30 Aralık 2011 Cuma

Bu Seneyi...



 Reno'yu okuldan almama bir kaç saat kala, anneme uğrayıp iki kızkardeş-anne, kahve keyfi yapıp fallarımızın dillendiği izin zamanımdan...













                                                     Hafta sonu derslerimizi de bitirdik...


Ey vatandaş! sizlere kıtlık gününün saatini yarın bildireceğim...
Marketlerin kasalarına abanmaya devam edin...
Bu nasıl iştir mirim, bu nasıl bir tüketim şuursuzluğudur...
Bu nasıl bir büyütmedir bir gecelik zevki...
Senenin volesini otomobil satışlarında nasıl Ford vurduysa, süs püs, aksesuarda voleyi de Boyner vurdu zannediyorum...
Birçoğunuz da gördüğü üzere, diğer mağaza vitrinlerindeki süslemelerde bile bu mağazadan alınma ürünler var...
98'di yanılmıyorsam bizim ilk ağaç süsleme dönemimiz...
Annem çok meraklıdır böyle işlere, o zaman böyle süsler gırla gitmiyor memlekette, bir Beğendik'te var ağacı, üç ayrı lambası, bilumum süsleri... Bir araba dolusu da para etmişti...
Çok ciddiye alır annem böylesi işleri, ağaca özel koca bir saksı aldı, içine parktan üşenmedi çakıltaşı topladı, ağacı içine oturttu filan, ışıklar yandı...
O zamanki hevesle ışık filan iyiydi fakat yine de bir yılbaşı oldu ho ho ho coşalım, eğlenelim durumu yok bizde...
Babam hep serbest çalıştığından, hiç bir yılbaşı yemeği yenmedi bizde efendi gibi, geceyarısı geldi eve hep, bizim yılbaşı geceleri de başbaşa geçti annem, ben, kardeşim şeklinde...
Hatta bir keresinde, çok eski bir kız arkadaşım, ben, annem almıştık ellerimize içecekleri, çerezleri, Star tv de İbrahim Tatlıses konseri var, damardan damardan, efkarlıca, bağıra çağıra eşlik etmiştik, öyle tamamlanmıştı misal o gece...
Bir dışarı çıkayım coşkusu olmadı, sandalyenin tepesinde, gecenin ilerleyen saatlerinde üzerimde iki beden küçük geleceğini hissedeceğim, eşofman rahatlığını asla vermeyecek kıyafet, saç, makyaj, gürültüden bir müddet sonra karnımda vuracak davul sesleri...
Neyse her sene hazırlandı o ağaç, nefasetini yitirmeden, sonra Rengin hanım sayesinde bizim eve tayini çıktı...
Bu sene nedendir bir el değmedi ona, onu hazırlamaya, Rengin' de hatırlatmayıp, üstelemeyince ağaçsız kaldık çok birşey kaybetmeden hatta sabaha anlamı hiç kalmadan...
Velsasılı...
Noel/yılbaşı günlerinin şaşasını yaşamadığım, yaşayana ses etmediğim, yarının esnafa hayırlı bereketli geçmesini temenni ettiğim bir 31 Aralık...
Böylesi manidar günlerde yüzü gülen esnafın, işletmecinin, satıcının, işportacının işi gücü rast gitsin her gün tabi...
Zaten Noel Baba adam olsa evlere bacadan değil efendi gibi kapıdan girerdi...
Dolayısıyla günü gözde büyütmemek lazım...
Yukarıdaki fotoğraflar renklerinin arasında kaybolduğum, annem kasasında beklerken benim etrafı tırtıkladığım, öncesinde öğretmenimize hediye baktığımız anne kızhalimi , çıkışında da en küçük kızımızı okuldan almaya gittiğimiz bir gün oldu, dolayısıyla iznimin de son günü böylece bitmiş oldu...

29 Aralık 2011 Perşembe

Yapmayın Etmeyin...

İlkokuldayken hepimiz öğretmenlerimizden çılgınlar gibi korkardık...
Şimdinin çocukları nerdeee, kafa tutuyorlar artık... 
Bizler o korkunun altyapısıyla mı artık, şimdi hayata atıldığımızda sesimizi çıkaramıyoruz gayrı haksızlıklara, bilemiyorum...
Umuyorum ve de ümitliyim şimdinin kendine ultra mega güvenen çocukları küstahlık çizgisinin ötesine geçmeden haklarını savunabilsinler bizler gibi olmasınlar...
Ne çok isterdim bulunduğumuz bizati sıkıntısını çektiğimiz, ekonomik anlamda yurdu saran sarmalayan sağanak halindeki maddi imkansızlıkların ceremesini hep birlikte çeksek...
Vatandaş olarak bizler çekiyoruz eyvallah da, büyüklerin tabiriyle" iki taş bir baş" 
(alelacele,yangından mal kaçırır gibi) geçen vekil zamlarının hatta emekli vekillerin bile, bu şekil bir artışta bizlerin maaşları %4 lerde sürünsün...
Oysaki bizler de gidiyoruz düğünlere değil mi?
Bizlerin de zaruri harcamaları var...
Makam araçlarını sizin seçtiğiniz gibi değil de, evimize alacağımız araçların kredi faizleriyle cebelleşiyoruz, altımızda daha kiradan kıçını kurtaramamış evlerimizde otururken, dünyanın en pahalı arabasını almak ve onu dünyanın en pahalı benziniyle kullanmak durumunda kalıp kırk yılın bir başı evimize giren dünyanın en pahalı etiyle beslenememek durumunda kalıyoruz...
Emekliler günlerce ekrana yapışıp ağızlarına bir parmak bal sürüldükten sonra kabı geri çekilen intibak yasasıyla helak oldular ki yakinen biliyorum annemden...
Bizler gözünün içine baktık ki aman memur maaşlarında azıcık hareketlenme olsun diye...
Peki bunun için sokakta bu işi protesto etmek isteyen ama gözüne gözüne biber gazını yiyen, sürüklenerek götürülen halkın vatandaşın suçu günahı neydi ki...
Hiç mi sesimizi çıkarmayalım, hiç mi tepkimizi koymayalım, hepten mi mal olalım...
Yapmayın o şu bu değil ekmek kavgası hepimizin kavgası...
Evet sonuna kadar desteğim bu konuda sesini çıkaran olmasını istemeyenlere; vekil maaşları danışman maaşları ve faiş zam arzusunda olan bütün zamlara karşıyım...
Adalet adalet adalet bütün isteğimiz budur...
Kurumlararası maaş dengesizliğini çoktan geçtik geçmesine de, yapmayın Sayın Cumhurbaşkanım etmeyin kabul etmeyin maaş artışlarını...
Çekilen sıkıntıları başlar ortalar arkalar hep birlikte çekelim ya da sefasını hep birlikte sürelim...
Hoş bu artışın geçmesi halinde de paranın kişilere ne hayrı olacak ki bunca insanın üzerinde üzüntüsü ve gözyaşı varken...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Senenin Karıştırması...

Bu sene geçmedi geçti çok fark etmedim açıkçası...
Asıl senelerin en kötüsüydü 2010...
1 Eylülünde babamın gidişinin ardındaki fevriliklerimin neticesi adliye koridorlarındaki serüvenlerim onların ki hala bu seneye hatta ve hatta önümüzdeki seneye sirayet eden durumları...
Bu sene babamın gidişinin üzerimizdeki feci ruh halinin sıyrılması değil de tene hepten nüfuz etmesi gibiydi...
Kalbe çöküşü, çayın dem alması gibi belki de hart diye bıçağın saplanıp yerine oturması, geminin çipasını suya salıp hiç oradan ayrılmaması benzetmelerinin yeterli gelmeyeceği bir durum hasılı...
Bu senenin suyu hoplatan fırtınasını senenin ikinci yarısında yaşayıp, sonucu belli bahse gerek yok derken durumun dinginleşmesi adeta süt liman olması en şaşırdığım ve alaşağı olduğum mevzusu...
Sonrasındaki bu bendeki bezginlik kaynaklı durgunluğun kendi tabirimce demi almam sonucu gözlerimin bir başka bakması başlıca kazanımım...
Babamın gidişine hep içimizden döktüğümüz gözyaşının aradaki dışa vurum krizlerini de saymazsak öyle böyle geçti işte...
Çift sayıları sevmemin 2012 ye duyduğum sempatinin sebebidir diyerek kendi hanemle birlikte bütün haneler için dileğimdir ki huzurun çokça yaşandığı, bereketin bol olduğu, sağlık sorunlarının yaşanmadığı, gönüllerin hep hoş olduğu, sevdiklerin sevilenlerin gülüşlerinin duyulduğu, hayırlı mutlu nice seneler olsun...
Allah kalplerimize göre versin bütün istediklerimizi...

27 Aralık 2011 Salı

Neden...

Neden annem kadar dayanıklı değilim güç anlamında?
Neden illa izinliyim diye evi tepe takla, köşe dip temizlemeliyim...
Neden gözümün gördüğü yerleri değil de sadece... elimin ermediği yerleri de yapmalıyım...
Neden bir günümü de boş boş kanepeden kalkmadan, kitaptı, internetti harcamayayım...
Bu kadar nedenin arasında yine de kendi çapımda evet çapım ne kadarsa acayip bir nirvanada durduğumu hissettiğimden mütevellid temizlikti oydu  buydu şuydu çok önemli mi?
Oysaki herşey öyle temiz öyle naif seslerin içinde öyle sakin...
Ivıra zıvıra oyalamayınca beyni, yavaş yavaş hissedince kötülerin yukarı çekildiğini gökyüzünde kaybolmak üzere...
Formül de belliymiş tilkilerin kuyruklarını komple kes kurtul...
Ne diyelim şükür bolca...
Oh be!

26 Aralık 2011 Pazartesi

Etiketi Bol...



Sıcak ev, huzurlu ev, evcil ev...
Bir evde hissettiğimiz olumlu duygularımıza verdiğimiz isimler...
Doğduğum ev olan babaannemin evi benim için bu anlamda sayılabilecek bütün "en güzel" lerin toplandığı hane...
Huzurhane...
Kimi evlerde bariz soğukluk vardır, iter sizi kapıdan dışarı hafiften...
Eğreti kalırsınız, üzerinize giydiğiniz gömleğin dar gelmesi gibi sıkar sıkar, fırtlar oranız buranız...
Bugün ben öylesi "iyi" bir evdeydim, ilk gittiğim zamanki hissettiğim aynı duygular baki, hatta bir ara dedim ki burası benim evim gibi...
O burası benim evim gibi olan evde, bugün karanfilli-tarçınlı çayımı yudumlayıp, iki saatin nasıl geçtiğini anlamadığım, bolca yüzümün güldüğü, en sonunda minik adamımı, sporcu güzel Su'yu gördüğüm ve her zamanki gibi kütüphanesini tırtıklayıp kendi sıcacık evime döndüğüm şahane bir öğleden sonrayı noktaladım...
İki genç kızın romanı nı okumuştum ama net hatırlamıyorum da, uzun zaman önce okuyup da hala ara ara aklıma gelen romanın sahibinin, yukarıda bahsettiğim evin kütüphanesinden tırtıkladığım iki kitaptan biri şimdi okuduğum "Ali İle Ramazan"
Yazarın bir diğer kitabı kalbimi asıl delen, sözünü edeceğim...
"Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?"
Kitabı Dost Kitabevinden başka yerden alamıyorum...
Yerini yurdunu bildiğim, kitapların raflarını tanıdığım ki özellikle küçük Dost' tan bahsediyorum...
Kitabı elime alıp sayfalarını şöyle bir üfürdükten sonra, arka kapağı okuyup kitapla aramızda duygusal bağ kurup o elektriği aldım mı o kitabı okuma da al koynuna sarın yat...
İç sesi de dedi ki an itibariyle; keşke de insanların da arka kapağını okusak, sayfalarını savurttursak anlasak bilsek onları...
Neyse...
Zamanı evvel zaman diyeceğim bir vakitte okumuştum 2007 de ilk basım, ben de üç aşağı beş yukarı o zaman aldım desem epey oldu...
Ve bugün bile aklıma gelen hikayesiyle, sayfaların birbirini kovalamasıyla, hele hele sonuyla, koşarken birinin elinden tutup seni sürüklediği gibi nefes nefese kalışınla...
Kötü bir huyum da okurum her bulduğumu; yazarını da unutuyorum yeri geliyor konusunu da unutuyorum...
Biliyorum kötü huy kabul ama kimi kitaplar da yer ediyor...
Bu kitap konusuyla yer etti ama yazarı uçtu gitti... 
Bugün de "Ali ile Ramazan" ı kütüphanesinden alınca Deniz' den, bir baktım ki "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? (2007)" ...
Ali ile Ramazan'a bir başka sarıldım şimdi...
Bu kendini büyük görmek değil tabi ki de ama bu kadın benim gibi yazıyor, benim gibi düşünüyor, içimin ısınması etkilenmem de ondan kelli...
Velhasıl aklınızın bir kenarına bu dediğim kitabı yazınız okuyunuz...
Tabi Ali İle Ramazan' ı da es geçmemek lazım...
Şimdiden biteyazıyor...

sonradan ek: kitap bitti, boğazımı, yüreğimi yaktı geçti...

25 Aralık 2011 Pazar

Okumak Cahilligi... Eseklik ....

Anlamlandıramadığım hayat olgularından bir tanesi de insanları titrlerinin insanlıklarının önüne geçmesi durumu...
Adın önüne konan kısaltmaların, kişinin kendinde ve dalga dalga etrafındakilere ağırlığını yüklemesineyse sinir olmamak içten değil...
Sen bana mı okudun behey insan evladı!
Ben senin diplomana göre ya da derecelerine, cv ne ya da her neyse ona göre ilişki kurmayacağım ki...
Büyüklerimizin söylediği herkes iki metre beze sarınıp gidecek işte neticede...
Veya ünlü düşünür facebook duvarları ne der, oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya girer...
Ee o zaman titri kabarık insan evlatları niçin insanlığınızın üzerini "san" larınızla örtmeye çabalar sınız?
Yitirdiğiniz değerleriniz yetiştirdiğiniz çocuklarınıza da sirayet ediyor sonrasındaki nesil al başına ...... ve buyrun cenaze namazına...
Hani mevki makam sahiplerinde de öyledir ya koltuktan kalkana kadar, kalktın mı senin de kaba etin diğerlerinin oturduğu sana göre basit sandalyede yerini alacak...
Dileğim odur ki; okumanın cahiliyeti aldığı eşekliğinse baki kalmadığı yetişkinlerle dolu yaşanılası yer ve ilerleyen nesli...

23 Aralık 2011 Cuma

Uzungil...

Marketteyim, ne alacağım hakkında bir fikrim yok dolanıyorum, hal böyle olunca da lüzumlu lüzumsuz herşey kucağımda...
Akşam menüsune göre de yanına alınabilecek bir Rus salatası yakışır diye düşünürken üzerinde de "Uzungil" ibaresini görünce önce bir şaşırdım...
Yılların şeker, lokum, helvacısı meze işine de girdi demek! hımmm şaşırtıcı... Yine de denemeli diyerek kucağımdaki yerini aldı...
Eve gelince dıştan ye beni dedirten görüntüsüne aldanıp bir çatal vasıtasıyla tadına bakmamla geri dışarı tahliye etmem aynı zamana tekabül ediyor...
Dedim bir mail atayım bu ne patateslerin hali havuçların hali dalından koparılmış da yerini almışcasına ham kıtır kıtır...
Sağolsunlar hemen cevap verdiler mailime...
Meğersem işin rengi başkaymış...
Bir başka firma ürünlerini Uzungil ismiyle piyasaya sürüyormuş...
Hayda biz de marka güvenilirliğine aldanıp çiğ ürünlerden oluşan derlemeye para veriyoruz...
Sizin de aklınızda bulunmasını tavsiye edip Uzungil yetkilisinin cevaben gönderdiği maili aşağıya yapıştırıyorum...

"Rengin   hanım elimden geleni yapıyorum konu en kısa zamanda yargıda
olacak zaten  internet sitemden duyurmağa çalışıyorum  fakat marka
bilindik geçen beğendikte idim karı koca helva alacaklar dinledim izledim
gitti uzungil yazan helvayı aldı merak ettim sordum durumu anlattım başka
ne alayım dedi abdurrahman tatlıcıdan şu aşamada şaşma yada bulayhan al
dedim tabi ikiside yoktu genede ben uzungil alayım dedi elden ne gelir
markayı kulananlar eski nazar marketlerin sahibi meze imalatı yapan çatak
gıda çankırılı ihtar çektim 1 ay dolmak üzere bu arada bloguğunuzu gezdim
sizde dilerseniz bu yazıyı yayınlamakta serbestsiniz ."

22 Aralık 2011 Perşembe

Müsait Bir Yerde...


Hepimiz biniyoruz dolmuşa...
Çok sık binmesem de bilmediğim bir yere gideceksem dolmuşla  sorup öyle biniyorum...
Üst sokaktan geçeni oluyor, yakınından geçeni oluyor,tam önünden geçeni oluyor...
Sorup biniyorum da ne oluyorsa sanki...
Soruyorum "şurdan geçiyor mu" "geçer abla" haaa çok geçti aynı şehirde bıraktığına şükür...
Geçende oldu kuşbakışı yakını dedik evet yürü yürü bitmedi...
Bugün de aynı şey oldu, dolmuştayım adamcağızın biri durdurdu şurdan geçer mi dedi yahu en yakın geçeceği yerle "o yer" arası en az 600-700 mt şimdi yok amca binme desem şoförle kapışma ihtimalim var iki ucunun tıkalı olduğu durum... 
Peki şoför ne dedi, tahmin etmesi hiç de zor olmadığı üzere "geçer ağabey" diye cevapladı...
Geldik biz o geçer denilen yere! Şoför durdu adam bu mu geçer dediğin yer dedi ben hastayım nasıl yürüyeceğim diye gitti...
Çok lazımı olmayan biri de arkadan biraz da yürü hava güzel amca...
Haydaaaaaaaaaa...
Ben bu durumda bu gibi şoförlere ve bu son derece lüzumsuz insanlara acil şifalar diliyorum başka da birşey demiyorum...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Greve Gel...

Bugün sağlık sektörü grevde...
Konu her ne olursa olsun insanların mesleklerinde sektörlerinde olan haksızlıklara (kendilerine göre) tepki vermelerini en tabi hakları olarak görüyorum...
Hak olarak görmediğimse halkın bu konudaki aymazlığı...
Vatandaş hastalanıyor acil servisler ve acil müdahale gerektiren durumlara zaten grev dışı...
Onlardaysa bir heyheylenme bir debelenme...
Arkadaş dur bir rahat bırak da adamlar seslerini çıkarsınlar ne yazık ki ağlamayana memenin ucunun dahi gösterilmediği memleketimde ses çıkaranın da başına geleceği önceden kimse bilmiyor...
Durum öğretmen meslektaşlarım için de geçerli bu adamların yaptığı işin ulviliğini kimse anlamıyor ona yanıyorum...
Doktorların kazandığı paranın vatandaşın çenesini yormasından, öğretmenin yok bilmem kaç ay tatilinin milleti germesi gibi saçma sapan konular dışında kimsenin mantıklı düşündüğü yok üzülüyorum...
Cahilliğe, doğru düşünmemeye üzüntüm...
Siz ki anneler, çocuklarınıza yeri geliyor hafta sonu dayanamıyorsunuz, sizin çocuğunuz muadili bir sürüsünü önce susturmak, oturtmak ve sonrasında kafalarına birşeyler sokmak için didinen -ki özellikle ilköğretim öğretmenleri için bu dediğim yakinen yaşadığımdan- öğretmenin yok tatili, yok şurası burası...
Branş öğretmenleri için de aynı şeyler sonuna kadar geçerli...
Doktorlar deseniz, adamlar senelerini veriyorlar okumak için, bir tus sınavına bütün ailelerinin boylarınca kitap defter çalışıyorlar, meslek devamlılığında sürekli araştırma halindeler, bırakın da bir zahmet çok kazansınlar kimene oturup beraber mi yiyeceksiniz kazancını, bırakın da haklarını savunsunlar...
Bırakın da bir gün hasta bakmasınlar...
Bizler millet olarak, o kırılan yen altındaki kolu daha da kırmayalım da, hep beraber olup her meslek için iyileştirmelere destek olalım, onların yanında olalım, boş bedava konuşmayalım...
Şapkalarımızı koyalım önümüze naçizane, neyiz ne değiliz, insanlığı nereye götürüyoruz, vicdan, merhamet, anlayış, tahammül, ideal, manevi durumlar gibi daha nice soldurduğumuz bu değerleri yeşertip yaşatalım...

20 Aralık 2011 Salı

Yıllık İznin Yaşanılır Güzelliği...

Devlet kurumunda çalışan çoğu annenin yaptığı gibi bir miktar izin kışa hazır edilir...
Yavruları hastalanır ihtiyaç hasıl olursa diye...
Benim gibi de izni bir sonraki seneye devredilmeyecekler, izinlerimi kimselere yar etmem, kullanır kırar bacağımı otururum evimde derler...
 Alınır izinler, uzun oturuş pozisyonu alınır, kahve yapılır, tv ye saldırılır, dergi, gazete, kitap, internet, dolanılır da dolanılır...
Yavrunun okul bitiş saati gelip de, okuldan alınıp eve gelindi mi bitmiştir o keyf...
Şimdilik aklımda dinlenmenin yanı sıra çekmece dolap temizliği var...Var olduğuyla kalır gibime geliyor, her izinde öyle bir heves gelir sonra kendiliğinden söner sonra da vay be zaman ne çabuk geçtiye bağlarım...
Yaşasın tembellik...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Depresiyom...

 Depresyona girme hakkı istiyorum...
Her ağır parçada ya da babalı sahnelerde burnumun dibine girip gözümün hafif buğulanmasına bile ağlayacak çocuk var yanımda, bir de idamesini sağlamaya katkıda olduğum bir hayat öbür yanımda...
Küçük bir pansiyonda olayım mesela, hemen denizin kıyısında, o kadar küçük olsun ki belde; akşama kadar yoldan geçen insan sayısı bir elimin parmaklarını geçmesin...
Kaldığım odanın küçük de bir bir balkonu olsun...
Sigaramın dumanı balkondan süzülsün denize hemen...
Yemeğe bile inmeyeyim, öyle restaurant filan olmasın, dedim ya şimdinin caf caflı butikleri gibi değil de eski Türk filmlerindeki gibi olsun...
Yemeğimi tepsiyle odama getirsin tonton amcanın tonton güleç yüzlü karısı... 
Fazla da kalmama gerek yok iki gün yeter, tek başıma olmam kafi...
Telefon edip adımı verdiğimde odanız hazır desinler adıma hitaben, gideyim hakkım olan depresyonuma gireyim...
Eve dönüş yolunda çıkarım nasılsa...
Evde hepten kendime gelirim zaten istersen gelme...
Kaçmaya bir odam olsun yeter ki...

17 Aralık 2011 Cumartesi

Nasip...

Birşey nasip olmadı mı kesseler gerçekleşmiyor...
özii 'yle hafta içinde konuştuk cumartesi buluşacağız Ankara' ya gelecek...
İçimden Geldiği Gibi hanımefendiyle de üçümüz hasbıhal edecektik...
Ne oldu, ben hemen bizim bey' i rezerve ettim "Cumartesi Rengin sende araba bende" diyerek...
Peki ne oldu?
Bizim bey masaj kursu çıktı...
Rengin' in dün gece ateş 40 a dayandı, annem keza hasta, salya, sümük, kafa kazan, kemikler ezilmiş halde...
Veee Funda evde kızıyla...
Sabahtan doktora gidildi, yeşillenen bademcikler hakettiği antibiyotiğe kavuştu...
Tablomuz; yemeksiz, bol istifralı, dinlenmeli, şirazesi kaymış bir Rengin...
Öyleyse nasibimiz neymiş...
Özii ve İçimden Geldiği Gibi ve şeker kızı benim evime gelecekler hep beraber buluşmamızı bu şekilde gerçekleştirecekmişiz...
Çok da iyi edecekmişiz...
Taraflarda memnun mesut, gökten düşen elmalarını paylaşıp afiyetle yemişler...



16 Aralık 2011 Cuma

Bu Kadar mı Yetmez?

O kadar zaman yetmiyor ki...
O kadar dolu ki her yanım...
Başı kaşıyacak zamanı olmaz mı insanın...
Akşamları ayak altları patlıyor alevler atıyor artık...
Bir yandan da bakıyorum ki elde avuçta kenarda kıyıda birşey var mı bu kadar koşturmaya...
Yok vallahi de yok...
Demek ki neymiş...
Nafile koşturmalarmış yalandan çırpınmalarmış...
Bütün bunların yanında da her daim dile pelesenk sağlığa, varlığa, huzura, ağız tadına, sevdiklerin yanındalığına, yüzlerin gülmesine bin şükür...
Bir de kendime müjde; an itibariyle Ocak 2 ye kadar da izinliyim...
Kahveye, çaya, çorbaya beklerim efenim...


12 Aralık 2011 Pazartesi

Abla...

Ultra bakımlı bir hatun olamadım...
Zamanında sorumluluk yoktu gerekli iştah vardı giyindik süslendik hevesler alındı, şimdi milletin o çabaları "naçizane" nafile çabalar gibi geliyor...
Makyaj malzemesi ya da evden çıkmadan yeniden kaş göz yapmak yerine, zemini temizlemek mantıklı geldi bana hep...
Cilt temizliği oldu önemlisi, en kaliteli kapatıcılar yerine, hoş sadece üniversite mezuniyetimde oldu fondotenim sonra o da kurudu gitti...
Kıyafet işinde de canım annem sağolsun bulurdu buluştururdu en iyisini alırdı bu da marka olduğu için malesef kötü bir marka takıntım hasıl...
Ucuz mal alacak kadar zengin değilim sözünün arkasından gidip, az alıp çok giydim...
Zevk konusu ise facia, örtünmek için giyinenlerdenim...
Kız kardeşim ise benim o kadar zıttım ki...
Bir yere gider yığınla durur kıyafetler, en iyisini bulur hemen kafasında evdekilerle kombine eder hım hım diye diye alır yakıştırır da...
Bense dolaptakilerden bi haber, yıllar sonra bakarım ki aaaaa benim bunum varmış, hay Allah neden giymedim ki diye kendi kendime hayıflanırım sonra yine unuturum...
Ara sıra hiç aklımda yokken vitrinlere bakarken girip aldığım bir kaç parça eşyanın da akibeti ara ara kardeşimle gidip değiştirmek olur ki bu hafta sonu da durum aynıydı...
Giyinme kabininde kardeşimle ben...
Bakıyor bana manalı manalı...
"Abla sen kendi kendine bir şey alma güzelim gelirim ben seninle"
O kadar güldüm ki aklıma geldikçe de hala gülerim...
E canım ne var, ben de senden feyz alıyorum herkes her konuda ihtisas sahibi olmayacak ya :)
Dedim ya örtünmek benimki, zaten hep basic parçalar favorim en güzeli, öbür afilli parçalarla da ben ben olmuyorum ki...


7 Aralık 2011 Çarşamba

Sıkça... Sıklıkla... Sık Olarak...

İflah olmaz promosyon delisiyim...
Promosyon derken de öyle herşey değil elbet özellikle yılbaşındaki şık organizerler ajandalar kalem takvim not kağıtları ıvır zıvırdan bahsim...
Can babam çok getirirdi bilirdi huyumu da şimdi Bizim Bey'den geliyor sağolsun...
Hoş onları ne kadar kullanıyorum benim ki maymun iştahlılıktan fazlası değil kıyı köşe geçmiş zamanların ajandaları ıvır zıvırları dolu...


Allahım nazarlardan saklaya bu ara üst üste adliyeden esen mutlu rüzgarların esintisine koyverdim saçlarımı uçuşturuyorum...

Kilo verme işini de fazla kafama takmadan Sevgili Asortiğin yönlendirmeleriyle devam ettiriyorum...

Sağ omuzundaki tendinit illetinin henüz başında tedaviye başlamamın avantajını merkezdeki hastaların hareketlerdeki çığlıklarından anlıyorum... Siz siz olun mutlaka kendinizi dinleyin ihmal etmeyin hekime bir görünün her türlü marazda...

Bu ara sıkça, bizim beyin  gittiğinde bavul hazırlama, geldiğinde yerleştirme işlerimin arasında Rengin' imin okulu dersi meşgalem bir de öğlenden sonraları gittiğim fizik tedavi merkezi...

Her cuma değişen oje renklerini takip edip, sabah başka akşam başka renklerle, her dışarı çıktığımızda alınan bir yenisiyle... Velhasıl işimiz var hanımın süsüyle...

Yine de ve yine de değişmeyen nakaratım; şükürler olsun her şeye, hayata, huzura, sağlığa, varlığa ve nicelerine...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Çok Atak Gördüm Kendimi...

Vatandaş Dukan demiş ki Funda kardeşim bu boya 59,25kg. olabilirsin ancak ve ancak...
Pışşşşşık dedim neyyyyyyyyyyy...
Otuz yaşına kadar 55 gez, hamilelikde 30 kg al Reno altıncı ayına geldiğinde 32kg ver...
Son 3 senede fazladan 4-5 kg yi vereme üzerine de ilave et toplamda 8 kg fazlalığı bünyede ihtiva et...
Dukan demiş ki üç gün atak yapabilirsiniz, Asortik demiş ki beş gün yapalım Funda...
Ürkütmek istemediğimden bünyeyi, dört günle sonlandırdım atağı...
Darısı istediğim kiloya düşene dek seyir halim devamına...
Bu arada kendime fazladan ön gaz vermek istemem ama bugünün neticesi üçüncü gün hasılatı -1,5 kg...


4 Aralık 2011 Pazar

Açlıkla marine olduğum dün ve bugün, saf protein almaktan, saf tertemiz bir şey oldum çıktım...
Geceleri yenilen aburcuburların, deliler gibi tatlının, yok estra çikolata sosu da ekleyin lütfenlerin sonucu, vücuda nakşedilen fazlalıkların nasıl giderilebileceği kahrı çekilir, nasıl etsemlerle yanıp tutuşurken Asortik Krep demiş ki; Dukan Diyeti, uygun musunuz, haydaaa buyur buradan ateşle......
İşaret kabul eyleyip, bir perşembe akşamı okuyup da kendisine yorum, soru, bilimum tacizlere vardırınca işi, kendisi de cansiperhane cevaplayıp verince gazı, pazartesiyi bekleyemem ben, tezcanlıyımdır en tazesinden diyerek cuma sabahı başlayıp, cumartesi sabahına da -500 gr görünce, eee toplasan 4 günün ikisi gitti ikisi kaldı sonrası evre evre deyip giriştim bu işe...
Meğer meraklısı çokmuş, yapanı sonuç alanı ve her şeyden öncesi de Asortik de ciddi kayıplar yaşayınca, eee dedim azmim gir devreye, koyma yüzümü yerlere, devam edelim şu işe...
Bizim Beyin de haberi yok bu ara fazlaca yüklenmekteydi lakin görecek ki geldiğinde uçmuş gitmişim ben heheyyyyt....
Yalnız yulaf kepeği ne menem kötü birşeymiş ayol hap gibi yutuyorum artık...
Benim gibi düşünme aşamasında olanlara da buyrun diyorum, kapıyı açıp önden buyur ediyorum, çekinmeyiniz deneyiniz...

1 Aralık 2011 Perşembe

Hayattan alınacak lezzetlerin yelpazesi belli...
Yelpazedekiler fiilen var iken, sonrasında fotoğrafları kalıyor elde...
Sen eline alıp da savurmaya başladın mı yüzüne yüzüne, o olmayanların rüzgarı yüreğine yüreğine vuruyor...
Kapatınca işin bitip de, onlar da yüreklerindeki yerlerini alıyorlar rüzgarlarından öte...

(Oturanlar) Ortada...
Soldan üç...
Sağdan iki...

Soldan üç...
ortada...

soldan iki...
soldan bir...
soldan bir...
soldan bir...
bateride...



Üstteki video babamın arkadaşı Turgay Kahya...
Düğünümüzde söylemişti Turgay amca...
Babam fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere bateristti...

Sonradan edit: fotoğraflardan anlaşılacağı üzere babam bateristti demek salaklığına ara sıra düşüyor insan evladı anlaşılacağı üzere ne demekse...

25 Kasım 2011 Cuma

Tendinit...

Yeni meşguliyetim tendinit'imin tedavisi...


Onun dışında aşayiş berkemal durumlar ala şükür...

Tendinit' in ne olduğuna dair...

22 Kasım 2011 Salı

Indırım Dındırım...

Öyle böyle birşey değil yaşadığım bugünkü...
Ultra değişik, ekstra egzantirik ve başa gelmemiş...
Olmasa en iyisi olurdurundan, lan oldu da fena olmadısına kadar uzayan, akacak kan damarda mı dururmuş aktı gittiye kadar listesini uzatan hayıflanma sözleriyle bezeli bir hadise...
İnsan çocuğu söz konusu olunca homojen halde dolaşıyor kabın içinde...
Her mübadeleye de giriyor, istemediği her şekli de alıyor, şimdi hangi kaba koyarsan o şekildeyim misal...
Her yaşın, anın öğretisi varından yola çıkarak, hiiiç sınıf ayrımı insan ayrımı eğitimli eğitimsiz ayrımı yapmayacağım demeyeceğim kimse kusur kalmasın...
Kimse de ben insan ayrımı yapmam laitifesine de girmesin mümkünse, delikanlı gibi şapka önde konuşalım o şekil düşünelim "la" :)
Eskiler boşa mı sarf etmişler davul bile dengi dengine...
Denklik mühim mesele...
Arkadaşın da dengin olacak, eşin dostun da, çocuğunun arkadaşları da, ailesi de...
Öyle hümanistim, insanları severim, geçiniz bir kalemde...
Severiz tabi lafta o da uzaktan, mehtaba daldığımızda, ulvi sohbetlerde, mangalda kül bırakmadığımız uzun soluklu oturmalarda...
Eğitim şart diye yırttığımız taraflarımızla, tüy bitirdiğimiz dilimizde, geldiğimiz nokta greenwich' ten başka bir yer değildir...
Üzüntüyle itiraf ederim ki çocuğumun, ailesinin cahiliyetlerinin meşrulaşmış ebeveynlerinin üretimleriyle kaynaşmasını tasvip etmiyorum şu dakikadan itibaren...
Armudun dibine düşme hadisesiyle ve benim her zaman düstur edindiğim gibi "anasını babasını sevmediğimin çocuğunu da sevmiyorum kardeşim" vaazımın bir diğer öğesini takdimimdir ki "cahil, cüleha, ındırım dındırım adamların çocukları benim çocuğumla iletişime geçmesin" ...
Sonra bugünki gibi ağır travmaların damga vurduğu, abuk subuk sahnelerin yaşanmasından kaçınılmıyor...
Ve ne çare ki eğitim şart diye bas bas bağıran güruha ben de şiddetle katılıyorum...