükseltme derdine düşüp günleri savuşturmanın gayesiyle...
O günlerin nasıl geçtiğini anlamadan dinlemeden...
Bakınınca etraftaki sessizliğe kuzularınki gibi...
Aslında nasıl da sakin ortalık dendiği dakika, bir de duyula ki; çığlıklar, can çekişmeleri, koşuşturmaların yaşanmasına şaşmadan geçecek geçecek geçtiiii gittiiii bitttiiiii denecek denmeye az kaldı...
Yalnız bir diğer beri taraf "Ala şükür" diyor hala boynunu uzatarak...

2 Kasım 2010 Salı

Yaş ilerleyince "eskiden" kelimesini daha bir sever oldum hele de benim gibi psikopatlık derecesinde eskisinden kopamayan biri için...
Otobüslerdeki eskii durum aklıma geldi bugünkü bindiğim halk otobüsünden sonra...
Cins durumlarım vardır benim her duruma uygun...
Okumaya Bolu' ya gidip kendisine komşu Ankara' ya gelme durumlarımda hep aynı koltuk numarasında oturmak ister, sonrasında elime bir Leman dergisi alır, onu da şehri terketmeden okumazdım...
İlla çıkışa kadar etrafı seyreyler sonra dergi virgülüne kadar 1 saat 15 dakika kadar sürer sonra sağda Yeniçağa su birikintisini görmenin akabinde yirmi dakikada terminalinde olurdum...
Ha bir de sigara durumu vardı herkes fosur fosur ben de ama ne facia içmeyene düşününce şimdi kahroluyorum lan ne alçakmışım diyorum kendi kendime ya yanımdaki arkamdaki astımsa...
Düşünmesi bile korkunç...
Sonra tek tük otobüslerde televizyon hadisesi yaygınlaştı bir filmle Bolu' ya gelinir oldu...
Hele de izlenilmeyen bir filmse ala, yoksa yolu taslamaya devam...
Sonrasında ucu bucağı kaçtı, televizyon ekranlarına bakacağız diye çeneyi tavan mesafesinde tutalım derken şimdilerde koltuk başlarındaki ekranlardan oyun bile oynanır oldu bırakılsın çeşit çeşit tv kanalları...
İnternet işine hiç girmiyorum bile...
Şehir içinde de önce Ankaray' da ardından da Metro' da reklam içerikli gösterimleri görür olduk çok nadir kullansam da...
Fakat bugün halk otobüsündeki tv hem de ekranda BBC belgeseli yazınca amanın dedim baktım baktım anlamadım nasıl geldiğimi...
Ulaşım teknolojisinde ulaşılan son nokta ne olur acep diye kendime sordum..?
Bu arada ben eksik akıllısı, fotoğraf makinasında babamın son durumlarını çekmek gibi bir akıl dışılıkla meşgul olduğumdan elime makinayı almaktan imtina eder oldum şipşakçılığımı da söndürdüm iyi mi?

28 Ekim 2010 Perşembe

Hayat bu ara; belki de her zaman öyleydi de benim gözümün perdesi aralandı hatta indi aşağı...
Böyle bir şaşırma, bir sonu illa ünlemle biten yığınla hadiseler silsilesi şeklinde vuku buluyormuş esasen düzen...
Öncesinde ne oldu sanıyorsam...
Bir de efeleniyordum bu hayatta beni hiç birşey şaşırtamaz diye...
Yok öyle birşey yine de şaşırıyorum hatta gözlerim pörtlüyor hikaye uyduruyormuşum tamamen...
Enteresan durumlar ufak ayrıntılar...
Anlamlandıramadığım mantık dışı abuk soruların sonundaki irtibat kopukluğu ki tamamen kendi tercihimdendir...
Sonra bir de burası benim meydan...
Ben bunun idrakindeyim de kimse varamadı...
Hoş kimse şimdiye kadar karşıma çıkıp da lan benim hakkımda atmış tutmuşsun da demedi şimdiye kadar...
Hep etraftan geldi söyledi başkaları...
Ben ki bu meydanda yazmışım yazmışım da sonunu duruşmalarda halletmişim, demişim o derece, yazmışım da iki kıytırık durum yüzünden başıma bile bile iş almışım...
Durmuyor demek elim dilim yazıyorum neyse akıllandım açıkça isim değil de ortaya karışık atıyorum ne de olsa aklı kıtın biri çıkıp da "bana yazdın Allahım bu benim işte" diyecek, yok böyle birşey tabi belki hayali birine yazıyorum öyle değil mi yalandan yazıyorum...
Aslında yazılarımın sonuna şu ibareyi eklemem lazım, yazımın kişi ve kuruluşlarla uzaktan yakından alakası yoktur kimse sırtına geçirmesin hadi bakalım diye...
Bu arada arkadaş ne zamandır behsedeceğim bugüneymiş kısmet; benim adım "Funda zaman" değil rica edeceğim...
Onu duruşmada hakim söylemişti onu da düzeltmek olmazdı diye susmuştum...
O sebepten beni google satırına funda zaman diyerek girmeyiniz zaten funda rengin deyince aymanaçık meydandayım...
Bir de artık bir numara yok aksiyon filan olmaz....
...değil de dur bakalım var bir iki plan kafada bir Ankara havasında Can Babamla karşılıklı oynadığımız gibi bir hadisem var hayalini kurduğum şöyle arabadan inip omuzları attıra attıra işlek meydanda du bakali...
Behzat Ç. gibi...
Gelecek o günler de...
Bu arada iyilikten bünyeye maraz doğup da hastalık haberine sevindiren ruh haline dönüştüğümden ötürüdür ki yapana değil yaptırana bakınız deyip sıyırıyorum...
Eeee ey halk bu işler sırayla buna da mazlumun ahı hafif hafif anasını ağlata ağlata çıkıyor diyor haydi açılmışken devamını bekliyoruz diyoruz hadi bakalım korkak alıştırmayalım elleri koyverelim...
Bir diğer sahnede saliseler arası değişen ruh halimin her defasında ayarını yapmak için insan üzeri çaba gösteren dostun var olduğuna da bir oh deyip nasılsa düzeltenim var deyip koyveriyorum iyi geliyor.
Bir de biliyorum çok filmvari olacak belki; koca bir atom bombası avuçlarımda sanki karşıma çıkan Şer' e nasılsa bomba artık, avucumun içinden diğer elimin orta parmağıyla pıt yapıp savuracak hadi len diyecek...
İti öldürmektense korkutmak hayırlısı deyip...
"Ala" hamdolsun...

27 Ekim 2010 Çarşamba

Sıra Rengin' de...

Bu şarkıyla büyüdüm...
Babaannem saçımı okşardı bunu söylerken...
Şimdi ben kızımın saçını okşarken bunu söylüyorum...

26 Ekim 2010 Salı

...şiirim geldi bırakın beni...

Gramofondan dinleyeceksin yanan odun çıtırtısıyla fonunda musikisiyle...
Öyle bir yerde oturacaksın ki İstanbul' un en güzel yerinde...
Boğaz görünecek pencerenden, vakit geceyarısı, ışıl ışıl köprüsüyle arabaların evlerin ışıltıları yanındaymış gibi...
Müjdat Gezen' in, Perran Kutman' ın, Rutkay Aziz' in, Savaş Dinçel' in, Mustafa / Mehmet Ali Alabora' nın, Yaman Tüzcet' in, Ali Poyrazoğlu' nun, Sunay Akın' ın davudi sesleriyle ayın şavkını kısık gözlerle izleyip, bırakacaksın kendini denizin minik minik kıpırdanmalarına...

21 Ekim 2010 Perşembe

Her birinci sınıfa giden yavrusu olan anne gibi belki de daha tırlatmış bir biçimde ağzımda sürekli bir "e", "a","l", "t" sesi dolaşıyorum...
Söyle şimdi annecim elaaaaaaaaaaa bak bitişe dikkat ne sesi çıkıyor ağzımdan eee, yok annecim ee derken yayılıyor ağzım bak bunda aaaaa diyorum o halde neymiş ela oh şükür aferin annecim...
Anne seninle pek ders çalışmasak?
Neden annecim?
Ben senden çok korkuyorum da..?
Hıııı başka şansın yok annem haydi devam bu ne sesi ....?

19 Ekim 2010 Salı

Bolu'ya ilk gittiğimde yatağa başımı koyup kendi kendime duvara bakıp çatlaklarından resimler hayal ettiğimde fonda Sertab' ın bir parçası çalıyordu içinde "annemin sesiyle güne uyansam"...
Sonra o duvardaki çatlaklar birden annem oldu, bizim ev, masayı hazırlıyordu annem, kardeşim, sonra babam gelmiş...
Benim odamın kapısı açıkmış bakmışlar bi...
Annem hüzünlenmiş belli etmeden -hiç vurmaz açığa duygularını- bakmış boş odama şöyle hafif gururlanarak geçirmiş aklından bizim deli kız okumaya gitti o ne yedi acaba diye...
Kardeşim oh yerim ferahladı dedi belki de tek çocuk kaldım evde hükümdarlığı ilan ettim...
Sonra babam gelmiş salona o bakmış odama içinden ağlamış belki de evlendiğim gün ağladığı gibi saklı saklı...
Şimdi yazarken benim ağladığım gibi...
Sonra şarkı bitmiş, duvardaki çatlaklar eski haline dönmüş...........

15 Ekim 2010 Cuma

Epey uzun zamandır her sabah sabahlarımı şenlendiren bir adam var radyoda, İstanbul'dan yayın yapan Nihat Sırdar...
Özellikle İstanbul trafiğinin emniyet şeridinden giden hayvanlar için "ayı" tabiri kullanıp, rahmetli Barış Manço' nun aynı isimli parçasını çalmakta sık sık...
Ben de trafikte diğer ayı oğlu ayı hatta onun bunun çocuğu pisliklerden bahis eylemek isterim...
Ömrü hayatımda iki kere bindim ambulansa...
Her geçisine tanık olduğumda bol dualı gönderdiğim vasıtanın önüne kurulmak iyi bir halt değilmiş başta onu belirteyim arkada canın yatarken...
Birincisinde gece yarısı 03 suları olduğu için yol boş arabanın sirenini bile açmaya gerek duymadan bir fırtına şeklinde gittik...
İkincisinde ki bu en son olan geri dönüşü de olamadı...
Akşam üzeri denebilecek bir vakitte 16:30 suları Hoşdere caddesinden Gazi Hastanesine doğru yol almak isterken önde oturmuş ben, deli kalabalık...
Ve en boktanı da ambulansa yol vermek tenezzülünde bile bulunmayan şerefsiz sürücüler...
Gerçi bunlara şerefsiz desen kaç yazar şerefi olsa bak ağzıma neler doluyor da...
Ben olanca gayretimle dualar ediyorum yetişelim yetişelim diye öndeki ayıdan bozma şöforler yoldan çekilmiyor ben küfür ediyorum yarı belime kadar çıkmış camdan elimle kolumla yedi ceddini halletmişim...
Ambulans şoförünün elinde megafondan sesini duyurmaya çalışıyor sağa çek diye...
Hatta bir ara ver dedim şunu bana ben alayım elime bak bakalım değil sağa bir daha yola çıkabilecekler mi...
Yok abla dedi sen beni işimden mi edeceksin ben söylüyorum bak sen de pencereden hallediyorsun...
Yahu bildiğin yol vermiyorlar göz göre göre.!?

14 Ekim 2010 Perşembe

Yarar yaramaz her haltı sayma gibi akıl dışı bir huyum var sayma dışında da her nevi akla zarar şeyler var da bu sayma, hayır sanki saydım da aklımda mı tutuyorum benimki tamamen maymun iştahlılıktan say haydaaa salla gittin...
B12 de sıkıntı var benim, tatlandırıcı bu hale getiriyor sanırım...
Neyse saydım rahatladım her ne hikmetse halen aklımda...
Ulus'da Atatürk Bulvarına o durakların olduğu yere bakan devasa bir çarşı var, Ulus Şehir Çarşısı, hah işte oranın camları dört sıra her birinde 57 cam var çarptım da kafamdan derhal oldu mu sana 228 cam...
Vay anasını...
Bu nadide bilgiyi de verdikten sonra nice akla ziyan huylara yelken açmaya gideyim ben tez...

12 Ekim 2010 Salı

Havuzda daha iyi anlaşılır dibe batınca nefesi verip ciğerlerdeki havayı boşaltıp durursun öyle boğuk bir durum olur ses boğulur hatta vakti kaçırırsan sen de çıkarsın aradan...
Bu ara bizim evin halleri kısmı öyle sessizlik dingin nefes alsan duyulacak alınan nefesin biraz daha zorlasan nefesin vücutta dolanımını duyarsın desem yavaş duyulsun derim ardından da...
Sabah cenkimiz azaldı hatta bitti bile diyorum kendime dediğime de yazdığıma da şaşıyorum nazarlar değmesin...
Uzun boylu kahvaltı bile yapılabiliniyor artık...
Benim çığlıklarım bitti mesela, en güzeli hadi Rengiiiiinlerim, velhasıl sabah cenk'i sonlandı daim olsun...
Ödevden yana sıkıntımız ya da okula alışma konusunda sıkıntımız yoktu arkadaşlarına ettiği eziyeti saymazsak o da düzene girdi...
Diyorum ya suyun altındaki sessizlik evde velhasılı...
Sorumluluklarımdan ya da tahtımın kolu vazifemden kendi isteğimle istifamın neticesi bana buhran değil, bilakis ayrı bir ferahlık verdi üzerimde iyi durdu yakıştı bile...
Öte yandan hala ambulans görünce yanaklarımın ıslanmasını engelleyememem özellikle sabah saatleri gördüysem eğer o günün iptaline sebep olmakta nice sonra normale dönmekteyim...
Çok sık olmasa da yeteri sıklıkta can babamın rüyalarımı süslemesi ki şükür hep iyi gördüğümden bir parça ferahlık vermekte ruha...
Sille tokat aklı başına getiren duru suyu bulanıklaştıran meşhur kırkıncı gün tokatı hiç aklıdan çıkmazken bir yandan da verilen kararın haklılığı konusunda yandaş oluyor iyi de oluyor...

10 Ekim 2010 Pazar

Anlamak çözmenin yarısı ya, belki küçücük bir "karar" da tamamını çözmek için gerekli olan...
Günlerdir kafa yorulan, neydi neydi, nasıl yapmalıydı denilen durumun cevabı, "40." tokatın o bas ağırlıklı ekolu sesindeymiş meğer...
Sonrasında derin bir oh çektiren, lan bu muymuş bu kadar basit miymiş denesi, oh be ne yükü azalttı dedirten...
Sonrasında pişmanlık duyulmayacağı başından belli, hafif hafif, hatta uygun yağ ile kızartılmış gece yarısı yenilen kızartmadan sonra bile uça uça gideceği yere götüren...
Uç uç böceğim, annen sana terlik pabuç alacak...

8 Ekim 2010 Cuma

"Ne kadar gözünde büyütüp, yalandan olanı önemsersen, kasis bile Ağrı Dağı oluyor işte gözünde, oysaki tüm hayvanlığınca geçtiğin o kasis, aslında bir kasis bile değilken belki, sen hala vurayım lan abalıya da ses versin, yoksa da sussun gitsin derdini nedendir güdersin ki?"
********
"Şimdi olsa elde yapılacak iş listesinin boyu boyunca lakin, kalkılmadığından değil, bütünüyle oturulamayacağından kalkılmaması durumun özü... "
********
"Hoşbulduk Deniz Kızı neydi geldiğim yerin adı?"

Sabah Siniri...

Bir koca bir de çocuk rezil eder kadını...
Bunu aklı başında her insan evladı kadın bilir...
Bilmeyen başına gelince öğrenir...
Koca da evde yemez benimki sevmez dersin bir başkasına gider o evde yemediğini başkasında siler süpürür meğersem seninkinden haz etmez olur...
Sen de benimki yemez töbe dediğinle kalırsın...
Hele çocuk ne yaparsan ağzına tıkar yapmaz dersin yapar yapar dersin yapmaz...
Bu iki önemli husus hakkında kelam edilmez oluruna bırakılır bilirsin elimdeki budur dersin malzeme olanıyla yetinirsin...
Şu ömürde okuyalım, yazalım, elimiz ekmek tutsun diye analarımız babalarımız çırpınmış durmuşlar, aile içinde de terbiye etmişler...
İyi kötü çok şükür edinmişiz durduğumuz yeri...
Sonrası ana babamızdan gördüğümüzü nakletmek üzere çocukları yetiştirmeye soyunmuşuz sıvamışız kolları...
Yalnız işte en önemli neremizi yırtarsak yırtalım bu uğurda; eğer ki görmemişsek, geçirmemişsek, lafın özü cahiliyet kabuğunu sıyıramamışsak derimizden, ne yetiştirdiğimiz çocuktan, ne kocadan ne de kendimizden hayır gelmez...
En çok korktuğum bu model, hele ki şimdilerde karşılaştığım çevremi şu sıralar saran veliler...
Bak sayın veli kadın!
Çocuğum yapmaz deme, çocuk için kimselerle muhattap olma, sen çocuğun için kendini paralar karşındakiyle konuşmaya çalışırsın bakmışsın iki dakika önce birbirlerinin gözlerini çıkaran çocuklar elele oyuna gidiyorlar...
Ha hele hele yol istemek için sakın sakın temas edeyim çekil diyeyim filan sinirlerine girme, o omuzun çıkar eline verilir bakar kalırsın...
Ben mi yok canım ne siniri?

7 Ekim 2010 Perşembe

Başı Sonu Neydi Bu İşin Aslı?

Kendinden afilli kelimeleri seviyorum...
Şöyle tumturaklı cümleler kurayım diyorum tumturak... oturak... gel oturak... diye gidip cıvıtıyorum...
Kendimce ders çalıştırıp "e" ydi "l" ydi derkenki hafif psikopat anne çalıştırıcılığındaki vicdani rahatlığının içerde babanın çıldırma sesleriyle keyfini sürüyorum, normal anneyim ben evet iyiyim hatta...
Damarlarımda akan kanın yerine başka birşey var sanki, Allah' ım mümkün olsa her vazifeyi ben yüklensem gebersem hatta o uğurda, yer almazsam beni yer ederler kısmını hayatımdan çıkarıp yedek oyuncu sırasında olabilsem...
Sonra da Rengin şöyle böyle, anası ne ki kızı ne olsun, olsun da eyvallahsız olup her seçimde "Rengin Hanım olsun o yapar" dedirtsin...
Hem iyi olsun, hem vicdanlı olsun...
Eyvallahsız olsun evet hatta yalansız sonuna kadar...
Korkusu insanlardan olmasın...
İstemem mevki şan şöhret para mal mülk şöhret olmasın da çok ama çok mutlu olsun...
Kendini mutlu edebileği insanlarla olsun ömrü...
Başta ne diyordun be Funda tumturaklı kelime yok şatafat derken yalandan yazı yazdın çıktın işte...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Şimdi Okullu Olduk...

Sen kaç yaşıdasın be annecim de gidiyorsun kıza "anneni öldüreceğim" deyip kızı salya sümük ağlatıyorsun...
Hele bugün veli toplantısında kadının demesinden belli...
Müdüre soru soruyor
"eeee ben öğlen yemek aralarında okula gelebilir miyim benim kızım sınıfa girmekten korkuyor"
Allah dedim Rengin kokusu alıyorum...
Toplantı bitmeye yakın gel dedim yanıma çağırdım kadını...
Renginle mi sıkıntı?
Cevabı evet olunca hiç şaşırmadım nedense, anneni öldüreceğim sonra seni de filan de sen bizim kız mağdureye, mağdure de ye kafayı ağla ağla ki ben sınıfa girmem korkuyorum...
Biraz da kıza şiddet uygula...
Hayır kızla da kanka olalım deyip tutturuyor sonra canından bezdiriyor sonra da benimle neden kimse arkadaşlık etmiyor diye mızmızlan..
E olacağı o...
Sen bir gün arkadaşının çantasını kes...
Sonra o da ben de senin çantanı keseceğim deyince sen karışma kendi çantamı kendim keserim de kendi çantanı da lime lime et...
Benim bilmediğim kimbilir neler var...
Hayır tamam ilkokulun ikinci günü pencereden atlayıp okuldan kaçtım bir kızı ayartıp ama ben bu kadar değildim yani tamam bundan fazla belki ama Rengin kadar cani de değildim kimseyi tehdit filan...
Hayır kime çektiyse...

5 Ekim 2010 Salı

Msn de ifadeler var kıpraşık olanlarından...
Birinde basılınca yazışılan ekranı kaplıyor, bir çocuk oturmuş önce gülümsüyor, elinde dondurma külahı sonra külahdaki dondurmanın yere düşmesiyle yüzünde değişen ifade birden ağlamaklı hal alıyor...
Bana nasılsın dediklerinde bunu tasvir etmek zor değil de karşı tarafın anlaması mümkün olamayacağından "iyiyim sen" şeklindeki geçiştirmenin asıl karşılığı aslında budur...
Tıpkı bugün giydiğim montumda babamın saçından bir kıl bulana kadar...
Ben iyiyim ya sen?

4 Ekim 2010 Pazartesi

"Aynı dilden kasıt Türkçe mi?
Değil demek..? Olsaydı anlaşılmak neden bu kadar zor olsundu ki?"
********
"Pişmanlıktan kasıt sonra yaptığına üzülmek mi? Değil, onun da soğutucusu var, o an öyle gerekiyordu..?"
********
"Herkes aslında tek başına da, koloninin içinde birlik olunduğunu mu sanırsın? Yok aslında bal gibi de bildiğinin farkındasındır da -mış gibi davran"mış"sındır..?"
********
Çıkış yolunun olmadığını düşündüğün anlar hep çok mu yer kaplar muhitte? Yok aslında, yol da bilinir anahtar da vardır elde de, kullanmak için bileği döndürecek, beyne komutu gönderecek sinyalde iş..?"

29 Eylül 2010 Çarşamba

Okul Tam Cinnetlik...

Yeni trendimiz yemekte mide bulantısı ödevde el terlemesi...
Önceleri yemekteyken böyle durum olunca hemen elime bir telefon alıp " hııı bizim kızın midesi bulanıyor yemek yerken, ha öyle mi bir iğne mi sadece tamam o zaman devam ederse hemen getiriyorum hemen geçer mi oh ne güzel hoşçakalın" şeklinde telefonu kapatmamla karın ağrısı mide bulantısı bilumum ne var ne yok iyileşiyordu...
Şimdi de o yöntemi uygulamak isteyip yemez korkusuyla geri çekiliyorum ama şu dönemin zaten sancılı olması üzerine Rengin' in sancılarının da şiddetle devam etmesi iki kat yaşananlar...
Hayır ben kız evlat oh ne güzel derken bakıyorum erkek erkek tavırlar kimseye eyvallahının olmaması tek başına tenefüslerde büyük sınıflarda dolaşması yanına para vermedik mi -ki harçlık ne demek daha birinci sınıf- gördüğü her tanıdıktan annemler bana para vermiyor bana tost alır mısın ya da su ya da şeker...
Yanına konulan meyveden yemeyip yan sınıftaki arkadaşının meyvesinden otlanması...
Yanına oturtulan erkek evladının Rengin kızımız tarafından gün bitmeden hacamat edilmesi sonrasında öğretmene isyan edilmesi "Al arkadaşımı yanımdan"
Öğretmen şaşkın biz şaşkın...
Bir yerlerde bir hata var da, yine de olmayan bıyık altından gülüyorum bu özgüvenin devam etmesi kendi kendini bu şekilde kotarması iyi birşey ama bunun ilerki zamanlardaki boyutu ne olur ondan da korkmuyor değilim hani...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Tepemde Bir Minicik Kuş İle...

Bir kuşumuz eksikti, kuşu da kondurduk sonunda...
Tepemizde uçuşuyor sarsak sarsak, o da korktu, ben de çok metanetli sayılmam önce giremedim içeri, baktık çıkmıyor serseri girdik kapı açık camlar açık, çık artık bak sen de korkuyorsun işte...
Kuşlu başlayan hafta, haydi hayırlısı, kısmet miydi kendisi hadi bakalım...
Onun dışında hayat son sürat geçiyor yanımdan beni almadan, seyrediyorum hızına yetişmek mümkün değil de seyretmek kabil...
Evin küçük kızı, olanca tembelliğiyle sabah hazırlanma konusundaki, sabırları ve buna mukabil sınırları habire zorluyor olması beni her geçen gün daha da şaşırtıyor, nasıl bu kadar ağır olur ki bir insan evladı, hele benim gibi tez canlı bir annesi varsa demek babaya çekti, sabahları harbe devam böyle giderse...
Güya sınıf öğretmeni seçme konusunda çok çeşit yerden telefon trafiği malesef sonuç vermeyince kutsal "kuraya sokmasaydınız" cevabını dört bir yandan duyunca, o kadar zekamız çalışamadı çocuğu ateşlendiremedik...
Sonrasında da dedik ki, bu kadar çabanın cevapsız kalmasının Allah' ın "bak kulum yırtınma bu senin kız için daha hayırlı" lafını bir işitmediğimiz kaldı diyerek oluruna bıraktık "iyi ki" ile başlayan cümlemizi de kurduk neticede...
Her şer' in hayırını araya araya bulmuş olduk...
Öte yandan normal yaşantıymış gibi görünen yandan seyretmekte olduğum hayata dahil olma işi sadece mecburiyetten hasıl...
Yoksa bir numarası yok...
Çizgi çalışmalarıyla haşır neşir, sabahları beslenme hazırlama gayretiyle başlayan sabah, bugün neler yaptınız bakalımla sonlanan gün...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Kiminin Pastası Kiminin Helvası...











Hani derler ya Allah ölümü önce dağlara vermiş dağlar çatlamış sonra ağaçlara vermiş kabul etmemiş ağaçlar sonra insanlara vermiş bakmış insanlar bir ağlamış bir gülmüş ihale insanlarda kalmış...
Öyle derler aklımda kalanıyla...
Arsızız insanoğlu olarak, mutlaka sabrını da veriyor Allah, yoksa ilk günkü yangın yeri gibi kalmıyor kor, ama bitmeyen bir kor...
Bugün başından buruk hafif kırık başladı gece pastaydı derken hüzün dolu oldu ağlamaklı gülmeli...

Ne yazılır ki bugün için...
Yazmışım zamanında burada ...
Altı yıl önce bir halt yemişim doktora demişim ki doktor doktor 22 Eylül doğum zamanıma denk gelirse can babama bir hediye vereyim Rengin' i o tarihte doğurayım...
Denk gelmiş kısmet altı yıl sevinçle birlikte kutlanılmış sonra hesap edilmemiş işte bir gün gidileceği...
Bugün de ilk bayramın hezimeti ilk doğum gününün hezimeti olmuş...
Kutlama mı babacım?
Rengin akşama ona sürpriz parti yapılmasını bekliyor şimdi öğlen dedesine gidip dua edecekmişiz yapmış programı akşam da balonlarla süslü olacakmış ev...
Akşama nedir durum bilinmez de şimdiden bir dağılma söz konusu tabi...
Bir şey yazamayacağım diyemeyeceğim de...
Kabrin pürnur olsun kuzum babam...