30 Nisan 2011 Cumartesi

Peskutan... Sivas Merkez...

Seviyorum tadını da ağız dolusu söylemini de...
Bilenler bilir içeriği yoğurt çorbası gibi ama özel bir yoğurt içinde bilerek büyükçe doğranmış dişe gelir soğanlar bir de bir şeyler daha...
Akraba delisi olarak, bugün halamın evindeydik...
O da çırpınmış, sağolsun peskutan dan içli köfteye kadar...
Üç gün yemesem, toplamda kalorileri paylaştırırım o derece...
Hayatımın en huzur duyduğum evindeki -ki doğduğum ev ora- babaannemi, dedemi ve dilimizden düşürmediğimiz babam, hep aklımızda, onların ruhuna diye diye, okuya okuya, eskileri ana ana, kah hüzünlenip, kah eğlenerek, günü tamamlayıp, evlere dağıldığımızda mesut keyifli vicdanlar yürekler rahat dinlemeyeyazdık...
Başlıktaki Sivas Merkez de efendim, sülale olarak baba tarafım Sivaslıyız...
Ne zaman memleket sorulsa ve ben ne zaman Sivas desem "neresinden" sorusuna maruz kaldığımdan, bizim Esin Hanım' ın dalga konusu olmaktan kurtulamıyorum, bir gün demek o kadar bıkmış bir anıma denk gelmiş ki, ellerimi aça aça "Merkez" demişim...
Şimdi ne zaman bir memleket sohbeti olsa, o da açar ellerini benden sonra tamamlar benim Sivas'ı, "Merkez" ama diyerek :)
Eeee tabi TARIKAHYA' lar bir tane Sivas "Merkez" den...


Bordo tenceredeki meşhur çorba... Peskutan...


Hurmalar benden pek tabi... İçli Köfteler Ayluş' dan...



Renoyla Babamın küçüklüğü...


 Babaannem...

Sağdaki yeşil süsün başındaki zımbırtısı annem tarafından kırıldı gün sonunda :)

29 Nisan 2011 Cuma

Her Telden Anne...

Renoyla (ki bu Rengin' in aramızdaki isimlerinden sadece biridir) ki kendisi de hastalığın köşesinden dönmek üzere, kırıklığı geçsin diye calpol ün altı yaş üzerini içmek zorunda kalması sonucunda önce sen iç diyen kızının ısrarına dayanamayıp bir kaşık önce kendi içen sonrası kızına içiren anne...
Öte tarafta annesi kız kardeşi ve kızı ile kim dirseğine dilini değdirecek yarışmasını en yakınına getirerek kazanan evin büyük kızı...
Her cuma babasına gidip de önceleri annesinin gelmediği haftalarda "baban nasılmış" sorusuna "selamı var ne zaman gelmeyi düşünüyor annen dedi babam" diyen evlat...
Bu hafta da kardeşimin deyimiyle hangi kaba koymayı bilemediğim yegane tek halacığımın "baban nasılmış" sorusuna "iyi yatıyor öyle" cevabını veren yeğen...
Hayat geçiyor işte öyle böyle...
Hoşgeldin hafta sonu çabuk geçmeyesin emi (önce sağlıkla tabi de...)



İyi hafta sonları efendim...

28 Nisan 2011 Perşembe

Özler mi?

Özler, benim gibi çatlaksa özler...
İki senedir yaşamamışsa...
Her hissettiğinde uyanıklık edip, önlemini almış gelişimini engellemişse...
Bu sefer yaşamak istercesine elinde imkan varsa bile kullanmamışsa...
Aklından şüphe etmek bir yana bile bile buyur etmişse...
Çekeceksin o zaman Funda Hanım, kafanın tava yemişsin gibi sepetliğini de...
Kemiklerinin iki yüz altısının da (anatomi sorusuydu okuldayken hepsinin yerlerini ezbere bilirdim bir zamanlar) ufalanmış eline verilmiş gibi olmasını da...
Burnunun tıkanıklığını da, hapşırmasını bilmediğinden her hapşırdığında yer gök inlemesini de...
Çekeceksin...
Olsun arada lazım akyuvarlara tatbikat...





27 Nisan 2011 Çarşamba

Hakkaniyetli...

Hakikat ne ola?
İkiyle ikinin malum sonuca varmaları mı?
Malum son dediğin nedir ki...
Dört işte altı üstü sağı solu yanı yöresi...
Dört...
Hakikati kim biliyor...
Hepimizin bildiğini saysak, hani bir taneydi hani tekti...
Herkesin hakikati o zaman kendineydi de ortası nereydi...
Çocukluktaki tahta, üzeri çizikli, yaralı bereli sıranın ortasından geçen hayali çizgi miydi?
Hani kolun geçmemesi, defterin kenarının uzanmaması gerektiği, anlamı yüksek ama görünmeyen orta çizgi orta nokta ya da yolun ortası...
O zaman ezberimi alt üst eden, dışardan görünmeyen kati kural neydi...
Hakikatimi yerle bir eden, yenisini bilmediğim, ezberlemekten anlamaktan öte ama davete icabet etmekten kaçındığım...
Hep dur bakalım dediğim, gönülsüz çırpındığım koca okyanusun aslında bir damla su olduğu hakikatini görmek daha ne kadar zamanımı almalıydı ki..?


25 Nisan 2011 Pazartesi

Kelebekler Hakgetire Tabanlarım Patlıyor...

Sabahın yedisinde kalkıp 07:45 inde kuaförde hazır bulunuşluğumuzun ardından, saçlarımıza bukleler yerleşip, yüzlere de gülücükleri sabitledikten sonra soluğu heyecanla okulda aldık...
Herkes bizim gibi heyecandan gebermiyor tabi sadece bir veli bir de biz...
Annem dışarda otururken konuklar için hazırlanan sandalyelerde, biz de bir içeri bir dışarı koşuşturup çocukların çığlıkları arasında sıramızın gelmesini bekledik...
Bu çocukların kaynama dereceleri en fazla 10-15 galiba ki arkamızı dönmemizle birinden mutlaka bir bağırış, bir ağlama sesi, o sesli ortamda bile pek rahat duyulabiliyordu maşallah...
Sürekli ikaz, sürekli şşşt aman gözünüzü seveyim, bakın bugün sizin bayramınız şu suratlarınızın haline bak, yoksa ben dans edeceğim sizlerin yerine tehditlerimle çıktılar sahneye...
Yarabbim o nasıl şekerlik, o nasıl salınma...
Dans dans değil kuğu gölü balesi mübarek...
Rengarenk parçası eşilğinde rengarenk döndüler rüya gibi...
Tabi babamız bu müstesna anları uzak diyarlarda olduğundan kaçırdı, dolayısıyla ben de elimde kamera sadece ve sadece çekim yapmaktan doğru dürüst izleyemedim bile evde izledim...
Fotoğraf da çekemedim gönlümce...
Sonra eve gelip oturmak olmazdı, kırk yılın bir başı bayramları, üstelik Allah yardım etti hava da şahane...
Ne yapalım derken yakınen ahpap olduğumuz AVM yolları taştan geliyoruz sağ baştan diyerek koyulduk yola, anneannemiz, teyzemiz, benim halam, onun ahretliği derken doluştuk gittik...
Tabi bir sürü aktiviteler arasında bir o yana bir bu yana savrulduk...
Bir ara elimde darbuka hem çalıp, hem oynuyordum o derece...
Sonra yüzlerce balon tepeden aşağı süzülüverdi birden, bir yandan çok pahalı Allahım balon almalıyım kızımanın derdine düşüp iki balon kaptım, aktivitenin hediyesi küçük marakası almalıyım kızıma deyip yardım deldim dağları...
Velhasıl şekilden şekle girdim çıktım, maymun oldum o yalandan şeyler için...
Sonrasında eve dar düştük şimdi de bir zonklama tabanlardan dınnn dınnn dınnnn....
Kutlu mutlu daim olsun bütün çocukların bayramları... 
Şansları bahtları açık, yüzleri her daim gülsün efendim sağlıkla hayırlarla...







23 Nisan 2011 Cumartesi

Kemanın Akordu Tamam mı?

Kamera şarjda...
Fotoğraf makinası tamam...
Kıyafetler askıdan alındı, yatağa serildi...
Çorap, toka, pisi pisiler ortada...
Sabah kuaför lüle saçlar...
Rengarenk parçasında dans...
Hadi bakalım...
Kızının kalbinde, midesinde pır pır eden kelebekler, annesinin tüm vücudunu sarmış kelebekler...
Zaten bu ara bu kelebeklerden çokça mevcut, bünyede, çevrede, alayı toplanmış güzellikleri müjdeliyor...
Ona da bir hadi bakalım...
Yarın 23 Nisan şimdiden başladı neşe dolması...



20 Nisan 2011 Çarşamba

Anne sana birşey söylemeliyim...

- Anne sana birşey söylemeliyim...
- Söyle kuzum
- Ben bugün bir yaramazlık yaptım...
- ..........
- Hani sen demiştin ya sana vurulursa sen de vur diye...
- Evet
- ............ arkadaşım yere eğilmişti, kalkarken kafası dişime çarptı, bak ne kadar kötü çok ağrıdı ( ses çatallandı göz doldu)... Ben de arkadaşımı ittim. Öğretmen annesini çağırdı...
- Nasıl nereye ittin ki?
- Suya düştü, ıslandı her yeri...
- Peki hanımefendi, ben sana dedim sana vurana sen de vur diye ama arkadaşınınki kazara olmuş, ne halt yemeye ittin...
- Bana kaza gibi gelmedi, dişim çok acıdı...
- Ama arkadaşım beni seviyor, beni şikayet etmedi annesine de, öğretmene de...
- Kız senden korkuyor da ondan şikayet etmemiş. Yapma bir daha annecim, kazayı, bilerek yapmayı ayır birbirinden, yazık bak arkadaşına...
Geçen de annesiyle karşılaştık, annesine diyormuş ki " anne ben idare ediyorum, Rengin' i sana söylediğim zaman sen de annesine söylüyorsun, annesi de ona kızınca, bu sefer beni neden şikayet ettin diye eziyet ediyor bana" 
Vay halimize...

18 Nisan 2011 Pazartesi


Hep kavga değil mi düzen...
Kaba tabiriyle kavga...
Daha doğrusu tırnak içinde kavga...
Güzeli kavgalardan yara almadan çıkmak...
Yaralı bereli de çocukluğa dair gerçi...
Şimdiki çocuklar yalandan sıyrıldı mı bir yerleri, dünyaları yıkıyorlar...
Yara gidiyor da izi kalıyor bir de hep...
O iz, yarayı unutturmadığı gibi işe gelmeyeni bazen unutmamak da işe geleni, dişe dokunanı...
Vallahi billahi bir rahatlama bir ferahlama!!!!
İyi ki dedirten, keşkeleri unutturan geçmiş, üzeri kekikli, naneli, her çeşit çeşnili mis ot gibi burnuma gelen...
Hatta fesleğeni mıncıklamışım da saçılmış dört bir yana kokusu misali...
Ferahladık maşallah kabilecek o yetti zaten...
Kavgalar yel değirmenine mi, onu ittireni rüzgara mı, kendine mi insanın bilemem...
Tek bilinen ki o da kavganın kişinin kendi döngüsünde olması...
Döngümüz mübarek olsun...

14 Nisan 2011 Perşembe

Eh Be Baba!


Bir Hoş Sedaymış Babamlı Günler...
Bir Baktım Varmış Bir Baktım Gitmiş...
Masal Gibi Yaşanmış Büyülü...
Sonu Hüsran, Gözlerde Yaş...
Dinmeyen Özlemiyle Yürekler Yangın Yeri...

Fotoğraf 28.11.2008 Babaannemi defnetmek için Çeşme' den...

Kuş da Güzel Hava da Su da...

Bu ayki adliye duruşma vırt zırt işlerimin sonuncusunu da atlattıktan sonra ki artık ilki kadar heyecanlı olmuyor gir konuş çık...
Yanımda Dijle' yi hissederek dimdik...
Onun dışında hepsinden önemlisi yine sağlık yine huzur ağız tadı gerisi malum teferruat...
E güzel...

12 Nisan 2011 Salı

"Anne Tırnaklarımı Çok Kesme Burnumu Karıştıramıyorum"

Aşağıdaki yazıda müjdeli haber alacakmışım da çaktırmıyormuşum diyerek gebe günleri doğurtmuşum farkında olmadan...
Öyle bir geçer zamanki reklam arasında başladığım yazı da reklamların kısalığından molalı olacak görünüyor...
Babamın gidişinden bu yana sevinecek birşey olmadı benden yana ötede ileride beride...
Aksine iyice sarpa sardı, boka battı ortalık dibine kadar, yüzlerin gülmesi bir yana tebessüm lüskden sayıldı tarafımca...
Bu haftaki annem benim göbeği yakınlarına düşürmüş olacak ki Adliye programımın ilk ayağı olan ve gerim gerim geren duruşmadan Allah' ın izniyle sıyrıldık...
Ben ki hakime kararı okuduktan sonra aval aval bakmış "eee ne oldu şimdi?" diyecek kadar saf mı salak mı...
Sonrasında "tahliye kararını iptal ettim işte" cevabına "yaaaaaaaaa" diyerek şaşkınlıktan ağzım bir karış ayrılarak sonrasında bizim beyle ne yapacağımızı bilemeden kendimizi beş kat aşağı nasıl attık sigaraları nasıl yaktık bilemeden...
Düstur edindiğim kendimi bildim bileli zararını hiç görmediğim, kalbimi Allah' a bağladım kalbinimi karartmadan teslim oldum O'na...
Fakat insanım nefsime yenilip kedere gark olmuyor da değildim nadiren de olsa...
Ezber bozan bu sonuç karşısında herkesler ama herkesler şaşkınlıklar içinde kaldılar...
Hele diyorum hakim Bey "davacı davacı" diyor sürekli baktım ben davalı taraftayım...
Rüya gibiydi...
Böyle bir vakur duruş üzerimde salınıyorum...
Perşembe günkü duruşma için de yine müjdeli haberle çıkıp inşallah, şimdi karşısında olduğum tv ekranında kendisi yetmiyormuş gibi 33 diyen bir hatun dahil olmuş reklam şahdı sahbaz olmuş...

"Başlık 10 nisan tarihli tırnak kesme hadisemizin beni koparan cümlesi..."

5 Nisan 2011 Salı

Hayırlı Cuma...

Her an bir müjdeli haber alacakmışım da çaktırmıyormuşum gibi sarsak, hafif yandan gülümsemeli ruh halini taşıyor olmak ruhumu salim tutuyor şu sıra...
Saatlerin turunu son sürat tamamladığı ve benim yetişemeyip, nice tur sonra henüz başlanmamış işlerimin, düşünce aşamasında olması bile beni tedirgin etmiyor...
Şu sıra özlem, hasret, beklemek konularında baskın durumda kovalıyorum saatin turlarını...
En iyisi de, yükün hepsini taşıya taşıya bir de kenara koyayım ihtiyaç kadarını sırtlayayım sonucuna yeni ulaşmışken şimdi keyfini çıkarmak icap eder, sırası gelene bakmak ve hepsinden elzemi gel gayrı Cuma demek hep bir ağızdan...

1 Nisan 2011 Cuma

Güzel Cuma...

Korkunç güzel kiracı sicilimiz var...
Bu ifadenin "korkunç güzel" tanımlaması Can Babamdan; heyecanlanıp da çok beğendiği birşeyi anlatınca ağız dolusu söylerdi canım...
Bu sicili temiz kiracılık durumunun da bir numarası da, kazancı da yok aslına bakılırsa...
Daireden bir ablam vardı, derdik ki lan herkes mi kötü, iyiler hangi delikte...
Sürekli mağdur olan biz, hala da eşşek olmaya devam ediyoruz, sırtımızdaki semerler artsın diye...
Böyle konuşur konuşur hayıflanır, sonunda yok yok biz vadeli yaşıyoruz, dürüstlüğün iyiliğin yakın zamanda görmesek de semeresini, sonra çıkar hayrı elbet deyip noktayı koyuyorduk kulakları çınlasın...
Üzgünüm tevazu gösteremeyeceğim çünkü kimsenin etlisine sütlüsüne karışma, arkadan iş çevirme, gıybet olmasın diye konuşmaya imtina et yine de ....
Yok yok hiç tevazuya gerek yok, bir laf var "fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar"...
Kendine ve karşısındakine güvenin ya da tamamen salaklığın sonucu imzalanan tahliye taahütnamesiyle kim derdi ki başımıza iki dava açılacak yine hakim karşısında elimde 24 aylık bir gün bile gecikmemiş kira ekstreleriyle duracağımı "ama efendim herhangi bir pürüz yok ki bakın dökümler elimde" demem...
Benim evin bir kargosu bitmezdi, şimdi de maşallah o malum kağıtları...
Bu ayki adliye programım...
6 Nisan ev için...
12 Nisan yine ev için...
14 Nisan babamdan olan eski tükanla olan ertelenen davanın görülmesi...
Hukuk okuyaymışım ya ben :)
Fakat hayırlı cumalar herkese, bu cuma bana çok hayırlı, gün güzel, aldığım nefes güzel, evi bile hemen hazırlayıp sırtlayıp gidesim var gerçi ortada aday bir ev bile yok ya olsun, bugüne de hamdolsun...