22 Şubat 2011 Salı

Var oğlu Var...

Üzerime aldığım sorumluluğu illaki yapmak zorunda olan "ben" için, blog işi de yazamadığım zamanlarda aklımın hep bir kenarında, sanki maaşlı işimmiş de ne yazsam dediğim hatta  hergün bugün ne pişirsem derdiyle kıvranan kadın gibi ben de kıvranıyorum sıklıkla...
Bazen aman moralim sıfır ne yazacağım şimdi mızıldanarak ya da pür neşe haydi keyfini çıkarayım, ne yazılır ki hop hop altın top, bu ne toparlacık bir hayat diye, hani çok sevinirsin de yiyemezsin birşey, çok üzülürsün yine yiyemezsin birşey tarzı bir durum işte...
Gezdiğim gördüğüm, yediğim içtiğimi de yazmak baaak ben nerelerdeyim kimlerle nasılım diye de olacağından ondan da imtina ederim...
Velhasıl bu ara internette dolan dur, yarınki seyahate kafanda hazırlan ha seyahat demişken zat-i aliniz oryantiring hakemi... Hem de ayıptır söylemesi ilk hakemlerinden... Bu arada oryantiring için önden buyrun... Lütfen siteyi inceleyip özellikle çocuklarınıza bu sporu sevdiriniz, kendiniz de seviniz zira ailecek yapılacak doğayla iç içe şahane bir outdoor aktivite... Ayrıca İstanbul' daki dinleyicilerimiz için de IOG çok sağlam işler çıkarıyorlar...
Bu hafta sonu çok özlediğim oryantiring için çalışabileceğim hem değişiklik olacak bizim beyle, hem iş...
Hazır duyuru ilan tahtasına döndürdüm durumu bir de hani "internette indirim sitelerine gün geçmiyor ki bir yenisi eklenmesin" vallaha bu tırnak içi cümleyi bilerek isteyerek yazdım hep okurdum kullanmak bugüneymiş :)
Bir yenisi daha eklenmesin dedim eklenmiş tertemiz yeni bir sayfa açmış gibi çeşit çeşit fırsat da indirim de...
O zaman buyrun buradan da kendilerine...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Olmak istemediğim senaryonun istemsiz oyuncusuyken; bir anda peydah olan, umarsız bir "çığlık", eli ayapı kesip, kalbi kütleten...
Sonrası karanlık, nedensiz...
Üzerinde durulması abes, saçma sapan uydurma belki ama yine de gözden yaş getiren, içi küçüklüğe/gençliğe döndüren, eski sevgiliye özlem gibi ağlamaklı, burada bu halde olmamalıyım dercesine çırpınan kuş olsam varsam gitsem...
Gelince değişen birşey olmamış, dağınıklık devam, yarım bırakılmış bardak, toplanmamış sofra, dağınık yatak...
Cam aralık kalmış, perde uçuşuyor...
Ahengi bozmadan, yarım bırakılanlara inat, tamamlamadan çırpıp kanatları uçup gittim sessizce, farkedilmeden...
13.02.2011
23:00


17 Şubat 2011 Perşembe

Tencere Dibin Kara...

Yazılabilir anlarla yazılabilinemeyen anlar arası; bloga gireyim aklımdaki cümle de uçmasın dediğim anla, yeni kayıta tıklayınca sayfanın açılması  arası aklımdakilerin uçması kadar kısa...
Günlerin kısacık olması etken belkide meydanımın boş kalması yoksa kimseye bırakmak niyetinde olduğumdan değil...
Açık vermek gibi olmasın, acılı şarkıları yazdıran nasıl yaşanılanlarsa, acılı yazılanlar da aynı gibi, her zaman olmasa da...
Koca koca ayları devirip dönüp arkaya bakınca, aslında devrilmemişler de yerinde durmuşlar, yanlarından biz devrilmişiz gibi...
Aşılmış, yeni boyutuna, ayırdımına varılmış hayatın seyri, benim uzun cümlelerimin arasındaki satır sırları gibi...
Ambalajında gizli madinar durumu...
Mutluluğun resmini "çizen", o küçücük kanepeye üst üste yerleştirdiği ailenin, yüzlerindeki sıcacık, paramız yok ama bakın ne kadar da mutluyuz ifadesi, benim evimde başka bir karede vücut buluyor...
Demek ki mutluluk puding pişen tencerenin dibine çöreklenmekmiş diyor hem çeken hem buraya yerleştiren...



10 Şubat 2011 Perşembe

Kendimde çok bir matahlığı olmayan aksine kutlamalarda hala utanan sıkılan,  sevdikleriminkinde olunca daha çok heyecanlandıran sevindiren...
Babamsız bir ilki daha yaşadığım ama inadına şu içimdeki haylazı şımarığı hiç kaybetmeyecek büyütmeyecek olmam...
Ömrümün yiten bir yılını daha kovalıyorum...

9 Şubat 2011 Çarşamba

Gözlüksüzdü bakılan zaman, bakılan yer...
Bu kez tak bakalım belki açı değişir...
Mevzunun üzerine konuşmalı mı?
Konuşmamalı mı?
Yoğurdun sarımsaklanıp da mı saklanacağı yoksa sarımsaklanmadan mı saklanacağı olsa keşke bütün herşey...
Bakınca sonuna, çıktığı yol belli aslında, düşülse ne, kafa yorulmasa ne...
Asıl o yolun ilerlemesinin olmaması, ne arpası yol almak namümkün senin de bildiği üzere...
Heyhat! Yol alınmasa da, gidilmese de, alttan akıyor, yanlardan gidiyor, kendin de gidiyorsun sanıp bir bakıyorsun ki -muş gibi yapmışsın...
Halk arasında "yalandan eşek olma" pekala da bunun adı...
Birbirine öylesine sirayet etmiş ki, öylesine girift ki, ayırması da, ayrıştırması da, üzerine konuşması da, ayıklaması da, hay anasının taaaaa ..................
İlacı olan başına sürsün, karanlıkken aydınlığa çıksın, olmadı aslında kafayı kaldırıp sudan çıkmak kafi, o zaman nefes alırsın tabi almayı unutmadıysan...


"Fotoğraf : Onur Kıratlı"

7 Şubat 2011 Pazartesi

Küçük Yaşta Katil Oluyorken...

Pazar günü Rengin' i tribünden izler ve raketle topa her vurduğunda sanki Sharapovaymışcasına sevinirken...
Zamanında beni de annemin 19 Mayıs Stadyumundaki yüzme havuzunda debelenirken tribünde izlediği aklıma geldi...
Gerçi annem de suda her çırpındığımda, benim gibi ağzı kulaklarında sırıtıp hatta uzaktan alkış filan yapmıyordu tabi  -duygularını göstermez yavru ceylan-  belki içi çoşarken dışardan metanet abidesiyim yine de aferin kızıma ama içimden diyecek..
Hiç unutmam, kursun daha ilk on dakikası filan, kenarda sıradayız sen teknikten bihaber hoca devir hepimizi suya...
Tabi ben ne yaptım, can havliyle elimin altına kim geldiyse ve Allah ne verdiyse can derdine düşüp kurbanın kafasına bastım ki dışarı çıkabileyim...
Seneler sonra dersini alıp da bu işin öğretim basamaklamalarını öğrenince belki de beni daha küçükken katil yapabilecek hocama da sevgilerimi gönderiyorum, yaşıyorsa Allah ömür versin değilse Rahmet eylesin diye...


4 Şubat 2011 Cuma

Coştum Yine Dalgalanıyorum...

"Düşün düşün boktur işin" özlü sözünün doğruluğunu, yazı yazarken anlıyor insan...
Düşününce bir halt olmadığı gibi, yazı filan da çıkmıyor meydana...
(Bu "meydana" biraz bastırarak meyaneli okunursa)
Hadisesi nazik yazı yazmanın; düşünülesi değil...
Düşünmeden yazınca sanki, merdivenin üst basamağındaymışcasına, hızlıca iniyorsun ikişer ikişer...
Bir de tarzını belirlememiş, her telden dıngırdatan şarkıcılar gibiyim...
Bazen evdeki kıytırık işi yazıya döküp, bazen kendimce yazıyorum canım ucundan dedirtecek karalamalar yapıyorum...
Kime hitap etsem ki acaba, ayırdımında değilim ayrıca...
Karşımda hayali arkadaşım varmış gibi mi süzülsem...
Yoksa kürsüden mi bağlansam canlı yayına...
Sarıyorum baktım da satırın başındaki özlü söze...
Aman savur kendini yazan, dıngırdat gitarını her telden...

Bir de o sonsuz yolculuğa en yakın gidende; 2008 Ekim sonunda tadıp, delicesine düşkün olduğum babaannemin gidişi neticesi, vücudumun rutin aylık çalışmasının uzun bir süre sekteye uğramasıyla patlak veren üzüntü patlaması...
Babamda bir numara olmaması sonucu "Allah Allah bak mukadderat deyip kendimi nasıl da hazırlamışım hiç birşey olmadı aylık düzende" deyip hatta babama hiç üzülmedim mi? deyip kendime hafif yollu kızmam...
Vücudumun üzüntü dışa vurumunun vadesi geç gelen hediyesi gibi saçımın tepe kısmının açılmasıyla vuku buldu sağolsun...
Şöyle alnımdan bakınca gayet muntazam olduğuna kanaat getirdiğim kafa derim maşallah aymanaçık ortada...
Hayır avuç avuç diye tabir edilen ele gelen saç kılları uyandırmadı da beni uzunca bir süre...
Arık demir almak zamanı gelmişse zamandan deyip bir hal çaresine bakmak icap ederin üzerinden, tesadüfe bakın ki kızkardeşimin arkadaşının kızkardeşi de aynı dertten muzdarip olunca onun çaresine başvurmak acilen elzem oldu...
Ekrandan siparişler verildi şampuanımız kokmayanından sarımsaklı elimde fakat yıkarken buram buram kokusu geldi de Allahtan sonrasında kokmuyor...
Sonrasında haftada iki gün kullanılacak iki saat bekletilecek yağımız elimizde...
Bugün itibariyle yağlanıldı bekletilindi...
Eğer kökler tümüyle ölmedilerse umut var yoksa seyreltiyi ört bas etmenin çaresi, eldeki avuçtakini toplamak, kalanları bir arada tutmak ve yine en kıymetli kalanlara şükretmek gereği akla kazındı...

3 Şubat 2011 Perşembe

Herşey Tamam mı?

Piyanonun ayarı...
Odanın sıcaklığı...
Ya kemanın akordu...
Ya da sabaha evi, kokusuyla çoşturacak olanın malzemeleri...
Diğerleri mi; içindeler, sırayla gelecekler, bekliyorlar sıralarını...
Belki de hiç çıkmayacaklar...
Çünkü çıkanlar öylesine baskın ki; diğerleri üvertür kalıyor, assolist olmaları gerektiği baş tacı edilmeleri gerektiği halde...
Yazık oluyor ondan sonra yitenlere...
Yalnızlık senfonisine hazırlanan orkestranın boş sandalyeleri gibi...
Adı yalnızlık ya, şimdi orkestranın elemanları desem olmayacak, hani neresinde yalnızlık olacak...
Halbuki en acısı kalabalığın içindeki olan değil miydi?
O değil miydi en çok can yakan...
Bu orkestranın alamet-i farikası, sandalyelerinin boşluğunda...
Salonun aralık kapısından arsızca süzülen rüzgarın ıslığında...
Belki cereyan yapıyor, belki yolu budur, kapansalar ya, ikisinden biri ya da her ikisi de... Bitmeyecek ki oksijen korkulacak ne var...
Bilakis, o kadar temizlenecek hava, o kadar bollaşacak ki, senfoninin ortasında sandalyelerin hepsinden doluymuşcasına yükselen, ne nağmeler dökülecek üzerlerine...


Pronto! Toz Alacaktık...?!

Anneyim, çalışan kadınım, ablayım, evladım, en nihayetinde ev hanımıyım...
Hepimizin ev işinde sevdiği, sevmediği kalemler var...
Ütü yapmaya bayılırım mesela, iyi açan şöyle deliler gibi buhar fışkırtan bir ütü olsun saatlerce yapayım...
Sonra...
Bulaşık yıkamak, o su akınca benim de beynimdeki kabuk akıyor sanki, üzerindeki kara kabuk...
En en en sevmediğimse, fotoğrafla alakadar toz almak...
Deliririm, bir de üzerine sevmediği ot burnunda biter gibi, sen git mobilya "venge" ol...
Alıp da arkamı döndüğümde yine üzeri silme toz olur mu?
Olur, bunun iyi al, kötü alla alakası yok...
Genellikle yukarıdaki ürünün sprey şeklinde olanını da kullanmakla birlikte, en çok kullandığım olan köpek kuyruğu kıvamındaki ürününü, sen firma benim ülkeme getirme artık...
Neden?
Nedendir, işe yarayan bir üründen mahrum edersin ki bizi...
Firmayı aradım, sizin gibi herkes isyan ediyor arıyorlar deyip üzerine ekliyor hanımefendi tüm iyi niyetiyle, yurt dışında tanıdığınız varsa getirtebilirsiniz...
Tövbe de getirtmem...
Sen benim ülkemden sakın malını, sonra ben ülke ülke dolanayım...
Getirirsen yurduma alırım yoksa da eyvallah...

1 Şubat 2011 Salı

Anne - Kız / Anne - Kuma


Rengin Hanımla evdeyiz tatil boyu...
Bana da çok iyi geldi uzun süre evde olmak alışkın olmadığım ama özlediğim hayal gibiydi şimdi masaldayım...
Fakat Rengin sen neymişsin annem yaw...
Bir saç saça girmediğimiz kalıyor gerçi bunların da sonu hep gülüşmelerle sonlanıyor da sanki benim yaşımda bir kumam var karşımda her lafa cevap herşeye bahane...
Anında...
Havaların karlı buzlu olmasına aldırmadan dışarı çıkıyoruz hanımın canı sıkılmasın hava alsın diye...
Yaranamıyoruz yine de...
Zor cidden...
Ama evde hayat şimdilik çok tatlı küçük hanımla da...
Tatil menümüzün giriş bölümünde; bir tanecik teyzemizin doğum gününü kutladık, yaptık pastamızı, aldık elimize gittik ona...
Dönüşte karlarda oynadık...
Pinokyoya gittik bayıldık...
Sonra gazetenin verdiği kitapları aldık, vay be dedik kırk kitap, kırkı da birbirinden güzel kitap...