18 Mayıs 2009 Pazartesi

Kimbilir...

Belki de Türkan SAYLAN, cennetten bakıyorken müslüman geçinip, çalan çırpan, ahlaksızlıkları boylarını aşmış, .............' e, kimbilir göz kırpıp el sallıyordur...
....................................................
Bu da birden geldi aklıma, yakıştı ama...
.....................................................
Be Hey Dürzü...
Ne ararsın ALLAH ile aramda..
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikatten gözün yoksa haramda...
Başı açığa niye türban sorarsın?
Rakı şarap içiyorsam sana ne..
Yoksa kimseye bir zararım içerim.
İkimizde gelsek kıldan köprüye..
Ben dürüstsem sarhoşkende geçerim.
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden..
Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma..
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan gene çıkardın amma..
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz!

İnadına...

Tam bu boktan hayata sövecekken Sarduna yı okudum hele de ilk maddesini frenledim kendimi, sonra da uzun uzun sesini duydum, iyi geldi bana her zamanki gibi...
Terapimi aldım...
Yine de, suküt ikrardandır düsturum...
Yine de, olumluyum hayata mutlu bakıyorum, inadına, isteyerek...
Yine de, her sabah bağıra bağıra, gülümsüyorum şükrediyorum herşeylere...
Gülüyorum, gülümsüyorum var mı ötesi, inadına...
Ben sağlam lazımım yörüngeme, düzgün çalışmalı sistem...
Koy ........... gitsin...
İnadına inadına hep mutluyum, hep umutluyum...

15 Mayıs 2009 Cuma

Misafirim Ağır Bugün...



Bu sabah küçük hanımla birlikte servisimize bindik, iş yerine geldi...
Burası ayrı bir dünya sanki ona göre, o kadar mutlu ki...
Benim annem çalışmadığı için anne iş yerinin zevkini bilmem ama iş arkadaşlarımın çocukları kopamaz buralardan nedense...
Buradan göz kontrolümüze gittikten sonra babamızın iş yerini de keşfe çıkıp sonra babaannemin duası var ona gideceğiz...
Öncesinde Kızılay'da kitaplara bakıp seçeceğiz, hangisini isterse hanımefendiye ki günü daha da güzellensin...
Anne kız el ele bir yarım gün geçireceğiz...
Size de iyi hafta sonları...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Haydi Sabah Şükürleri...

Sayıyoruz elimizde olan herşey için...
Sağlığımıza...
Varlığımıza...
Sevdiklerimizin sağlığına varlığına...
İstediklerimi alabildiğim ölçülerde alabilmeme...
Nefes alabildiğime...
En küçük şeylere bile...
Dalga geçmiyorum gerçekten...
Sonra istedikleriniz olmuş gibi şükrediyorsunuz...
"Hayalimdeki arabaya/eve/tatile/eşyaya ........... şükrediyorum"
Bunlarin yani sıra bir de gülümseme ekleyin yüze...
Vallahi çok işe yariyor...
Bugün mü iyiyim, düzene bakıyorum, uzun derin nefesler ala ala...
Olsun bir işim var en çok ona şükür, yalan rüzgarı tadında oyuncuları olsa da, o da hayatın bir rengi işte :)

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bulanıktım ama...

Dün hele...
Fenaydım asıl, işyeri sorunsalım...
Annem sanki, müdürme gittim, dert yandım, saydım, sövdüm, estim, yağdım...
Riyakarlıklara, namuzsuzlara, yaltaklanmalara sövdüm...
Yazısını bile yazdım, içimin harı söner mi diye...
Bugün eh (dim)...
Sanki bana ne oluyorsa düzen böyleyse böyle, düzenine .....................
Sen olma işte, olana da bak geç git, ne üzerine vazife...
Yok kendi kendimi yerim, otururum ben öyle...
Söyleyecek çok söz var yazacak ta, haydi dedim düttürü dünya işte çeşit çeşitiz...
Bu sabah da geldim işime, ama iyiyim, Sardunyamla konuştum, fotoğraflarını gördüm, içim açıldı kendime geldim, sonra öziiyle lafladık msn de...
İyiyim şimdi iyi, keyfim yerinde, eşi dostu da okudum okuyorum da hala, geçer bugün bu gazla...
Ama benim yine arkadaşlarımla, görüşme buluşma kaynaşma zamanım gelmiş, evet içim kıpraşıyor yine...
Öyle yalnız yalnız oturmakla olmaz bu işler...

12 Mayıs 2009 Salı

Sevinsem mi Üzülsem mi :)

Bizim Reno cacığı çok sever, ayıptır söylemesi...

Cacık da öyle bildiğimiz naneli zeytinyağlı filan değil, yoğurt-su-salatalık karışımı yalandan cacık, öyle seviyor hanım...

Bir tane salatalık kalmış evde, onu hanım kızımıza yapınca, belki bizim evin büyük oğlu da ister mahiyetinde, telefon açtı babasına Rengin, salatalık al baba gelirken diye...

O da, tesadüf hafta sonu şehir dışındaydı, oradan salatalık alınmış bir miktar, getiriyormuş zaten eve, torba elindeymiş telefonla konuşurken...

Sonra çaldı kapı, açtım, "hoşgeldin canım hayatım işte bilumum sözler" dedim...

Durdu baktı yüzüme:

"Sen ne kadar da temiz kalpliymişsin"

Dedi...

Güldüm... 6 seneden beri kalbimin durumunu anlamayan, karşımda elinde bir torba salatalıkla duran, beyefendinin sarfettiği bu lakırdıya, üzülsem mi sevinsem mi bilemedim...



Bu da dünden...
Pantolondan şaç olursa...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Ruhum Arabesk...



Ya da kulağım meyaneli şarkılardan haz ediyor...
Ağzı hafif savurarak, halaaaaaaaaaaaggg bekliyoruuuuuum bağğğğk...
Gülben Ergen' in hani son albümünde bir parçası var "Giden Günlerim Oldu"...
Hani Hülya Avşar için diyorlardı ya, bağıra bağıra ses yaptı kendine diye son zamanlarında...
Bu hanım kızımız da, ses yapmış ciddi ciddi...
Konuya çok hakim değilim tabi, eleştirel boyutuna geçecek kadar ama böyle buğulu gibi ses, benim grip halimin geçip te, sesimin buğulu buğulu olması gibi hatta hep kalsın o ses tonum, dönmeyeyim eski hörül hörül sesime diye...
Geçende Saba Tümer' de izledim bir parça...
O değil de insan evladının kitap okuması, nasıl müspet değişikliklere yol açıyor kendinde, ufkunu, beynini, dilini açıyor...
Nasıl aklı başında laflar etti... Cümleler dolu dolu, çok takdir ettim, kendini geliştirmek iyi bir şey tabi, demek anne olmak lazım, o da büyük etken ...
Darısı o her dakika ortalarda salınan ikoncancıklara...
Okuyun okutun okuyalım okuyalım okuyalım...................

Şimdi de Bu...

Devam ediyormuş, sesimizi çıkarsak duyan olur mu acep?

10 Mayıs 2009 Pazar

Gül Çiçek Kokan Yanakları...

Nisan 17 de annemin doğum gününde, msn nin tepesine, anneme afilli bir cümle yazdım, doğum günü ya...
Sonra aşağı sıralarda bir arkadaşım vardı ekli, annesini bir ay olmadı kaybedeli (nurlarda yatsın), o da msn sine şunu yazmış:
"Gül çiçek kokan yanakları. Ninniyle umut veren dudakları. Hiçbirşeyde yok ana sıcaklığı. Anam..."
Olanca gücümle sildim hemen, dalga geçer gibi, sonra çok utandım yazdığımdan, güya ben mutluluk paylaşıyordum ama, arkadaşım da anasına yanıyordu...

Anneler günü babalar günü sevgililer günü aynı kategoride bence...

Bu işten karlı çıkmıyor muyuz, evet şimdi bizim bey, sonra büyüyünce eli para tutunca yavru alacak hediye, huzurevindekiler hiç olmazsa bugünde görebilecekler evlatlarını, çocuk esirgeme kurumundakiler yalandan da olsa yaşayacaklar bir günlüğüne, gönüllülerin ilgisini, uzak sıcaklıklarını, aranmayanlar aranacak falan falan...

Annelik o kadar muazzam bir olgu ki, bunu ancak anne olanlar anlayabiliyor derinlemesine...

O yüzden anneler günü, babalar günü, sevgililer günü.... Bunlar, birilerini dürtükleyip, bak işte bugün haydi al çiçeğini, hediyeni git ziyatret et, telefon aç, görevini ifa et, uyarısı günü...

Hele ki annemden dün öğrendiğim, kardeşimin arkadaşı, 30 yaşında henüz bir sene olmamış evleneli, ailesinin tek çocuğu İlker' in MS hastası olduğunu öğrenmeleri... Nice yavrusunu kaybetmiş ya da annesini kaybetmiş tanıdık tanımadık kimselerin var olduğu aynı havayı soluduğumuz şu hayatta, sessizce, kalbim neşe dola dola, çaktırmadan ama ettiğim, her sabah varlığına şükrettiğim annemin ve nice ellerinden öptüğüm annelere, sağlıklı, sıhhatli, uzun hayırlı yıllar diliyorum, tüm sevdikleriyle varlık, bolluk, bereket içinde...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

"Ne Demeye Hala...."

İki seyyah bir şehirden diğerine gidiyormuş. Derken yollarının üstüne taşkın bir dere çıkmış. Tam suyu geçecekler, az ötede korkudan tir tir titreyen yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Adamlardan biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına almış, suyu öyle aşmış. Sonra kadını derenin öte yakasında yere bırakıp iyi günler dilemiş. Böylece yollarına devam etmişler.
Ancak yolun kalan kısmında öteki seyyahın ağzını bıçak açmamış. Suratından düşen bin parça. Somurttukça somurtuyor. Birkaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş: "Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkarabilirdi! Erkekle kadın böyle temas etsin, olacak iş mi! Ayıp yahu! Olmaz, bize yakışmaz!"
Kadını sırtında taşıyan seyyah gülümsemiş: "İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım; sen ne demeye hala taşırsın?"
(Elif Şafak-Aşk- Sayfa 260)

8 Mayıs 2009 Cuma

Sedasyon 200... Yarım Gün Yatış 75 TL cik...

Daha bu yaşta dememek lazım, eskiler gibi mi şimdininki, üzerine kanadımı gere gere anca bu kadar...
Bizim hanım kızımız Rengin' in biri biraz heybetli, biri de ondan aşağı olmayan iki azısı çürük...
Biz ANKAN lı anneler, ilk zamanlar adım atmadan önce birbirimize sorarız, şimdilerde pek olmuyor da öğrendik artık ne nerede hangisine gidilir hangisinden alınır...
O zaman şöyle bir mail atmıştım "Rengin' i dişçiye götüreceğim, ilk kez de olacak ürkmesin yavru kuş, ömrü hayatı boyunca adam akıllısı olsun, bir tavsiye lütfen" şeklinde...
İçlerinde en çok oy alan Tunalı'da Kavaklıdere sineması vardır, onun hemen üzerinde Meral Hanım oldu onu tavsiye ettiler, en iyisidir dediler...
Neyse efendim gittik, bu hanım dişçimize...
Gerçekten işinin ehli, kafasında tavşan kulaklı tacı, her yanlar oyuncak, hani şu dişe hava veren neyse artık adı onda spiderman asılı filan, koltuk uçak filan, her şeyde hurraaa alıkış oh oh oh aman da Rengin korkmadı bir maskaralık hasıl her yanımızdan akan, nice oyunlarla dişe alışma yaptırma vesaire vesaire...
Yaklaşık iki sene geçti, seansı 75 lira...
Çocuk otursa da, oturmasa da, dişine değdirse de, değdirmese de o para...
Biz en son 375 liraya geldiğimizde ve sadece bir dişinin %10 luk kısmı temizlenmişti ki anca, dedik tamam bırakıyoruz, çürüklerimizle yaşarız...
Sonrasında başka da dişçi koltuğuna oturmadık...
Aradan geçen bu kadar zamanda, benim aklımın bir köşesinde yazılı, Rengin' in iki çürüğü var onlar doldurulacak...
Bu aradaki senaryoları yazmıyorum, migren dedim migrenim azdı, o yüzden birşey çağırmaya ne gerek...
Akay Hastanesi var hep billboardlarda görürdüm, sedasyonla çocuklarınızın dişlerini halledelim filan diye...
Bugüne kısmetmiş, aldım randevuyu saat 15:00 e gittik, annem ben Rengin'le...
Oturmasıyla kalkması bir oldu koltuğa, sadece şu küçük tüpte hafif uyuşturucu etkisi olan fıs fısı sıktırdı bitti bir ağıt bir ağıt, sanırsın etini kesti...
Doktor ablamız da pek şekerdi ki tavsiye ederim...
"Malesef" dedi, "bu tip çocuklarda" ki bu tip dediği de benim çocuğa birebir uyuyor, "sedasyonla yapıyoruz", sedasyon dediği, hani ameliyat öncesi çocuğa, hafif uyuşsun, elini kolunu kaldıramasın mahiyetinde vişne suyuna bir ilaç koyup içiriyorlar, onu içirip 15 dakika bile sürmüyor dolgusunu veya ne gerekiyorsa yapıyorlar...
"Ondan yapmak lazım" dedi...
Tamam benim de aklıma geldi, sezeryan misali, yat uyu sonra kalk bak yanında yavrun...
Bunda da o hesap, ne kadardır maliyeti deyince, sedasyon 200 liracık, yarım gün yatış gösteriyorlarmış ne demekse 15 dakikalık operasyona 75 liracık, hadi dolgu makul, 52 lira en basiti sorunsuzu o da, 82 liraya kadar çıkıyor...
Bu arada dişçi fiyatları ki Rengin için yaptığım araştırmalarda 120 lira olduğunu gördüm sorunsuz bir dolgunun...
Velhasıl kelam, biz gittik Mcdonald's ta bir çocuk menü, üzerine dondurması, Kuğulu Parkın oyun parkında oynaması, bir iki alışverişi derken evimizdeyiz...
İşte hayat böyle birşey ne için çıkılır, ne yapılır gelinir...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Güne Başlarken...

Sabah geldim efendim işimin başına, baktım çiçeklerim masada duruyor, tanzim lazım onlara, yer lazım...
E bura bir iş yeri tamam küçük çaplı gün olayına giriyoruz filan da, bir vazomuz yok, bu arada şimdi aklıma geldi ki benim evimde de bir vazom bile yok, kedim de yok vazom da, demek ki çiçek getirenim de yokmuş ki vazoya ihtiyaç hasıl olmamış...
Vay halime :)
Neyse ben beş litrelik su kabını kestim, suyun içine çiçeklerimi daldırdım, sonra yakışıklı görünsün diye de örtüsünü geçirdim üzerine, bağladım buyrun sabah şekeri papatyalar...
Hepinizi beklerim, vazom da hazır nasılsa :)


Fotoğraf da anca, kararmaya az kalmış...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Kakara Kikiri...

Ben, Terazinin Dirhemi, Tabiat Ana ve Koza...
Sanki kırk yıllık tanış...
Bir sohbet, bir muhabbet...
Gün gibi, hem de iş yerimde, bir ara bizim daire başkanı aldı sazı eline baktık gözünün içine gitsin diye ki bizbize kalalım...
Kahveler, çaylar ve kocaman papatya buketim...
İyi ki geldiniz, iyi ki tanıştık...
Bana çok iyi geldi...
O zaman darısı diğer arkadaşlarla da buluşmaya...
Toplaşsak mı ne?
Fotoğraflar iş yerinde, sekiz aynı poz, sekizi de birbirinden fena, birinde ben berbat çıkmışım, yok midem, yok saçım, yok bakışım diğerlerini hiç söylemeyeyim...
Artık flu filan koyarım, tek net fotoğraf papatyalar olur herhal :)

Geliyorlar...

Kimler mi?
Hem Koza hem Tabiat Ana...
İlk defa görüşeceğiz iş yerime gelecekler kahve içeceğiz tanışıp kaynaşacağız...
Bir heyecan bir heyecan ben de ...
Yakama karanfilimi taktım onlara da takın dedim...
Hadi bakalım :)
Haaaa siz de buyrun beklerim :)

Kıyımda Kalanlar...

Az önce gönderdi bu fotoğrafı Onur...
Birçok yazımı da süsler fotoğrafları, çok beğeniyorum karelerini bakışını onun...
Bu fotoğraf da Tisan' dan... Oraları çok, bilmiyorum Taşucunu geçince Mersin' e 2,5 saat uzaklıkta bir yermiş, oynadın mı dedim üzerinde "hiç" dedi, gece çekmiş...
Doğa kendi oynamış oynayacağı kadar işte...
Fotoğrafı görünce, "ne yazılır ama" dedim buna, "o zaman adını da koy" dedi...
"Kıyımda Kalanlar"
geldi aklıma yazıyı görünce, o da görmüş olacak sürpriz ona da...
"Hayatı kocaman ucu bucağı olmayan bir su kütlesi düşünün, kıyıda kalanlar ömrün size bıraktıkları, sahip olduklarımız. Mesleğimiz, eşimiz, sevgilimiz, eski sevgilimiz, anneannemiz, dedemiz, arkadaşlarımız, okul yılları... ne yaşadıysak, ne kadarı kalsın dersek o kadar kalanlar...
Ömür geçip, yaş ilerledikçe kıyıdakiler artıyor, birikiyor, üst üste yan yana hizalı hizasız...
İşte bir nevi hatıralar gibi ... Çok mu canın sıkıldı çık birinin üzerine, dik gözünü ufka, bırak kendini o taşın sana düşündürdüklerine,anlattıklarına...
Sonra çık kıyıya, dön gerçeğine, istediğin zaman oradalar nasılsa, çıkarsın yine..."
Ellerine sağlık gözüne sağlık güzel arkadaşım...

5 Mayıs 2009 Salı

Yaparım Her Sene Gül Dibine...

Gerçi başlık pek marazlı oldu :) o düşünülenden yapmam da, her sene bu günü iple çeker, gece karanlıkta inerim gül dibine, dilerim dileklerimi...
Herkes farklı yapıyor, kendimi bildim bileli böyle yaparım, elime çakıltaşlarını alıyorum, hani şu çocuk parklarındakilerden...
Dileklerimi resmediyorum, evse misal kare, arabaysa dikdörtgen iki de alta tekerlek niyetine, falan falan...
Sonra, her yaptığımın içine bir küçük bozuk para koyar, sabah işe giderken alırım o paraları...
Paraları da kağıda sarar, bantlar bantlar sıkıca, cüzdanımda taşırım uğur niyetine...
Budur Hıdırellez ritüelim...
Bir de epey geçmiş senelerin birinde bir arkadaştan duymuştum, gece cüzdanı koy pencere dibine veya balkona Hızır Baba geçerken elini değerse taşarmış, her daim cüzdan...
İşte insanoğlu, o sihirli kelime "taşma" beni hadiseyi gerçekleştirmeye itti...
Aldım Bey in ve benim cüzdanları, koydum balkona, o zaman da 11. katta oturuyoruz, bir nevi küçük zirve...
Hava da kötü içini de boşaltmak nereden aklıma gelsin, işin sonraki adımındayım ben, dolacak taşacak ya cüzdan...
Sabah, sen yağ yağmur bizim cüzdanların üzerine yağ, kepaze et içindekileri de cüzdanı da...
Hayır da ben bunu diğer cüzdan sahibine anlatana ve daha öncesinde gösterene kadar epey bir gülmüştüm yaptığıma...
O gülmedi ama...
O zaman ta yürekten diliyorum ki, bütün bu gecede dilenen hayırlı dilekler dualar, olsun bitsin, dolsun taşsın cüzdanlar - mutfaklar, sağlık fışkırsın her odadan da ağız tadıyla efendim...
Esen kalınız...
Sonradan akla gelen not: Yaptıklarım bir bir oldular. Ciddiyim... Bilahare en komiğini de yazarım :)

Siz Siz Olun...

Ortada birşey yokken ve birşeyi birşeyi benzetmeye çalışırken melanet migreni ya da öbürlerini benzetmeyin...
Çağırmışım gibi...
Dünden beri başım çatlıyor, ilacı da töbe yutamam, inat ettim neyle çarpışıyorsam...
Evet malesef sorunumun cevabı "alışmak" terazimin dediği gibi...
Hayat hakkaten zor olduğundan da göründüğünden de...
Ama yine de herşeyin kötüsünü düşünüp kendi haline şükretmek düsturum her daim...
Demek ki neymiş, efendi gibi yaz işte neyse meramın, ne migren di atakdı...
Al çek bakalım kuzu kuzu ağrını :)

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Atak...

Başıma musallat migren atağı gibi...
Her atağın ne zaman geleceği belli olmayan, geldiğinden ortalığı dağıtan...
Giderken de, sırtımdan yükümü alıp giden hafifleten...

1 Mayıs 2009 Cuma

Cuma Tadında Perşembe...

Evvel arkadaşlar bilir, benim hamileyken üye olduğum bir Ankaralı Anneler grubu var, yani yaklaşık 5 sene olmuş üye olalı...
Orada yazışırsın, önce hamileliğini "ay bende şu oldu sizde de oldu mu hıııı nasıl geçti" türünden lakırdılar dolanır... Sonra bebeler doğar, sorular bitmez, bebe emzirilir, makinanın başına oturulur "yandım anam ben, bu çocuk çok ağlıyor, gazı var, yetişin......."
Çözümler bulunur senden önce anne olanlarla filan...
Sonra bu yazıştığın annelerle bir tanışayım bakayım ne menem kimseler bunlar, yazıda herkes sevgi kelebeği ama gerçekte bir tatmak lazım gelir diyerek...
Kafanın uyduğuyla sürdürürsün buluşmalarını, uymayanıyla yazışmaya devam edersin, yazıda herkes mıç mıç sever birbirini, karşılıksız beklentisiz bir sevgi yumağını dideler dururuz orta yerde...
Çocukların sıkıntısı bitince, artık benliğini bulur hatunlar, kendileridir arada yine çocuklarla sürer Ankan tebasıyla...
Blog maydanından Sardunya misal Ankan'dan, yine Terazinin Dirhemi oradan, Çınar'ın Günlüğü , Ankara Etkinlikleri-Deniz-Zeynep ve Nimetim...
Perşembe akşamı da biz eski Çınar'ın Günlüğü yeni Bebeğime Ne Aldım, Ne Alsam, ben, Müge, Terazilerin evdeyiz...
Çocuksuz buluşacağız, yine Ankan'dan Müge nin de önceki gün doğum günü, onu kutlayıp şöyle geniş geniş çocuğa "dur otur, elleme, arkadaşına zarar verme, gel buraya" demeden gırtlağımızı yırtmadan, oturacağız...
Bu arada Terazi'nin koca ve kızı bizim evde onlar da kocalar anlaştılar bebeler aynı yaşta filan...
Diğerleri de çocuklarını saçtılar geldiler...
Biz sonradan gelen Terazi'nin komşusu artık bizim de ablamız Nur Ablayla beraber beş hatun gece 00:00 a gelirken saatleeer, dedik artık kalkalım...
Çok şeker şerbet, bol sohbet ve sonu baileys li biten leziz geceydi...
Lazım böyle arada çocuksuz kendi başına takılınmalar...
Bu arada Terazi'nin balkonuna tam akşamüzeri güneşi vurmuş -çok da anlarmışım gibi- fotoğraf için ışık süper ben de balkonundan çektim kare kare...
Elimde de çocuğun eline vermezsin, o kalitede bir makina olmasa demek dünyayı sarsacağım da o var yetin Funda... (oldu)
Pasta da limonlu soslu niyetlenilip bir file limon heba edilince sosu değişen cheesecake :)

Can Dayanmaz...

Hayatı bu kadar seven, gülmeyi yüzüne yapıştırmış, keyifli, felekle dalga geçen ve sevgisi her yere yetenin hayatı, küslükle boğuşmayla geçmesi de ömrün ne yaman çelişkisidir..?