10 Kasım 2010 Çarşamba

2009' un Eylül başı sabahı...
- Canım kızım ben hastaneye gidiyorum...
- Hayırdır babacığım?
- Hani benim bir müşretim vardı ya internet bağladığım, o doktormuş KBB' de, gel bir de ben bakayım dedi...
- Gel bana uğra beni de al veya orada buluşalım yalnız gitme...
- Yok hemen halledip dükkana dönmem lazım...
- Peki babacığım ben seni ararım...




Ne kadar geçti aradan bilmiyorum...






- Ne çıktı babacığım haydi hayırlı haber ver...
- Kanser dediler kızım...
- ................................... nasıl dur nasıl karar verdiler hemen baştan anlat babam ya...
- Kübra baktı boğazıma, apar topar bölüm başkanına çıkarttı beni, o da baktı boğazıma bir sürü üşüştüler başıma hemen biyopsi aldılar ama iyi demediler...
- Dur babacığım ya yüreğime indireceksin daha sonuç belli değil ki bakma sen onların öyle dediğine...
- Dediler işte kızım neyse ben dükkana gidiyorum, annene söyleme sen biliyorsun sadece...
- Canım babam kalbini karartma dur bakalım ayın 18' ine var daha ferah düşünelim dua edelim olur mu babacığım...
- Olur kızım...






Hep Yaprak Dökümü' ndeki Leyla' nın babasının boynuna atılıp "Babacığıııım" demesinden işte...

Şimdi kalksan gelsen...
Hangi birimizin yüzü tutacak yüzüne bakmaya..!
Bir de çok güzel bir yazı var burada...

9 Kasım 2010 Salı

Lunaparkın edevatları korkutucu gelir bana, zevk alamam...
Bir keresinde gondola binmiştim hangi akla hizmet bilinmez en ortasında otururken bile tarifsiz duygularla inmiştim...
Yine bir keresinde balerine -yine aklıma ziyan- binip nasıl bir bağırmaysa bağırışlarımla çalıştırana ulaşıp durdurtmuştum..
Bir sevimli dönmedolap, bir parça içim ısınmış dururum kendisine karşı, sanki en üste çıkıp indiğimde herşey geçip gidecek gibi...

8 Kasım 2010 Pazartesi


Bir ANA var(dı), altı evladının altısının da ellerini bırakıp, ayaklarını öptüğü...
Bir ANA var, altı evladının da birbirlerine postalama derdinde olduğu...

6 Kasım 2010 Cumartesi

Haydi Rengiiiin.......


Sabahın hangi saati kalkılırsa kalkılsın "Günaydın Renginim" in ardından söylenen bu iki kelimeyi ben söylemekten, o işitmekten bıkmadı...
Bu da hanımefendinin işkencesi bana, kesin bilerek yapıyor...
Belki o da haklı, hafta sonu da dahil sürekli bir yerlere yetişme çabası ve onun olabildiğince oyalanması...
Haydi Rengin çabuk ol kızım bak kahvaltı edeceksin daha...
Haydi Rengin yüzünü yıkadın mı dişler haydiiiii...
Bir daha haydi Rengin dedirtme annem haydiiii...
Dişleri kontrol edeceğim hoh yap hani diş macunu kokusu yok...
Olmaz tabi diş macununu fırça görmüş mü ki ben kokusunu alayım...
Şimdi bir yirmi belledim gidiyoruz...
Haydi Rengin alıyoruz fırçaları nohut büyüklüğünde macunumuzu sürdük mü...
Yirmi sağ alt, yirmi sol alt, yirmi sağ üst, yirmi sol üst, yirmi ağzınızda iiiii dediğimiz önler ve on kere de dil...
Oh mis gibi macun koktuk...
En ürkütücüsü de benim hem fırçalayıp hem de rakamları saymam biğğ ıkıııı üggg ....
Daha ne kadar tiksinç olabilirim ki..?
Hafta sonu mu haydi Rengiiiin geç kalıyoruz annem bak yetişemeyeceğiiiiizzzzz...
Cidden yazık hepimize vaaaah...


Hafta sonu "haydi" hengamemiz...

4 Kasım 2010 Perşembe

Bir Kaç Kuple...

İçinde do ların re lerin fa ların la ların cirit attığı, bemollerle diyezlerle bezeli, bir şenlikli, bir somurtmalı öyle birbirinin değişiği ama birbirinin benzeri, kah iyisi, kah dramı hep beraber koca kazan kaynayadura...
Beri tarafta, kazanın içinde Rengin Hanım' ın, bir şaşırtan bir sevindiren okul durumları da eklenince haydin düğün alayına diyor içteki seslerden bir kuple...
Diğer beri tarafta bilimum sınavlardan geçme hadiselerinden birisi bitmeden haydi bir diğeri daha deyip sınav sezonu muydu ki neler oluyora fırsat kalmadan ortalamayı yükseltme derdine düşüp günleri savuşturmanın gayesiyle...
O günlerin nasıl geçtiğini anlamadan dinlemeden...
Bakınınca etraftaki sessizliğe kuzularınki gibi...
Aslında nasıl da sakin ortalık dendiği dakika, bir de duyula ki; çığlıklar, can çekişmeleri, koşuşturmaların yaşanmasına şaşmadan geçecek geçecek geçtiiii gittiiii bitttiiiii denecek denmeye az kaldı...
Yalnız bir diğer beri taraf "Ala şükür" diyor hala boynunu uzatarak...

2 Kasım 2010 Salı

Yaş ilerleyince "eskiden" kelimesini daha bir sever oldum hele de benim gibi psikopatlık derecesinde eskisinden kopamayan biri için...
Otobüslerdeki eskii durum aklıma geldi bugünkü bindiğim halk otobüsünden sonra...
Cins durumlarım vardır benim her duruma uygun...
Okumaya Bolu' ya gidip kendisine komşu Ankara' ya gelme durumlarımda hep aynı koltuk numarasında oturmak ister, sonrasında elime bir Leman dergisi alır, onu da şehri terketmeden okumazdım...
İlla çıkışa kadar etrafı seyreyler sonra dergi virgülüne kadar 1 saat 15 dakika kadar sürer sonra sağda Yeniçağa su birikintisini görmenin akabinde yirmi dakikada terminalinde olurdum...
Ha bir de sigara durumu vardı herkes fosur fosur ben de ama ne facia içmeyene düşününce şimdi kahroluyorum lan ne alçakmışım diyorum kendi kendime ya yanımdaki arkamdaki astımsa...
Düşünmesi bile korkunç...
Sonra tek tük otobüslerde televizyon hadisesi yaygınlaştı bir filmle Bolu' ya gelinir oldu...
Hele de izlenilmeyen bir filmse ala, yoksa yolu taslamaya devam...
Sonrasında ucu bucağı kaçtı, televizyon ekranlarına bakacağız diye çeneyi tavan mesafesinde tutalım derken şimdilerde koltuk başlarındaki ekranlardan oyun bile oynanır oldu bırakılsın çeşit çeşit tv kanalları...
İnternet işine hiç girmiyorum bile...
Şehir içinde de önce Ankaray' da ardından da Metro' da reklam içerikli gösterimleri görür olduk çok nadir kullansam da...
Fakat bugün halk otobüsündeki tv hem de ekranda BBC belgeseli yazınca amanın dedim baktım baktım anlamadım nasıl geldiğimi...
Ulaşım teknolojisinde ulaşılan son nokta ne olur acep diye kendime sordum..?
Bu arada ben eksik akıllısı, fotoğraf makinasında babamın son durumlarını çekmek gibi bir akıl dışılıkla meşgul olduğumdan elime makinayı almaktan imtina eder oldum şipşakçılığımı da söndürdüm iyi mi?

28 Ekim 2010 Perşembe

Hayat bu ara; belki de her zaman öyleydi de benim gözümün perdesi aralandı hatta indi aşağı...
Böyle bir şaşırma, bir sonu illa ünlemle biten yığınla hadiseler silsilesi şeklinde vuku buluyormuş esasen düzen...
Öncesinde ne oldu sanıyorsam...
Bir de efeleniyordum bu hayatta beni hiç birşey şaşırtamaz diye...
Yok öyle birşey yine de şaşırıyorum hatta gözlerim pörtlüyor hikaye uyduruyormuşum tamamen...
Enteresan durumlar ufak ayrıntılar...
Anlamlandıramadığım mantık dışı abuk soruların sonundaki irtibat kopukluğu ki tamamen kendi tercihimdendir...
Sonra bir de burası benim meydan...
Ben bunun idrakindeyim de kimse varamadı...
Hoş kimse şimdiye kadar karşıma çıkıp da lan benim hakkımda atmış tutmuşsun da demedi şimdiye kadar...
Hep etraftan geldi söyledi başkaları...
Ben ki bu meydanda yazmışım yazmışım da sonunu duruşmalarda halletmişim, demişim o derece, yazmışım da iki kıytırık durum yüzünden başıma bile bile iş almışım...
Durmuyor demek elim dilim yazıyorum neyse akıllandım açıkça isim değil de ortaya karışık atıyorum ne de olsa aklı kıtın biri çıkıp da "bana yazdın Allahım bu benim işte" diyecek, yok böyle birşey tabi belki hayali birine yazıyorum öyle değil mi yalandan yazıyorum...
Aslında yazılarımın sonuna şu ibareyi eklemem lazım, yazımın kişi ve kuruluşlarla uzaktan yakından alakası yoktur kimse sırtına geçirmesin hadi bakalım diye...
Bu arada arkadaş ne zamandır behsedeceğim bugüneymiş kısmet; benim adım "Funda zaman" değil rica edeceğim...
Onu duruşmada hakim söylemişti onu da düzeltmek olmazdı diye susmuştum...
O sebepten beni google satırına funda zaman diyerek girmeyiniz zaten funda rengin deyince aymanaçık meydandayım...
Bir de artık bir numara yok aksiyon filan olmaz....
...değil de dur bakalım var bir iki plan kafada bir Ankara havasında Can Babamla karşılıklı oynadığımız gibi bir hadisem var hayalini kurduğum şöyle arabadan inip omuzları attıra attıra işlek meydanda du bakali...
Behzat Ç. gibi...
Gelecek o günler de...
Bu arada iyilikten bünyeye maraz doğup da hastalık haberine sevindiren ruh haline dönüştüğümden ötürüdür ki yapana değil yaptırana bakınız deyip sıyırıyorum...
Eeee ey halk bu işler sırayla buna da mazlumun ahı hafif hafif anasını ağlata ağlata çıkıyor diyor haydi açılmışken devamını bekliyoruz diyoruz hadi bakalım korkak alıştırmayalım elleri koyverelim...
Bir diğer sahnede saliseler arası değişen ruh halimin her defasında ayarını yapmak için insan üzeri çaba gösteren dostun var olduğuna da bir oh deyip nasılsa düzeltenim var deyip koyveriyorum iyi geliyor.
Bir de biliyorum çok filmvari olacak belki; koca bir atom bombası avuçlarımda sanki karşıma çıkan Şer' e nasılsa bomba artık, avucumun içinden diğer elimin orta parmağıyla pıt yapıp savuracak hadi len diyecek...
İti öldürmektense korkutmak hayırlısı deyip...
"Ala" hamdolsun...

27 Ekim 2010 Çarşamba

Sıra Rengin' de...

Bu şarkıyla büyüdüm...
Babaannem saçımı okşardı bunu söylerken...
Şimdi ben kızımın saçını okşarken bunu söylüyorum...

26 Ekim 2010 Salı

...şiirim geldi bırakın beni...

Gramofondan dinleyeceksin yanan odun çıtırtısıyla fonunda musikisiyle...
Öyle bir yerde oturacaksın ki İstanbul' un en güzel yerinde...
Boğaz görünecek pencerenden, vakit geceyarısı, ışıl ışıl köprüsüyle arabaların evlerin ışıltıları yanındaymış gibi...
Müjdat Gezen' in, Perran Kutman' ın, Rutkay Aziz' in, Savaş Dinçel' in, Mustafa / Mehmet Ali Alabora' nın, Yaman Tüzcet' in, Ali Poyrazoğlu' nun, Sunay Akın' ın davudi sesleriyle ayın şavkını kısık gözlerle izleyip, bırakacaksın kendini denizin minik minik kıpırdanmalarına...

21 Ekim 2010 Perşembe

Her birinci sınıfa giden yavrusu olan anne gibi belki de daha tırlatmış bir biçimde ağzımda sürekli bir "e", "a","l", "t" sesi dolaşıyorum...
Söyle şimdi annecim elaaaaaaaaaaa bak bitişe dikkat ne sesi çıkıyor ağzımdan eee, yok annecim ee derken yayılıyor ağzım bak bunda aaaaa diyorum o halde neymiş ela oh şükür aferin annecim...
Anne seninle pek ders çalışmasak?
Neden annecim?
Ben senden çok korkuyorum da..?
Hıııı başka şansın yok annem haydi devam bu ne sesi ....?

19 Ekim 2010 Salı

Bolu'ya ilk gittiğimde yatağa başımı koyup kendi kendime duvara bakıp çatlaklarından resimler hayal ettiğimde fonda Sertab' ın bir parçası çalıyordu içinde "annemin sesiyle güne uyansam"...
Sonra o duvardaki çatlaklar birden annem oldu, bizim ev, masayı hazırlıyordu annem, kardeşim, sonra babam gelmiş...
Benim odamın kapısı açıkmış bakmışlar bi...
Annem hüzünlenmiş belli etmeden -hiç vurmaz açığa duygularını- bakmış boş odama şöyle hafif gururlanarak geçirmiş aklından bizim deli kız okumaya gitti o ne yedi acaba diye...
Kardeşim oh yerim ferahladı dedi belki de tek çocuk kaldım evde hükümdarlığı ilan ettim...
Sonra babam gelmiş salona o bakmış odama içinden ağlamış belki de evlendiğim gün ağladığı gibi saklı saklı...
Şimdi yazarken benim ağladığım gibi...
Sonra şarkı bitmiş, duvardaki çatlaklar eski haline dönmüş...........

15 Ekim 2010 Cuma

Epey uzun zamandır her sabah sabahlarımı şenlendiren bir adam var radyoda, İstanbul'dan yayın yapan Nihat Sırdar...
Özellikle İstanbul trafiğinin emniyet şeridinden giden hayvanlar için "ayı" tabiri kullanıp, rahmetli Barış Manço' nun aynı isimli parçasını çalmakta sık sık...
Ben de trafikte diğer ayı oğlu ayı hatta onun bunun çocuğu pisliklerden bahis eylemek isterim...
Ömrü hayatımda iki kere bindim ambulansa...
Her geçisine tanık olduğumda bol dualı gönderdiğim vasıtanın önüne kurulmak iyi bir halt değilmiş başta onu belirteyim arkada canın yatarken...
Birincisinde gece yarısı 03 suları olduğu için yol boş arabanın sirenini bile açmaya gerek duymadan bir fırtına şeklinde gittik...
İkincisinde ki bu en son olan geri dönüşü de olamadı...
Akşam üzeri denebilecek bir vakitte 16:30 suları Hoşdere caddesinden Gazi Hastanesine doğru yol almak isterken önde oturmuş ben, deli kalabalık...
Ve en boktanı da ambulansa yol vermek tenezzülünde bile bulunmayan şerefsiz sürücüler...
Gerçi bunlara şerefsiz desen kaç yazar şerefi olsa bak ağzıma neler doluyor da...
Ben olanca gayretimle dualar ediyorum yetişelim yetişelim diye öndeki ayıdan bozma şöforler yoldan çekilmiyor ben küfür ediyorum yarı belime kadar çıkmış camdan elimle kolumla yedi ceddini halletmişim...
Ambulans şoförünün elinde megafondan sesini duyurmaya çalışıyor sağa çek diye...
Hatta bir ara ver dedim şunu bana ben alayım elime bak bakalım değil sağa bir daha yola çıkabilecekler mi...
Yok abla dedi sen beni işimden mi edeceksin ben söylüyorum bak sen de pencereden hallediyorsun...
Yahu bildiğin yol vermiyorlar göz göre göre.!?

14 Ekim 2010 Perşembe

Yarar yaramaz her haltı sayma gibi akıl dışı bir huyum var sayma dışında da her nevi akla zarar şeyler var da bu sayma, hayır sanki saydım da aklımda mı tutuyorum benimki tamamen maymun iştahlılıktan say haydaaa salla gittin...
B12 de sıkıntı var benim, tatlandırıcı bu hale getiriyor sanırım...
Neyse saydım rahatladım her ne hikmetse halen aklımda...
Ulus'da Atatürk Bulvarına o durakların olduğu yere bakan devasa bir çarşı var, Ulus Şehir Çarşısı, hah işte oranın camları dört sıra her birinde 57 cam var çarptım da kafamdan derhal oldu mu sana 228 cam...
Vay anasını...
Bu nadide bilgiyi de verdikten sonra nice akla ziyan huylara yelken açmaya gideyim ben tez...

12 Ekim 2010 Salı

Havuzda daha iyi anlaşılır dibe batınca nefesi verip ciğerlerdeki havayı boşaltıp durursun öyle boğuk bir durum olur ses boğulur hatta vakti kaçırırsan sen de çıkarsın aradan...
Bu ara bizim evin halleri kısmı öyle sessizlik dingin nefes alsan duyulacak alınan nefesin biraz daha zorlasan nefesin vücutta dolanımını duyarsın desem yavaş duyulsun derim ardından da...
Sabah cenkimiz azaldı hatta bitti bile diyorum kendime dediğime de yazdığıma da şaşıyorum nazarlar değmesin...
Uzun boylu kahvaltı bile yapılabiliniyor artık...
Benim çığlıklarım bitti mesela, en güzeli hadi Rengiiiiinlerim, velhasıl sabah cenk'i sonlandı daim olsun...
Ödevden yana sıkıntımız ya da okula alışma konusunda sıkıntımız yoktu arkadaşlarına ettiği eziyeti saymazsak o da düzene girdi...
Diyorum ya suyun altındaki sessizlik evde velhasılı...
Sorumluluklarımdan ya da tahtımın kolu vazifemden kendi isteğimle istifamın neticesi bana buhran değil, bilakis ayrı bir ferahlık verdi üzerimde iyi durdu yakıştı bile...
Öte yandan hala ambulans görünce yanaklarımın ıslanmasını engelleyememem özellikle sabah saatleri gördüysem eğer o günün iptaline sebep olmakta nice sonra normale dönmekteyim...
Çok sık olmasa da yeteri sıklıkta can babamın rüyalarımı süslemesi ki şükür hep iyi gördüğümden bir parça ferahlık vermekte ruha...
Sille tokat aklı başına getiren duru suyu bulanıklaştıran meşhur kırkıncı gün tokatı hiç aklıdan çıkmazken bir yandan da verilen kararın haklılığı konusunda yandaş oluyor iyi de oluyor...

10 Ekim 2010 Pazar

Anlamak çözmenin yarısı ya, belki küçücük bir "karar" da tamamını çözmek için gerekli olan...
Günlerdir kafa yorulan, neydi neydi, nasıl yapmalıydı denilen durumun cevabı, "40." tokatın o bas ağırlıklı ekolu sesindeymiş meğer...
Sonrasında derin bir oh çektiren, lan bu muymuş bu kadar basit miymiş denesi, oh be ne yükü azalttı dedirten...
Sonrasında pişmanlık duyulmayacağı başından belli, hafif hafif, hatta uygun yağ ile kızartılmış gece yarısı yenilen kızartmadan sonra bile uça uça gideceği yere götüren...
Uç uç böceğim, annen sana terlik pabuç alacak...

8 Ekim 2010 Cuma

"Ne kadar gözünde büyütüp, yalandan olanı önemsersen, kasis bile Ağrı Dağı oluyor işte gözünde, oysaki tüm hayvanlığınca geçtiğin o kasis, aslında bir kasis bile değilken belki, sen hala vurayım lan abalıya da ses versin, yoksa da sussun gitsin derdini nedendir güdersin ki?"
********
"Şimdi olsa elde yapılacak iş listesinin boyu boyunca lakin, kalkılmadığından değil, bütünüyle oturulamayacağından kalkılmaması durumun özü... "
********
"Hoşbulduk Deniz Kızı neydi geldiğim yerin adı?"

Sabah Siniri...

Bir koca bir de çocuk rezil eder kadını...
Bunu aklı başında her insan evladı kadın bilir...
Bilmeyen başına gelince öğrenir...
Koca da evde yemez benimki sevmez dersin bir başkasına gider o evde yemediğini başkasında siler süpürür meğersem seninkinden haz etmez olur...
Sen de benimki yemez töbe dediğinle kalırsın...
Hele çocuk ne yaparsan ağzına tıkar yapmaz dersin yapar yapar dersin yapmaz...
Bu iki önemli husus hakkında kelam edilmez oluruna bırakılır bilirsin elimdeki budur dersin malzeme olanıyla yetinirsin...
Şu ömürde okuyalım, yazalım, elimiz ekmek tutsun diye analarımız babalarımız çırpınmış durmuşlar, aile içinde de terbiye etmişler...
İyi kötü çok şükür edinmişiz durduğumuz yeri...
Sonrası ana babamızdan gördüğümüzü nakletmek üzere çocukları yetiştirmeye soyunmuşuz sıvamışız kolları...
Yalnız işte en önemli neremizi yırtarsak yırtalım bu uğurda; eğer ki görmemişsek, geçirmemişsek, lafın özü cahiliyet kabuğunu sıyıramamışsak derimizden, ne yetiştirdiğimiz çocuktan, ne kocadan ne de kendimizden hayır gelmez...
En çok korktuğum bu model, hele ki şimdilerde karşılaştığım çevremi şu sıralar saran veliler...
Bak sayın veli kadın!
Çocuğum yapmaz deme, çocuk için kimselerle muhattap olma, sen çocuğun için kendini paralar karşındakiyle konuşmaya çalışırsın bakmışsın iki dakika önce birbirlerinin gözlerini çıkaran çocuklar elele oyuna gidiyorlar...
Ha hele hele yol istemek için sakın sakın temas edeyim çekil diyeyim filan sinirlerine girme, o omuzun çıkar eline verilir bakar kalırsın...
Ben mi yok canım ne siniri?

7 Ekim 2010 Perşembe

Başı Sonu Neydi Bu İşin Aslı?

Kendinden afilli kelimeleri seviyorum...
Şöyle tumturaklı cümleler kurayım diyorum tumturak... oturak... gel oturak... diye gidip cıvıtıyorum...
Kendimce ders çalıştırıp "e" ydi "l" ydi derkenki hafif psikopat anne çalıştırıcılığındaki vicdani rahatlığının içerde babanın çıldırma sesleriyle keyfini sürüyorum, normal anneyim ben evet iyiyim hatta...
Damarlarımda akan kanın yerine başka birşey var sanki, Allah' ım mümkün olsa her vazifeyi ben yüklensem gebersem hatta o uğurda, yer almazsam beni yer ederler kısmını hayatımdan çıkarıp yedek oyuncu sırasında olabilsem...
Sonra da Rengin şöyle böyle, anası ne ki kızı ne olsun, olsun da eyvallahsız olup her seçimde "Rengin Hanım olsun o yapar" dedirtsin...
Hem iyi olsun, hem vicdanlı olsun...
Eyvallahsız olsun evet hatta yalansız sonuna kadar...
Korkusu insanlardan olmasın...
İstemem mevki şan şöhret para mal mülk şöhret olmasın da çok ama çok mutlu olsun...
Kendini mutlu edebileği insanlarla olsun ömrü...
Başta ne diyordun be Funda tumturaklı kelime yok şatafat derken yalandan yazı yazdın çıktın işte...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Şimdi Okullu Olduk...

Sen kaç yaşıdasın be annecim de gidiyorsun kıza "anneni öldüreceğim" deyip kızı salya sümük ağlatıyorsun...
Hele bugün veli toplantısında kadının demesinden belli...
Müdüre soru soruyor
"eeee ben öğlen yemek aralarında okula gelebilir miyim benim kızım sınıfa girmekten korkuyor"
Allah dedim Rengin kokusu alıyorum...
Toplantı bitmeye yakın gel dedim yanıma çağırdım kadını...
Renginle mi sıkıntı?
Cevabı evet olunca hiç şaşırmadım nedense, anneni öldüreceğim sonra seni de filan de sen bizim kız mağdureye, mağdure de ye kafayı ağla ağla ki ben sınıfa girmem korkuyorum...
Biraz da kıza şiddet uygula...
Hayır kızla da kanka olalım deyip tutturuyor sonra canından bezdiriyor sonra da benimle neden kimse arkadaşlık etmiyor diye mızmızlan..
E olacağı o...
Sen bir gün arkadaşının çantasını kes...
Sonra o da ben de senin çantanı keseceğim deyince sen karışma kendi çantamı kendim keserim de kendi çantanı da lime lime et...
Benim bilmediğim kimbilir neler var...
Hayır tamam ilkokulun ikinci günü pencereden atlayıp okuldan kaçtım bir kızı ayartıp ama ben bu kadar değildim yani tamam bundan fazla belki ama Rengin kadar cani de değildim kimseyi tehdit filan...
Hayır kime çektiyse...

5 Ekim 2010 Salı

Msn de ifadeler var kıpraşık olanlarından...
Birinde basılınca yazışılan ekranı kaplıyor, bir çocuk oturmuş önce gülümsüyor, elinde dondurma külahı sonra külahdaki dondurmanın yere düşmesiyle yüzünde değişen ifade birden ağlamaklı hal alıyor...
Bana nasılsın dediklerinde bunu tasvir etmek zor değil de karşı tarafın anlaması mümkün olamayacağından "iyiyim sen" şeklindeki geçiştirmenin asıl karşılığı aslında budur...
Tıpkı bugün giydiğim montumda babamın saçından bir kıl bulana kadar...
Ben iyiyim ya sen?

4 Ekim 2010 Pazartesi

"Aynı dilden kasıt Türkçe mi?
Değil demek..? Olsaydı anlaşılmak neden bu kadar zor olsundu ki?"
********
"Pişmanlıktan kasıt sonra yaptığına üzülmek mi? Değil, onun da soğutucusu var, o an öyle gerekiyordu..?"
********
"Herkes aslında tek başına da, koloninin içinde birlik olunduğunu mu sanırsın? Yok aslında bal gibi de bildiğinin farkındasındır da -mış gibi davran"mış"sındır..?"
********
Çıkış yolunun olmadığını düşündüğün anlar hep çok mu yer kaplar muhitte? Yok aslında, yol da bilinir anahtar da vardır elde de, kullanmak için bileği döndürecek, beyne komutu gönderecek sinyalde iş..?"

29 Eylül 2010 Çarşamba

Okul Tam Cinnetlik...

Yeni trendimiz yemekte mide bulantısı ödevde el terlemesi...
Önceleri yemekteyken böyle durum olunca hemen elime bir telefon alıp " hııı bizim kızın midesi bulanıyor yemek yerken, ha öyle mi bir iğne mi sadece tamam o zaman devam ederse hemen getiriyorum hemen geçer mi oh ne güzel hoşçakalın" şeklinde telefonu kapatmamla karın ağrısı mide bulantısı bilumum ne var ne yok iyileşiyordu...
Şimdi de o yöntemi uygulamak isteyip yemez korkusuyla geri çekiliyorum ama şu dönemin zaten sancılı olması üzerine Rengin' in sancılarının da şiddetle devam etmesi iki kat yaşananlar...
Hayır ben kız evlat oh ne güzel derken bakıyorum erkek erkek tavırlar kimseye eyvallahının olmaması tek başına tenefüslerde büyük sınıflarda dolaşması yanına para vermedik mi -ki harçlık ne demek daha birinci sınıf- gördüğü her tanıdıktan annemler bana para vermiyor bana tost alır mısın ya da su ya da şeker...
Yanına konulan meyveden yemeyip yan sınıftaki arkadaşının meyvesinden otlanması...
Yanına oturtulan erkek evladının Rengin kızımız tarafından gün bitmeden hacamat edilmesi sonrasında öğretmene isyan edilmesi "Al arkadaşımı yanımdan"
Öğretmen şaşkın biz şaşkın...
Bir yerlerde bir hata var da, yine de olmayan bıyık altından gülüyorum bu özgüvenin devam etmesi kendi kendini bu şekilde kotarması iyi birşey ama bunun ilerki zamanlardaki boyutu ne olur ondan da korkmuyor değilim hani...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Tepemde Bir Minicik Kuş İle...

Bir kuşumuz eksikti, kuşu da kondurduk sonunda...
Tepemizde uçuşuyor sarsak sarsak, o da korktu, ben de çok metanetli sayılmam önce giremedim içeri, baktık çıkmıyor serseri girdik kapı açık camlar açık, çık artık bak sen de korkuyorsun işte...
Kuşlu başlayan hafta, haydi hayırlısı, kısmet miydi kendisi hadi bakalım...
Onun dışında hayat son sürat geçiyor yanımdan beni almadan, seyrediyorum hızına yetişmek mümkün değil de seyretmek kabil...
Evin küçük kızı, olanca tembelliğiyle sabah hazırlanma konusundaki, sabırları ve buna mukabil sınırları habire zorluyor olması beni her geçen gün daha da şaşırtıyor, nasıl bu kadar ağır olur ki bir insan evladı, hele benim gibi tez canlı bir annesi varsa demek babaya çekti, sabahları harbe devam böyle giderse...
Güya sınıf öğretmeni seçme konusunda çok çeşit yerden telefon trafiği malesef sonuç vermeyince kutsal "kuraya sokmasaydınız" cevabını dört bir yandan duyunca, o kadar zekamız çalışamadı çocuğu ateşlendiremedik...
Sonrasında da dedik ki, bu kadar çabanın cevapsız kalmasının Allah' ın "bak kulum yırtınma bu senin kız için daha hayırlı" lafını bir işitmediğimiz kaldı diyerek oluruna bıraktık "iyi ki" ile başlayan cümlemizi de kurduk neticede...
Her şer' in hayırını araya araya bulmuş olduk...
Öte yandan normal yaşantıymış gibi görünen yandan seyretmekte olduğum hayata dahil olma işi sadece mecburiyetten hasıl...
Yoksa bir numarası yok...
Çizgi çalışmalarıyla haşır neşir, sabahları beslenme hazırlama gayretiyle başlayan sabah, bugün neler yaptınız bakalımla sonlanan gün...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Kiminin Pastası Kiminin Helvası...











Hani derler ya Allah ölümü önce dağlara vermiş dağlar çatlamış sonra ağaçlara vermiş kabul etmemiş ağaçlar sonra insanlara vermiş bakmış insanlar bir ağlamış bir gülmüş ihale insanlarda kalmış...
Öyle derler aklımda kalanıyla...
Arsızız insanoğlu olarak, mutlaka sabrını da veriyor Allah, yoksa ilk günkü yangın yeri gibi kalmıyor kor, ama bitmeyen bir kor...
Bugün başından buruk hafif kırık başladı gece pastaydı derken hüzün dolu oldu ağlamaklı gülmeli...

Ne yazılır ki bugün için...
Yazmışım zamanında burada ...
Altı yıl önce bir halt yemişim doktora demişim ki doktor doktor 22 Eylül doğum zamanıma denk gelirse can babama bir hediye vereyim Rengin' i o tarihte doğurayım...
Denk gelmiş kısmet altı yıl sevinçle birlikte kutlanılmış sonra hesap edilmemiş işte bir gün gidileceği...
Bugün de ilk bayramın hezimeti ilk doğum gününün hezimeti olmuş...
Kutlama mı babacım?
Rengin akşama ona sürpriz parti yapılmasını bekliyor şimdi öğlen dedesine gidip dua edecekmişiz yapmış programı akşam da balonlarla süslü olacakmış ev...
Akşama nedir durum bilinmez de şimdiden bir dağılma söz konusu tabi...
Bir şey yazamayacağım diyemeyeceğim de...
Kabrin pürnur olsun kuzum babam...

16 Eylül 2010 Perşembe

Kuzum sana yazmak sen okumasan da belki beni mi rahatlatıyor bilemedim ama ne bileyim...
Az önce iş yerinde küçük defterime yazdığını okuyunca dağıldım yine...
" Canımdan çok sevdiğim kızım RENGİN
bana doğum günümde verebileceğin en güzel hediye kocaman sarılıp yanaklarımdan öpmek olacaktır."
Hani ben Rengin' i senin doğum gününe hediye olsun diye sezeryanı o tarihe almıştım ya halt etmişim ne halt yiyeceğim şimdi altı gün sonra doğum gününüz...
Bir de dışarda uyaran mı çok ne...
Bugün serviste hüzünlü parça çalınca tutamadım kendimi kestirdim müziği...
Henüz müzik kısmını sokamadım hayata ya da senin resimleri tek dinlediğim müzik telefonumda zil sesi "Gamzedeyim Deva Bulmam"...
Can babam hep sabır diliyorum ama çok dua gönderiyoruz hatta yeni olayımdan da haberin vardır ferahlıyorsundur eminim...
Seni çok seviyorum sonrasında şükrediyorum ki sana okyanusun bir damlası kadar da olsa sana evlatlık yapabilmiş miyimdir diye...
İşte böyle babacım şu doğum gününü atlatırsak inşallah...
Bu arada Rengin okula gidemiyor yanımda iş yerinde öğretmen işini halledemedim daha aman halledemezsem de var bunda da bir hayır deyip devam ne yapayım...
Sen huzur içinde ol da babam başka sıkıntım olmasın...
Mekanın cennet olsun kuzum babam...

13 Eylül 2010 Pazartesi

Yakışıklım az önce yanındaydım öyle istermiş ya gidenler bir kitapta okumuştum derlermiş ki evlatlarım gelsinler bana okusunlar benimle konuşsunlar diyordu ben de geldim sana zaten o kadar çok okuyorum ki babam, orada da okudum seninle sohbet ettim sevdim seni ağladım ama sen bana bakma arada ağlamam lazım ki sonra daha beter oluyorum az ağladım zaten çok metanetliyim filan görünüyorum da yalandan babam kilitlenip kaldığımdan o...
Sen de beni inşallah nurlu mekanından dinlemişsindir cennet bahçelerini seyrediyorsundur can babam...
Çok özlüyorum ben kuzum seni ilerledikçe boka sarıyormuş...
Fotoğraflarına bakamıyorum daha öyle ufaktan bakıyorum tuhaf oluyorum...
Zaten pelte gibi hayat da etraf da belki de benim beynim o pelte olan...
Rengin yarın okula başlayacak biliyor musun gerçi o bile gözümde değil babam be...
Hayat devam işte ne kadar yalanmış hayat daaaa herşey de...
Hani Allah kullarına kaldıramayacakları sıkıntıları vermezmiş ya demek ki bunu kaldıracakmışız belki de kaldırıyoruz da bize şimdi ağır geldi...
Bak gideli 13 gün oldu bile...
Evde otururken ki daha senin evden çıkamadım milleti susturuyorum haydi diyorum babama bir fatiha okuyalım ferahlıyoruz kendi çapımızda...
İnşallah babam okuduklarımız da seni ferahlatıyordur...
Amcam demişti ki kanserli hastaları Allah şehit mertebesine yaklaştırırmış çok çektikleri için sen de öylesindir inşallah babacım tamam o mertebede olma da ferah ferah yat kabrin nurlarla dolsun...
Bak şimdi ben sana bunları yazıyorum ya kime yazıyorum yine devreleri kopartacak gibi oluyor ama hayır ne sakinleştirici ne başka birşey acı yaşanmalı ki aklı başında ki ne kadar aklımız başımızda o da meçhul ya neyse işte...
Hani amel defteri üç şeyden kapanmazmış gidene...
O üçünden biri de hayırlı evlatların hayırlı işler yapmaları analarına babalarına sürekli dua göndermeleriymiş ben okudukça senin de ferahladığına inanıyorum babam...
Seni çok özlüyorum be can babam yakışıklı babam...
Ha bu arada kuzunun üçüncü dişi çıktı babam ne yaygara kopardı bilsen neyse diş perisi para bırakmış da yaygaracılığı bıraktı sanırsın etinden et koptu...
O da sana Mehmet dedesine okuyor sürekli hatta sıpa hesap suruyor bizden neden Mehmet dedeme okumuyorsunuz hep Behçet dedeme diye...
İşte böyle babam...
İnşallah sana evlatlık vazifemi az da olsa yerine getirebilmişimdir babam...
Bu arada seni protokol mezarına yatırdım yerin bir güzel ki açıklık misler gibi içi de misler gibidir inşallah babaaam...
Biraz daha devam edersem yine tozutacağım babam iyisi mi ben bitireyim...
Hep aklımda ruhumda kalbimdesin can babam aslan babam...

10 Eylül 2010 Cuma

İçimdeki Fundaların birinin bir elinde dua kitabı bir elinde Allah diye çektiği tesbihi var...
Sürekli dua eden "babamın kabrini genişlet Yarabbim nurlarla doldur orayı mekanını cennet et" diyen Funda...
Hatta sorgusunda ben de mi olsaydım kuzuma yardım edebilir miydim hiç istemezdi ki oraya gitmeyi iyileşecekti daha diyen...
Bir tanesi ağlayamıyor bile kaskatı arada kilitleniyor elleri ayakları katılaşıyor kendi kendine gevşiyor sakinleştiriciye sonuna kadar hayır diyerek acısını yaşıyor isyan edemez haşa Allah verdi Allah aldı diye...
Sonra bir diğeri hep şükrediyor yine de çekmedi fazla diyor mübarek günde öğrenmiştik hastalığını geçen sene kadir gecesinde bu sene de yine kadir gecesinde gittiğine inanıp yüreğini bir damla gözyaşıyla ferahlatan...
Bir hadiste ne diyor ramazanın son on günü içinde tek günlerde arayınız Kadir gecesini...
Babam da o son on gün içinde bir tek gündeydi gittiğinde...
Birinin içi hınç dolu babamı bu kadar üzenleri sürekli Allah' a havale ediyor...
Yine de çok ciğer yakıyormuş öyle böyle değil, bıçaklar deşmiş de o bıcak kesiği olmuş her yanım kanamadan acısı durmadan...
Düşündükçe aklı baştan alan durummuş resimlere bakamadan kıyafetleri durmasın sizi de onu da sıkıştırır diyenlere denmiyor ki daha dolabın kapağını açmaya yürek yetmiyor ki terliklerini giyiyorum ayağımdalar onun gibi yürürken yere sürterek çıkan seste can babamı arayarak...
Hala hastanede diyor bir aklım da çıkartacağız zamanı gelince...
Hala pelte vücut akıl kimi gönderdik kimi gömdük...
Mezar yerini seçmek de o geçici mermere adını yazmak da nasip oldu bana içim dağlanarak...
Neler geçiyor içimden yazılası can babam uğruna ölürüm kuzum babam diye haykırarak ama gözyaşlarımın perdelediği gözüm titreyen elelrim izin vermiyor ki içimi boşaltmazsam da fena...
Kimselere yaşatmasın Allah sözüm meclisten "içeri" çok ağır acıymış kocaman bir çukur düştüğüm şimdi çıkması hayli zor olacak...
Her geçen gün kalbin üzerindeki taş kocamanlaşırken boğazdaki düğüm daha da bir körleniyor...
Hey gidi aslan Behçet' im canımın canı yakışıklım çok fena bıraktın bizi...
Kaldık mı şimdi dımdızlak ortada...?

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Konsantre Kitap...



Daha konsantreymiş eski zamanın kitapları...

Daha bir kokusu mayhoş, keskin, iç gıcıklatıcı, sayfalarımı çevir hemen oku beni dedirten...

Babaannemin vitrinindeki kitaplarını hatırlatan okurken, Stephen King , Barbara Cartland, Agatha Cristineli niceleri daha...

Sarımsı renkleriyle, dibinden koptu kopacak yapraklarıyla...

Şimdi bunu okurken 87 baskısında, o ağdalaşmış mayhoş kokusunu çekerken ciğerlerime, bir yandan o kitaplara gidip, bir yandan sarı yapraklarına burnumu içine soksam çıkmasam hatta, bitmesin bu kitap dedirten, sayfalarını bebeğimin altını açarkenki narinliğimle çevirdiğim, ha yıllanmış şarabı açmışım içmişim, ha bunun içindekileri çekmişim içime ne farkı var ki...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Eve Doğru...

Refakat saatlerimizin sigara molası kısmında demek ki alışmışız ki Fulya'yla beraber, acilin önünde durduk habire, hoş gerçi tek açık büfe orada var bir de kahve otomatı orada var bir tek...
Ama biz yine de kahveleri alıp sigarayı bahçesinde içtik hatta ara ara olan anonslarda babamın ismi bekledik...
Bugün öğleye doğru çıkaracaklar inşallah bakımın geri kalanı evde...
Haydi vira bismilllah...

24 Ağustos 2010 Salı

Hastane...




Zatürre tedavisinin bitmesine 2 kala, habersiz gelen solunum yetmezliği sürpizi bizi ambulansa tıkıp acil yoğun bakıma getiren gecenin kabaha karşı yüzünde...
İnsan ne tecrübeler ediniyor, hayatın başka yönü diyor kendi kendine...
Ne hastalar, ne ex ler, neler neler...
Tabi babam dellendi doğal olarak, yat Allah yat, sinir mi kalır, iki dakika önce ön yatakta olan hasta küt gidince tabi...
Acil kapısında hoparlörden gelen bilmemne bilmenenin yakını hasta yanına lafıyla kısa mesafe sürat koşusunun ardındaki endişeli bekleyiş...
İnsanoğlu her badireye alışıyor, tek temenni kaldıramayacağımız yüklerin altına sokmaması Yaradan' ın...
Bu meyanda kız kardeşimin onu hep küçük bebek görmemiz konusundaki yüzümüze kara çıkartması hııı bizim kız büyümüş de neler yaparmış olması da bu işin hayrı gibi...
Velhasıl şimdi kardeş kardeş babamızın yanında refakatçiyiz, servisin vireless inden sonuna kadar faydalanıp oturuyoruz...
Mesajlara telefonlara dualara da bin teşekkür...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Naaaaaa Niiiiiii....

Ezberlediğim numara işe yaradı, yoldan geçerken acı siren sesiyle arkasından duaları sıraladığım, kendi kendime dertlendiğim araca binmek de kaderimin cilvesiymiş...
En öne kurulmak marifet değil, hiç değil...
Zaten saat naaaa niiiii naaaa niiiii seslerini çınlatmak için uygun değildi...
Başa gelince panik olup 112' yi arayıp, tııırt diye bir çırpıda anlatıp, daha telefonu kapatmanın üzerine beş dakika geçip, o aracı görünce o yol eve kadar nasıl uçulur, baba nasıl sedyeye yatırılır, acile nasıl gidilir, nasıl acilde beklenilir, her biri kendini il emniyet müdürü sanan güvenlik görevlilerinin durumlarını seyreyle (tabi ki hepsi değil beş parmağın da beşi bir değil) diğer gelenlere nasıl üzülünür sonra.....
Allah bütün hastalara şifalar ver sıkıntıları hafiflet...
Yazının tüm cümlelerinin ayrı tellerden çalması, anlatımın anlatılamaz daha doğrusu anlaşılabilinemiyor olması ve diğer etkenler de günlerin uykusuzluğuna moralsizliğine verile...

20 Ağustos 2010 Cuma

Belki...

Gazeteyi açıp okumak...
Akşam, rahmetli dedemin söylemiyle ajansı seyretmek...
Ne kadar iç açıcı olmasa da yüzleri buruştursa da insanın haykırası geliyor çığlık çığlığa;
"Evet" di, "Hayır" dı diye gezinmektense, şu güzel ülkemin ceza sistemini oturtup trafik, cinayet, hırsızlık, gasp ve bunun gibi cezası kallavi olması gereken durumların hakettiği yeri bulabilmesi için çığırtkanlık yapılsa, Fatih Altaylı' nın dediği gibi işte o zaman adam oluruz...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bildiğin Mezar...

Başlıktaki bildiğim mezarın "bildiğin" kısmı bildiğimden değil anlatımımdan tamamen...
Girer girmez yüzümle mesafesi neredeyse 10 cm olan, o gürültülü aydınlık mezarımsıda on dakika kalacaksınız dedi görevli, bir de elime tansiyon ölçerkenki balonu birşey olursa sinyal verin diye tutuşturdu...
Bu sefer üç sene öncesine göre daha temkinliyim, bekliyorum tıngırtıyı, geçen seferkinde birden hazırlıksız yakalanınca kafamı vurdum Allaaaaah ne oluyoruz diye, şimdi ülkelerden ülke gezdim, gıy gıy gıy tıs tım tıs tırrrrrrrt, ritm bile tuttum hatta sonra fala geçtim, bu ses gelirse niyetim olacak diye, sonra Küba' ya uzandım kocaman bir salonda sıralar varmış, kızlar bacaklarında puro sarıyorlar zeytinyağlı yaprak sarması gibi incecik hoş kızlar da inceydi sinir oldum çıktım o hayalden...
Halime şükrettim antin kuntin marazlarım yok diye, elli kere o sinyali veren varmış, daralır tabi insan ister istemez, ben de öyle nameler yok Allahtan...
Sonra önce bir salak gibi otopark var mı oralarda dedim gitmeden telefonda, var dediler, hayatta para vermeye kıyamadığım yegane yerlerin başını çeken otopark durumu için de dedim ki, ülen oralar benim çocukluğumun geçtiği yer değil mi, sokaklar da avucumun içi,hiç de veremem deyip daldım eski apartmanımızın sokağına...
Parkedip yürürken o yere, bir baktım gece yarılarına kadar oynadığım sokağın önünden geçiyorum, gece 00:00 olurdu annem balkondan bildiğin yırtardı kendini ses de kuvvetli Fundaaaaaaaa diye sonra aynı kuvvetli ses benden "anne noluuuuuuuuur biraz daha" noluru mu kalmış kaç saat sonra zaten sabah olacak, git işte sonra yiyeceksin dayağı...
Öyle de korkardım annemden, az sopasını yemedim...
Şimdi düşünüyorum da anneye babaya kin olmuyor, düşünsene az gebertmedin beni deyip annesine babasına küs olan evlat var mı yok, şimdi matah birşeymiş gibi bir hoş seda anlatıyoruz...
Sonra apartmanı gördüm bir küçük bahçesi, küçükken leb-i derya gelen nasıl oluyorsa futbol maçı yapmaya sığdığımız bahçeyi, bir de o zaman ebat küçük tabi...
Sonra kömürlüğün üzeri evcilik oyununa ev sahipliği yapan...
Velhasıl ben MR çektirmeye gitmişim de ardına bir sürü hoşsedayla da geri dönmüşüm...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

İyi...

Sabahın uğunduran beli büken mide fırtınasının sinyalinin dosta kadar ulaşmasıyla haydi gel neylersin deyip çekip çıkarmasıyla geçen o bir sürü; kah şaşırarak, kah keyiflenerek, kah gaza gelip hiddetlenerek geçenin ardından alınan mis kokulu yapraklarıyla kitaplar ardına serum ardına bir saç sakal sonra gelinen kürkçü dükkanı...
İyi böyle...

17 Ağustos 2010 Salı

CAN Baba Demiş...

KADIN DEDİĞİN...

‎-Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi yatmayacak,kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini.Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek,hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küfretmeyecek, Kadın dediğin ayıp nedir bilecek. Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek.Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürlerle yemeklerle işi olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği, boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.Kadın dediğin güzel olacak ama eli yündenden çok öte birşey.Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek,o hamura kendini katmasını da... Paranın güzelliğini bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak.Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek.Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,başka sevgili edinmeyecek. Sarışın, renkli gözlü uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından,dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden,tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan,boş bakanlardan olmayacak. Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeyeçalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak. En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir.Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa...Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle.Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babayahürmet etmeyide... Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek.Parayla pulla, kariyerle,kimin ne dediğiyle ,sınırlamayacak.Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...
Öyle bir kadın işte...
Nerede oyle kadın yoktur deme...
Vardır vardııııııııır!..
Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!!!
Koca bir yün tomarı meydanda, sopayı vurdukça savrulan yünler didilirken bilmiyor ki kimse, aslında onlar didilen yünler değil de savrular harfler...
İş bitip yünler/kelimeler didilip, başından kalkıldığında, üzerine yapışanlar yünler değil harflerin üzerine üşüşmesiyle meydana gelen cümleler...
Sarfedip sarfetmemek üzerini silkelemene bağlı...
Yok dersen kalsın, söyleme kimseye deme, silkelenme o zaman...
Kimse görmez nasılsa yaşıpanlarını, gülümse sen sadece yoluna devam et...

15 Ağustos 2010 Pazar

İki Yabancı...






Açsam Rüzgara

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.


Orhan Veli Kanık

12 Ağustos 2010 Perşembe

Çocukla Büyümek...

Rengin' in küçük olduğu vakitler daha evin yakınındaki kallavi bir kreşin bir semineri var haydi dedim Bey gidelim, o zamanlar bu kadar yoğun değil, elele tutuşup her yerde beraber dolandığımız zamanlar...
Gittik, annelik babalık şöyle yetiştirin, böyle olun şeklinde bir sürü söylemden ibaret seminerin bir bölümünde, anneliğin aslında hayvanlarda olduğu gibi içgüdüsel brişey olmadığını, sonradan öğrenilen bir davranış olduğunun altını çize çize, çizilen kısmı hazmedip semineri bitirdikten sonra haaa dedim evet öğrendiğimiz veya senelerdir gözlemlediğimiz şeyleri uygulayıp adını annelik içgüdüsel bir davranıştır yaftasını yapıştırıveriyoruz kendimize...
Babalık nasıl ilk başlarda hissedilmese de, çocuk babasına gülümseyene daha da ilerisi "baba" diyene kadar "hayatımızda artık bir bebek var ve ben bu bebeğin babasıyım vay beee" şeklinde geçse de annelik öyle değil malumunuz...
Ciddi iş, ardında keşkelerle dolu iş...
Kim ne derse desin bende de dahil, şunu şöyle yapsaydım ardına saklı, bir veya birden fazla vukuatı barındırıyor geçmiş zaman bebek büyütme zarfında...
Biz de Rengin' in evliliklerde olurmuş ya 1-3-5 kuralı futbol taktiği misali...
Çocuklarda da terrible two ("çocukluk dönemi negativizm") denilen o bunalımsal dönemi biz sıkıntısız atlatsak da, sonraki dört yaş ve altıyı bitirmeye az kala dönemde elinde oyuncak olmaktan öte gitmemiş yol alınmamış bir arpa boyum elimde kalma durumum...
Kimi zaman sadece yapmaya çalıştığım yalansız, benimle herşeyini açık yüreklilikle paylaşan, ahlaklı, en önemlisi iyi yürekli, bunların sonucunda da çok ama çok mutlu bir çocuk yetiştirmek isteğim ve bunun sonucunda yapmaya didindiğim...
Fakat bu kadar didinmenin en güzel meyvesini de yapmaya çalıştığım, çalışmak yerine çabaladığım desem daha doğru olan bu yolda, hem Renginim, hem ben bizim Bey onunla birlikte büyüdük gidiyoruz...
Mutlu olduğuna inandığım, değerlerimizi koruyarak yaşayıp giderken birçok çabanın semeresini görüp, her an tekrar aşık olduğum Rengin hanımı yazdım bugün nedensiz...
"Allah kimseyi evlatlarıyla sınamasın" tek dileğim olup onların o güzelliklerini görmeyi de esirgemesin bizden...
Seni çok seviyorum be Renom :)

10 Ağustos 2010 Salı

Burulurum Komik Halime...













Bir milletin evlatları, bu kadar ne yerine koyulamaz...
Senelerdir aynı serenatlar; yaz gelir diyet, kilo, sıcaklarda nasıl olmalıyız, ne yemeliyiz, ne giymeliyiz, ne ne neeeeee!
Ramazan gelir, yok şöyle oruç bozulur, bu yapılır, şu yapılır, hurma fiyatları budur, sahur budur, iftariyelikler şudur...
Arkadaş bu saate, bu yıla kadar her sene bu ve bunun gibi söylemleri artık ömür boyu günde üç öğün mecburi içilecek ilaç gibi kanıksayan bu millete de yazık, bangır bangır anlatıp kulağımızı beynimizi didikleyen size de...
Hayırlı ramazanlar efendim...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Boşuna mı Koymuş Adımı?

Bizim Bey der bana, çok lazım herşeye burnunu sokuyorsun "toplum polisi misin" diye...
Polislikten öte birşey bendeki; üzerime vazife olsun olmasın, müdahale gerektirecek her durumda, hazır kıta bekleyen asker gibi en yakın telefon kulübesine gitmeden daha, üniformamı kuşanıp cenge hazır bekliyorum...
Herşeye karışıyorum, herkesin işine maydonoz oluyorum elimde kılıcım eksik...
Çok fena, çok cinsim...
İlerleyen zamanlarda örneklendirir çeşitli konulardaki nadideliğimi sererim ortaya...
Özellikle trafik ışıklarını beklemeyip, kendilerini yollara seren siz kendini uyanık sanan sonra da bilgisayar oyunlarındaki gibi küt küt öte tarafa göçen, kendi hayatını hiçe saydığı gibi, bir anne bir baba olup da "lan ben kendime mukayet olayım, ölmenin manası yok bok yolunda, geride kalanları düşüneyim" şeklindeki düşünceden bihaber vatandaş!
İnan olsun sizler gidince hiiiç üzülmüyorum, tamam vade doluyor o kısmı atlıyorum ama siz tedbir senden takdir Allah' tan kısmını es geçip nasıl canınızı hiçe sayarsınız?
Bugün Ulus' un o işlek heykel ışıklarında bekliyorum, çok da imtina ederim bir sürücü olarak da bilirim ki arabanın önüne atlanılması çok da şık bir hareket değil...
Yaya da yeşilin yanmasına var daha 112 saniye...
Bu arada yurdumun kendince uyanık nadide insanları birer ikişer aralardan atıyorlar kendilerini yola...
Teyze geldi yanıma
- Kızım geçiliyor mu?
- Yok teyze nereye bak daha bize kırmızı...
- Ama baksana kızım geçiyorlar...
- İyi teyze sen de geç o zaman, sonra kazısınlar seni yoldan...
- Ağzından yel alsın kızım o nasıl söz?
- Valla teyze nereden yel alırsa alsın durum bu görmüyor musun fırtına gibi geliyorlar ya duramazlarsa Allah saklasın...
- Hııı hava da yanıyor değil mi?
- .......??!!!
Neyse teyze utandı benden de bu kadar lafıma, ışığı bekledi sonra bilemedim bir iyi günler demeden terk etti beni :)

Dur Durağım...



Memleketimin otobüs durakları, etekli kadın oturmuş da eteği çekilmiş gibi yarım yamalak duruyor...
İşlevsellik namına birşey yok, görselliği de eh denecek ölçüde dandik...
Neyleyim görselliği, işime yaramadıktan sonra...
Bu sellerin hüküm sürdüğü zamanlarda, iki kere yakalanma maceramı durağa sığınayım şeklinde sonlandırmak isterken, hilafsız dizlerime kadar ıslandığım, elimi yüzümü daha saymıyorum, bütün durağa sığınan durakzedelerle beraber o günleri anıyorum yazıyı yazarken...
Anladık ki yağmurdan korumuyor, tepesi yanı yöresi yarım çünkü...
Şimdilerde de kırklı derecelerin hüküm sürdüğü, güneşin tabak gibi tepemizi deldiği zamanların durağındaysa, her tarafı şeffaf cam olan durakların tepesi de cam olunca, olanca hıncıyla yine yansıyıp tepeyi deliyor mu o güneş?
Haydaaa demek ki yaz sıcağının güneşinde de sınıfta kaldı...
Ne anladım şimdi bu işten ben?
Kimsenin belediyeciliğini sorgulamak değil maksat...
Maksat, yapılanın hiç bir amaca hizmet etmemesi, biz bekleyenleri mağdur etmesi...
Velhasıl bu detaydan muzdaribim, bir çok durak bekleyeni gibi...


Hatta ve hatta şurada bir yazı bile yazılmış şimdi fotoğraf ararken rastladığım...

6 Ağustos 2010 Cuma





"Garıları Seyrediyom"

Seyreden gözlerini Allah görsün...
Dün otobüs durağına yürürken, dükkanın önünde oturan çok dikkat etmedim şöyle bir diyalog aralarında;
- Bilmemne abiiiiii ne yapıyon?
- Garıları seyrediyom gardaş...
Allah cezanı versin senin, ah dedim çıkayım karşısına diyeyim ki "o garıları seyreden gözlerini Allah bildiği gibi yapsın, senin de evde soyadını taşıyan garıları senden beterler seyreylesin"...
Var hala odundan beter insanüzeri varlıklar, delirmemek içten değil...
Nurlarda yatsın babaannem olaydı lafı yapıştırırdı ağzını doldura doldura...
"Südüklüğüne Daş Dura"

1 Ağustos 2010 Pazar

Yaşanan "hergün" insana;
bir yaşına daha bastım dedirtircesine, kullanmamışlığıma inat, birçok yerde okunur dedirten bağıra bağıra susmasını,
görmekle bakmanın aleni farkının, kamera arkasının ne kadar net olduğunu,
sabretmenin isteyerek yapılan bir durum olmadığını, elden birşey gelmediği için mecburen sabır çadırına sığınıldığını,
-mış sanılan herşeyin önceden bilindiği fakat annemin tabiriyle yalandan eşşek olunduğunu,
hala burnu koku almaz tavrın sürekliliğinin, aslında bir yaşam biçimi olduğu, yakana yapışmış, alnına kazınmış bir iz olduğunu,
kaderimmiş vay anasına denilen durumun, hiç bir zaman çözüme kavuşmayacağını,
eski kahkahaların yerini bıçak açmaz bir ağzın aldığını...
maşallah yüreği kanırta kanırta öğretti...
Vatan sağolsun...