27 Mayıs 2013 Pazartesi

Dekoder Lazım...

İki ay önce başladığım diyetisyen serüvenim iki ayın sonunda 1 kg yağdan "almam" sonucu kafamda sonlandı aslında...
Doktorum çok tatlı bir bayan kendi de anlam veremiyor çözemedik sizin bünyeyi diyor kim çözmüş ki sen çözesin dedim ben de...
Şimdi bir ay boyunca yeni listeye ricası üzerine devam edeceğim bir de GNC den Termogenic Formula isimli bir hap önerdi ki çok kullanmayı düşünmüyorum bitirdim galiba bu serüveni...
Bu kadar listeye sadık kalıp disiplin göstermeme rağmen bu şekilde iki ayda sadece iki kilo vermem moralimi bozmasından ziyade işi hayır yönünden düşünmeme vesile olsun da bu da bana teselli olsun dedim...
Diyorum ki ilerde diyeceğim ki "iyi ki o zaman kilo vermemişim bak şimdi lazım oldu"...
Velhasıl kaldı hala bir 10kg bünyede yerleşik...
Sağlıkla olsun da gitsin de bir an önce...



21 Mayıs 2013 Salı

Alışkanlıklar hayatın bütünü...
Malesef...
Alışkanlıklarına bağlı, yeniliğe açık olmayan için, ne zor yeni bir kapının açılması...
Ardındakilerin korkutuculuğu daha açmadan sarması ruhu, bozması kimyayı...
Belki bir gün açılamayan kendiliğinden ardına kadar serilecek... 
Keşke...
Tembellik değil korku, kaç yaşında olursan ol, ayakların sağlam basmaması de, alışkanlıktan de...
De işte...
Kademelerin ileri doğru ilerlemesi de bir kazanç, en azından kapının dibindesin...


11 Mayıs 2013 Cumartesi

Günler günleri kovalar ve nevileri de birbirinin aynı olunca, sık sık işlerin yoğunlaşması bile gözlerimi kamaştırıyor nasıl da geçti gün diyebileceğim diye günün sonunda...
Okulun yoğunluğu, proje ödevimin! teslimi -hakkını yemeyeyim kızım da sunumunu yapıyor- ev işleri, eve gel, iki dön ortada bak gör ki gece olmuş, iki diziye takıl sonunda tumba yatak...
Neyse ki bu hengamenin arasında şubemizin semineri çıktı meydane ver elini dedik Nevşehir' e Diva İsib Otele...
Otel termal bir otel, daha ziyade muhafazakar kesimin rağbet ettiği, yaş ortalamasını daha ziyade orta yaş ve üzeri misafirlerin oluşturduğu bir yer...
Bütün musluklarından termal suyunun aktığı otelde, suyun soğutulması için soğuk şebeke suyu kullanmıyor olmaları otelin tercih edilir bir yer olmasını sağlıyor...
Yemek çeşidinin az ama lezzetinin çok güzel olduğu otel aynı zamanda Türkiye'nin en büyük lobisine sahip otel olma özelliği de taşıyor...
Tek dezavantajının fazla nem yüzünden bakımsız olması, özellikle lobideki lavabolarının pisliği olumsuz özellikleri olmasına rağmen bir kere daha gider misin ya da sair zamanda ziyaret eder misin diye sorsalar malesef tercih etmem diyebileceğim bir yerdi...
Eğitimimizin ardından bir tam günün geziye ayrılması benim için harikaydı görmediğim yerleri görme, gezme fırsatım oldu...
Bu arada yarın diğer bir sektör günü anneler günü; kendi adıma her daim bugünü her gün gibi yaşatma çabalarım "o günü" manasız kılsa da gözümde adettendir diyerek Allah annelerimizi başımızdan eksik etmesin sağlıkla uzun yıllar bizlerle olsun temennimi iletir anneler gününü kutlarım tüm annelerin...
















22 Nisan 2013 Pazartesi

Gösterilerin İnteraktifi Ben Buyrun!

Güzide şehrime sirk gelmiş hoşgelmiş...
İş yerinde otururken arkadaşla birbirimize gazlar verirken iki bilet alır buldum kendimi...
Eskinin pazar TRT ekranlarında pazar günleri western sineması- pazar konseri- sirk üçlemelerinin daimi izleyeni olarak o sirk nasıl heyecanlandırırdı beni neler yapıyorlar, nasıl yapıyorlar, o hayvanlar nasıl kul oluyorlar eğitmenlerine diyerek ağzım bir karış açık seyrederdim...
Bu bilet işini de sırf kendim için almışımdır itiraf edebilirim, Rengin' e ithaf etsem de...
Rengin' e de son ana kadar söylemedim ama çok büyük bir sürpriz var dedim, en azından bütün sorumluluklarını ikiletmeden yerine getirdi sürprizin yüzü hürmetine kullandım onu haha!
Cumartesi 20:00 itibariyle gösterimiz başladı, hayretler içinde kala kala izlerken gösteriyi, aralarda komiklik yapan palyaço ve yardımcısı her gösteri arası çıkıp performanslarını sergilerken bir baktım gösterinin içinde ben!
Parmağı yaralandı amcanın önce, müzik değişti, baktım amca bana bakıyor, ışıklar bana döndü, geldi yanıma, öp elimi...
Öncesinde de plastikten bir çiçek getirdi verdi matmazel filan...
Neyse kendi parmağımı dudağıma götürdüm onun parmağına dokundurdum, yok illa öpülecek...
Kurtuluş yok parmağının kenarına kendi parmağımı koydum artık kendi parmağıma da dokundurdum dudağımı hallettik...
Kardeşime anlatınca diyor ki o da iyi kafan çalışmış, ben olsam herifin parmağını öperdim mal mal diye, hakikaten benim de aklıma o anda geldi, ben de yapışırdım herhalde diye düşünüyorum parmağa...
Gösterisine devam amca, sahnede.... Bu sefer de burnundaki kırmızı yuvarlak yaralanmasın mı, yine müzik değişti, ışıklar üzerimde, seyirci kırılıyor, amca yanımda burnumu öpeceksin....
Haydaaaa, ben de gülüyorum, Rengin yanımda anne öpme...
Geldi yanıma, yüzüğümü gösterdim amca I'm married dedim, kendi yüzüğünü gösterdi o da ben de dercesine...
Kaçış yok bu sefer, hafif dokunduk kırmızı yuvarlağa...
Gitti sahneye bu sefer peki bu sefeeeeer neresi yaralandı dersiniz?
Totosu...
Müzik değişti, ışıklar yine ben de...
Rengin çığlık çığlığa, anne hayır orayı öpme...
Ben katıldım artık gülmekten yok artık diye, seyirci yerlerde, bir yandan da Rengin' i sakinleştirmeye çalışıyorum yok artık annecim şaka yapıyor...
Geldi yanıma üzgün gözlerle baktı baktııı...
Sonra elimi öptü teşekkür etti döndü sahneye...
Anne ağzını burnunu kırmak istedim adamın dedi sonrasında Rengin...
Sabah çiçeği yanına aldı arkadaşlarına anlatınca kanıt olacakmış...
Bunun gibi bir anım da Bolu' da okurken Mehmet Ali Erbil gelmişti gitmiştik gösterisine onunla da var bir anım sahnede, anlatırım bir ara...


Palyaçonun elinin üzerindeki el de Rengin Hanımın eli...

18 Nisan 2013 Perşembe

Amaaaaan....

Çocuklarımız hepimizin gözünün bebeği buna kimsenin itirazı yok...
Hepsi ayrı ayrı prenses prens, on numara çocuklar...
Çok az anne babadır çocuğunu objektif değerlendirebilen, kusurlarını görebilen...
Gün gelir o çok sevdiğimiz kıyamadığımız çocuklarımızı okula teslim ederiz sonra başlar hengame...
Gözümüzden sakındığımız çocuklarımız, öğretmeninden azarı işitince önce söyle bir cız eder yürek sonra oranın da patronu o deriz yavrumuza, sen ne ettine kadar vardırırız hatta...
Arkadaşlarıyla sorunları olur üzer yavrumuzu  zaman zaman sınıfındakiler, hatta tartaklarlar bile yine çok uzanamaz elimiz kolumuz çok ciddi yerlere varmadıkça hadise...
Veli tanırız bol bol hırslısından, aklı evveline, aklı başındasına kadar çeşit çeşit...
Kreş hayatımız başladığında öğretmenine tembihimdir lütfen benim çocuğuma zamanından önce birşeyler öğretmek için çocuğumu sıkmayın, oyun oynasın bol bol, mutlu çocuk olsun benim evladım...
Şimdi de öyle, hırslarım yok benim, okul birincisi olmuş, sınıf birincisi olmuş ne yani bana...
Al işte iş yerinde, en iyi üniversite mezunu da var sınıf birincisi bölüm birincisi neyse bir başla üniversite mezunu da var okulu uzatarak mezun...
Hepsi bir birimde aynı şartlarda çalışıyorlar işte...
Bir tarafı yırtmaya gerek yok...
Hele hele bacak kadar çocuklar için hırslanan ebeveyne ağzım bir karış açık kalıyor...
Yargılamak değil elbet niyetim banane diyebilmek isterim ama ilerleyen kuşaklar da anasından babasından gördüğünü belleyen bireylerle devamını sağlayacak geleceğin...
Kızımı güvenerek evine gönderdiğim sevdiğim bir veli konu...
Kızlarını da çok severim, ciciden, hanım hanımcık, çok da başarılı sınıf birincisi...
Veli hırslı ama çocuğun kitabını çocuktan önce hatmetmiş, hangi konuyu ne zaman işlemişler, ne yapmışlar hepsinden haberbar, bense bu kadar derinlerde değilim, sorsan matematikte hangi konudalardı diye en son kesirlerle uğraşıyordu Rengin herhalde ona devamdır derim...
İş yerinden Rengin le konuşuyoruz "neler yaptın anneciğim bugün" le başlayan klasik anne kız konuşması...
Anne dedi X arkadaşım dedi ki "Rengin  lütfen yanlış anlama sana tembel demek istemiyorum ama annem dedi ki seninle arkadaşlığımızdan sonra benim derslerimde biraz düşüş olmuş o yüzden seninle konuşmayalım bir süre ara verelim"
Hııııı dedim olsun anneciğim o da onların kararıdır dedim ama sesim gitti...
Ne dedim şimdi bu Allasen 8,5 yaşındaki çocuğa aşılanan ne bu hırs?
Rengin anneme demiş sonra "anneanne annemin sesi bozuldu, kötü birşey değildi ki anlattığım yoksa annemi üzer miydim kötü olsa?"
Yok anneciğim, sen hep çocuk gibi çocuk ol en mutlusundan çocuk, s.ktiret öyle birinciydi ikinciydi hırslarını, okul burs sınavlarını, sağlıklı ol yeter, yanımda ol hep, gülsün yüzün, mutlu olalım sadece, huzur içinde ol....



2 Nisan 2013 Salı

Bilemedim Şimdi...

Hafta sonu güneşli havalar münasebetiyle bizim kızla annem, evin hemen dibindeki parktalardı...
Aradan parkta oynanacak kadar zaman geçti, kapı çaldı, bizim kız ağlamaklı ayağını tutuyor...
Efendim bizim kıza köpek çarpmış, çarpmanın etkisiyle devrilmiş, sağ ayak bileği dışa dönmüş...
Hemen buz kompres yaptım, yukarı kaldırdık, uzandı ama nasıl üzüldüm ardından sinirlendim...
Köpek bahçesine döndü bizim adı üzerinde çocukların çocuk bahçesi...
Birbirlerini de görerek çoğaldılar....
Bildiğimiz kocaman bir sürü, onlar orada oyun oynuyorlar, anne babaları da bir öbek, sohbetteler...
Bu arada o köpekler de çocuk misali işte çocukların toplarına atlıyorlar, tamam uysal köpekler ama o çocuk korkuyor işte, o kadar girift olmak istemiyorlar olmak zorunda da değiller diye düşünüyorum...
Onları da anlıyorum aslında, köpeklere veya hayvanlara sözüm yok, fakat çocukların veya büyüklerin nefes alıp serilip oynayacakları alanların kısıtlılığını da gözönüne alırsak ya diyorum onların okul zamanı tasmasız ya da onlar varken de tasmalı hava aldırın...
Bu olay cumartesi oldu, bizim bey de görevde şehir dışında, pazar günü hastaneye götürdüm Allahtan herhangi kötü bir şey yok şükür, zaten uygulanması gereken buzu uyguladım sadece ağrısına ağrı kesici verilecek...
Allah sakladı kırılabilirdi de...
Pazartesi günü okul çıkışı okuldan çıkanlar parka hücum ediyorlar yine o köpek güruhu yine o çarpan köpek...
Bre mendebur gel de çocuğun yanına, nasıl oldun de, kusura bakma de, iyi misin de...
Bu sabah üçümüz ben servise, bizim bey Rengin' i okula götürmek üzere parkın içinden geçerken bu...
Gittim yanına durumu izah ettik bizim bey filan konuştuk...
Dedim hiç olmadı insan gelir bir durum sorar o kadar düştü bu çocuk, yuvarlandı, mosmor şiş ayak, düdük! insan ol biraz!
Bir küstah, bir vurdumduymaz, Allah hepimizi "insan"larla karşılaştırsın "insan" olanlarla...
Gerçi onun da teline göre oynarız, şerbetini veririz de, verdik de...
Neyse efendim bu işin başvuru mecrası Orman ve Su İşleri Bakanlığı 9. Bölge Müdürlüğü...
İnternet sayfasındaki BİMER ' e tıklayıp online başvuru formundan başvuru yapmakmış...
Yaptırım da şöyle; tasmasız sahipli hayvan sahibi önce uyarılıyor, tekrarında ise para cezasıyla sonuçlanıyor...
 "du bakali n'olecak?!"

27 Mart 2013 Çarşamba


Çalıştay var hem bir dinlence hem mesleki gelişim...

"Ne senden rüku artık, ne de benden kıyam. Bundan sonra; selamun aleyküm, aleyküm selam." - Fuzuli

16 Mart 2013 Cumartesi

Zihnimin kasisi çok benim...
İndisi bindisi...
Gaz vermem yeterli, o kasislerin sayısının artması için...
Biraz koyverdin mi -ki en güzeli evet farkındayım- o zaman ne kasisi, ne ineceği, ne bineceği, ne durağı, ne yolu...
Gerçi bakınca şöyle uzaktan, olmasa da olmazmış düzün kıymeti, o kasislerle anlaşılırmış gibi de...
Velhasıl hükmediyorum artık sayılarına, malumunuz yaş aldıkça akıl, kendi kararlarını da kendi verebilir vaziyete geliyor...
O halde bir o yana, bir bu yana, bakar gider aklım, gönlüm, yönüm...
Akşam akşam efkardan değil aklıma geldi, çamaşır astığım odadaki yumuşatıcının gevşettiği zihnimden parmaklarıma sirayet eden lakırdılar...
Öylesine...



Bu da ışıkta dururken gözüme takılan...
Mesaj gibi...

15 Mart 2013 Cuma



Son zamanlarda hiç birşey beni bu kargodan çıkan hediyem kadar mutlu edemezdi herhalde...

27 Şubat 2013 Çarşamba

Çok karanlık...
Işık da yok yol da...
Yolumu seçebileceğim hiç birşey...
Ay da ya bir bulut arasında ya da arada bir o güzel yüzünü göstermekte...
İlerliyorum ama neyin üzerindeyim bilmiyorum...
Deve, at, eşek...
Çöldeyim belki haliyle de devenin üzerinde...
Gecenin simsiyahında ilerlemekteyim...
O arada yüzünü gösteren ay, yine göründü...
İlerledikten nice sonra karşımda bir karaltı, seçemiyorum...
İlerliyorum...
Korkmuyorum da...
Demek ki zararsız o karşımdaki, içim ürpermediğine aksine tuhaf bir huzur duyduğuma göre...
Yaklaşıyorum...
İniyorum deveden...
Karaltı kıpırdamıyor...
Bana mı bakıyor acaba..?
Kesin...
Yaklaşıyorum daha da...
Kokusu geliyor burnuma...
Tanıdık bir koku, geçmişten sanki...
Şimdi yanındayım...
Hava hafif esiyor mu ne...
Kumların hışırtısı kulağımda...
Burnumda o tanıdık koku...
İçimde tuhaf huzur...
Hareketsiz duruyor öylece...
Yürürken küçüldüğümü hissediyorum...
Çocuk oluyorum...
Şimdi yanındayım...
Dizlerine başımı koydum...
Elleri saçımda geziyor, yüzümü okşuyor...
Dünya dursa şimdi fırtınalar kopsa etkilemeyecek bizi...
Çocuğum...
Kafamı kaldırmaya cesaretim yok...
Kokusunu çekiyorum içime, huzur dalgası yine...
Kafamı kaldırıyorum neden sonra, yüzünü de göreyim istiyorum...
Gülümsüyorum...
Biliyordum diyorum...
Babam...??
Dönüyorum ...
Elleri saçlarımda, kokusu burnumda...

22 Şubat 2013 Cuma



Çizdiğimiz gibi değil mi zaten yaşadığımız..?
Bir tarafı beyaz bir tarafı siyah...
Ara renkleri barındırmadan...
Ya şahane her şey bardağın dolusu  gibi...
Ya melankoli batağında debelenme çaresizce...
Her ne olursa olsun var olmanın en dayanılmaz meziyeti durum...
Safça, oyun oynamadan, açıkça...


16 Şubat 2013 Cumartesi

İyidir Cuma...

Bir başka durum yoksa cumaları işe arabayla giderim...
O sabah Rengin' i okula ben bırakır, oradan işe geçerim...
Yüksek sesle müzük dinleyerek sürüş vaktidir benim için 15 dakika...
Daire, cuma günü mayışıktır, rehavettir...
Nasılsa yarın hafta sonudur gazıyla geçer...
Öğlen tatili  arkadaşımı da alır, onun anne-babasına, benim de rahmetli babama, Karşıyaka'ya gideriz...
Sıralıdır, önce onun annesi, sonra benim babam, sonra onun babası...
Gider gelirken de daireyi, işi, evi, havayı, suyu konuşuruz...
Yemek vaktine yetişmişsek yemekhanede de karnımızı doyurur, yerimize gelince çayları da söyledik mi...
Dönüş için servis beklemeye gerek olmadığı gibi, eve en az kırk beş dakika erken gitmek demektir Cuma...
Çıkışta içinden geçtiğim mahallenin, meyve sebze çeşitliliğine/tazeliğine hayran, marketine uğramazsam döverler beni diyerek pazar alış verişini tamamlar eve kaçarım hemen...
İyidir Cuma...
Uyku baskın gelmezse istediğin kadar oturduğun Behzat Ç. yi tamamlayıp, hep birlikte televizyon karşısında mayıştığın, rehavetli, huzurludur...
İyidir Cuma...

31 Ocak 2013 Perşembe

Ne yalan söyleyeyim genelde uzun izin günleri bir an önce kendimi iş yerine atmak için can atardım...
Yoruluyor insan çünkü evde olunca...
Ne tembelim...
Şimdi de iznim bitmek üzere ve müdürümün bir müjde verip, bir beş gün daha uzatabilmek için dualar ediyorum...
Yetmedi bu seferki, doyamadım...
Rengin' e de, tatile de beraber vakit geçirmeye de, ertelediğim işlerimi yapmaya da...
Daha ki yapamadıklarım kaldı, görüşemediğim arkadaşlarım kaldı, gitmek/gezmek icap eden yerler kaldı...
Olsun bunlara da şükür...
Bu da çok iyi geldi...
Şimdi Rengin ve sınıf arkadaşı içerde tatil ödevi yaparlarken, ben de hem bir yandan çamaşır yıkıyor, bir yandan da ayaklarımı uzatmış, kahvemi höpürdetirken, satırları yazmakla ve nette gezinmekle meşgul oluyorum...
Yaşasın tatil ve de yaşasın izin :)

24 Ocak 2013 Perşembe



Sana bir söz yazdım bugün...
Dedim ki derin bir nefes al önce...
Eskiyi, oraya ait olanın kapağını iyi kapat...
Hava almasına müsade etme...
Aklın orada çünkü...
Bir hoş sada kalsın orası...
Her iki yanı yaşamak lüzumundan fazla hamallık...
Ha bir de çok düşünme dedim...
Bırak su yatağından aksın gitsin, durdurup durma...
Yorma kafanı ,yormanı isteyenlere de asma kulak...
En son yazdığım sözleri dinledin, bunu da dinle...
Anını yaşa, şükret, sağlığa duacı ol...
Başka da birşey yok zaten...
Hayat film tadında değil, olmayacak da...
Derin nefes al söylemeden, söylenmeden önce...
Sonra yürü git ileri, yanındakilerle birlikte...
Ardından kapıyı aralık bırakma...
Kapat ki iyice... 
Dönmeyesin geri...


15 Ocak 2013 Salı

Gribe, Nezleye, Bağışıklık Güçlensin Diye Günde İki Bardak Ekinezya Çayı...

Merak, hepimizin içimizde dinmesini istemediği bir çağlayan gibi...
Çoğu kez çağlamasına bizim karar verdiğimiz, az kez de elimizde olmadan burnumuzu soktuğumuz hadiseler deryası...
Yine çoğu kez ve devam eden merak mevzumuz başkalarının hayatları üzerinde seyrini eyliyor...
Başımız dertte olduğunda büyüklerimizden duyarız ışığı yanan evlere bakıp "ah ahhh bak oralarda da ne dertler sıkıntılar var"...
Ya da her ev bir kabirdir" şeklinde söylemler...
Daha niceleri...
En çok da eski zaman kadınları, ikinci kuşaklar, yaş itibariyle çok daha duyarlıdır...
İyi niyetle mi, fena niyetle mi bilinmez, filancanın oğlu/kızı nasıl oldu, kiminle evlendi, karısı/kocası nasıl, dirlik düzenleri nasıl, boşanmışlar mı , hala devam mı, ne almışlar, nereye gitmişler.... onlarca yüzlerce birbiriyle elele tutuşmuş üzere vazife olmayan soru...
Ne yapacaksın sananeeee...
İş bu haldeyken, blogda fazlasıyla ne yediğimiz, ne ettiğimize kadar yazıldığından ve bu niyet durumu belirsiz taraflar tarafından hangi taraflarıyla yorumlandığı belirsiz durumlar ortaya çıkmadan önce, gayet efendi tabir-i caizse çamaşıra kadar yazan ben, sonraları ayyy filanın kızı Funda, ya da filanın torunu Funda şeklinde şehir şehir dolaşan, kahve yanına ikram çikolata gibi bir misafirlik söz konusu olunca kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi çekiliyorum ben de bir müddet sonra...
En son artık çok sevdiğim akrabamdan aldığım nasihat "aman Fundacım bir zamanlar yazıyordun, yok mutsuzum, yok şöyleyim diye" yazma canım benim, bak herkes konuşuyor...
Yok yazmam...
Yazmıyorum...
O zaman okumasınlar da demiyorum, okunmak da güzel ama dert dökmek daha güzel...
Zaman zaman söylerim, burayı isminin sahibi kızım Rengin için açtım sonra bana bir prozac oldu, bir lustral oldu, bir selectra oldu, bir risperdal oldu...
Ne çok ilaç ismi biliyorum değil mi..!
Sonra işte böyle bir şehirden öbür şehire, yeni aldığımız arabaya eve hoşgeldin aramıza tarzı şeyler yazıp da, alakasız birinden, hayırdır Funda bebek mi geliyor şeklinde karşıma çıkınca da öyle üstten üstten, kenardan ucundan sadece alelade konular üzerine yazılar kalıyor bana da yazmak için...
Durumdan sıkıntılı mıyım evet çok hem de...
Bu arada konuyla tamamen alakasız, kulağımda Mehmet Erdem; "dünya dönüyor sen ne dersen de" diyor..
Şiddetle tavsiye ederim albümünü, dinleyin dinleyin dinleyin...
Sevgiler efendim ardından saygıyla...



14 Ocak 2013 Pazartesi



Hiç bir kategoriye girmeyen, konu bağlamında ne idüğü belirsiz meydanımda, çok sevdiğim, herkesin de çok sevdiği kolay mı kolay öyle dakikalarca yoğurmaya gerek olmayan bir içli köfte tarifi vereceğim sizlere...
Hemen haber spikeri havasına da girdim, yazılarım bir ağırlaştı, kelime kelime ayırmaya, kafam bir sağa bir sola dönmeye başladı, prompter'dan okumaya başladım sonum hayırlı olsun...
Efendim şimdi malzeme olaraktan ordan burdan alı,p kendime uyarlayıp da budur dediğim bir tariftir kendisi...
Ağırlıklı olarak Antakya yöresi içli köfte tarifi dedi halam ki kendisinin ünü yayılmış gitmiştir akraba talukat arasında...

* 1 kg ince bulgur
* Un veya irmik
* Bir soğan rendesi
* Kimyon
* Tuz
* Acı biber salçası

Öncelikle 2,5 su bardağı ince bulgurla başladım yapmaya...
15 adet köfte çıktı...
Kapaklı bir tencereye bulgurun üzerini bir parmak aşacak kadar sıcak su koyun, on-on beş dakika içine tuz da ilave ederek demlenmeye bırakın...
Sonra bulgurun üzerine bir soğan rendeleyin, salçasını baharatını ilave edin...
Kabın yanına bir tas su alın ki arada kıvamını tutturmak için kararken işinize yarayacak...
Bir tas da un bulundurun onu da kıvam tutturmak için serpeceksiniz arada yoğururken...
Bu kıvam tutturmak tamamen elinizin hissine kalmış...
Bulguru önceden ıslatmanın tek olayı yoğurma süresini en aza indirmek...
Sonrasında cevizden daha büyük parça alıp başparmağınızı içine batırıp diğer elinizi etrafında döndüre döndüre gelebilecek en ince kalınlığa getirdikten sonra kavurduğunuz kıyma-soğan tuz- karabiber- ceviz karışımında elinizi korkak alıştırmadan koyun...
Şekillerini resimdeki gibi yapıyoruz biz...
Sonrasında iki türlü pişirme biçiminden birini şeçip hazırlayın...
Ya yumurtaya yumurtaya bulayıp kızartın ya da suda haşlayıp üzerine tereyağı yakın...
Afiyet şekerler olsun...