29 Nisan 2010 Perşembe

Başı sıkıştığında vatandaşın, hani gürler ya, senin maaşın benim verdiğim vergilerle ödeniyor diye...
O horozlanmanın sonucu cümle alemin maaşları, yine o cümle alemin ödediği vergilerden bir demet demek ki...
Hal böyleyken sallandıracaksın birini ikisini orta yerde, bak bir daha böyle şeyler oluyor mu' ya sonuna kadar destek veren şahsım, tecavüzcüleri özellikle sonra katilleri, verdiğim vergilerle içerde ve dışarda beslemekten yana değil yüreğim...
Gidenlere ağlar içim...

26 Nisan 2010 Pazartesi

Hareketin Bereketi...



94-95; o zaman tazecik gözü açılmamış yeni okullu, bilinmez şehirde, nereden denk geldi hatırlamıyorum ama hocaydım step tahtasının ardında, bir sürü kadın dizilmiş etrafta terleyip hoplayıp zıplayıp günlerde yediklerine yer açmak için kendilerinden geçiyorlar...
O zaman yoktu afilli step bench leri, yaptırmışlardı fena değildi ama dengelemezsen tahtayla beraber alaşağı oluverirdin...
Çok özlemişim, ne yalan söyleyeyim tevazu göstermeyeceğim ben iyiydim be!
Yine de hareketi, sporu, yanmayı, ağrıyı, özlemişim çok hem de...

25 Nisan 2010 Pazar

Haybeye Gerçek Yaşam...










Aramazsın sormazsın ama aklının köşesindedir ya; sabah tekrarlarıyla sinir eden alarm gibi sinyalini verir oradan, tamam dersin ilgileneceğim aklımda dersin dersin de yapmazsın ya...
Çoğu zaman sevdiklerde olur, yakınlarda, büyüklere karşı; aklındadır sonra küt birşey olur, kıvran vicdan azabından...
Vefa tarafımı ailede severler, arkadaşlarda da ben severim, uzaktan ama, yoldan çıkanları seyreylerim arada, gülümserim yalpalamalarına, saçmadır anlamışsan ki hele yaşadığının adına ne koyduğunu bilmemişsindir sonra hadise ismini de cismini de bulur, suyun yolunu bulduğu gibi...
Kalan sağlar benimdir ya da ben onların, aman koy ..... gitsin derim zaten sıkça pelesenktir severim ağzımın kenarında...
Bu ara benim meydan da aklımın, yüreğimin orta yerinde, bir el atmaktı iş, sonrası klavyenin tuşlarına basmada çıkan ahenkle dans...
Koşturma, hengame, mutluluk, sevinç, kızma derken derken ben susayım kareler konuşsun...
Özlemişim hem tuşların ahenginde dansı, hem parmaklarımın ses
tonunu...

22 Nisan 2010 Perşembe

Seviyorum...



Bir sevgi kelebeği pır pır eder durur yürekte, ölümsüz olanından...
Gözü hep masmavi gökyüzünde, umutları başının üzerinde, sağlığa duacı, seke seke gider misali...

Bu gece geldim daha sıcağı sıcağına, 16-17 sene olmuş abartısız onu dinleyeli, nasıl bir sebattır anlamadım ki bendeki...

Var öyle yapıştım mı bırakamadıklarım, vazgeçemediklerim hep aynı keyfi duyduklarım...

Nihat Sırdar kendileri; hem sabah hem akşam programlarını dinleyip; sabah ülkeden bihaber olmamak adına, akşam da yemek hazırlığında yarenlik etsin diye...

Çok güldüğüm hatta yanaklarıma ağrılar girene kadar neredeyse, şahaneydi tek kelimeyle...

Full salon, full Nihat...



21 Nisan 2010 Çarşamba

Sevemedim Kara Gözlüm Beni Doyumca...



Koymadılar ki seveyim...
Severdim severdim de huyumu, sonradan körlendirdim...
Körlendirdim, yabancı kaynaklı bir kelime gibi görünse de, kör ettim manasına gelsin, öyle cümle içinde kullandım...
Çok severim, ne halt yiyorsam ki faydalıysa da cümle aleme bağırmaya...
Bir yere mi gittim, haydi koş vatandaş çok güzel yer...
Çocuk kıyafeti mi buldum ucuz bir yer diyelim, aman koşun siz de alın...
Bir yerde yemek mi yedim, bir yer mi buldum, bir sürü çoğaltılır örnek...
Fakat sonra ne oldu, ben bir heves söylüyorum bakın ben yaptım, gördüm, yedim, gittim, aldım beğendim siz de faydalanın...
Cevap "biliyorum, ee vardı zaten ora ne zamandır"...
Oldu o zaman, ne iyiymiş değil mi..?
Tabi ki herkes için değil ama bu sefer de ne oldu meydana çıkıp bağırmadım da daha bir yakınlarıma söyler oldum ama yine de söylerim duramam, isterim iyiyi herkes yapsın, paylaşalım, paçamızın arasında yemeyelim yediğimiz naneleri...
Nereye bağlayacağım lafı; kek buldum muffin ki kendilerinin her çeşitini sever sayarım...
Tarifini de diğer tariflerini de beğendiğim
ŞUradan aldım...
Sağolsun varolsun arkadaşımız, sizler de yapın afiyet olsun...
Ben donmuş vişne-damla çikolata-kakao koydum frambuaz yerine...

20 Nisan 2010 Salı

Türk Malı Ho...

Sonundaki Ho' yu söylemediği zaman Rengin' in arkadaşları anlamıyorlarmış diziyi kastettiğini...
İlk defa izledim malum Ezel' le çakışıyordu...
Uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar çınlattım evi, saçma tamam ama çok güldüm iyi geldi...
Bir de benim kahkaha da bir hasar var içimde patlamış hoparlör var 'p'ler patlıyor...
Dün babamı doktora götürdüm yutmasında sıkıntı var ağrıları var diye...
Sanırım başta babam sonra biz, nasıl bir tedaviden çıkmışız tam ayırdımında değiliz...
Orası yangın yeri diyor doktor, "hııı" diyoruz anlıyoruz' u anlatmak için, bilmiş bilmiş...
Dün de gittik, radyoterapi tedavisinin birtakım hediyeleri olurmuş hastaya...
O hediyeler zaman içinde hafiflese de tamamen silinmezmiş...
Tabi babamın beyin o "tamamen silinmez" kısmını aldı, baştacı etti...
Ne kadar baba hafifleyecek, cancağızım, kuzum, yavrum desek de o da bana "hıı" diyor anlıyorum' u anlatmak için bilmiş bilmiş...
Seviyorum seni huysuzum :)
Dün dumur denizlerinde yüzdüren, olmayan tüylerimizi ayağa diken birşey öğrendik ki; babam meğersem % 5 kurtulma şansıyla tedaviye girmiş...
Preh preh, öldürmeyen Allah öldürmez, şifasını verecekmiş ki karşımıza çıkan doktorlarımızı vesile etmiş...
Ne diyeyim Allahım bütün hastalara hayırlı şifalar ver...
Bugün hava ne güzel değil mi :)
Daha sırada geçtiğimiz cumartesi Rengin' in anaokulu gösterisinin malumatı ve fotoğrafları var bilahare inşallah...

18 Nisan 2010 Pazar

Kardeş...

Hastanede sonuç göstermek için cumartesi sabah randevu verildiğinde, hep beraber gidilip Rengin le sıra bekleyince yanımızda da ton ton orta yaşın üzeri (yaşlı sözünü sevemedim) bir karı koca...
Çocuğun ya çişi gelir, ya su ister geleneğini bozmadık, su getirmeye üst kata çıktım, Rengin o tontonlarla kaldı, geldiğimde bizim Bey le nerede çalışıyoruz, anneanne kaç yaşına kadar baktı, neden kardeşi olmuyor, buna istinaden ettiği duayı ve diğer bütün ayrıntıları dökülmüş, hangi ara yaptın anlamadım ki?
İkisinin de yüzünde bir gülümseme, Rengin' e duaların kabul olsun yavrum diye uğurladılar bizi...
Aynı gün anaokulunda gösteri sonrası, Ankara' nın kırına bayırına gidip hava alalım uçurtma uçuralım dediğimiz bir öğleden sonrasında, tesadüf okuldan arkadaşıyla aralarında geçen diyalog...
Hayırdır evren bana bir mesaj yolluyor ben mi anlamıyorum...
Anlıyorum da belki yaş baş deyip kalsın anacığım kalsın deyip bir yandan da aman erken olaymış en az üç tane de yapardımdan da geri durmuyorum...
-Rengin biliyor musun kardeşim olacak :)
-Benim kardeşim yok yapayalnızım ben :(
-Üzülme arada sırada sana da veririm bakarsın...

15 Nisan 2010 Perşembe

Neyi Ararsan Sen O' sun...

Ne arar ki insan mutlu olmak için daha başka...

Yavruyla birlikte yapılan, içinde çikolatadan ziyade o minik parmakların lezzeti dolu kekte mi?


Ya da baba kızın oynattığı kukla tiyatrosunda mı?



Ya da ya da sokaktaki kedinin uykusunu böldüğümde bana takındığı tavırda mı?



13 Nisan 2010 Salı

Bozuluyorum...

Cidden...
Hangi bloga baksam birşey serili ortada...
Yemekler, faaliyetler, cicili bicili takılar, örgüler, boyamalar, dekorasyonlar...
Bana bir işe yaramıyorum hayatı yalandan yaşıyorum hissi verdiğinizden ne diyeyim bilmem ki...
Seviyorum sizi okumayı, hatta bayıla bayıla...
Daim olsun, maşallah hatta...
Ben de ayak kapsülümü hoplatmışım yerinden, burkmuşum diğer tabiriyle, oturuyorum işimde ayaktayken de topallayarak ayrı hava verdi ağır aksak yürüyüş...
Öte taraftan beş buçuk yaşındaki çılgın bir minik hanımefendinin yorulduğu yere han yapayım kaygısı onun kaprisleri...
Hayır bey kısmını hallettim sanıyorum "sen hot, ben hot, kim verecek bu ata ot" işe yaramadı yaramıyor tecrübe ettik, "ben iyi, herkes iyi" güzel böylesi, maraz doğmadığı müddetçe...
Fakat bu çocuğa iyi de olsan, kötü de olsan, işine gelmediği zaman şeytan ruhlu anne oluyorsun ne demekse...
Ne tumturaklı laflar ediş o öyle, biz zaten bu kadar lafı bize saysın diye besliyoruz, canımıza okusun diye...
Ben hatırlamıyorum annemin benim psikolojimle bu kadar ilgilendiğini, okurdu canıma, şimdinin bebeleri nazende belki de böyle yapan benimdir bokunda boncuk bulmuş tavırlarım...
Halbuki evdeki kötü polisimdir, her zaman disiplinli/şefkatli, korkulan taraf...
Her okul çıkışına gidişim korkuyla, beni görür görmez "çok mutsuzum anneeeee"...
Ulen neyin mutsuzluğu, sanki bana dünyanın yükünü sırtlıyor...
Yalan dolan bir sürü bahane, ee şu an ona da bunlar dünyanın yükü...
Kitaba deftere göre büyütmedim ben Rengin' i, ilk zamanlarki uyku saatleri, yemek saatleri düzenini şimdilerde daha çok oluruna bıraktım yemiyorsa bir sonraki öğünü beklemesi gerektiğini, sorumluluk onda yok öyle ben büyüdüm deyip gezmek :)
Tek derdim adam olması, yalansız, dolansız, inançlı, vicdanlı en önemlisi de mutlu olması...
Mutlu olsun ama çok mutlu ve onu mutlu edecek arkadaşları tanıdıkları...
Bir de her zaman yağmurlu olup yine de adet yerini bulsun belki yağmaz bu yıl umutlarıyla canhıraş hazırlanılan tören provalarının davul sesinden sıtkım sıyrıldı sıyrılacak...

10 Nisan 2010 Cumartesi

Hergün bindiğim otobüse yüzde dokdan ilk ben biniyorum, bomboş ilk duraktan...
İlk zamanlar şaşırıyordum aç tavuğun darı ambarında dolanması gibi nereye otursam hımmm...
Sonra bir yer belledim, oraya oturdum hep...
Şimdiyse koca şehir boş otobüs gibi...
Hangi noktasına otursam aslolan da küçük hanım hangi okula gitse eve göre mi okul olsa okula göre ev mi...
Yumurta mı tavuktandı tavuk mu yumurtadan?
Bir rüyaya görsem, yukarıdan baksam şehire, bembeyaz bulutlar dağılsa, bir ok görsem, o ok da yeni oturacağımız evi işaret etse, hatta iki ev...
Sonra aynı ok, bu kez okulu işaretlese olmadı öğretmeni de uzaktan işte bu dese...
Çok şey mi istiyorum?
Ha sonra bir de tatil istiyorum bu koşuşturma bitince, malum okula başlayacağım...

8 Nisan 2010 Perşembe

Çekemezler Bilirim...

Yemek tarifleriyle süslü bloglarda sürerken sörfümü, düştüm bir ara, dalga da hazır kaybolmuşken yattım üzerine tahtanın, verelini dedim...
Mezuniyetin ardından, eve kesin dönüş sonrası öyle dışarda gezeyim bir adam değilim, cumartesi günleri meşhur yemek dergisinden bir tatlı bir tuzlu deneme günüm...
Cumartesi semt pazarı, annenin yanına düşülür, pazar elek felek edilir, parmaklarımın boğumları morarır eve gelinceye dek, anneye tek torba taşıtmamak için...
Sonra anne onları yerleştirir, gerekli yardımlar yapılır ve tarif uygulamasına geçilir...
Sunumu oldum olası beceremem, hatta yalandan pastayı bile biri geçse de başına kesse dağıtsa diye gözünün içine bakarım...
Yapar bırakırım abi diyen bir ruh hali benimki...
Nasıl bir hevestir o yaptıktan, ilk lokmaların alındıktan sonraki benim gözlerimi pörtletip ilk tepkiyi beklemem...
Bir de çaktırmamaya çalışıp, biliyorum şahane olmuş zaten birinci belli ikinciye bakalım pozları...
Tabi mülayim düzgün efendiden bireyler olmadığımız için illaki ıyyy denilir ya da hakkıyla lezzetin tepkisi verilmez gıcıklığına...
Tabak biter kendi aralarında konuşulurken es kaza ya da neyse hadi güzel olmuş aferin duyulur ağızlardan...
Pastaya böreğe parmaklarını zor kurtaran hainler, iş yemeğe gelince neden dudak bükerler anlamam, çekemezler bilirim...

Romantik Yağmur Tıpırtıları...

Şu yansıma sözcüklerini hep komik bulmuşumdur yağmurun tıpırtısı, suyun şırıltısı kapı tıklaması, ağız şıpırdaması...
Seneler evvel hatırı sayılır bir spor branşının federasyonunda çalışırken, sonradan ağabey diye hitap ettiğimiz çok sevdiğimiz bir genel sekreteri vardı ki hala da çalışır kulakları çınlasın...
Yağmur yağdığı vakit alırmış eşini, atlarlarmış arabalarına iki aşık, bir yerde durup motoru durdurur, yağmurun cama vuruş seslerini dinlerlermiş, en büyük huzur derdi...
Ondan aklımda, ne zaman arabada yağmur yağsa, cama vuran yağmur sesiyle hep o aklıma gelir...
Şimdi müstakbel yerimde alüminyum tepemde, bu sefer yağmurun tıpırtıları daha bir güzel geliyor, arada yer yer aksa da...
Tıp tıp akarken dalıp gidiyor akıl, şiddetiyle savrulup yavaşlamasıyla dinginleşiyor...
En sevdiğim hava puslusundan, yağmurlu, serin, kurdun puslu havayı sevmesi misali...
İçimin açıldığı, haberlerin sevindiriciliği, ruhun oturduğu, hayatın benden umulmayacak dinginlikte yürümesi...
Bu hali de çok sevdim ismin yalın hali gibi, hayat da bu ara yalın...
Oturunca anlar insan, ne kadar yorulmuş olduğunu...
Güzelmiş böylesi keyifli, yorgunluktan arınmış, hamamdan çıkmış, gazoz elimde, gözlerim buğulu buğulu derken tam koluma pıt diye yağmur damlası geldi :)
Yağmur da hızlandı tepemde tıp tıp tıp...

7 Nisan 2010 Çarşamba

Tanıdığın Tanıdığı...

Pazartesi anjio yapılacak fakat doktorların özel hastalarından sonra sıra bekleniyor...
Sıra gelmezse, ertesi güne fakat kadın geceden beri aç, takatsiz, zaten de nazende...
Beş kızı, bir oğlu başında, kapı kapı bir şekilde tanıdık bildik aranmaya çalışılıyor...
Sonra kızlarından birinin, komşusunun bir tanıdığının tanıdığı hastanenin bir bölümünün başkanı, ona rica edilip anjioya giriyor...
Ağlamalı bekleyiş, birden kapı açılıyor Hamdüne Hanımın yakını der demez hooop 7-8 kişi ayaklanıyor yok diyorlar bir kişi gelsin...
Ağlak durum artıyor sonra damarlarının yaşı münasebetiyle ince olduğu balonla açılamayacağı stand takılması gerektiği söyleniyor müsade verir misiniz?
Hemen verildi müsade...
Bekleyiş devam sonra yine bir kişi çağırılıyor bu sefer de takılacak stand in nevi soruluyor, yerli malı olursa yeniden damarın tıkanma ihtimali %90, ancak 3000$+KDV verildiği takdirde ithal stand de tekrar tıkanma oranı %10...
Paralı olanda karar kılınıyor, Hamdünem çıkıyor anjiodan yarı baygın...
Yoğun bakıma yatırılıyor, iki teyzemle ben yanındayız yukarda...
Açtı gözlerini, panik olup kafasına takmasın diye amaan damarını açtılar o kadar dediğimizde yok yok diyor ben bildim kasığımdan girdiler birşey taktılar...
He dedik boşver sen onları iyi ol takma kafana...
Hemşire geliyor umulmayacak kadar güler yüzlüler, nerelisin teyze diyor, diyoruz duymayabilir kulaklığı yok, bizimki işine geleni duyuyor tabi "Kayseri" diye bastıra bastıra bağırıyor...
Çıkardık dün eve, gayet iyi çok şükür bu da atlatıldı...
Babam bir başka bakıyor Hamdüne' ye (evde Rengin' de dahil, kah Hamdüne deriz kendisine, kah boncuk, kah pamuk, en son anneanne) hastadaşı ya pek ihtimamlı...
Bu arada babam maşallah diyeyim, dağlara taşlara "iyi" bile demeye dilim varamıyor kendi kendimin nazarı değmesin diye...
Bütün hastalara tekrar tekrar şifa inşallah...
Dualarınızı hep ilettim, gözlerini kapatıp gülümsedi pamuğum...

5 Nisan 2010 Pazartesi

Doktorun Yoksa Öl...

Beylik laflar var ya, hayat kısa, sevelim sevilelim, sevdiğimizi söyleyelim gezelim...
Cidden bu lafları küpe yapıp kulağımıza asalım...
Sonra diyoruz ki şu yalan dünya bak daha dün şöyleydi böyleydi diye...
Cumartesi plan şu, kızımı alıp annemlere gidip, babamı, annemi ve anneannemi alıp pazartesi Umre ziyareti yapacak halama gideceğiz...
Tam çıkacağım evden annemden bir telefon, anneannenin göğsü yanıyor iyi hissetmiyor hastaneye gidiyoruz...
Onlar gittiler hastaneye ne de cenabet gün cumartesi, ne doktor ne başka birşey...
Gidiyorlar hayli kalabalık bir hastanenin aciline ki sonradan köpekler gibi pişan olarak o hastaneye gidilir mi diye ama basireti bağlanır ya insanın öyle zamanlarda...
Acil müdahale ediliyor hemen, kalp krizi geçirmiş 83 yaşındaki pamuğum, her an geçirebilir diye acilde yatıyor servise de yer yok zaten acilin kah koridorlarında kah yerinde, geldik pazartesine ki acil anjio olması şart...
Ancak bir doktor geliyor bizimkilere "doktorunuz var mı?"
Yok acil geldik bileydik muayenehanesinden geçerdik zaten usül buysa kaidesiyle yerine getirirdik...
Ancak yok şimdi doktoru olmadığı için ve koca hastanenin iki anjio makinası varmış biri bozuk, listede görünmesine rağmen özel hastalar alınacak anneannem de kimbilir ne zaman alınacak aç bilaç sırasının gelmesini bekliyor olmazsa yarına...
Şimdi alıp başka bir hastaneye götürülecek, aklım da yüreğim de orada...
Dün bir defter ilaç yazdırmaya bekliyorum doktoru, hemşireler kendi aralarında konuşuyorlar "Allah vere de bugün bilmemne hastası gelmese çünkü ilacı yok". Öbürü de "sen onu diyorsun, bence toptan hasta gelmese çünkü normal ilaçlar da suyunu çekiyor"...
Sonra biri döndü bana "Ben asla ne çocuğumu, ne eşimi, ne yakınımı buraya getirmem, siz neden geldiniz? Baksana arkandaki ilaç dolabına tamtakır"
Talihsizlik dedim tamamen...
Götürebilir miyiz peki?
Götürün neyse ki şimdilik benzin parası var hastanenin, ambulans verebiliriz...
Vay anasını sayın seyirciler vay...
Bütün hastalara acil şifalar...