8 Ekim 2011 Cumartesi


Öfkem pişmanlığımla hemhal olmuş...
Kızgın mıyım, pişman mıyım, üzgün mü, bitkin mi...
Ayırt edemiyor insan...
Sıkıntı üzüntüden değil elbet hiç değil...
Karmaşıklıksa bu hale gelmekteki marifet...
Kızgınlık; yitip gidenleri de, yitip gidenlere de sebep olanda asıl...
Kar zarar hadisesinde uç köşe de koca bir "kar" varken, öte yanda gidenlerin, gideceklerin tek vücutta vuku bulmayıp yörüngesindekileri helak etmesini hesaba katmıyor bile...
Hortum, kasırga ne varsa ve ne uğradıysa öyle bir yıktı yıktı geçti ki ne yiten geri gelir, ne de aynı dizinin tekrarı oynar yeniden...
Silinen de, üzeri çizilen de, biter gider de geri gelmez tövbe...
Elde olana şükredip her zamanki gibi, yürüme bandındaki yürüyüşe devam etmeli aynı yolları tekrar tekrar yürüyerek...

6 Ekim 2011 Perşembe

Her Şey...

...bu sabah Renginle okula gitmek için arabanın başına geldiğimizde başladı...
Anahtarı arabaya tuttuğumda daha bir gariplik olduğu aşikar, ben yine de pili bitmiştir diyerek kapıyı manuel açıp yerleştikten sonra onca yükümüzle, kontakta hiç bir numara olmamasından haydaaaa bitti mi ki akü diyerek onca yükümüzle inmemizle okula yürümemiz bir oldu dersin başlama saatini hafiften geçirerek arabaya güvenip...
Akşam sağolsun sınıftan bir veli arkadaşın eşi ve kayın biraderi akü takviyesiyle ve sonra bunun kendini şarj etmesi lazım yarım saat dolanın şeklindeki söylemleriyle gecenin de 22:00 si olmuş kız kardeşi yanıma alıp çünkü Rengin' in başında da annem var...
Haydi kız kardeş sen gel hele iki dolanalım, birer de kahve içer evimize döneriz teklifimle, bir kahveciye otururken daha, değnekçileri sevmediğimden ve park parası verme alerjimden dolayı bir miktar geriye konuşlandırdıktan sonra arabayı.....
İçtik biz güzelim kahvelerimizi, önümüzden geçen çekici arkadaşları gördükçe de bizimkine aynı muameleyi uygulamasalar bari, yok canım bizimki emniyetli yerde tesellisinden sonra işkillenip kalkıp da park yerini pir-ü pak görünce vay yandıma düştüm bir an...
Sonrası efendim Türközü' ne götürmüşler benim aküsü henüz olmuş nazlımı...
Paramızı bayıldık, ehliyetimizin de değişmesi gerektiğinin farkına vardırıldık, kendi soyadımızı da kullanıyor olmamızın bir artısı yokmuş hüviyette, ehliyetimizde TC numaramızın da görünmesi icap edermişi öğrendik, evimizin yolunu tuttuk...
Sen misin otoparka, değnekçilere verdiği paraya acıyan!


4 Ekim 2011 Salı

"Başlık"



Yazıların sonunda atarım ben başlığı...
Hoş dünyaya gelirken bir başlığım var mıydı ki...
Yaşadıkça oluştu başlığım başlıklarım...
Bir sürü var elbet...
Yırtmıyorum kendimi başlığını koyayım illa ki kuş kondurmuşcasına...
Uzun bekleyişim devam ediyor neyi beklediğimi bilmeden...
Sonunda elime ne tutuşacak, dur bakali ne olacak!
Fakat şu dönem itibariyle bir huzur, bir dinginlik ki tavanlardan taştı artık maşallah...
Bir de hazırlandım; ileriye geriye ne olacaksa nereye varacaksa....
Villa paspasım da olduktan sonra bir villam eksik ona da ramak kalmış ola...

1 Ekim 2011 Cumartesi

İssssssssyAAAAAAAANNNNNNN.............

Gece çıkmalarından hiç mi hiç haz etmeyen ben, bir daha uzun süre de çıkmam inancıyla gece sonundaki bu kanaate varmış bulunmaktayım...
Sakin geceler hariç...
Dünkü konserin kuyruk kısmından daha anlaşıldı ki, kız ve erkek kardeşlerimizin yoğunlukta olduğu bir kalabalığın içindeyiz...
Korumalar sanırsın reis-i cumhurun korumaları...
Kraldan çok kralcılar her zamanki gibi, ne yani altı üstü güvenliği sağlayacaksın, hepsi genç müzik dinleyip gidecekler hay huy yapmaya ne hacet...
Bu güvenlik görevlisi camiasının sanırım eğitimlerinde bir pürüz oluyor, sonrasında da görev tanımlarında...
Konser denilen saatte elbette başlamadı öncesindeki dangır dungur diye tabir edilebilecek yaşta olan bana, daha ilk dakikalarında o gümbürtüler bütün iç organlarımda tım tıs, bam güm şeklindeki tınılarına başlamışlardı bile...
Sonraaaa önce orkestra elemanları birer birer o kendilerine has edalarıyla yerleştiler bir iki tıngırdattılar...
Bateriye babamı oturttum hemen, gece boyunca da kalkmadı hep babam çaldı...
Ses düzeninin ilk iki üç parçadan sonra düzelmesi dışında, orkestranın şarkıcının sesini örtüyor olmasından başka sıkıntı yoktu...
Halbuki Halil Sezai' nin gırtlağında akide şekeri mevcut, o kadar temiz bir sesi var ki mikrofona gerek yok o derece...
Biri on, diğeri beş dakikalık iki aradan sonra insanı iki büyük rakı devirmişçesine çarpan konser, ruhumu da içimi de alaşağı etti geçti...




30 Eylül 2011 Cuma

Bugün Cuma Enseni Kapa...

 Bizim dönemler hatırlarlar bu lafı, okulda kaç kere duymuş, ardından sınıfın safının ensesinde patlayan şaplağın sesini....
Bir de şey geldi aklıma, sınıf tahtasının sağ üst kısmına tarih yazılır altına bir çizgi alta da gün yazılır ayın 14' ünde hiç sekmez bugün ayın 14'ü kız saçını kim ördü...
Cuma günleri tarifsiz salak bir heyecan, midede bir kelebek uçuşması hasıl olur bende...
Sela Ezan arası özlem giderilmeye çalışılan baba yanından sonra iş çıkışı ertesi iki günün tatil olma vesilesi belki kelebekleri uçurtan...
Bu akşam da sanki genç kızlar gibi konsere gidecek olmamın heyecanı da sardı kimbilir...
Abla kardeş el ele tutuşup Halil Sezai' yi dinlemeye gideceğiz inşallah artık mest olur mu çıkarız yoksa İbo dinlemiş gibi ciğerlerimiz dağlanıp mı çıkarız bilemiyorum...
Hafta sonu da halacığım misafir bende, evde bey olmayınca daha rahat eder düşüncesiyle bu sefer bende kalmasını istedim...
Öyle kız kıza bir hafta sonu olacak, anne, kız, hala, anneanne, teyze mis misssss....
Aşağıdaki parça en sevdiğim parçası, düet yapıp içine etmeselermiş, adamceğiz tek başına söyleseymiş iyi olacakmış da...

28 Eylül 2011 Çarşamba

İtler İstedi Diye ATLAR Ölmez...

Yeterince bulanık olan suyuma, nereden geldiyse bir çamur topağı daha geldi bombok oldu suyun içi...
Şu sıra dipten yüzeye danslar eden diğer çamurlarla kardeş, salınıp duruyorsunuz ama benim o havuzun tıpasını çekmem çok yakın...
Bütün çamurlar çocukluk zamanımda sucunun omzunda taşıdığı cam bidondan, bizim evdeki bidona devşirilirken oluşturduğu girdap gibi küfür etmem gereken bu yerde ....................... koyup geçmem gayri ihtiyari bir tepki olup nasılsa okuyucu benim ağzımın bozuk olduğunu biliyora sığınıp ortalığı daha da bombok etmeyeyim...
Sözlerime on numara Rumen bir atasözüyle son vermek isterim...

İTLER İSTEDİ DİYE ATLAR ÖLMEZ...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Geçtiğimiz....

Geçtiğimiz hafta Rengin' in doğum gününü devirdik...
Aynı gün babamın da doğum günüydü onu da içimizden yaşadık...
Sermin' in pembe mi pembe kızını gördük, üç günlüktü, kokladım mis gibi süt kokusunu çektim içime...
Kararlar aldım sonra geri verdim...
Ahretlik gelmişti Kuşadası'ndan bahanesine Deniz Kızını da görmüş olduk...
İçimi rahatlattım ne zamana kadar bilmeden...
Bu öğlen çılgınlık yaptım midemi doldurdum tıka basa...
Eski günlerdeki gibi parfüm kokladım bileğime sıktım...
Fiyatına baktım epey pahalanmış...
Yazıyı da bileğimden gelen kokuyu koklaya koklaya yazdım...



21 Eylül 2011 Çarşamba

Bak Anne...


Sen bana izin versen ben aşkımı yaşayacağım ama izin vermiyorsun ki...
Diyelim ki izin verdim nasıl yaşayacaksın...
Beraber gezeceğiz, futbol maçlarını izleyeceğim...
Ee bunları aşk yaşamadan da yapabilirsin, o senin zaten arkadaşın...
Olmuyor anne, ben seviyorum aşkı bulduğumu hissediyorum, birinci sınıftan beri eminim bak...
Annecim şimdi sen bunu aşk olarak görüyor olabilirsin ama kimi arkadaşını biraz seversin, kimi arkadaşını çok seversin, bu arkadaşını da biraz fazla seviyorsun demek ki...
Hayır anne ben eminim aşkımdan, emin olmasam diyorum ya sana birinci sınıftan beri seviyorum...
Peki o da sana karşı bir aşk besliyor mu?
Bilmiyorum bazen sana aşığım diyor ben de delisin diyorum...Bazen yok diyor anlamadım...
Peki annecim o ama çok yaramaz bir çocuk, derslerini de önemsemiyor, sürekli cezaya kalıyor...
Olsun anne ben çalışkanım, zekiyim ya değişir o, ben değiş dersem...
Sen yine de şu aşk işini unut anneciğim bence yani, sadece arkadaş olarak kalın, zamanı gelince bunların hepsi olur zaten...
İşte diyorum zaten anne sen izin vermiyorsun...
?????!!!!!!!!

Yarabbim birgün bunları kızımla konuşacağım katiyen aklıma gelir miydi?
Hayır nasıl tepki vereceğimi de bilmiyorum ki, dinleyicilik sınırlarını iyi çizmek lazım ki bana her zaman açılsın...
Umarım doğru yoldayımdır...
Oy Renginim Renginim :)

19 Eylül 2011 Pazartesi

Zil Çaldı...

Ebeveynlerin baktığı pencereden bakmıyorlar çocuklar...
Bana kalsa amaaaan okul açıldı, ders, yazılı, sözlü, ödev ne kadar uzun yıllar var önündeyle dertlenirken Rengin için bunlar değil, tamamen arkadaşlarımı özledim, okulumu özledim kaygısıyla yaşadı son zamanları, hatta son bir hafta sürekli kaç gün yatacağıza kadar vardırdı...
Bir de oku, mezun ol, hayat işte en güzel zamanlar aslında bunlar, hele ki benim gibi geniş anneye, özellikle dersler konusunda çok sıkıştırmayan anneye...
Hayırlı olsun okul bütün okullu çocuklara ergenlere...

16 Eylül 2011 Cuma

Akça Pakça...

Pazatesi günü bu güzel hanımefendiyle gittikten sonra bu bize epey gider dedik bir sonraki aya kadar...
Gideri var deneyin gidin aklanın paklanın...


13 Eylül 2011 Salı

Yaşa Pazartesi...


Tam tekmil ev hanımı değilim, anne üzerine yüklenilen, zamanında suyu annesinden isteyen, Allah beni ne yapsa yeridir tarzı tembel adamın tekiyim...
Tembellikten ziyade bilmediğimden...
Örneğin mesela misal temizlik yapıyorum, bağ bağışlıyorum sanki annemden onay alacağım, aferin benim kızıma diyecek ya, anne çok yoruldum temizlikten çıktım, sanırsın bütün apartmanı temizlemişim, annem bilir ya malını, şurayı temizledin mi? aaaaaa orası da mı temizlenecek, buraya el attın mı, hııı orada mı vardı...
Öyle bir yaratıcılığım yok, evin neresinin temizleneceğine dair dahiyane fikirlerim yok...
Mutfakta da öyle aman aman bir numara yok...
Bu hafta domates yapayım şeklinde bir heves geldi bana...
On beş kilo domatesi sardım başıma...
O hafta sonu da misafirim var, iki çocuk bir ben, onlara mutfaktan çığırın sürekli, birbirinize yapmayın öyle, güzel durun, aşağıda komşu var, bir yandan domatesleri blendırdan geçir, poşetlere koy, sonra onları nereye tıkacağını dert et...
Ha bir de domates kabuğu hadisesi var, aman sen on beş kilonun kabuğundan bir domates sosu ol...
Efendim domatesin kabuklarını blendirdan geçiriyorsunuz iyice, sonra tel süzgeçten geçiriyorsunuz, şahane kıvamlı sos oluyor size...
On beş kilo domatesin kabuklarından 1,5 litreye yakın da sos meydana geliyor...
Sizin de bizim de yaptıklarımızı sağlıkla yedirmek nasip etsin Allah....
Öyle ya yap et yemeye kalınmalınabilir...
Hafta sonu ayaklarımın altından ateşler çıktı, ben de her normal kadının yaptığı şeyleri yapıp da mesele yapıyorum bir de bu kadar ağıtlara oturuyorum...
Anneme desem şimdi bıyık altından güler eee ne var ev hanımlığı kolay mı Funda Hanım diye...
Hatta geçende annemle mevzusu oldu, anne karnıyarığı fırında yapıyorlarmış önceden kızartmadan diye...
Öylesi olmaz dedi, uğraşacaksın, iyi yemek emek ister diye de bir veciz attı ortaya...
Öyle böyle işte, 29 una kadar her işi anandan beklersen, sonra da sonradan olma ev hanımı olursun, üzerine kıytırık iki iş yaptıktan sonra iş yaptım diye ortalarda dolanırsın...
Ne hafta başı, ne sendromu yaşa sen pazartesi...



9 Eylül 2011 Cuma

Güzel...


Okul açılmasına az kala heyecansızız...
Eteğimizi denedik...
Oldu, boyundan takıntımız vardı Rengin tarafından, boyu kısa olmasın öbür kızların külotları görünüyor benimki görünmeyecek...
Aferin kızım dedim özel yerler onlar, dikkat edeceğiz daima...
Hafta güzel başladı güzel bitiyor, geliyor yine bol işli, pazartesiyi iple çekmeli bir hafta sonuna girdik bile...


Begonvillerle sarılı bir ev dileğim, pembe panjurdan geçtim çoktan...

7 Eylül 2011 Çarşamba

Yollar Bitti...







Yaz ne zaman geldi...
Ne zaman gitti...
Arada bayram devrildi...
Yollar aşıldı...
Mekanlar değişildi...
Ferahlıklar verildi yüreğe...

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Yol Hali İste...

Gecen senenin bu gecesiydi, babamin basinda sabahladigim, babaminsa gozlerini kirpmadan duvarda tek bir noktaya bakip sabahi bekledigimiz... Nereden bilecektik ki iki gun sonra hepten veda edecekti... Ertesi gun tam da pazartesi yogun bakimda yatip da anonsta "Behcet Tarikahya nin yakini hastanizin basina" dediginde yasadigini...Behcet Tarikahya nin yakinlari bilmemnereye lutfen" deyince de artik komple gittigini... Hayat sen ne tuhafsin, ogrencilik bitti dedim, sinav yok artik dedim, asil yenileri gelirmis ya, hem de calisilmadik neresi varsa hep oradan cikarmis en kazik sorular...

28 Ağustos 2011 Pazar

Bayramlık...


Bu yaz sezonunda anne kız gezdik de durduk leyleğe inat...
Yarın akşam yine yolcuyuz kısmetse kızımla...
1 Eylül' ün babamın gidişinin bir seneyi doldurması bütün baba tarafı efradının Çeşme' de bulunuyor olmasıyla kimse yok orada haydi gelin birlik olalım teklifleri cazip geldi gidiyoruz bakalım...
Herkese iyi bayramlar dilerken yanaklarınızdan öper esenlikler dilerim...

23 Ağustos 2011 Salı

İftarlık Hamamönü...

Öylesine bir laftı benimki yalandan ortaya atılmış...
"Yarın akşam hava güzel olsa da Rengin'i Hamamönü' ne götürsek"
"Olabilir" duydum karşımdan gelen cevapta...
Sonra bir aile dostu, sonra bir arkadaş daha eklenince, hoş iftar sofrası sonrasında gezinti, debdebesi hengamesiyle sonlanan Hamamönü gecesi...
Bravo Veysel Başkana, gerek mekanın revizyonuyla gerekse organizasyonla on üzerinden on...

(Veysel TİRYAKİ Altındağ Belediye Başkanı)










20 Ağustos 2011 Cumartesi

Elleşmeyin Bana Bu Ara...





Hep bir nedenim var "elleşmeyin bana" nın  geçtiğimiz iki seneden beri...
On gün sonra babamın gidişinin bir senesi doluyor...
Ne badirelerden, ne tedavi süreçlerinden, ne sıkıntılardan geçmemizin ardından...
Şimdi ve öncesinde her baktığım yer babam her geçtiğim yer babam...
Uzaklara daldığımda babam, yakına baktığımda babam...
Onunla ilgili kareleri aklımdan çıkarmak istemiyorum, silinecekler diye aklım çıkıyor...
Hatırlayamadığım zamansa kabus gibi...
Onun sesini kulağımda çınlatıyorum...
Gidişinin ardından biten ve devam eden şu manasız hukuk süreçleri...
Babamın iş durumundan dolayı, blogumda yazdığım yazıdan başıma aldığım dava sürecinde beş yıl efendi gibi durmam şartıyla şartlı tahliye benimki...
Bir hadise daha vuku bukmasıyla, o da bulmadı da bulduruldu ne diyelim, ondan da yine bir beş yıllık bir daha olmasın şartıyla tahliyem var...
Epey bir dolandım koridorlarında adliyenin, sulh hukuğundan sulh cezasına kadar...
Onlar yetmedi, bir de manevi tazminat davam var...
Parası da güzel, yirmi dört bin lira, onun da duruşması Kasım 1'de...
O değil babam oralarda üzülüyor ona yanıyorum, yoksa hepsine takdir-i ilahi gözüyle bakıyorum, hepsini vermem gereken sınavlar hadisesi olarak kabul ediyorum...
Zor zamanlar şu ara, babamın gidişinden beri, hayatın tadının tuzunun kalmaksızın devam etmesinin  tek gülümsemesi kızıma...
Cumaları ziyaretine gittiğim babamın yanında böğüre böğüre ağlayıp onu rahatsız ediyorum farkındayım...
İnsan hayatındaki en önemli mihengini gönderdiğinde, ben ne gemiler yaktım, acının kralınıı gördüm he heyyyyt diyerek müsamasını kaybediyor herkeslere, herşeye karşı...
O zaman anlıyor eşini, dostunu, akrabasını, yanındakileri...
Daha kolay silinebilir oluyor insanlar, yanında olmuş gibi görünenleri daha kolay süpürebiliyor eşiğe doğru...
Zamanında ses etmediğin, tepki vermediğin durumları eşiğe süpürdüğünde üzerinden attığında etraftan garip karşılanıyor da sen hiiiiç takmıyorsun...
Umurun mu değil elbet...
Hani gidenlerin ardından yandaşları çoktan gidiyor da, eş, dost, akraba da siliniyor kendiliğinden...
Sen tutunsan da, onlar riyadan yoksun kalıyorlar...
Peki o gemiler yanmadan önce neden süpürülemiyorlar bilmiyorsun da ondan, yaşamıyormuşsun anlamından bihabersin yaşadığın hayatın...
Sonrasında gitmiş bitmiş olunca, bir başına kalınca dımdızlak, şaşırmanla kendine gelmen arasındaki sürede öğreniyorsun ne öğrenirsen...
Destek istiyorsun ya da ağladığında sızlandığında yanında kimse olmasa da söylenecek kimse olmasın istiyorsun...
Dediğim gibi kayıp ağır olunca, ben kimi gönderdim verdim toprağa diyorsun, ne tazminatı, ne huzursuzluğu ne mutsuzluğu vız gelip tırıs gidiyor...
Aldığın, alacağın kararlar da o ölçüde keskin, kati oluyor...
Belirsizliklere tahammül edemediğin gibi, belirli olması durumunda da eyvallahın olmuyor...
Ne diyebilirim ki bu ara dokunmayın bana elleşmeyin...
Hiç yiyip içesimin olmadığı bugünlerde orucu hiç bu kadar kolay tutmamıştım...
Tek aradığımın sigara oluşu, yanında iki damla yaşıyla, cigaram eşliğinde kahvesi...
1 Eylül yaklaştıkça daha da deşilen kalbimin hıçkırıkları, kendi çapında sessiz haykırırken, elleşmeyin bana bu ara...

15 Ağustos 2011 Pazartesi


Düzensizliğin içindeki düzen benimki...
Karmakarışık her yan, hangi kırlenti kaldırsam bir hayret nidasıyla yerine koyuyorum...
Hani beni hiç birşey şaşırtamazdı ya bundan böyle...
Duyduklarım kulaklarımı uğuldatıyor, duymuyorum işime geliyor...
Ne zaman başlasa, kafam suda gibi sözler boğuk, ses canavarınki gibi...
Sonlansa da kurtulsam mı, sonlanmasa da mı kurtulsam bilemedim...

12 Ağustos 2011 Cuma

Sokakta Opusenlerin Dudaklari Kopsun...

Kirmizi isiktayiz, arkada Rengin...
 O da benim gordugumu goruyor mudur...
Yok yok gormuyor olsun lutfen...
Solda ileri de iki zevzek mendebur sarilmislar bir de uzerine opusuyorlar...
Bildiğin şapur şupur...
 Neyse bitti galiba, Rengin de gormemistir galiba...
Haydaaa yine mi?
İneyim asagiya yok acayim cami soverim...
 "Gencler yeter ama" haspa sanane demez mi? "gormuyor musunuz cocuk arkada"
"olabilir naaapalim" dedi bu sefer serseri...
"Yuh yuh edep yahu"
Yesil yandi gectik gittik...
Rengin mi?
Gormus gormez mi sipa?

11 Ağustos 2011 Perşembe

Asayiş Berkemal...


Oruçla haşır neşir zamanların harici, yaz başı hareketinin geçici niyahet bulması dışında...
Yaşanan da, anlatılacak da çok şey olmasına rağmen yazmaktan alıkoyan da birşey var benden içerde...
Biliyorum çözüleceğim, akacak kan damarlarımda durmayacak yakında...

10 Temmuz 2011 Pazar

Tıkkıdı Tıkkıdı Hatunlar...

Hepimiz aynı modellere alıştık hatun kişilerde...
Hepsinde dirsekten taşıma çantalar...
Saç şekilleri, boyaları, taranış şekilleri, yivleri bile aynı yerden ayrılmış...
Gözlüklere iki surat sığar...
Kokular desen, köpeğe aratsan hangi birini bulacağını şaşırır...
Ayakkabılar, saçlar, pantolonlar, bluzler, konuşmalar, bakışlar, süzülmeler derkeeeeen...
Hatun kişilere bizler de dahil hep bakarız, hatta en çok da biz bakarız hemcinslere, ne giymiş, yakıştırmış mı makyajı, saçı fesatlıktan değil tövbe meraktan sadece...
Artık erkekler de maşallah bizler gibi, her biri birbirine denk, bermudalar bel altı...
Tişörtlerin yakaları katlanmıyor -ki hepsinin yanına gidip düzeltesim var-...
Ayakkabılar, kısa çoraplar hele hele de yürüyüşler...
Hiç kendime mal etmeyeceğim...
Bugünkü avm gezimizde anacığım, kardeşim, kızımla tam önümüzden iki model geçiyor onlar yürürlerken kardeşimden bir tespit...
"Bu erkeklerin hepsi de kakaları gelmiş gibi yürüyorlar..."
Demek ki o model giyime de o tarz yürüyüş...
Çok güldüm yalnız kim derdi ki günün birinde erkek kesiminin de giyiminden yürümesinden sohbet konusu olacak hatta sonunda çoook güleceğiz :)

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sınavsız Hayat Etsiz Köfte...

Hayat, en büyük hengamemizin sona ermesiyle ipinden boşanmışlar misali derin oh çekmemizle süregiderken...
Karnemizin yüzleri beşleri, aklımın ermediği eğitim mevzunun, eline aldığında hiç bir maddi değer vermeyip maneviyata boğan durumundan sonra yaz okulu faciası başladı...
Üzerine para verip çocuğu heder etmenin diğer adı yaz okulu hadisesi...
Okulların açılmasıyla tanıştığı tenis tesisinde günde iki antrenman yapmak ve diğer aktiviteleri devam ettirmek suretiyle eve geldiğinde halının üzerinde uyuyakalan Rengin kızımızın içi çıktı...
Fakat maşallah o ne enerjidir ki sabah olunca hazırlıklara başlıyor hemen yola çıkmak için sanıyorum servise binme kısmı heyecan veren çokça...
Sonra bizim ahretliği temelli gönderdik şehir dışına... Taşındılar hepten ağlak zırlak uğurlama fakat ben her yaz gittikleri gibi yazlığa gittikleri fikrini öyle yerleştirmişim ki beyne okul açılma vaktinde zor gelecek...
Geçen haftaki kısa Mersin seyahati hepimize ilaç geldi...
Daireden arkadaşımızı seneler sonra ziyaret etme faslı, kız kıza durumu, havuzu, lezzetleri ve şansımıza boğmayan havasıyla iyi geldi...
İçinde bulunduğumuz ayın ikinci yarısının Çeşme taraflarında geçecek olmasının heyecanıysa haftalar önce Rengin' i sardı sarmaladı bile hoş beni de, tebdili mekan durumu...
Android ruhumda, olabildiğince dingin, alabildiğine huzurlu, boğazına kadar baba özlemine batmış, içinde debelenen sınavlarından çıkmaya çalışıp kazanınca kıymetini bilen durumlar baştan gitmeyedursun...
Onlar da maceranın bir parçası deyip sineye sığdırıp önümüzdeki maçlara bakıp şike olayındaki gözaltılara şaşırıp yuvarlanıp gidiyoruz...
Herşeyden önce Rengin' e her zaman dediğim gibi anneciğim para olunca zengin demiyoruz kimseye...
Asıl zengin dediklerimiz sevdikleriyle mutlu olanlar, sağlıklı yaşayanlar...
Sana istediğin mısırı, sakızı, dondurmayı alabilmek ve senin onları yiyebilmen bile bizim zenginliğimizin en güzel kanıtı...
Her türlü zenginliğimize bin şükür...
Bu arada öğrenip de çok üzüldüğüm dualarımdan eksik etmediğim SUFİ SAJA ekibinden Tontininin en kısa sürede iyileşeğini umud ediyor onu kısmet olursa ziyaret etmeyi çok istiyorum...
Sağlıklı keyifli bol zenginlik dolu günler efendim...



2 Temmuz 2011 Cumartesi

Kendi Kendine Akan Sabun Dettol...


Akan suyun altında bile ellerini kuru temizleyebilme yeteneğine vakıf Rengin için Dettol ailesinin yeni ürünü elimize ulaştı...
Şimdi Dettol No-Touch Otomatik El Yıkama Sisteminin belirlediği kadar sabunu arıtmak için epey uğraşıyor dolayısıyla eller pırıl pırıl mikropsuz...
Anne yüreği de ferah mı ferah...
Hele paketten çıkan kendisi için gönderilmiş parmak boyalarla oynadıktan sonra boyanın ellerden terki için Dettol hayat kurtarıcı başrol oyuncumuz...
Diğer bütün ürünlerini en kısa zamanda yurdumda görmek umuduyla...

26 Haziran 2011 Pazar

Şehrimin IKEA' sı...

Nasıl bir özlemmiş bizim İkea mevzumuz...
Daha açıldığı günün akşamı gittik hangi akla hizmetse, omuz omuza mücadele vererek, gezdik mi gezmedik mi sırf topraklarına ayak basmak da zaferdir diyerek dolandık, amanın bizde de var ahanda deyip tatmin olduk eve dar düştük...
Fakat ben oraya otopark sorununu çözmeden açılma müsadesi veren hangi mercii ise ona....
Sen o park sorununu halletmeden ne demeye açılırsın IKEA' ya...
Allah sizi bildiği gibi eylesin ne diyeyim...
Rezilliğin bini bin para...
İlerleyen günlerde tenhalaşması ve rahat gezebilitesi olması dileklerimle hoşgeldin şehrimin Ikea'sı...

18 Haziran 2011 Cumartesi

Babaaaam...

Arkamda dağımmışsın hep yaslandığım...
Gittin ya şimdi kalbimi deldin gittin ya ...
Yarım bile fazla kalır şu halimden...
En çok koyan da "babacım" dediğimde "canım kızım" ı duyamamak...
Sıkı sıkı sarılamamak...
Çok özlediğimde ağlamak elimden gelen şimdi...
Anneler gününü saymazdım da babalar gününü sırf sana hediye aldığımda bana kızamadığından severdim...
Kelime de yetmiyor özlemimi anlatmaya ki kafamda düşünmek de...
Düşünmekle boğuşmak yerine gözyaşlarımı akıtmak içe dışa...
Seni çok seviyorum daki "çok" bile az, can babam, canım babam, uğruna öldüğüm babam...
Senin gibi bir babanın evladı etti ya Allah beni...
Çok şükür...
Bitmez sana sevdam, bitmez özlemim, yüreğimin ateşi dinmez...
Seni çok özledim be yakışıklım....

14 Haziran 2011 Salı

Dat Dökmez...

Anneannemin kallavi laflarından biri daha, çok sevdiklerimden...
Genzinden çıkacak, "Tat Dökmez" i ağzını doldura doldura "Dat Dökmez" diye söyleyeceksin...
Ne için mi diyeceksin...
Bir bozulanın üzerine yeniden başlarsa aynısı, o zaman...
Annem söylerdi flört zamanında ayrılıp barışmalarda hayrı olmaz manasına...
Hakkaten de olmazdı, annem kahin gibi kadındı o zaman hala da öyle...
Bana da ondan sirayet, bazen boyumdan büyük laflar ettiğimde o da olduğunda kimin dibine düşecektim ki diyorum en haklısından...
Blogda misal, bir kapanıp bir açılınca, gazı yemiş araba ne demeye soğutuyorsun ki, iki yazmamız vardı o da gidince şimdi devrini alamadı araya girince ara, beni de soğuttu...
Buna mukabil Rengin'den öte gün saydığım, okul bitmesi tamamen beslenme hazırlamaktan, ödev yaptırmaktan mütevellid...
Sıkıldım ki öyle böyle değil...
Yaz rehavetine kendini kaptıranlardan dağılanlardan değilim, iki güneş gördüm mü içim açılmıyor aksine puslu yağmurlu hafif esintili havalarda oh mis diyenlerdenim...
Onun dışında Can Babama özlemim katlanıyor, mayalanan hamur gibi kabına sığmıyor taştıkça taşıyor...
Berideki hayatsa ala herşeyiyle...
Sakin, dingin, huzurlu, mis...


7 Haziran 2011 Salı

Sekiz-i Devriye...

Zanaatların en zoru belki de...
İyisiyle kötüsüyle, eğrisiyle doğrusuyla... 
Üzerine söylenmiş milyonlarca söylemiyle...
Becerdim mi beceremedim mi bilemeden...
Elimizde en tatlı meyvesiyle...
Sevgisinin, beraberliğinin kerametinin nereden geldiğini bilemeden...
Sensiz olmayacağını bilerek...
Hiç bozulmasın diyerek...
Üzerine kocaman maşallahı takarak...
Sekiz kocaman seneyi devirip, sıcaklığının geçmediği...
Sağlıkla, "birlik"te nice güzel hayırlı yıllara...


29 Mayıs 2011 Pazar




Bomboş sanırken haftasonu için ev, birden hayal edemeyeceğim koşturmanın içinde savrulup durdum...
Keyifli olması bel ağrımı unuttursa da eh Rengin ne desem sana hayatımın neredeyse ilk sensiz hafta sonunda günaydın demek için beni 08:00 de uyandırdın ya olsun yine de sesinle güne uyanmak güzel sonrasında uykum kaçsa da...
Özledim ama seni küçücüğüm...
Eskiden babam şehir dışına çıktığı zaman cennet olurdu alem cahillikle, geç gelme özgürlüğü içinde heyecanla çalkalanırken babamın olmadığı günler her seferinde dışarı bir kere bile çıkamadan geçerdi...
Şimdi de Bey ve Rengin hanım yoklar ben de evde debeleniyorum...
Tarihin tekerrürü işte...

22 Mayıs 2011 Pazar

BüyüyoOOOOOr...

Basit şeylerden mutlu olabiliyorum aslında, verdiğim karmaşığım, burnumu yere düşürsem almam havalarını saymazsak bu bendeki...
Bu havayı vermek isteyen kim ki...
Tatil hakikaten tatil gibi oldu Rengin' le, daha haşır neşir, sevişgen, bol öpücüklü, koklaşmalı...
Gezmeli...
Hatta 25 yıllık arkadaşın nikahına gidilen ardından annenin daha fazla güldüğü daha fazla eğlendiği sinema keyfi...
Rengin' le en çok sevdiğimiz mega market koridorlarında kendini kaybetmek...
Eve gelip bugün ne güzel bir gündü değil mi deyip öpüşüp koklaşacak bahane bulmak...
Bugünü ise kendimize ayırıp, erkenden banyoyu bitirip, erkenden ezberlenmesi gereken şiiri ezberleyip, evi hal yol edip, sevgi duyulan bağra basılan üç güzel dişiyi kabul edip onlarla hasbıhal etmenin akabinde geceyi Behzat Ç. ile nihayetlendirmek ise paha biçilmez...
Bir de gezebileceğimden daha fazla gaz alıp helak olasım var yol dağ kır bayırda...
Nasılsa babam anlamaz...


Kızların bu evresi büyümüş olmalarına delalet olabilir mi?

17 Mayıs 2011 Salı

Hatay' ın Lafı...

Bir lafı varmış şehrin, has Hataylıdan öğrendim...
"Sıfatı büyüyünce g.tü de büyür..."
Hani isminin önüne bir şeyler eklendikçe, kendini halt sanan ama bir nane olamamış zavallılar için kullanılan, yerli yerinde bir tabir...
Bugün tanıştığım biri, sıfatı gayet büyük fakat büyüdükçe küçülmüş annemin her zaman dediği gibi, kimim ben sorusunun cevabını yalamış yutmuş hazmetmiş...
Hitabında bile bir tevazu "Funda Abla"...
Darısı sıfatı büyürken g.tü büyütmeyen nanelere inşallah...

13 Mayıs 2011 Cuma

Muayene Beklentisi...

Ağır bölümün bekleme salonu, sandalyelerin hepsi dolu, sıkıntılı bekleyişler, birbirlerine kaçamak bakışlar, bakışları örtüştüğünde senin neyin varı sorup öğrenesi meraklar...
Karşıda yaşları küçük belli bir kadınla bir erkeğin arasında oturmuş, yaşı taş çatlasa üç, bir oğlan çocuğu...
Bu erkek çocuklarına da isim vermekte zorlanırım hep, oğlum oldu dersin, oğlan olunca küfür gibi olur e küçücük çocuğa da erkek çocuğu denmez denir mi bilmem oğlum/erkek olmadığından bilemiyorum...
Neyse mevzu bu değil...
Çocuğun canı nasıl sıkılıyor, süre de uzadıkça uzamış, randevular kaymış mıdır nedir, anlamsız beklemeler arada bir sekreteryaya giden bizim bekleme ne durumda diye soranlar...
Fakat çocuk kıpraşık, erkek çocuk, dur durak bilmeyecek bıraksalar, kendini bağırmaya vurmuş...
Dedim ya bölüm ağır, sıkıntılar da ha keza öyle...
Çocuğa bir anne patlatıyor, bir baba...
İstiyorlar ki kendileri gibi otursun, kırsın bacaklarını kıçının üzerine...
Anlar mı yavrucak...
Gezmeye meyl ediyor heyt baba atlıyor bir sumsuk nereye denk gelirse...
Kendimi zor tutuyorum hadi bir daha yaparsa okuyacağım canına diye...
Ne diyeceksin diyorum sonra kendime toplum polisi misin?
Kendi çocuğu...
Bir keresinde babamla kuruyemişçideyken babam bana bağırmış demek ki bir mesai saatinde bir bey şahit olmuş...
Bilmez ya kızı olduğumu ertesi gün babama gelmiş çok ayıp ediyorsunuz demiş genç bir kıza öyle herkesin içinde bağırılır mı babam da ruh hali nedir bilinmez o benim kızım demiş...
Kızı olunca hak oluyor demek bir nevi...
Şimdi bu da sanane lan oğlum o benim diyecek ben de heyt diye ...... olmayacak...
Anca rutin kendi aramızda hastalarla daha da yakınlaşarak muhabbet geliştiriyoruz...
Bize de mevzu lazım, bekle bekle nereye kadar, zaten tedirginsin hiç olmazsa başkalarının derdiyle avunalım...
Bir ara çocuğun annesi hasta belli, muayene odasından çıkıyor...
Baba yanına gidiyor annenin, oğlan da nasıl tatlı, seri şekilde "anne iğne yaptı mı" sorusunu annesinin cevap vermemesi üzerine en az yirmi kez soruyor ama diyorum ya bıdır bıdır yerden bitme, bir de dilli, makine gibi...
Muayene odasından doktorun odasına doğru ilerlerken baba alıyor çocuğu duvara çalıyor, bildiğin yapıştırıyor tam yerimden irkiliyorum gözgöze geliyoruz hastamla...Eski pozisyonumu koruyorum...
Ardından biz giriyoruz muayeneye...
Doktor bize merhaba demeden daha:
"Böyle arsızlık da olmaz ki canım, hiç ayar vermemişler dur yok, sus yok... Her yere el attı, anne anne değil ki biyolojik anne, zaten kendi çocuk, baba desen Allahlık..."
"Demeyin öyle dedim o çocuk, baba anne istiyorlar ki bizim gibi otursun, sabırla beklesin, ne bilecek çocuk sabrı da oturmayı da, diğer hastaları da, gerginliği de...
Anne kendi kendine halletse bu işleri de, baba alsa oğlunu gezdirse, kafeteryaya indirse, yeseler içseler, etrafı gezseler anne de tedirgin olmasa, baba da gerilmese, çocuk ta o kadar dayağı yemese..."
"Yok" dedi doktor...
"Bizim zamanımızda annemiz gözümüze baktı mı yerimizden kalkamazdık, annemde biterdi iş, babama intikal etmezdi hiç...
Bu çocuğun da kulağını bükeceksin "kıt" diyecek, sesi duyacaksın, bak bir daha kalkıyor mu yerinden..."
Ama dedim doktor bey aynı şekil bizde de vardı, gözünden alırdık elektiriği paravanın açılmasına gerek kalmazdı hiç ama zamane çocuklarının çocukluğu bizimkiler gibi seme değil ki...?

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Yamalı Yaftalar...

Yazacak kadar yaşadığın olmuyorsa kalbin kadar temiz sayfayı ayırmışsın bana ayırmamışsın kaç yazar?

*********
Yirmili yaşlarda şarkı sözlerinin delip geçtiği, her anıyı bir şarkıya yamadığım zamanlar, gelin, açtım kapıyı, hepinize söz, hakettiğiniz gözyaşlarını sunacağım size...

*********
Birincisinde gördüğümde de böyle binlerce prozac yemiş yutmuş gibiydim yıllar önce...
Şimdikinde de aynen o hal...
Devamını istiyorum, sakinliğin, dinginliğin, mevzulara bakışımın kendi bakışım olmaması, yağmurdan ıslanmış cam arkasından bakar gibi bakmayı...
İyi böyle...

**************

İnşaatı bitmemiş apartmanın dijital ortamdaki tamamlanması hatta peyzajının bile yapılıp da ailecenek koşulduğu bahçenin ayrıntısı gibi, beynimin de kıvrım ayrıntılarını sünger Bob gibi gözlerimi içe aldığımda görebiliyormuşum...
Baktım da geçen, koca bir mıknatısmış kafamdaki, kör tuttuğunu öper misali tuttuğumu yapıştırmışım, ben değil onlar yapışmış...
Demin baktım da mıknatıs temizlenmiş, ilahi temizlik ikincisinden mütevellid...
Birşey yapıştırmayacağım artık, alüminyum folyoyla kapladım az önce, boş kullanacağım...
Salak mutluluk ondan...

*****************

Fonda ne mi var...
Sertap, her anıyı yamadığım ilk kasedi...
Kasetten dinlediğim zamanlardaki gibi...
*****************************************************************************************************************

8 Mayıs 2011 Pazar

Annemgilin Günü...

Rengin olmadan önce bu kadar hakkaniyetli değildi doğrusunu söylemek icap ederse bugün...
Vazife yerine getirir gibi, sevgililer gününün ne kadar karşısındaysam anneler gününün de öyle, çığırtkanlığını yapıyordum ama ucu benim anneme de dokununca fazla sesim çıkmıyordu...
Yine de esnaf günü diyorum hele hele sevgililer gününe, hala da derim...
Sonra baktım anneler gününde bir taltıf bir hürmet...
Babam tarafından bile anneler günümün kutlanması, bizim bey in hediye alması, Rengin' in kocaman sarılıp anne diye öpmesi filan her gün de böyle organize olunmuyor ki canım hakkıdır günün o halde teslim edelim biz de...
Gerçi çok içerlerim kan ağlıyor babacım yok bana kim çiçek alacak?
Geçen anneler gününde iki tek gülümüz vardı biri anneme biri bana...
Doktor kontrolünden Rengin' i kreşten alırken kenarda dur dedi durdum...
Geçti karşıya çiçekçiden birer tane tek gül...
Yattığın yerler cennet bahçesi olsun can babam...
Bütün annelerin mis ellerinden öperim...
Hem de yılın her günü...


Babacım ıhlamur ağacın ne güzel yapraklanmış...

6 Mayıs 2011 Cuma

Oynak Kıprak...

Trafikte direksiyon başında zaman zaman omuzları titreten, zaman zaman efkarlanıp elinde olmayan kadehi sallayan, kafayı gözü oynatan bir süren görürseniz şaşırmayınız, yolunuza devam ediniz, gözünüzü arabadaysanız yoldan ayırmayınız, yayaysanız gözünüzün önüne bakınız...
O, bizati kendimim, benim, şahsen...
Severim kıpraşmayı, yüksek sesle dinleyip bağıra bağıra söylemeyi, bilmiyorum etraftan kafayı yemiş görüntüsü veriyorum elbet ama üzgünüm eldeki malzeme bu...
Bu arada çok kötü bir şoför olarak itiraf ediyorum ki kadın şoförlerden çok korkuyorum :)

Bir de bu çocuklara bir laf atlatmanın yolu var mıdır ki?
Bak yavrum beslenme çantanın içinde çöp görmek istemiyorum, sınıfında çöp var at yahu oraya...
Sütünü ne demeye çantaya tıkıyorsun da son kalan damlalar her defasında beslenme örtünün üzeri kapkara olmuş halde geliyor...
Kızsan yok, bağırsan yok, güzellikle desen yok...
Biz annemizin karşısında itim diyemezdik, bir sefer yapma diyecek biz yapacağız peeeeh yemezler güzelim biner tepeye annen hemen...

Hayırlı Cumalar efendim ardından mutlu hafta sonları...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Hıdırellez...

Hiç kaçırmadan yaparım...
Sektirmem sebat ederim...
Kimisi gerçekleşti, hatta birden fazla aynı dileğin gerçekleştiği bile oldu :)
Genelde gece yarısı, mutlaka gül dibine, parktan taş alır, dileklerimi şekillerini üç aşağı beş yukarı şekillendirir ortalarına bozuk para koyar, sabah da erkenden alır bütün sene saklarım cüzdanımda...
Efendim netice itibariyle hepin(m)izin gönlünün muradı fazla fazla olsun, dilekleriniz kabul olsun mutlu mutlu yaşayın...


3 Mayıs 2011 Salı

Hep oturamadığımızdan değil mi kalkmamalarımız...
Açıp da giremediğimiz ya da çıkarken üzerimize devrilen kapılar...
Girmeye ceraset edemediğimiz haneler veya üzerimize kapattığımız kapılar...
Kendi dikine yaşanılan hayatlar beyhude geçedursun...
Akıl başa intikal ettiğinde çizgilerin derinliği artmış...
Gözler daha bir bulanık bakmaya başlamışsa eğer geç kalınmışlığın kabahati bende değil, sendedir ey oğul!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kreş...



Dijle yazmış bugün Ezel' in kreş alışımını...
Okuyunca Rengin geldi aklıma, kreşe başlama, kreş seçmeme, balıklama dalma şeklinde...
İki buçuk yaşında başladı Rengin kreşe...
Şubat sonu 18 ya da 20 Şubat,  iki buçuk yaşı bile değil, Mart 22 de iki buçuk olacaktı çünkü...
Ondan öncesinde feci arkadaş düşkünü, sosyal ötesi kızım, camları açıp kaşlarını ortada toplayıp, ağlamaklı bir ses tonuyla bağırırmış ortaya:
"Arkadaşlaaaarrrrrrr abileeeerrr ablalarrrrr geliiiin oynayalım"
O kadar canı sıkılıyordu ki artık, çişi halletmemiz yeterli olacaktı göndermemiz için Rengin' i...
Fakat bir gecede karar verip, daha bir kreş bile gezmeden (gittiği kreşi hep birlikte gidince gördüm ben de) tamamen referans üzerine, kızını emanet eden bir başka cengaver anne de yoktur herhalde yurdumda...
Bu benim "Allah büyük, kalbimizi bağlayalım Allah' a, ne nasip ettiyse o" şeklindeki yaklaşımlarım -bir bakıma işlerin olacağına tam kanaat- özellikle anacığım, kardeşim ve eskiden de babam tarafından ne kadar sinir, ne bu rahatlık şeklinde yorumlansa da işler bir şekilde yoluna giriyor işte...
Çocuklukta bebeklikte hani alıştıra alıştıra olur ya yemek de olsun alışkanlıklar da olsun...
Altıncı ay bittikten sonra yumurtanın sarısının bilmem kaçta kaçıyla başlayın derler ya ben tamamını yediririm bitiririm...
Anneme bırakıp da işe gittikten sonra annem ne yaparmış, bir tane yumurtasını yedikten sonra, yavrunun gözlerinde bir daha olsa da yesem ışığını görüp heyecanlanan annem, bir tane daha yumurtayı yediriyormuş içine küçücük ekmek ufalayıp...
Ya da diğer durumlarda da öyledir, dan dun girerim amaaan eskiden çocuk psikolojisi mi varmış bizim zamanımızda böyle miydi heyt diye...
Kreşte de öyle olmuştu...
Çankaya Belediyesi kreşine devam etti Rengin...
Hep birlikte ilk kez gittiğimizde önce girmek istemedi, sonra oyuncaklar cazip geldi, bizimki de tam bir arkadaş delisi olunca koşa koşa gitti kreşe bir kere bile gitme konusunda istememezlik yapmadı...
Fakat o dönem anneannesinin onu terkettiğini düşündüğünden sanırım, bir ay boyunca annemle konuşmadı, feci anneannesine düşkün bir çocuk olarak o bir ay anneannenin yüzüne bakmayınca babam bayram etmişti hep dedeyleydi çünkü...
Sonrasında alıştı gitti...
İşte böyle Rengin Hanım, kreşe başlama maceran...
Nerelere götürdün beni be Dijle...