11 Ağustos 2011 Perşembe

Asayiş Berkemal...


Oruçla haşır neşir zamanların harici, yaz başı hareketinin geçici niyahet bulması dışında...
Yaşanan da, anlatılacak da çok şey olmasına rağmen yazmaktan alıkoyan da birşey var benden içerde...
Biliyorum çözüleceğim, akacak kan damarlarımda durmayacak yakında...

10 Temmuz 2011 Pazar

Tıkkıdı Tıkkıdı Hatunlar...

Hepimiz aynı modellere alıştık hatun kişilerde...
Hepsinde dirsekten taşıma çantalar...
Saç şekilleri, boyaları, taranış şekilleri, yivleri bile aynı yerden ayrılmış...
Gözlüklere iki surat sığar...
Kokular desen, köpeğe aratsan hangi birini bulacağını şaşırır...
Ayakkabılar, saçlar, pantolonlar, bluzler, konuşmalar, bakışlar, süzülmeler derkeeeeen...
Hatun kişilere bizler de dahil hep bakarız, hatta en çok da biz bakarız hemcinslere, ne giymiş, yakıştırmış mı makyajı, saçı fesatlıktan değil tövbe meraktan sadece...
Artık erkekler de maşallah bizler gibi, her biri birbirine denk, bermudalar bel altı...
Tişörtlerin yakaları katlanmıyor -ki hepsinin yanına gidip düzeltesim var-...
Ayakkabılar, kısa çoraplar hele hele de yürüyüşler...
Hiç kendime mal etmeyeceğim...
Bugünkü avm gezimizde anacığım, kardeşim, kızımla tam önümüzden iki model geçiyor onlar yürürlerken kardeşimden bir tespit...
"Bu erkeklerin hepsi de kakaları gelmiş gibi yürüyorlar..."
Demek ki o model giyime de o tarz yürüyüş...
Çok güldüm yalnız kim derdi ki günün birinde erkek kesiminin de giyiminden yürümesinden sohbet konusu olacak hatta sonunda çoook güleceğiz :)

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sınavsız Hayat Etsiz Köfte...

Hayat, en büyük hengamemizin sona ermesiyle ipinden boşanmışlar misali derin oh çekmemizle süregiderken...
Karnemizin yüzleri beşleri, aklımın ermediği eğitim mevzunun, eline aldığında hiç bir maddi değer vermeyip maneviyata boğan durumundan sonra yaz okulu faciası başladı...
Üzerine para verip çocuğu heder etmenin diğer adı yaz okulu hadisesi...
Okulların açılmasıyla tanıştığı tenis tesisinde günde iki antrenman yapmak ve diğer aktiviteleri devam ettirmek suretiyle eve geldiğinde halının üzerinde uyuyakalan Rengin kızımızın içi çıktı...
Fakat maşallah o ne enerjidir ki sabah olunca hazırlıklara başlıyor hemen yola çıkmak için sanıyorum servise binme kısmı heyecan veren çokça...
Sonra bizim ahretliği temelli gönderdik şehir dışına... Taşındılar hepten ağlak zırlak uğurlama fakat ben her yaz gittikleri gibi yazlığa gittikleri fikrini öyle yerleştirmişim ki beyne okul açılma vaktinde zor gelecek...
Geçen haftaki kısa Mersin seyahati hepimize ilaç geldi...
Daireden arkadaşımızı seneler sonra ziyaret etme faslı, kız kıza durumu, havuzu, lezzetleri ve şansımıza boğmayan havasıyla iyi geldi...
İçinde bulunduğumuz ayın ikinci yarısının Çeşme taraflarında geçecek olmasının heyecanıysa haftalar önce Rengin' i sardı sarmaladı bile hoş beni de, tebdili mekan durumu...
Android ruhumda, olabildiğince dingin, alabildiğine huzurlu, boğazına kadar baba özlemine batmış, içinde debelenen sınavlarından çıkmaya çalışıp kazanınca kıymetini bilen durumlar baştan gitmeyedursun...
Onlar da maceranın bir parçası deyip sineye sığdırıp önümüzdeki maçlara bakıp şike olayındaki gözaltılara şaşırıp yuvarlanıp gidiyoruz...
Herşeyden önce Rengin' e her zaman dediğim gibi anneciğim para olunca zengin demiyoruz kimseye...
Asıl zengin dediklerimiz sevdikleriyle mutlu olanlar, sağlıklı yaşayanlar...
Sana istediğin mısırı, sakızı, dondurmayı alabilmek ve senin onları yiyebilmen bile bizim zenginliğimizin en güzel kanıtı...
Her türlü zenginliğimize bin şükür...
Bu arada öğrenip de çok üzüldüğüm dualarımdan eksik etmediğim SUFİ SAJA ekibinden Tontininin en kısa sürede iyileşeğini umud ediyor onu kısmet olursa ziyaret etmeyi çok istiyorum...
Sağlıklı keyifli bol zenginlik dolu günler efendim...



2 Temmuz 2011 Cumartesi

Kendi Kendine Akan Sabun Dettol...


Akan suyun altında bile ellerini kuru temizleyebilme yeteneğine vakıf Rengin için Dettol ailesinin yeni ürünü elimize ulaştı...
Şimdi Dettol No-Touch Otomatik El Yıkama Sisteminin belirlediği kadar sabunu arıtmak için epey uğraşıyor dolayısıyla eller pırıl pırıl mikropsuz...
Anne yüreği de ferah mı ferah...
Hele paketten çıkan kendisi için gönderilmiş parmak boyalarla oynadıktan sonra boyanın ellerden terki için Dettol hayat kurtarıcı başrol oyuncumuz...
Diğer bütün ürünlerini en kısa zamanda yurdumda görmek umuduyla...

26 Haziran 2011 Pazar

Şehrimin IKEA' sı...

Nasıl bir özlemmiş bizim İkea mevzumuz...
Daha açıldığı günün akşamı gittik hangi akla hizmetse, omuz omuza mücadele vererek, gezdik mi gezmedik mi sırf topraklarına ayak basmak da zaferdir diyerek dolandık, amanın bizde de var ahanda deyip tatmin olduk eve dar düştük...
Fakat ben oraya otopark sorununu çözmeden açılma müsadesi veren hangi mercii ise ona....
Sen o park sorununu halletmeden ne demeye açılırsın IKEA' ya...
Allah sizi bildiği gibi eylesin ne diyeyim...
Rezilliğin bini bin para...
İlerleyen günlerde tenhalaşması ve rahat gezebilitesi olması dileklerimle hoşgeldin şehrimin Ikea'sı...

18 Haziran 2011 Cumartesi

Babaaaam...

Arkamda dağımmışsın hep yaslandığım...
Gittin ya şimdi kalbimi deldin gittin ya ...
Yarım bile fazla kalır şu halimden...
En çok koyan da "babacım" dediğimde "canım kızım" ı duyamamak...
Sıkı sıkı sarılamamak...
Çok özlediğimde ağlamak elimden gelen şimdi...
Anneler gününü saymazdım da babalar gününü sırf sana hediye aldığımda bana kızamadığından severdim...
Kelime de yetmiyor özlemimi anlatmaya ki kafamda düşünmek de...
Düşünmekle boğuşmak yerine gözyaşlarımı akıtmak içe dışa...
Seni çok seviyorum daki "çok" bile az, can babam, canım babam, uğruna öldüğüm babam...
Senin gibi bir babanın evladı etti ya Allah beni...
Çok şükür...
Bitmez sana sevdam, bitmez özlemim, yüreğimin ateşi dinmez...
Seni çok özledim be yakışıklım....

14 Haziran 2011 Salı

Dat Dökmez...

Anneannemin kallavi laflarından biri daha, çok sevdiklerimden...
Genzinden çıkacak, "Tat Dökmez" i ağzını doldura doldura "Dat Dökmez" diye söyleyeceksin...
Ne için mi diyeceksin...
Bir bozulanın üzerine yeniden başlarsa aynısı, o zaman...
Annem söylerdi flört zamanında ayrılıp barışmalarda hayrı olmaz manasına...
Hakkaten de olmazdı, annem kahin gibi kadındı o zaman hala da öyle...
Bana da ondan sirayet, bazen boyumdan büyük laflar ettiğimde o da olduğunda kimin dibine düşecektim ki diyorum en haklısından...
Blogda misal, bir kapanıp bir açılınca, gazı yemiş araba ne demeye soğutuyorsun ki, iki yazmamız vardı o da gidince şimdi devrini alamadı araya girince ara, beni de soğuttu...
Buna mukabil Rengin'den öte gün saydığım, okul bitmesi tamamen beslenme hazırlamaktan, ödev yaptırmaktan mütevellid...
Sıkıldım ki öyle böyle değil...
Yaz rehavetine kendini kaptıranlardan dağılanlardan değilim, iki güneş gördüm mü içim açılmıyor aksine puslu yağmurlu hafif esintili havalarda oh mis diyenlerdenim...
Onun dışında Can Babama özlemim katlanıyor, mayalanan hamur gibi kabına sığmıyor taştıkça taşıyor...
Berideki hayatsa ala herşeyiyle...
Sakin, dingin, huzurlu, mis...


7 Haziran 2011 Salı

Sekiz-i Devriye...

Zanaatların en zoru belki de...
İyisiyle kötüsüyle, eğrisiyle doğrusuyla... 
Üzerine söylenmiş milyonlarca söylemiyle...
Becerdim mi beceremedim mi bilemeden...
Elimizde en tatlı meyvesiyle...
Sevgisinin, beraberliğinin kerametinin nereden geldiğini bilemeden...
Sensiz olmayacağını bilerek...
Hiç bozulmasın diyerek...
Üzerine kocaman maşallahı takarak...
Sekiz kocaman seneyi devirip, sıcaklığının geçmediği...
Sağlıkla, "birlik"te nice güzel hayırlı yıllara...


29 Mayıs 2011 Pazar




Bomboş sanırken haftasonu için ev, birden hayal edemeyeceğim koşturmanın içinde savrulup durdum...
Keyifli olması bel ağrımı unuttursa da eh Rengin ne desem sana hayatımın neredeyse ilk sensiz hafta sonunda günaydın demek için beni 08:00 de uyandırdın ya olsun yine de sesinle güne uyanmak güzel sonrasında uykum kaçsa da...
Özledim ama seni küçücüğüm...
Eskiden babam şehir dışına çıktığı zaman cennet olurdu alem cahillikle, geç gelme özgürlüğü içinde heyecanla çalkalanırken babamın olmadığı günler her seferinde dışarı bir kere bile çıkamadan geçerdi...
Şimdi de Bey ve Rengin hanım yoklar ben de evde debeleniyorum...
Tarihin tekerrürü işte...

22 Mayıs 2011 Pazar

BüyüyoOOOOOr...

Basit şeylerden mutlu olabiliyorum aslında, verdiğim karmaşığım, burnumu yere düşürsem almam havalarını saymazsak bu bendeki...
Bu havayı vermek isteyen kim ki...
Tatil hakikaten tatil gibi oldu Rengin' le, daha haşır neşir, sevişgen, bol öpücüklü, koklaşmalı...
Gezmeli...
Hatta 25 yıllık arkadaşın nikahına gidilen ardından annenin daha fazla güldüğü daha fazla eğlendiği sinema keyfi...
Rengin' le en çok sevdiğimiz mega market koridorlarında kendini kaybetmek...
Eve gelip bugün ne güzel bir gündü değil mi deyip öpüşüp koklaşacak bahane bulmak...
Bugünü ise kendimize ayırıp, erkenden banyoyu bitirip, erkenden ezberlenmesi gereken şiiri ezberleyip, evi hal yol edip, sevgi duyulan bağra basılan üç güzel dişiyi kabul edip onlarla hasbıhal etmenin akabinde geceyi Behzat Ç. ile nihayetlendirmek ise paha biçilmez...
Bir de gezebileceğimden daha fazla gaz alıp helak olasım var yol dağ kır bayırda...
Nasılsa babam anlamaz...


Kızların bu evresi büyümüş olmalarına delalet olabilir mi?

17 Mayıs 2011 Salı

Hatay' ın Lafı...

Bir lafı varmış şehrin, has Hataylıdan öğrendim...
"Sıfatı büyüyünce g.tü de büyür..."
Hani isminin önüne bir şeyler eklendikçe, kendini halt sanan ama bir nane olamamış zavallılar için kullanılan, yerli yerinde bir tabir...
Bugün tanıştığım biri, sıfatı gayet büyük fakat büyüdükçe küçülmüş annemin her zaman dediği gibi, kimim ben sorusunun cevabını yalamış yutmuş hazmetmiş...
Hitabında bile bir tevazu "Funda Abla"...
Darısı sıfatı büyürken g.tü büyütmeyen nanelere inşallah...

13 Mayıs 2011 Cuma

Muayene Beklentisi...

Ağır bölümün bekleme salonu, sandalyelerin hepsi dolu, sıkıntılı bekleyişler, birbirlerine kaçamak bakışlar, bakışları örtüştüğünde senin neyin varı sorup öğrenesi meraklar...
Karşıda yaşları küçük belli bir kadınla bir erkeğin arasında oturmuş, yaşı taş çatlasa üç, bir oğlan çocuğu...
Bu erkek çocuklarına da isim vermekte zorlanırım hep, oğlum oldu dersin, oğlan olunca küfür gibi olur e küçücük çocuğa da erkek çocuğu denmez denir mi bilmem oğlum/erkek olmadığından bilemiyorum...
Neyse mevzu bu değil...
Çocuğun canı nasıl sıkılıyor, süre de uzadıkça uzamış, randevular kaymış mıdır nedir, anlamsız beklemeler arada bir sekreteryaya giden bizim bekleme ne durumda diye soranlar...
Fakat çocuk kıpraşık, erkek çocuk, dur durak bilmeyecek bıraksalar, kendini bağırmaya vurmuş...
Dedim ya bölüm ağır, sıkıntılar da ha keza öyle...
Çocuğa bir anne patlatıyor, bir baba...
İstiyorlar ki kendileri gibi otursun, kırsın bacaklarını kıçının üzerine...
Anlar mı yavrucak...
Gezmeye meyl ediyor heyt baba atlıyor bir sumsuk nereye denk gelirse...
Kendimi zor tutuyorum hadi bir daha yaparsa okuyacağım canına diye...
Ne diyeceksin diyorum sonra kendime toplum polisi misin?
Kendi çocuğu...
Bir keresinde babamla kuruyemişçideyken babam bana bağırmış demek ki bir mesai saatinde bir bey şahit olmuş...
Bilmez ya kızı olduğumu ertesi gün babama gelmiş çok ayıp ediyorsunuz demiş genç bir kıza öyle herkesin içinde bağırılır mı babam da ruh hali nedir bilinmez o benim kızım demiş...
Kızı olunca hak oluyor demek bir nevi...
Şimdi bu da sanane lan oğlum o benim diyecek ben de heyt diye ...... olmayacak...
Anca rutin kendi aramızda hastalarla daha da yakınlaşarak muhabbet geliştiriyoruz...
Bize de mevzu lazım, bekle bekle nereye kadar, zaten tedirginsin hiç olmazsa başkalarının derdiyle avunalım...
Bir ara çocuğun annesi hasta belli, muayene odasından çıkıyor...
Baba yanına gidiyor annenin, oğlan da nasıl tatlı, seri şekilde "anne iğne yaptı mı" sorusunu annesinin cevap vermemesi üzerine en az yirmi kez soruyor ama diyorum ya bıdır bıdır yerden bitme, bir de dilli, makine gibi...
Muayene odasından doktorun odasına doğru ilerlerken baba alıyor çocuğu duvara çalıyor, bildiğin yapıştırıyor tam yerimden irkiliyorum gözgöze geliyoruz hastamla...Eski pozisyonumu koruyorum...
Ardından biz giriyoruz muayeneye...
Doktor bize merhaba demeden daha:
"Böyle arsızlık da olmaz ki canım, hiç ayar vermemişler dur yok, sus yok... Her yere el attı, anne anne değil ki biyolojik anne, zaten kendi çocuk, baba desen Allahlık..."
"Demeyin öyle dedim o çocuk, baba anne istiyorlar ki bizim gibi otursun, sabırla beklesin, ne bilecek çocuk sabrı da oturmayı da, diğer hastaları da, gerginliği de...
Anne kendi kendine halletse bu işleri de, baba alsa oğlunu gezdirse, kafeteryaya indirse, yeseler içseler, etrafı gezseler anne de tedirgin olmasa, baba da gerilmese, çocuk ta o kadar dayağı yemese..."
"Yok" dedi doktor...
"Bizim zamanımızda annemiz gözümüze baktı mı yerimizden kalkamazdık, annemde biterdi iş, babama intikal etmezdi hiç...
Bu çocuğun da kulağını bükeceksin "kıt" diyecek, sesi duyacaksın, bak bir daha kalkıyor mu yerinden..."
Ama dedim doktor bey aynı şekil bizde de vardı, gözünden alırdık elektiriği paravanın açılmasına gerek kalmazdı hiç ama zamane çocuklarının çocukluğu bizimkiler gibi seme değil ki...?

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Yamalı Yaftalar...

Yazacak kadar yaşadığın olmuyorsa kalbin kadar temiz sayfayı ayırmışsın bana ayırmamışsın kaç yazar?

*********
Yirmili yaşlarda şarkı sözlerinin delip geçtiği, her anıyı bir şarkıya yamadığım zamanlar, gelin, açtım kapıyı, hepinize söz, hakettiğiniz gözyaşlarını sunacağım size...

*********
Birincisinde gördüğümde de böyle binlerce prozac yemiş yutmuş gibiydim yıllar önce...
Şimdikinde de aynen o hal...
Devamını istiyorum, sakinliğin, dinginliğin, mevzulara bakışımın kendi bakışım olmaması, yağmurdan ıslanmış cam arkasından bakar gibi bakmayı...
İyi böyle...

**************

İnşaatı bitmemiş apartmanın dijital ortamdaki tamamlanması hatta peyzajının bile yapılıp da ailecenek koşulduğu bahçenin ayrıntısı gibi, beynimin de kıvrım ayrıntılarını sünger Bob gibi gözlerimi içe aldığımda görebiliyormuşum...
Baktım da geçen, koca bir mıknatısmış kafamdaki, kör tuttuğunu öper misali tuttuğumu yapıştırmışım, ben değil onlar yapışmış...
Demin baktım da mıknatıs temizlenmiş, ilahi temizlik ikincisinden mütevellid...
Birşey yapıştırmayacağım artık, alüminyum folyoyla kapladım az önce, boş kullanacağım...
Salak mutluluk ondan...

*****************

Fonda ne mi var...
Sertap, her anıyı yamadığım ilk kasedi...
Kasetten dinlediğim zamanlardaki gibi...
*****************************************************************************************************************

8 Mayıs 2011 Pazar

Annemgilin Günü...

Rengin olmadan önce bu kadar hakkaniyetli değildi doğrusunu söylemek icap ederse bugün...
Vazife yerine getirir gibi, sevgililer gününün ne kadar karşısındaysam anneler gününün de öyle, çığırtkanlığını yapıyordum ama ucu benim anneme de dokununca fazla sesim çıkmıyordu...
Yine de esnaf günü diyorum hele hele sevgililer gününe, hala da derim...
Sonra baktım anneler gününde bir taltıf bir hürmet...
Babam tarafından bile anneler günümün kutlanması, bizim bey in hediye alması, Rengin' in kocaman sarılıp anne diye öpmesi filan her gün de böyle organize olunmuyor ki canım hakkıdır günün o halde teslim edelim biz de...
Gerçi çok içerlerim kan ağlıyor babacım yok bana kim çiçek alacak?
Geçen anneler gününde iki tek gülümüz vardı biri anneme biri bana...
Doktor kontrolünden Rengin' i kreşten alırken kenarda dur dedi durdum...
Geçti karşıya çiçekçiden birer tane tek gül...
Yattığın yerler cennet bahçesi olsun can babam...
Bütün annelerin mis ellerinden öperim...
Hem de yılın her günü...


Babacım ıhlamur ağacın ne güzel yapraklanmış...

6 Mayıs 2011 Cuma

Oynak Kıprak...

Trafikte direksiyon başında zaman zaman omuzları titreten, zaman zaman efkarlanıp elinde olmayan kadehi sallayan, kafayı gözü oynatan bir süren görürseniz şaşırmayınız, yolunuza devam ediniz, gözünüzü arabadaysanız yoldan ayırmayınız, yayaysanız gözünüzün önüne bakınız...
O, bizati kendimim, benim, şahsen...
Severim kıpraşmayı, yüksek sesle dinleyip bağıra bağıra söylemeyi, bilmiyorum etraftan kafayı yemiş görüntüsü veriyorum elbet ama üzgünüm eldeki malzeme bu...
Bu arada çok kötü bir şoför olarak itiraf ediyorum ki kadın şoförlerden çok korkuyorum :)

Bir de bu çocuklara bir laf atlatmanın yolu var mıdır ki?
Bak yavrum beslenme çantanın içinde çöp görmek istemiyorum, sınıfında çöp var at yahu oraya...
Sütünü ne demeye çantaya tıkıyorsun da son kalan damlalar her defasında beslenme örtünün üzeri kapkara olmuş halde geliyor...
Kızsan yok, bağırsan yok, güzellikle desen yok...
Biz annemizin karşısında itim diyemezdik, bir sefer yapma diyecek biz yapacağız peeeeh yemezler güzelim biner tepeye annen hemen...

Hayırlı Cumalar efendim ardından mutlu hafta sonları...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Hıdırellez...

Hiç kaçırmadan yaparım...
Sektirmem sebat ederim...
Kimisi gerçekleşti, hatta birden fazla aynı dileğin gerçekleştiği bile oldu :)
Genelde gece yarısı, mutlaka gül dibine, parktan taş alır, dileklerimi şekillerini üç aşağı beş yukarı şekillendirir ortalarına bozuk para koyar, sabah da erkenden alır bütün sene saklarım cüzdanımda...
Efendim netice itibariyle hepin(m)izin gönlünün muradı fazla fazla olsun, dilekleriniz kabul olsun mutlu mutlu yaşayın...


3 Mayıs 2011 Salı

Hep oturamadığımızdan değil mi kalkmamalarımız...
Açıp da giremediğimiz ya da çıkarken üzerimize devrilen kapılar...
Girmeye ceraset edemediğimiz haneler veya üzerimize kapattığımız kapılar...
Kendi dikine yaşanılan hayatlar beyhude geçedursun...
Akıl başa intikal ettiğinde çizgilerin derinliği artmış...
Gözler daha bir bulanık bakmaya başlamışsa eğer geç kalınmışlığın kabahati bende değil, sendedir ey oğul!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kreş...



Dijle yazmış bugün Ezel' in kreş alışımını...
Okuyunca Rengin geldi aklıma, kreşe başlama, kreş seçmeme, balıklama dalma şeklinde...
İki buçuk yaşında başladı Rengin kreşe...
Şubat sonu 18 ya da 20 Şubat,  iki buçuk yaşı bile değil, Mart 22 de iki buçuk olacaktı çünkü...
Ondan öncesinde feci arkadaş düşkünü, sosyal ötesi kızım, camları açıp kaşlarını ortada toplayıp, ağlamaklı bir ses tonuyla bağırırmış ortaya:
"Arkadaşlaaaarrrrrrr abileeeerrr ablalarrrrr geliiiin oynayalım"
O kadar canı sıkılıyordu ki artık, çişi halletmemiz yeterli olacaktı göndermemiz için Rengin' i...
Fakat bir gecede karar verip, daha bir kreş bile gezmeden (gittiği kreşi hep birlikte gidince gördüm ben de) tamamen referans üzerine, kızını emanet eden bir başka cengaver anne de yoktur herhalde yurdumda...
Bu benim "Allah büyük, kalbimizi bağlayalım Allah' a, ne nasip ettiyse o" şeklindeki yaklaşımlarım -bir bakıma işlerin olacağına tam kanaat- özellikle anacığım, kardeşim ve eskiden de babam tarafından ne kadar sinir, ne bu rahatlık şeklinde yorumlansa da işler bir şekilde yoluna giriyor işte...
Çocuklukta bebeklikte hani alıştıra alıştıra olur ya yemek de olsun alışkanlıklar da olsun...
Altıncı ay bittikten sonra yumurtanın sarısının bilmem kaçta kaçıyla başlayın derler ya ben tamamını yediririm bitiririm...
Anneme bırakıp da işe gittikten sonra annem ne yaparmış, bir tane yumurtasını yedikten sonra, yavrunun gözlerinde bir daha olsa da yesem ışığını görüp heyecanlanan annem, bir tane daha yumurtayı yediriyormuş içine küçücük ekmek ufalayıp...
Ya da diğer durumlarda da öyledir, dan dun girerim amaaan eskiden çocuk psikolojisi mi varmış bizim zamanımızda böyle miydi heyt diye...
Kreşte de öyle olmuştu...
Çankaya Belediyesi kreşine devam etti Rengin...
Hep birlikte ilk kez gittiğimizde önce girmek istemedi, sonra oyuncaklar cazip geldi, bizimki de tam bir arkadaş delisi olunca koşa koşa gitti kreşe bir kere bile gitme konusunda istememezlik yapmadı...
Fakat o dönem anneannesinin onu terkettiğini düşündüğünden sanırım, bir ay boyunca annemle konuşmadı, feci anneannesine düşkün bir çocuk olarak o bir ay anneannenin yüzüne bakmayınca babam bayram etmişti hep dedeyleydi çünkü...
Sonrasında alıştı gitti...
İşte böyle Rengin Hanım, kreşe başlama maceran...
Nerelere götürdün beni be Dijle...


30 Nisan 2011 Cumartesi

Peskutan... Sivas Merkez...

Seviyorum tadını da ağız dolusu söylemini de...
Bilenler bilir içeriği yoğurt çorbası gibi ama özel bir yoğurt içinde bilerek büyükçe doğranmış dişe gelir soğanlar bir de bir şeyler daha...
Akraba delisi olarak, bugün halamın evindeydik...
O da çırpınmış, sağolsun peskutan dan içli köfteye kadar...
Üç gün yemesem, toplamda kalorileri paylaştırırım o derece...
Hayatımın en huzur duyduğum evindeki -ki doğduğum ev ora- babaannemi, dedemi ve dilimizden düşürmediğimiz babam, hep aklımızda, onların ruhuna diye diye, okuya okuya, eskileri ana ana, kah hüzünlenip, kah eğlenerek, günü tamamlayıp, evlere dağıldığımızda mesut keyifli vicdanlar yürekler rahat dinlemeyeyazdık...
Başlıktaki Sivas Merkez de efendim, sülale olarak baba tarafım Sivaslıyız...
Ne zaman memleket sorulsa ve ben ne zaman Sivas desem "neresinden" sorusuna maruz kaldığımdan, bizim Esin Hanım' ın dalga konusu olmaktan kurtulamıyorum, bir gün demek o kadar bıkmış bir anıma denk gelmiş ki, ellerimi aça aça "Merkez" demişim...
Şimdi ne zaman bir memleket sohbeti olsa, o da açar ellerini benden sonra tamamlar benim Sivas'ı, "Merkez" ama diyerek :)
Eeee tabi TARIKAHYA' lar bir tane Sivas "Merkez" den...


Bordo tenceredeki meşhur çorba... Peskutan...


Hurmalar benden pek tabi... İçli Köfteler Ayluş' dan...



Renoyla Babamın küçüklüğü...


 Babaannem...

Sağdaki yeşil süsün başındaki zımbırtısı annem tarafından kırıldı gün sonunda :)

29 Nisan 2011 Cuma

Her Telden Anne...

Renoyla (ki bu Rengin' in aramızdaki isimlerinden sadece biridir) ki kendisi de hastalığın köşesinden dönmek üzere, kırıklığı geçsin diye calpol ün altı yaş üzerini içmek zorunda kalması sonucunda önce sen iç diyen kızının ısrarına dayanamayıp bir kaşık önce kendi içen sonrası kızına içiren anne...
Öte tarafta annesi kız kardeşi ve kızı ile kim dirseğine dilini değdirecek yarışmasını en yakınına getirerek kazanan evin büyük kızı...
Her cuma babasına gidip de önceleri annesinin gelmediği haftalarda "baban nasılmış" sorusuna "selamı var ne zaman gelmeyi düşünüyor annen dedi babam" diyen evlat...
Bu hafta da kardeşimin deyimiyle hangi kaba koymayı bilemediğim yegane tek halacığımın "baban nasılmış" sorusuna "iyi yatıyor öyle" cevabını veren yeğen...
Hayat geçiyor işte öyle böyle...
Hoşgeldin hafta sonu çabuk geçmeyesin emi (önce sağlıkla tabi de...)



İyi hafta sonları efendim...