26 Mayıs 2012 Cumartesi

...Behçet Restaurant...

Sene 80-83 arası...
Ankara' daki şimdiki Ulus Yüzüncü Yıl çarşısının olduğu yerdeki pasaj yıkılıp da, bizimkilerin dükkanı dağılınca, babamın aklına nereden geldi bilinmez belki bilinir de sormadığım bak nereden çıktı Bodrum hikayesi diye...
Babam o zamanın ciddi paralar harcayıp Bodrum' a çok lüks bir restaurant açıyor, adını da kendi ismini vererek "BEHÇET RESTAURANT" koyuyor...
Evi barkı da taşıyoruz, o zaman altı yaşlarındayım Fulya doğdu belki de bir sene sonra da olabilir net hatırlamıyorum...
Hatırladığım oradaki günlerim hayal meyal...
Marinanın karşısındaydı dükkan çok da büyüktü , çocukken bir de daha da büyük görünür ya herşey göze...
O zaman babam 29-30 lu yaşlarında...
Tek başına akıl ediyor cesaretine şaşkınım, diyorum ya ciddi paralar, birinci sınıf bir mekan, iç mimarlar içini dekore ediyorlar filan Bodrum' da tek...
Babam ki o zamanın verdiği o yaş cesaretiyle ailesinin oraya o kadar para gömme gel memlekette birşeyler yap uyarılarını dinlemeyip geliyor gurbet ellere...
O zaman Zeki Müren ülkenin paşası Bodrum'un da incisi rahmetli...
Bizim dükkanın da gediklisi...
Babama da bayılıyor Behçetçiğim diye diye her gece dükkanda alemde...
Beni de Behçetçiğimin kızı diye seviyor filan, o zaman Bardakçı plajı var, orada her zaman gittiği mekana bizim dükkandan masa sandalye özel götürülüyor Paşa'ya izzet ikram...
Oradaki evimizi hatırlıyorum, ekmek fırını vardı yokuş çıkılan sokağın hemen başında, ellerim yanardı ekmekleri sardıkları kağıdın altından, torba da yoktu demek ki o kadar yaygın...
Beyazla sarı karışımı saman kağıda aceleyle sarmalanmış, kuyruktaki diğerlerini bekletmemek için savuşturulmuş iki sıcak ekmekle o yokuşu tırmandığımı hatırlıyorum...
Mahalledeki çocuklarla, tarihi sarnıçlar vardı o yaz sıcağında sepserin, içinde sesimizin çınladığı sarnıçlarda oyunlar oynardık...
Sonra elle ilmek atardık sonu bir yere varmayan, belki de varırdı hatırlamıyorum ama en hızlı ilmek atan olduğumu hatırlıyorum...
Yazın bir şey giymezdim öyle üst baş üzerime mayodan başka, ayaklarımda da şipidik bir terlik, marsık olmuş bedenim, oradan oraya koşar oynardım...
Sahilde tahta sandalyeleriyle çay bahçeleri, ortada tepede asılı televizyonlarda Hababam Sınıfı, Gırgıriye' de Şenlik Var filmlerine denk gelirsem en mutlu olduğum zamanlardı,  sandalye kapar kenarda oturur seyrederdim boynum yukarı bakmaktan tutulmuş halde...
Hem güzel günlerdi hem acı oradaki günler...
Sonu hüsran oldu dükkanın, hep derim ya benim kaybolan bir fotoğraf çantam var, içinde de hayatım diye işte onun içindeydi oradan olan fotoğraflar, dükkanın açılış için hazırlanan davetiyesi...
Çok güzeldi çocukluğum, çok özeldi, farklıydı, iyisiyle kötüsüyle ama hep çok sevgi görmüş haliyle...
O zamandan bu zamana gitmedim hiç Bodrum' a...
Pazar akşamı iş yerinin bir semineri dolayısıyla gidiyorum...
Çok değiştiğine eminim eminim de marina duruyordur herhalde yerinde ve de onun karşısı gidince hatırlarım elbet gördüğüm yeri unutmam bir daha...
Gittiğimde marina'nın karşısına kondururum BEHÇET RESTAURANTI...
İçeriye babamı...
Ve her zamanki masasında oturan Zeki Müren'i...
Click to enlarge image eski-bodrum-06.jpg

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Afyon Patlaması O Ne Ola?

Sabaha, gecenin körü diliminde hazır oluyorum sanırım ki Bizim Bey in dediğine göre enerji hapı içmiş gibi oluyorum her sabah aynı performans olmasa da tray lay lom bugün de yeni güne başladık hey çucukum yanımda, bey, annem, kardeşim, kendim sağlıklı nidalarıyla ilk işim radyosuz yapamadığım mutfakta Nihat' ı açmak Rengin' e süt yapmak...
Sonrası anneme kızımı teslim etmek servise yetişmek yerime oturduğumda da işle hemhal olmak...
Fakat en güzel yanı iş yaparken zamanın nasıl geçtiğini farketmemek...
Gerçi iş vesilesiyle hergünkü telefon mesailerimi yapamıyorum o kısımdan dertliyim her bir telefonumun maşallah kırkbeşer dakika olduğu varsayılırsa...
Geçtiğimiz hafta Rengin' in öğretmeninin rahatsızlığı nedeniyle raporlu olmasından çarşamba ve cuma misafirimdi fotokopiden sorumluydu kendisi ama ne mutluydu o da yeter...
Ne diyecektim diye başladım ki bu yazıya geveliyorum neyse öyle işte keyifler ala şükür...







17 Mayıs 2012 Perşembe

Yorumsuz...

Ay Lav Yu Aleeeex....

Yine Aynurum yetişti imdadıma...
O protokolden olsun diye uğraştı ama olsun kale arkası olsun bizim olsundu...
Sürprizimdi annemle Bizim Bey' e...
Yağmur bizi korkutsa da maç boyunca yağmadı üzmedi bizi...
Çok maçtan anladığım söylenemez ama ofsaytı bilirim...
Fakat stat ne şahaneymiş o atmosfer o tezahüratlar...
Keşke çalışıp gitseymişim...
Ayaklarımın altları patlamak üzere zor attık kendimizi eve...
Ses filan kalmadı ama cidden hem sonuç anlamında hem de yaşadığım o an en sevdiklerimle...
Çok güzeldi çoook...


10 Mayıs 2012 Perşembe

"Funda Çam Bey Ben..."

Atıl bölgeler iyiymiş çalışma hayatında...
Adına halk dilinde sürgün denilen yerden bahsediyorum...
Hatta ve hatta ben orada iki buçuk sene duracağımı bilseydim şimdiye ikinci çocuğu da halletmiş olurdum diyorum...
Burası ayağımı sürümüş gibiyim değil buraya yazı yazmak alnımın yazısı değişti desem..?
Ev işi iş işi iş işi...
An itibariyle bu ve devamındaki kahvelerde iki ayağımın üzerinde sekerken güne başlama vaktidir deyip kolları sıvamak zamanıdır...
Radyoda hafif tango esintisinde türkçe söylerken dün en son ilin birine dediğim laftır başlıktaki...
Şimdilerde bizim burada Funda gibi beyefendi ol diyor herkes birbirine...
İşte kurt kocamaya başlaaaa....



4 Mayıs 2012 Cuma


Allah' ın rızasını kazanmak için...
Affetmenin büyüklüğüne ermek için...
Cennet'te affedenlere bahşedilen köşk için...
Kul olmanın şartındandır diye...
Kalbi temiz tutmak için...
Nefsin, şeytanın, kötülüğün şerrinden korktuğumdan...
Hakkımda açılan davaları, haksızlık edilen kimi durumlarını, açılan manevi tazminat davalarına dolaylı olarak karşılık vermeyi reddediyor, herkesi, her şeyi AFFEDİYORUM....
Allah' tan affımı dilediğimden affediyorum...


2 Mayıs 2012 Çarşamba

"Ben de Onun İçin Geldim Ya Zaten..."

Pazartesinin Salıya bağlandığı gece gördüm rüyayı... Salı günü gezdim lale gibi etkisinden kurtulamadım...
Rüyamda iş yerinin kampı gibi bir yerdeyiz...
Daireden iki arkadaşım sana sürprizimiz var sürprizimiz var diye heyecanla yanıma geliyorlar...
Asansörle 9. kata çıkıyoruz odam o kattaymış...
Asansörden iniyorum odaya girdiğimde o iki arkadaşım da birden peydah oluyorlar odada...
Haydaaa diyorum siz nereden çıktınız asansörde kalmamış mıydınız?
Sana sürprizimiz var diyoruz diyorlar yatağı gösteriyorlar...
Yatakta ATATÜRK yatıyor...
Solumda kalıyor yatak bakamıyorum o yana...
Atatürk kafasını çeviriyor neden bakmıyorsun diyor bana...
"Memleketin içine s.çtık hangi yüzle bakacağım Paşam" diyorum başım yerde...
Sonra cevap veriyor bana:
"Ben de onun için geldim ya zaten..!"