31 Ocak 2013 Perşembe

Ne yalan söyleyeyim genelde uzun izin günleri bir an önce kendimi iş yerine atmak için can atardım...
Yoruluyor insan çünkü evde olunca...
Ne tembelim...
Şimdi de iznim bitmek üzere ve müdürümün bir müjde verip, bir beş gün daha uzatabilmek için dualar ediyorum...
Yetmedi bu seferki, doyamadım...
Rengin' e de, tatile de beraber vakit geçirmeye de, ertelediğim işlerimi yapmaya da...
Daha ki yapamadıklarım kaldı, görüşemediğim arkadaşlarım kaldı, gitmek/gezmek icap eden yerler kaldı...
Olsun bunlara da şükür...
Bu da çok iyi geldi...
Şimdi Rengin ve sınıf arkadaşı içerde tatil ödevi yaparlarken, ben de hem bir yandan çamaşır yıkıyor, bir yandan da ayaklarımı uzatmış, kahvemi höpürdetirken, satırları yazmakla ve nette gezinmekle meşgul oluyorum...
Yaşasın tatil ve de yaşasın izin :)

24 Ocak 2013 Perşembe



Sana bir söz yazdım bugün...
Dedim ki derin bir nefes al önce...
Eskiyi, oraya ait olanın kapağını iyi kapat...
Hava almasına müsade etme...
Aklın orada çünkü...
Bir hoş sada kalsın orası...
Her iki yanı yaşamak lüzumundan fazla hamallık...
Ha bir de çok düşünme dedim...
Bırak su yatağından aksın gitsin, durdurup durma...
Yorma kafanı ,yormanı isteyenlere de asma kulak...
En son yazdığım sözleri dinledin, bunu da dinle...
Anını yaşa, şükret, sağlığa duacı ol...
Başka da birşey yok zaten...
Hayat film tadında değil, olmayacak da...
Derin nefes al söylemeden, söylenmeden önce...
Sonra yürü git ileri, yanındakilerle birlikte...
Ardından kapıyı aralık bırakma...
Kapat ki iyice... 
Dönmeyesin geri...


15 Ocak 2013 Salı

Gribe, Nezleye, Bağışıklık Güçlensin Diye Günde İki Bardak Ekinezya Çayı...

Merak, hepimizin içimizde dinmesini istemediği bir çağlayan gibi...
Çoğu kez çağlamasına bizim karar verdiğimiz, az kez de elimizde olmadan burnumuzu soktuğumuz hadiseler deryası...
Yine çoğu kez ve devam eden merak mevzumuz başkalarının hayatları üzerinde seyrini eyliyor...
Başımız dertte olduğunda büyüklerimizden duyarız ışığı yanan evlere bakıp "ah ahhh bak oralarda da ne dertler sıkıntılar var"...
Ya da her ev bir kabirdir" şeklinde söylemler...
Daha niceleri...
En çok da eski zaman kadınları, ikinci kuşaklar, yaş itibariyle çok daha duyarlıdır...
İyi niyetle mi, fena niyetle mi bilinmez, filancanın oğlu/kızı nasıl oldu, kiminle evlendi, karısı/kocası nasıl, dirlik düzenleri nasıl, boşanmışlar mı , hala devam mı, ne almışlar, nereye gitmişler.... onlarca yüzlerce birbiriyle elele tutuşmuş üzere vazife olmayan soru...
Ne yapacaksın sananeeee...
İş bu haldeyken, blogda fazlasıyla ne yediğimiz, ne ettiğimize kadar yazıldığından ve bu niyet durumu belirsiz taraflar tarafından hangi taraflarıyla yorumlandığı belirsiz durumlar ortaya çıkmadan önce, gayet efendi tabir-i caizse çamaşıra kadar yazan ben, sonraları ayyy filanın kızı Funda, ya da filanın torunu Funda şeklinde şehir şehir dolaşan, kahve yanına ikram çikolata gibi bir misafirlik söz konusu olunca kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi çekiliyorum ben de bir müddet sonra...
En son artık çok sevdiğim akrabamdan aldığım nasihat "aman Fundacım bir zamanlar yazıyordun, yok mutsuzum, yok şöyleyim diye" yazma canım benim, bak herkes konuşuyor...
Yok yazmam...
Yazmıyorum...
O zaman okumasınlar da demiyorum, okunmak da güzel ama dert dökmek daha güzel...
Zaman zaman söylerim, burayı isminin sahibi kızım Rengin için açtım sonra bana bir prozac oldu, bir lustral oldu, bir selectra oldu, bir risperdal oldu...
Ne çok ilaç ismi biliyorum değil mi..!
Sonra işte böyle bir şehirden öbür şehire, yeni aldığımız arabaya eve hoşgeldin aramıza tarzı şeyler yazıp da, alakasız birinden, hayırdır Funda bebek mi geliyor şeklinde karşıma çıkınca da öyle üstten üstten, kenardan ucundan sadece alelade konular üzerine yazılar kalıyor bana da yazmak için...
Durumdan sıkıntılı mıyım evet çok hem de...
Bu arada konuyla tamamen alakasız, kulağımda Mehmet Erdem; "dünya dönüyor sen ne dersen de" diyor..
Şiddetle tavsiye ederim albümünü, dinleyin dinleyin dinleyin...
Sevgiler efendim ardından saygıyla...



14 Ocak 2013 Pazartesi



Hiç bir kategoriye girmeyen, konu bağlamında ne idüğü belirsiz meydanımda, çok sevdiğim, herkesin de çok sevdiği kolay mı kolay öyle dakikalarca yoğurmaya gerek olmayan bir içli köfte tarifi vereceğim sizlere...
Hemen haber spikeri havasına da girdim, yazılarım bir ağırlaştı, kelime kelime ayırmaya, kafam bir sağa bir sola dönmeye başladı, prompter'dan okumaya başladım sonum hayırlı olsun...
Efendim şimdi malzeme olaraktan ordan burdan alı,p kendime uyarlayıp da budur dediğim bir tariftir kendisi...
Ağırlıklı olarak Antakya yöresi içli köfte tarifi dedi halam ki kendisinin ünü yayılmış gitmiştir akraba talukat arasında...

* 1 kg ince bulgur
* Un veya irmik
* Bir soğan rendesi
* Kimyon
* Tuz
* Acı biber salçası

Öncelikle 2,5 su bardağı ince bulgurla başladım yapmaya...
15 adet köfte çıktı...
Kapaklı bir tencereye bulgurun üzerini bir parmak aşacak kadar sıcak su koyun, on-on beş dakika içine tuz da ilave ederek demlenmeye bırakın...
Sonra bulgurun üzerine bir soğan rendeleyin, salçasını baharatını ilave edin...
Kabın yanına bir tas su alın ki arada kıvamını tutturmak için kararken işinize yarayacak...
Bir tas da un bulundurun onu da kıvam tutturmak için serpeceksiniz arada yoğururken...
Bu kıvam tutturmak tamamen elinizin hissine kalmış...
Bulguru önceden ıslatmanın tek olayı yoğurma süresini en aza indirmek...
Sonrasında cevizden daha büyük parça alıp başparmağınızı içine batırıp diğer elinizi etrafında döndüre döndüre gelebilecek en ince kalınlığa getirdikten sonra kavurduğunuz kıyma-soğan tuz- karabiber- ceviz karışımında elinizi korkak alıştırmadan koyun...
Şekillerini resimdeki gibi yapıyoruz biz...
Sonrasında iki türlü pişirme biçiminden birini şeçip hazırlayın...
Ya yumurtaya yumurtaya bulayıp kızartın ya da suda haşlayıp üzerine tereyağı yakın...
Afiyet şekerler olsun...




11 Ocak 2013 Cuma

Rengin kuzusunun astım lakaplı sevimsiz bir rahatsızlığı var artık...
Kullanmak zorunda olduğumuz nefesi içine hızla çekmek suretiyle tatbik edilen bir ilacımız ve mümkün olduğunca hasta olunmaması gereken bir dönem var önümüzde...
Sonrasında alerji bölümü bize astımımızın çeşidini ve izlememiz gereken yolları izah edecek umuyoruz...
Hacettepe çocuk hastanesinde teşhisimiz kondu...
İlk defa gittiğim, kalabalığından hep korktuğum ama doktorlarından çok memnun kaldığım, gözümün gördüğü çocuk hastalıklarına bakıp şükür Yarabbim astıma da hamdolsun diyerek etrafta dolandığım, insan yığınının içinde işlerimizi yine de hızla kolaylıkla hallettik...
Park yersiz kalmadığım gibi hastanelerde de rast gider işim hep öyle düşünür inanır ve gerçeğini de yaşarım...
Şükür...
Güzel de bir tesellim var bu rahatsızlıkla ilgili bu yaşlarda çıkan bu rahatsızlık ilerki yaşlarda sönebilirmiş tamamen bitebilirmiş...
Hacettepe İhsan Doğramacı Hastanesi kalabalığa alışmış insanlarıyla, doktorlarının ve hemşirelerinin ilgisiyle  tipik yurdum hastanesi...
Tuvaletlerini alafranga seçmesi sebebiyle kullanamadığımız, hijyen kurallarına uyulması düşünülen böylesi bir yerde bu tarz tuvaletin niçin kullanıldığı konusuna takıldım...
Milletçe tuvaleti temiz kullanma bizden sonrasına temiz bırakma gibi bir özürümüz var, kendimizi geliştiremediğimiz, geliştirme konusundaysa hiç bir gelişme gösteremediğimiz mevzudur bu temizlik tuvalet kullanımı durumları...
Keşke duvarlarında dizi dizi asılan ISO belgeleri olan bu kurumun tuvaletleri hijyen bakımından kullanım kolaylığı temizlik kolaylığı bakımından ala olan alaturka tipinde olsaymış...