23 Ekim 2011 Pazar

:(

Facebook tonlarca protesto dolu, keza sanalda heryer ki oturduğumuz yerde yapmıyor muyuz ...
Yazık günah giden canlara kayıplara...
Derken...
Depremle sarsıldık şimdi sıcacık evde çocuğumu uyutup, üzerine gelip de oturup ayağımı uzatıp günü bitirirken oradaki onbinler gecenin soğuğunda belki de güne yeni başlayacaklar...
Dua etmekten başka çarenin gelmediği elimizden, dilimizden de daha bir özenle cana kıymet verilmesini istemekten başka da birşey dökülmüyor...

17 Ekim 2011 Pazartesi

Dönemsel...

Her şeyden el etek çekip, üzerine bir okkalı üç kiloyu da bünyeye ilave edip daha da siyah bir ruhani hale kavuşunca, her günün sabahında, bugün ıvır zıvır yemeyeceğine dair sözler veriyor halde buluyorsun kendini...
Öğlene doğru koy da rahvan gele vecizesinin bünyede vuku bulmasıyla bir bakıyorsun yine sabahki verdiğin sözlere gelmişsin...
Yoksa hayvani bir şekilde tepeleme bir domatesli bulgur pilavıyla Ankara' nın meşhur Halk Ekmeğiyle götüresim var hoş götürmüşlüğüm de yok değil ki...
Yemenin bende hududları yok, gözüm her daim aç, hele tatlıya...
Eskiden günü tek öğün geçirip de canım istemiyor lafıma kendim bile hayran olurken şimdi her kapı ardında bir yemişliğim var...
Sigaradan da acayip bir haz almam da, deliler gibi yemek işinin cılkını çıkarmak isteme mevzumu da tamamen dönemsel olduğu kandırmacasına sığınıp, ne vardı bunlar yerine bir kitap okuma isteğim delireydi ya da bir tiyatro, bir sinema mevzularından dem vurup lan nasıl kapıldım bunların içinde boğulacağım kurtarın beni diyeydim ya...
Allaaahın yemesinden içmesinden oradan oraya savrulup ama inadına vazgeçmeyerek de geçen diliminden de keyif almak zamanıdır hayatın, kaçışın yoksa başkasından...


8 Ekim 2011 Cumartesi


Öfkem pişmanlığımla hemhal olmuş...
Kızgın mıyım, pişman mıyım, üzgün mü, bitkin mi...
Ayırt edemiyor insan...
Sıkıntı üzüntüden değil elbet hiç değil...
Karmaşıklıksa bu hale gelmekteki marifet...
Kızgınlık; yitip gidenleri de, yitip gidenlere de sebep olanda asıl...
Kar zarar hadisesinde uç köşe de koca bir "kar" varken, öte yanda gidenlerin, gideceklerin tek vücutta vuku bulmayıp yörüngesindekileri helak etmesini hesaba katmıyor bile...
Hortum, kasırga ne varsa ve ne uğradıysa öyle bir yıktı yıktı geçti ki ne yiten geri gelir, ne de aynı dizinin tekrarı oynar yeniden...
Silinen de, üzeri çizilen de, biter gider de geri gelmez tövbe...
Elde olana şükredip her zamanki gibi, yürüme bandındaki yürüyüşe devam etmeli aynı yolları tekrar tekrar yürüyerek...

6 Ekim 2011 Perşembe

Her Şey...

...bu sabah Renginle okula gitmek için arabanın başına geldiğimizde başladı...
Anahtarı arabaya tuttuğumda daha bir gariplik olduğu aşikar, ben yine de pili bitmiştir diyerek kapıyı manuel açıp yerleştikten sonra onca yükümüzle, kontakta hiç bir numara olmamasından haydaaaa bitti mi ki akü diyerek onca yükümüzle inmemizle okula yürümemiz bir oldu dersin başlama saatini hafiften geçirerek arabaya güvenip...
Akşam sağolsun sınıftan bir veli arkadaşın eşi ve kayın biraderi akü takviyesiyle ve sonra bunun kendini şarj etmesi lazım yarım saat dolanın şeklindeki söylemleriyle gecenin de 22:00 si olmuş kız kardeşi yanıma alıp çünkü Rengin' in başında da annem var...
Haydi kız kardeş sen gel hele iki dolanalım, birer de kahve içer evimize döneriz teklifimle, bir kahveciye otururken daha, değnekçileri sevmediğimden ve park parası verme alerjimden dolayı bir miktar geriye konuşlandırdıktan sonra arabayı.....
İçtik biz güzelim kahvelerimizi, önümüzden geçen çekici arkadaşları gördükçe de bizimkine aynı muameleyi uygulamasalar bari, yok canım bizimki emniyetli yerde tesellisinden sonra işkillenip kalkıp da park yerini pir-ü pak görünce vay yandıma düştüm bir an...
Sonrası efendim Türközü' ne götürmüşler benim aküsü henüz olmuş nazlımı...
Paramızı bayıldık, ehliyetimizin de değişmesi gerektiğinin farkına vardırıldık, kendi soyadımızı da kullanıyor olmamızın bir artısı yokmuş hüviyette, ehliyetimizde TC numaramızın da görünmesi icap edermişi öğrendik, evimizin yolunu tuttuk...
Sen misin otoparka, değnekçilere verdiği paraya acıyan!


4 Ekim 2011 Salı

"Başlık"



Yazıların sonunda atarım ben başlığı...
Hoş dünyaya gelirken bir başlığım var mıydı ki...
Yaşadıkça oluştu başlığım başlıklarım...
Bir sürü var elbet...
Yırtmıyorum kendimi başlığını koyayım illa ki kuş kondurmuşcasına...
Uzun bekleyişim devam ediyor neyi beklediğimi bilmeden...
Sonunda elime ne tutuşacak, dur bakali ne olacak!
Fakat şu dönem itibariyle bir huzur, bir dinginlik ki tavanlardan taştı artık maşallah...
Bir de hazırlandım; ileriye geriye ne olacaksa nereye varacaksa....
Villa paspasım da olduktan sonra bir villam eksik ona da ramak kalmış ola...

1 Ekim 2011 Cumartesi

İssssssssyAAAAAAAANNNNNNN.............

Gece çıkmalarından hiç mi hiç haz etmeyen ben, bir daha uzun süre de çıkmam inancıyla gece sonundaki bu kanaate varmış bulunmaktayım...
Sakin geceler hariç...
Dünkü konserin kuyruk kısmından daha anlaşıldı ki, kız ve erkek kardeşlerimizin yoğunlukta olduğu bir kalabalığın içindeyiz...
Korumalar sanırsın reis-i cumhurun korumaları...
Kraldan çok kralcılar her zamanki gibi, ne yani altı üstü güvenliği sağlayacaksın, hepsi genç müzik dinleyip gidecekler hay huy yapmaya ne hacet...
Bu güvenlik görevlisi camiasının sanırım eğitimlerinde bir pürüz oluyor, sonrasında da görev tanımlarında...
Konser denilen saatte elbette başlamadı öncesindeki dangır dungur diye tabir edilebilecek yaşta olan bana, daha ilk dakikalarında o gümbürtüler bütün iç organlarımda tım tıs, bam güm şeklindeki tınılarına başlamışlardı bile...
Sonraaaa önce orkestra elemanları birer birer o kendilerine has edalarıyla yerleştiler bir iki tıngırdattılar...
Bateriye babamı oturttum hemen, gece boyunca da kalkmadı hep babam çaldı...
Ses düzeninin ilk iki üç parçadan sonra düzelmesi dışında, orkestranın şarkıcının sesini örtüyor olmasından başka sıkıntı yoktu...
Halbuki Halil Sezai' nin gırtlağında akide şekeri mevcut, o kadar temiz bir sesi var ki mikrofona gerek yok o derece...
Biri on, diğeri beş dakikalık iki aradan sonra insanı iki büyük rakı devirmişçesine çarpan konser, ruhumu da içimi de alaşağı etti geçti...