28 Şubat 2009 Cumartesi

A Star Is Born...


Kör sabahın 05:30 unda hortladım...


Genelde olmaz, hafta içi 06:50 saat çalar, bir iki ertelemeden sonra kalkarım...

Hafta sonu da artık Rengin ne kadar müsade ederse 07:30 en geç 08:00...


Bu sabahki erken hale çok memnunum, geçende bir kalkmıştım Adile Naşit' in konuk olduğu Uğur Dündar' a, o vardı Yasemin' in Penrecesi formatında bir programdı, nasıl keyifliydi durun şurdan okuyabilirsiniz onu...
Bu sabah da ne filmine denk geldim dersiniz "Bir Yıldız Doğuyor"

Barbra Streisand - Kris Kristofferson oynuyorlar...

John Norman Howard, Esther Hoffman' ı yıldız yapıyor, sonrasında ölümle sonuçlanan son...
Ben bu filmi ilk izlediğimde yoktu gözyaşı filan, bunda sonunda aktör Esther' i son kez seyrediyor da, alıyor eline bir kutu bira, bir hız hız arabada sonunda aşırı hız, e ölüm tabi...
Sonra Esther konserinde kocasına bir şarkı söylüyor ki alt yazı da geçiyor ne diyor şarkıda diye, hüzünlendim ben yine ...
Çok özlemişim meğerse, demek ki arada böyle eski klasikleri seyretmek lazım...

Hamiş: Sahi Barbra Streisand nerelerde en az 60 yaşına gelmiştir değil mi?

26 Şubat 2009 Perşembe

Ah Be Hayat! (Fotoğrafın Dili)

Ah be Hayat!
Hep mi ileri gidilir...
Azıcık da geri gitsen...
Bugün olmayanlarla daha çok sarılsaydım ya,
İki çift laf daha etseydim ya...
Hem baksana şu yüzüme, böyle miydim ben?
Hele hele bak saçlarıma?
Aynalarla küstürdün beni Hayat!
Baksana saatin tık tıklarını bile işitemez oldum doğru dürüst...
Zembereği atmış misali, çalışan doğru dürüst bir yerim de kalmadı...
Daha belki yaşayamadığım,
Dönüp de tekrar yaşamak istediğim aşklarım vardı benim...
Ama unutma hayat, anılarım hala öyle canlı ki...
İşte ben artık hep onları anarken...
Git bakalım git, ilerle...
Ama...
Ne vardı biraz da geri gitsen...
Gözünü sevdiğim HAYAT...

Van, Tu, Tri, Foro...

Oh etmiş...
Benim üzerimden de yükü kalktı...
Hani severiz şarkıcıları, önce sesini, sonra duruşunu. Baktık duruşunda hata var, değerlerimize uymuyor, sesi dünyalar güzeli olsa, bülbül yanında karga kalsa, yine de önemi olmaz bizim için. Kendi adıma konuşayım aslında... Sesini seviyordum, zamanında çok efkarlandığımız, o aşk acılarının merhemi olan şarkılarında ah vah ediyorduk... Fakat insanın bir duruşu olur, kalitesi olur,ağırlığı olur, ne bileyim bakınca bir daha bakılmalı, ağzını açınca hep konuşsun istenilmeli... Hani klişe söyleriz ya hep topluma örnek olsun, eskiden "banane" derdim herkes kendi hayatını yaşasın, fakat kazın ayağı öyle değilmiş. Baktım ki -ben hiç yapmadım da- gençler/çocuklar sevdikleri şarkıcıların peşinden sürükleniyorlar, konuşmalarıyla, fiziki görünümleriyle, ağızlarıyla...
Şimdi ne olacak? Bütün kendini bilmezler, bayanlara aleni küfürle hakaret edebilirler, Türkçeyi katledip istedikleri yerinden çekiştirebilirler, insani özelliklerin tam tersi davranabilirler, abuk subuk giyinebilirler özet olarak...
Oldu o zaman, almayayım ben...
Yalnız, bir insan da kendi başını bu kadar yer diyorum da başka da birşey demiyorum...

Ve sen Deniz Seki malesef ki şarkılarını/sesini hala çok seviyorum...

Fakat sen ki zamanın birindeki pop-star programında, Bayran' a hakaretler ediyordun "senin geçmişin pis topluma nasıl örnek olacaksın" deyip Bayran' ı aşağılıyordun!

Peki sen şimdi ne oldun? Kime nasıl örnek oldun?

Tamam kendi hayatı insanların, yine kabul ediyorum, yalnız şunu kabul edemiyorum, bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur ki dedikleri anyada, yaptıkları Konya' da...

Neyse Allahtan ki yurdum insanının hafızası balık misali... Üzerine vicdan denizimiz de fersah fersah... Ne demiş Sayın Tatlıses "Bu da geçer bu da geçeerrr..."

Gavur Yapmış Yine Yapacağını...


Sever mi Yavrular?

O zaman buradan buyrun...
Şifre gerekmiyor...
Bir de hani şu free bölümden indirecek ve epey bir dakika beklemeniz yazıyorsa ki yazar, o zaman modeminizi bir takıp çıkarın hemen sıfırlanıyor...
İyi seyirler :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Estağfurullah...

Dilimi korurum, korumanın ötesinde çok severim, özellikle dilbilgisi kurallarını, cep telefonu mesajlarında bile itinayla kullanırım...
Kullanmayanı uyarırım, güzel konuşmayanı da...
Bizim Bey bana boşuna "Toplum Polisi" demiyor, benim de hakkını vermem lazım...
Türk Dil Kurumu sözlüğüm ve yazım klavuzum sık kullanılanlarımda, sürekli açar bakarım...
"Türkçe Dil Bayrağımız" değil mi? O halde onu layıkıyle taşımak icap eder diyorum naçizane...
Ben de bir aldım mı elime sazı bırakamıyorum uzat Allah uzat...
Asıl anlatmak istediğim şu aslında, "Estağfurullah" kelimesinin kullanılması beni rahatsız ediyor, ben de doğru kaynaklara ulaşayım dedim, hoş çok da yok...
Türk Dil Kurumu sözlüğü diyor ki kelime için:
"Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü."
Bir de "Estağfurullah" Arapça bir ünlem.
Sözlük anlamıyla "Tanrı'dan mağfiret, bağışlama dilerim" demek.
Osmanlıca-Türkçe sözlük yazarı Ferit Devellioğlu'na göre ki kendisinin sözlüğü bende de var. "Estağfurullah" kelimesi :
"Rica ederim/hiçbir zaman/mahcup ediyorsunuz/hâşâ ("kesinlikle kabul etmem")/bir şey değil."
Meydan Larousse "değişik kullanımları olan söz" demiş mesela:
"Teşekkür" karşılığı rica ederim, bir şey değil anlamında/"değil, hayır" anlamında reddetme sözü olarak/alçakgönüllülük ifadesi...
Büyük Larousse da "Estağfurullah" kelimesi üç durumda kullanılır, diyor:
1. Övülen veya teşekkür edilen bir kimsenin söylediği incelik ve alçakgönüllülük sözü.
2. Kendine olumsuz bir nitelik yakıştıran bir kimseye "Hiç de değil!" anlamında söylenen nezaket veya alay sözü.
3. Karşısındakinin, kendisinden beklediği işi, kendisi için yük saymayan kimsece söylenen nezaket sözü.
Bir de böyle hani konuşursunuz da kibarlığınız gereği "estağfurullah" dersiniz ya, biri de pis pis güler sonra, o gülene açıklama yaparsınız "aynen demek değil bu"deme gereği hissedersiniz, işte o kısmına deli oluyorum. Aç bak kardeşim güldüğün kelimenin bir anlamına!
Bence tevazu sahibi insanların anahtar kelimesi bu...
Kıymetli bir kelime...

Fotoğraf, yine arkadaşım Onur' dan hatta demiş ki altına da (bu kelimenin de ayrı bir yazısı olabilir, o büyüklükte çünkü...) :

"Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?

24 Şubat 2009 Salı

Yok Daha Ötesi...

Etrafa değil sözüm,

Ya da ona buna,

Atıyorum ortaya,

Yazıyorum meydana...

Bu muyum? Buyum...

Değişir miyim?

Olumsuz olanlar?

Belllkiiii...

Yok ona da bir garantim...

Ne olur peki nedir bunun oluru?

Yoksa yok eyvallahım,

demeye de yok öyle boş meydan...

Çare yok, ya kabul ya kapı mı?

yoook o kadar uzun boylu da değil...

Beş bilinmeyenli denklem bu çöz de çık işin içinden...

O zaman...

Müzmin farzet, sürekli akan burun misali...

Ne diyeyim ki buyum işte yok ötesi, berisi...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Gülümsemeyle Yorulma Arası Hafta Sonu...

Başlığımın "Gülümseten Hafta" kısmını Dijle den arakladım pardon ilintiledim (kibarca) :) Seviyorum bu hatunun yazılarını, Kova oda, anlıyor yorumlarımı gülümsemeden de :) Gerçi takip ettiklerimi ve takip ettiklerimi takip edenleri de beğeniyorum seviyorum...
Farkettim haftaya sevgi kelebeği gibi başladım hadi bakalım gerçi onun da ömrü bir gün ya...
Cumartesi sabah, ANKAN annem Mügemin en şaheser kahvaltı sofrasındaydık, fotoğraf gönderecek koyacağım inşallah... Bir de bitmek bilmeyen doğum günü kutlamama ek olarak, Mügecim pasta üflettirdi bir de hediyemi takdim etti :)
Daha bir kutlama da cuma akşamı meşhur Pub akşamımızı, Tunalıdaki İTÜ Evi'nde yapacağız orada halledeceğiz :)
Sabah bu şekil kutlama kuş sütü eksik kahvaltı sofrasında noktalandırdıktan sonra, Ankara kendini karda kaybetmiş helak olmuş vaziyette, hala yağan karla boğuşurken, öğlen de gidilmesi gereken eski babaanne evinde Halacım gelmişti, Rengin' i çok özlemişti bahane kabul etmiyorum dediği içindir, Rengin' i sardım sarmaladım hooop Aydınlıkevlere... Allahtan bir otobüs de, küçük bir Ankara turu şeklinde sonlandırdık... Babaanne-dede evi doğduğum en çok huzur bulduğum ev, keyifle, buğulu gözlerle oturdum, baktım duvarlarına taşlarına, huşu içinde, kızım da mutlu mutlu vakit geçirdik...
Cumartesinin bu hengamesinden sonra, pazar günü de ona inat sakin, miskin, huzurlu geçerken hatta ne miskinlik, bir ara halının üzerine yayılmış kağıt falı bakıyordum bile, Bey tv de maç seyreylerken, Rengin Hanım da bilgisayarda sünger Bob uyla haşır neşir... Tabi bir atraksiyon lazım bu huzur tablosuna, Esin geldi sanal sevgilim...
Rainbow uyla verilmiş bir randevumuz vardı, halıları yıkayacaktık, haydaaa ben, bizim Bey, Esin, girdik halılara hatta Esin kaşındı, kanepe koltuk durmuyor ki hatun, akşamı ettik, neyse sonra kendimizi pizzayla tebrik ettik...
Sabah mı...?
Ölüyorum :))


20 Şubat 2009 Cuma

Konuşurken Gülümsenir mi?

Ben gülümsemiyorum konuşurken, o yüz ifadem yok malesef... Ama yüzünde ışıl ışıl bir gülümsemeyle konuşanı da izlerim hayran hayran... Bu hatun da böyle, gülümsüyor konuşurken de, dişler inci parıldıyor, hep bir pozitiflik... Çok eleştiri aldım, çok yanlış anlaşıldım... Mimik konuşmanın en büyük destekleyicisi, ben de duran bir yüz, hareket eden ağız... O zaman da cennetten müjde versen algılamıyor ki karşımdaki... Anca beni tanıyacak da "haaa bu dediği aslında şu, yanlış anlamışım" diyecek... Çoktur öyle ilk tanışıp da önce arkamdan sonra yüzüme ne ukala, soğuk nevale aaaa diyen... Yok aslında sıcağımdır, ilk tanıştığıma açarım kapıları, sererim minderi, şakrakımdır ama içimde, yüzümde eseri yok...

Ama diyorum ya gülümseyerek konuşana da ayrı bir saygıyla bakarım...

Bu arada gülümseyerek kızımı uyuttum:)), ikinci posta çamaşırı astım :)), yemek sabahtan halloldu :))... Yarın sabah kahvaltısına arkadaşa gidilecek ekmek yapacağım tahıllısından :))... Öğleden sonra halama gidilecek ona en harelisinden yeni denenecek kek yapacağım :))...

Pazar... Var ona da plan da uzatmayayım şimdi...

Herkese iyi hafta sonları diyerek gülümseyerek çekildim ben :)))

Kar' ı Tatil Sandım...

Sandım da kızımla evde oturup keyip yaptım...

Keyif dedim deee, kar dedim deee...

Şimdi karlarla kaplı Abant' ta olmak vardı misss :)

19 Şubat 2009 Perşembe

Gece 23:00

Resimde görmüş olduğunuz tepsidekilerin yapımı bittiğinde gece 23:00 olmuştu bile, ama ben bunlardan dört adedini çoktan mideme indirmiştim, saati dert etmeden, ağzımın yanmasına aldırmadan...
Çünkü neden, sorun bir neden diye...
Bunu yapmazsanız iki elim yakanızdadır demeyeceğim, ama yapın hakkaten cidden vallaha da billaha da...
Bu lezzetlilerin adı "Bayatlamayan Poğaça"
Bilenleriniz vardır ama bilmeyenleriniz için vereceğimdir tarifini, yazının altlarında bir yerde...
Mayalı poğaçalar takdir edersiniz ki yapıldığı an makbuldür, sonrasında tıkır tıkır olur, sahibini kepaze eder...
Fakat bunun adı üzerinde, tadı yerindedir (slogan gibi oldu) ...
İçine sodanın girmesiyle, bayatlamayan lakabını almış, içine sindirmiş, teşekkürleri yapana sevketmiştir her daim...
Bu kadar şaşadan, iltifattan sonra yapın, teşekkürleri, minnetleri bilahare alırım, bu kadar da iddialıyım...
Hele ki çoluk çocuk, misafir, pervane etrafta olunca, insan da şöyle başı dik, birşeyler sunmak istiyor...
İşte başınızı dik tutacak ikram burada, geeeel geeeeeeel vatandaş poğaçaya gel....
Methiyeler yazdım, sanki para kazanacağım, ne bileyim huyum işte, illa sevdim beğendim ve bir alay insanın da baştacı olmuş tarifi siz de yapın yiyin istiyorum...
Bu arada, hani bunun üzerinde susamı, çörek otu diyene verilecek cevabım hazırda var, sevmiyorum ben poğaçanın üzerinde her nevi katkıyı...
("poğaça" (ben pohaça biliyordum da) nın yazımı özellikle Türk Dil Kurumu yazım klavuzundan bakılıp yazılmıştır)
Malzemeler
1 küp yaş maya
1 su bardağı ılık süt
2 yemek kaşığı toz şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 şişe soda
Tuz
Alabildiği kadar un (yumuşak bir hamur olacak)
üzeri için yumurta sarısı

İçine :
Hangi karışımı istiyorsanız
( peynir+maydanoz / kıyma / patates)

Yukaridaki malzemeleri (yumurta sarisi hariç) karıştırın 40-45 dakika mayalanmaya bırakın...
İç malzemesini koyup istediğiniz şekli verip tepsiye dizin...
15-20 dakika da tepside dinlendirin. ..
Üzerine yumurta sarısı sürüp dilerseniz susam-çörekotu da olabilir...
170 derecelik fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin...

Sizde Kaç Çeşit Var?

Ben de bir sürü...
İtinayla barınıyorlar, neler mi var...

Önce şeker, saf, salak bir çocuk var en dipte büyüdükçe dibe yerleşen...

Sonra meraklı olan var...

Asabi olan var, en saldırganından ama atıl duruyor o da...

Anne var, en şefkatlisinden, en çabucak ağlayanından...
Dimdik ayakta olan var en delikanlısından...
Ev hanımı var pastayı, böreği, yemeği yapan, çok temizlikten anlamayan dahası yapmayı sevmeyen...
Dik kafalı var bir tane, kuyruğu dik inmiyor hiç, burnu yere düşse almıyor, bir tekme de o atıyor...
Aileye tapan var, sırtında taşıyan, bir saniye yoruldum demeden...
Aşık var her dakika aşkla yoğrulmuş duran o da atılda...
Melankolik var, içli, şarkılarla efkarlanan, şöyle etrafı dağıtıp an-ı/anları unutmak isteyen...
Ama biri de var ki eli maşalı, silahlı, artık ne derseniz kıran, döken, karşısındakinin ve karşısına çıkanı ezmek isteyen böyle canım diyeni canın çıksın anlayan, gözü perdeli...
Varoğlu var işte başka bilmediklerim de var, duruma göre bakıyorum işte yelpaze geniş...
Bugün nasıl bir gün mü elimde silah bekliyorum bi sinir harbi, derimle döğüşür vaziyette...
Aldandım ya da kanmak mı bu bilmem yok sanmam...?
Aldanmadım da kanmadım da bakıyorum sakin sakiiiin saf salak...
Lakin sanki algıda seçiciliktir ya hayatın yelpazesinde olur, yerini alır, sabah da konuyla ilgili denk düştü başka bir hadise...
Ohhh dedim tam oldu suyundan da....

18 Şubat 2009 Çarşamba

16 16 78...

Karşınızdaki telefon doğduğumda da vardı bugün de var...
(Fotoğraftaki kuru çiçek de halama doğum günü hediyemdi...)
Rahmetli dedem PTT de çalışırdı hatta çalışana fatura %50 indirimli geliyordu...
Önce Dedem gitti 24 Ekim 2004 te...
Ondan 4 yıl sonra 28 Ekim 2008 de Babaannem gitti şu dönüşü olmayan seyahate...
Dün de Halam geldi Ankara'daki bu benim doğduğum eve, ona gittim ayaklarım geri geri gitse de, hani Çeşme'ye defnetmeye gitmiştim ama Ankara'daki durum kasıyordu beni nasıl gireceğim eve endişesiyle...
Gittim durdum önünde bir müddet, yutkundum çaldım kapıyı sonra halamla sarıldık, sarılı kaldık epey bir müddet karıştı yaşlarımız birbirine...
Baktım eve, her an bir odadan babaannem çıkacakmış gibi...
Aslında tamam üzülüyor insan gidene, kaçınılmaz ama ben bu "devir kapatan" durumları sindiremiyorum zorlanıyorum...
Hani bir devir kapandı bir üst kuşak gitti...
Bir alt kuşak biz olduk...
O sebepten çok yaşamayı istemem sürekli sırasını savan taraf olmayayım kimsenin acısını görmeye(lim)yim, zor hakkaten...
Büyükler boşa demiyorlar Allah sıralı ölümler nasip etsin diye...
O halde o duaya da AMİN...

Süper Bir Zihni Sinir Projesi...


Buyrun...

Kim istemez böyle bir teşkilatı evinde :)

17 Şubat 2009 Salı

Herkese...

Çoook teşekkür ederim destek mesajlarınız için...

Kızımın işitme testi bugün yapıldı, her iki kulakta da sıvı birikmesi ve 30 desibel altı duymadığı ortaya çıktı, adına birşey dedi de doktor valla aklımda kalmadı...

Antibiyotik tedavisine başladık bu akşamdan itibaren, bitince artı 2-3 gün sonra bir işitme testi daha, sıvı kuruduysa ne ala, kurumadıysa kulağa tüp takılacak...

Yalnız yine de yine de ve yine de şükür diyorum beterinden saklasın Allah, çünkü doktor ki Ufuk Hastanesinden Doç.Dr. Sinan Bey asla bir araz kalmayacağını söyledi, o tüp dediği şey de 2mm lik bir şeymiş ve 6-12 ayda kulak damarları kanalları yaşla birlikte açılınca kendiliğinden vücut atarmış ve hiç bir şekilde hastalıktan bir eser kalmazmış...

Umuyorum dualar ediyorum önce bütün hastalara sonra kızıma acil şifalar olsun...

Buna da...

2,5 yaşına kadar annem baktı Rengin' e... Binlerce kere razı olsun, hala da tam destek, en ufak birşeyde hemen "annecim" diye sesleniyorum, misal bugün de orada, o yüzden dibinden ayrılamıyorum...
O yaşa kadar hiç antibiyotik kullanmadı, ne zaman kreşe başladı ayda bir antibiyotiğe başladık, artık hele şu son zamanlarda burun akıntısı öksürüğü hiç durmadı... O kadar zencefil-bal karışımı, pekmezler bir sürü doğal tedbir, gayet güzel beslenme, işe yarayamıyor, belki yarıyor beterinden saklıyor...
Dün KBB uzmanına gittik, sağ kulağında su var dedi, öksürüğü reflüden olabilir dedi...
Bugün işitme testine gideceğiz öğlen, o sıvının kalması durumu işitme kaybına yol açabilirmiş...
Haydi kurtulalım artık lütfen bu dertten ama buna da "Hamdolsun"...

Açım...

Evden yapmadan çıktım, işe gelirken almayı unuttum...
Açlıktan kazınıyor midem :(
Bir de üzerine "Van Kahvaltısı" olsun tam olsun, bu sofranın başında olayım isteyen yanaşsın...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Bu Ne Mıç Mıç...

Şmdi yeni kayıda tıkladım diyecektim ki bugün yazasım yok okuyucuyum diyecektim, bir arkadaşım aradı üniversiteden, Samsun' dan gelmiş işi varmış Ankara' da... İş yerim de Kızılay meydanına bakıyor, cama çıktım ki konuşuyoruz, bir yandan da ona bakınıyorum ki camdan el sallayacağım...
Ne gördüm...
Bir çift, yaklaşık aynı boydalar çocuk kızı sarmalamış dudaklarına yapıştı önce, tamam bırak artık, bıraktı sonra yanağına yapıştı, mübalağa etmiyorum en az 30-40 metre öyle yürüdüler yalpalayarak artık...
Neredeyse bağıracaktım ay yeter bana fenalık geldi diye...
Lütfen ya lütfen gerçekten herşeyin bir kalitesi var, en kötü hareketin bile kaldı ki bu bir öpücük, ne kötü hareketi ama diyorum, ya en kötünün bile kendince bir kalitesi var olmalı en azından...
Herşeyin bir şanı olmasından yanayım, bir de sokaklardaki bu tip hareketleri de asla tasvip etmiyorum, ne öyle sıkı sarılmalar, öpüşecek-sarılacak yer yok bulduğum yerde affetmem davranışları...
Görüntüsü de kötü cidden yapmayın sayın gençler, tamam birbirinize karşı sıcak duygular besliyorsunuz, kanınız deli akıyor biliyorum ama her işin adabı yeri yurdu var...
Ayrıca birbirinize yanınızdakini alıp kaçıracaklarmış gibi sarınmayın ahtapot gibi, hanginizin eli kolu anlaşılır olsun rahat bırakın ayyyy...
Herşeyin kalitesi var, en kalitesizin bile düşürmeyin...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Güzel kızım...

Canım kızım bil ki, aslında ben bu bloğu hazırlarken güya seni yazacaktım, her dakikanı, ne yaptın, gelişimin, sen, hep sen olacaktın...
Şimdi arada oluyorsun güzel kızım ama burası bir anda annenin "meydanı" oldu, bir nevi kendine "lustral" oldu...
Bir de şu açıdan bak güzel yavrum annen iyi olsun ki, sonrasında iyi anne olsun, sağlıklı anne olsun dolayısıyla da sen daha bir sağlıklı ol...
Annen içini dışını meydana atıyor ya iyi oluyor, gerçi çok afişe ismi cismi, başka yazamıyor yoksa yazılacak şey çok meydanda...
Bak güzel kızım bugün sevgililer günü... Böyle mıç mıç kutlamalardan hiç haz etmeyen annen, romantizmi de nedense komik bulur geçer dalgasını onunla... Şimdiye kadar da mantığından uzaklaşmadı, gerçi seni doğurduktan sonra biraz duygusallaştı ama yine de kan kussa kızılcık şerbeti içtim der de yine de kuyruğu indirmez, burnu yere düşse almaz, bir tekme de o atar...
Gerçi annen, bu sevgililer günü kutlamalarını esnafı sevindirme günü olarak görse de, baban birşey yapmışsa bir paketle gelmişse mesela nedense al geri götür demez alır kuzu kuzu... Bu kadınların işlerinden sual olunmaz canım kızım... İlerde sen de öyle olacaksın biz ne kadar "bu hayatta net'iz erkekler bizi anlamıyorlar" diye çırpınıp dövünsek de, valla bir zaman olup da bir karmaşa oluyor ki kızım, annen değil alem-i cihan gelse işin içinden çıkamıyor... Güzel yavrum annen de her daim dua ediyor ki "kızımın karşısına onu kraliçeler gibi taşıyacak bir insan evladı çıkar" diye...
Neyse ne diyordum ha işte sevgililer günü esnaf günü, ee anneler günü o da öyle ama annen onda eğer babanın en ufak bir ihmalini görürse affetmez annem... Anne oldu ya ondan gerçi anneanneni de hiç ihmal etmem ya... Babalar gününü de öyle, yapana yaparım yapmasa da utandırmak amaçlı yaparım...
Öyle de düşünür annen, bu hayatta 3 hamle sonrasını, eeee kadınız güzel kuzum sen de olacaksın inşallah...
Evet annecim bugün tüketim günü kırmızı kalp ve diğer aşk ve aşkı hatırlatan materyaller ortalığı almış götürmüş vaziyette...
Elinde beş katı fiyatına alınmış bir adet gül almış birbirlerini biraz gevşetseler ellerinden kaçacakmış gibi sarmaş dolaş dolanan aşıklarla dolu bugün, benim dışarda olmadığım cumartesi olduğu için bu görüntü kirliliğinden bu yıl yırttık güzel kızım :)
Büyük konuşmuyor o çiftlerden biri de ilerde sen olabilirsin şeklinde korumacı ve endişe dolu gözlerle yuvalarından fırlamadan gözlerim...
Seni çok seven annen...
{Fotoğraf fotokritik, Tahir Uzun'un "Sevgililerin Dansı" çalışması}

13 Şubat 2009 Cuma

Bil Yeter...

Biliyor musun ki sen benim arkamdaki dayanaksın...

Ben sağlamım sanırken senin sağlamlığından aldığım güçmüç benim de sağlamlığım...

Evimin/hayatımızın tam ortasında koca bir direk düşün , en ayakları yere basıp sağlam olanından, hani bir sürü kurdela olur da tepesinde biz de Rengin' le ellerimize birer kurdela almışız o en pembesinden tabi ki ben de aynı renkten dolaşıyoruz etrafında neşeyle sarıyoruz seni...

Sen hep bizim direğimiz kal boş ver mantığı filan da hiç bir yere gitme bükülmesin belin/sen kal sapasağlam...

Sen sağlam olmazsan sanır mısın ki bizim sağlamlığımızın sağlaması zayıf olur içi kof olur...

Sen dur ki arkamda önümde sağımda solumda İçimiz dışımız hep sapasağlam kalsın...

S.S.