15 Haziran 2009 Pazartesi

"İyi Yaptım İyi..." (ÖyküAtölyesi Fotoğrafın Dili)

Olmayacak biliyordum, sen gittin, bense ellerimle gitmene gereken izni verdim...
Alınsın...
Düşündüm mü etraflıca? Yok daha önemli şeyler var, karnımı doyurmak gibi ya da barınmak...
Sana bakamam ki bir de üzerine...
Üstelik nasıl olduğuna bile akıl erdiremezken...?
Üzgün müyüm?
Bilmem karışık kafam, uyuşuyor daha ziyade... Sonucunu düşünmeden kalkıştığım... Vicdanıma dokundu bak...
Sarsılıyorum şimdi, sanki 40 derece ateşten yanıyor gibiyim, pencereden etrafı seyretsem, düşünsem geceler gündüzler, sen gittin ki geri alabilir miyim seni...
Kimbilir hangi kanalizasyondasın ya da çöpte...
Bir yanım olaydın diyor, öbür yanım dürtüklüyor beni kendime getirmek için...
Aman iyi yaptım be ne sorguluyorum ki bu kadar...
Sana iyilik bile yaptım, benim gibi mi olacaktın ki büyüyünce?
Bak ben annem gibiyim, sen de annen gibi mi olacaktın...
İyi oldu iyi, hem senin hem benim için...
Gözümden damlayan mı yoooo... Esti şimdi pencereden acı acı da, gözüme vurdu ondan yaşardı...
Sadece rüzgardan...

13 Haziran 2009 Cumartesi

Elimi Bıraktın... (Oyun Atölyesi "Fotoğrafın Dili")

Her bir basamak değerli bizim için...
El ele çıktığımız, yükümün yorgunluğumun yarısını aldığın...
Bıraktın ama elimi...
Kendim yürüdüm, epey çıktım yukarı...
Hala da devam ama senin elin olmadan...
İn aşağıya, elim hala boş, sıcaklığını kaybetmeden gel yetiş...
Buz gibi olmadan...
............................................................
OYUN ATÖLYESİ Tembelliğimden kaçırmışım epey ...
Oysaki ne kadar çok severim...

12 Haziran 2009 Cuma

Sözüm Erkek Evlat Analarına...

Barut gibiyim, yazdıkça da celallenebilirim, klavyeden usturupsuz birşeyler dökülürse şimdiden affola...
Size söylüyorum ey erkek evlat anaları!
Allah rızası için çocuklarınıza iş güç yaptırın...
Tamam hepinizin çocukları erkek olmalarından dolayı sanki hayata 1-0 önde başlamış görünşteler ama yok öyle artık...
Yavaş...
Evlat evlat kızı erkeği olmaz...
Ayrıca da ben feminist değilim uzaktan yakından alakam yok...
Siz analar öğretin evlatlarınıza işi gücü ki ilerde evlendiklerinde eşleri çalışıp da onlar yayılmasınlar çim sahada sanıp kendilerini kanepede...
Derdim anlaşılmıştır sanırım...
Bizim Bey dört kız bir erkek bir ailenin en kıymetli tek erkeği...
Banane ya evladın her çeşidi kıymetli eeee biz iki kızız anne evinde köle miyiz o zaman...
Çalış anasını satayım koca eve para getirsin eee zaten erkek o beceremez...
Bizimkine de bir bardak suyu önüne getirmişler...
Yumurta kırıp kıyma kavurmaktan başka hiçbir mahareti bulunmayan ve "eee ne yapayım ben hiç yapmadım ki" nin ardına sığınıp olanca işi üzerime yıkan bir adam işte...
Ya çalışmaksa çalışmak işte ben de çalışıyorum ama evde daha fazla aha şimdi hafta sonu geldi tüylerim diken diken...
Hayır bir ağız tadıyla hasta olamam o benden daha hasta...
Tamam işi çok yorucu devamlı koşturuyor ama madem işinde koşturuyorsun dinlenmeye de zaman ayıracaksın haftada 3-4 kere halı saha maçına gidip de hayatı daha da zindan etmeyeceksin sonra da kanepeden kalkamazsın işte...
Sonra koş Funda yemeğe...
Koş Funda temizliğe...
Koş Funda kıza...
Koş Funda koş...
Aaaaaaaaa....
Onun da benim gibi çalışmasını beklemiyorum, dile getirmek istediğim bir işin ucundan tutmak ya da bir miktar yardım etmek...
Öğretin valla öğretin benim kızım da kızlarımız da hayatın her anını paylaştıkları eşleriyle aşkı da paylaşsınlar sevgiyi de temizliği de ev işlerini de...
Bu kadar...

11 Haziran 2009 Perşembe

Ödev(M)im Var...

tatesal örtmenim verdi ödevimi...
Lafı uzatıp yine konudan dağılıp çoşmadan cevaplayayım...
Efendim başlıyoruz...
1- Kullandığınız parfümün markası?
Yaz döneminde olduğumuzdan mütevellid parfüm kullanmayı keser kolonyama yapışırım...
Johnson Baby Floral...
Yaklaşık 12 sene filan oldu...
Her daim çantamda fısfıslatan bir şişeye doldurur tabiri yerindeyse yıkanırım...
Anca ferahlarım üzerine bir de mangal yeller gibi kendimi de ferahlatırım misss...
2- Kullandığınız kremin markası...
Kendisine Kamil diye seslendiğim ama üzerinde Kamill yazıyor...
Ondan...
3- Şu an okuduğunuz kitabın adı...
Elif Şafak' ın "Şehrin Aynaları" nı okuyorum...
4- En son satın aldığınız üç ürün...
Geçende Rengin' e bir şapka...
Kendime bir kot etek...
Bey' e tişört...
Böyle de sanki mal beyanında bulunuyormuşum gibi geldi ama....
5- En çok sevdiğiniz üç dizi film...
Lost başta, Yol Arkadaşım bir de artık izlerken şiştiğim sövdüğüm ama meraktan da kendimi alamadığım yaprak dökümü...
Ben herkese paslamak isterim, merak anacım ne aldığınız, ne kullandınız, ne okuyorsunuz, nedir ne değildir durumunuz nedir?

10 Haziran 2009 Çarşamba

Şallı' dan Cindy' ye II...



Sabahki başlıktan yola çıkıp nerelere vardıktan sonra karar verdim ki bu blog alemine her sabah bir köşe açmak lazım...
Köşenin başlığı şu olmalı "bugünün şükretme sebebi"...
Ne de olsa bahtsız yurdumda malzeme çok...
Nasıl ki bir hastane ziyaretinde bile gelince en fazla bir saat "amanın çok şükür sağlığımız yerinde neler vardı oralarda Allahım kimseleri düşürme buralara" diye üzülüyoruz...
Ama en fazla bir saat sonra hayata devam...
Tamam öyle olmalı da ne bileyim küçücük şeyleri de kafaya takmamalı...
Ben şehir şehir gezip şükürcü teyzecilik mi oynasam ne yapsam hııımmm...
Dün Teraziyle eşi bizdelerdi, İstanbul tatilini yarıda kesip geldi evine...
Dün beyleri gece halı saha maçına gönderdikten sonra kapanmayan müzmin konu kilodan spordandan olunca, Ebru Şallı' nın plates cd sinden açıldı...
Esin hep dalga geçiyordu "oturma kemiklerimizin üzerine oturuyoruz" sanki başka nerenin üzerine oturuyorsak veya " nefes alırken kaburgalarımızdan geçecek kaburga uçları bacaklara bakacak"
................?
"Scapulalarımızın (kürek kemiklerimizin) arası 2 cm olacak"
Herneyse bir Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu mezunu ve zamanında okurken aerobic-step-fitness hocalığı yapmış biri olarak gözlerim faltaşı gibi açılmış, cdsini izledik ne felaketler...
Bir karın hareketi yapıyor bir set sonra ay ben bu sırt hareketini pek severim çok süper hareket deyip hoooop başka bir yere geçiyor...
Olmaz bir yerdeki kas grubunu çalıştırınca ve orası sıcakken başka bir kas grubuyla uğraşamazsın...
Üst ekstremiteden (üst beden) başlanılır alt esktremiteyi çalıştırır sonra streching yapar bitirirsin...
Sonra ben her zaman aerobic egzersizden yanayım eski usul yani hoplaya zıplaya nabzın 110-120 ye çıktığı efor sarfederek o oksijenin yağları yaktığı...
Bende de Cindy Crawford' un bir cd si var taaa eskiden kalma...
Ama ne cd, yaklaşık 1 saat 15 dakika sürüyor ama saç derisinden ayak parmağına kadar inanılmaz çalışıyorsunuz...
Gösterelim derken biz bir baktık ki gecenin o saatinde, ben de özlemişim demek ki başladık yapmaya, tabi yarısında Esin beni terk etti ben de hiç sevmem ben öyle birşeye başladım mı bitireceğim...
Ama ne çalıştım bittiğinde 00:20 ye geliyordu Esin çok merak etti "yarın seni iş yerinden mi yoksa hastaneden mi arayayım" diye dalga geçti serseri...
Ama eski toprağız hamlamadan doğan yanmalar yok tabi...
Haftada üç gün devam o zaman, tavsiye ederim...

Şallı' dan Cindy' ye...

Vay anasını sayın seyirciler, dün bir sevinç yumağı iken ben, sonra baktım ki herkesin pimi elinde çekilmeye hazır yürüyen bomba kıvamında...
Yapmayın etmeyin hep hayatta kötüleri olumsuzluklara gözünüzü açıp kendi halimize şükretmeliyiz...
Tamam her dert çekene dağ...
Fakat unutmamalı ki başımızdaki sıkıntıya da şükür...
Her zaman büyüğün büyüğü var kimsenin başına gelmesin...
Geçende oldu daha bir haftadır hastanede bizim mail grubu ANKAN dan bir arkadaşın ablasının torunu 21 aylık 7-7,5 metreden camdan düşüyor yoğun bakımdaydı dün öğrendiğimize göre Nisa bebeğin beyin ölümü gerçekleşmiş ciğerleri su toplamış....
Ve Nisa bebeğin annesi dokuz aylık hamile doğurmamak için de kendini sıkıyor...
Kelimelerin tükendiği boğazların düğüm düğüm olduğu an bu işte...
Bugüne sağlığa varlığa şükür...
Sonrası boş hakikaten, hem de kocaman "BOŞ"...
Borç varmış kocayla ara bozukmuş iş yerinde huzursuzluk varmış...
Ben de yokmu borç? Boyumla...
Beyle de arada kapışırız, dolanırız öyle tanımadan birbirimizi...
İş yerinde yıllarca üç kişi çalışılan bir şubede şimdi tek başıma götürmeye çalışıyorum öğlen tatillerine çıkmadan...
Vesaire bir sürü sıkıntı dert kasavet...
Yine de mutluyum huzurluyum yarından umutluyum Allah'ın bana verdiği hazinelere şükrediyorum ötesi yok...
"Sevdiklerimizin, Bizim Sağlığımız ve Sonucundaki Varlık"
İnadına mutluluk inadına gülmek herşeye herkese...
İyi geliyor hakkaten deneyin... :)))
Ve ben başlığı atıp, ilk cümlenin beni götürdüğü yere gidip, alakasız birşey yazsam da ki sanki öğreten adam gibi naçizane şahsi duygularım kimseyi hedef almadan sadece insanın sevdikleriyle olan paylaşımı gibi yazıldı satırlar...
Bugün içinde başlığın uygun yazısı da gelecek der hürmetlerimi sunarım efendim...

9 Haziran 2009 Salı

Yazdım Yazmadım...

Birşeyler karalamak için çoğunlukla efkarlı mı olmak lazım?
Yani şöyle heybetli cümlelerden ta yüreğe ulaşacak ...
Yazarken yazanı titretecek, okurken oyunanı etkileyecek...
Ne bileyim ben de durum bu aslına bakılırsa...
Bizzat efkarlıysam birşeylere kafamı yordu ise ki maşallahım var kendime verdiğim gaz konusunda, o zaman kendim de şaşırarak yazıyorum...
Hatta bu meydan sayesinde, yorumlayanların şiir dedikleri satırlar bile karalıyorum heyhat!
Sabah Savaş Ay' ın Darülaceze' ki röportajları yayınlanıyor, oranın misafirleriyle gençliklerinde neydiler şimdi neyderler konulu...
Bir şair vardı bu sabah...
"Evlendim" diyor "sonra ayrıldım bize mutlu olmak olmaz ki o zaman yazamam"
Bir sürü örnek de verilebilir aslında mutsuz şairlere, yazarlara...
Demek çoğunluk böyle, genelleme de yapıp "yok ben çatır çatır yazarım mutlu mutsuz farketmez" yorumlarına maruz kalmamak için, yazan efkarlıysa döktürür yoksa yazar yine de diye noktalayabilirim durumu...
Epey oldu, geçen de Beyaz' ın programında, Beyaz da kendiyle ilgili bir itirafta bulundu...
"Konuklarla sohbet güzel giderse, keyfim yerindeyse, duramam yerimde, sahnede dolanırım" diye...
Şimdi ben de bakıyorum, Beyaz programında dolanıyorsa, demek ki program iyi gidiyor ama yerinden kalkmıyorsa durum fena :)
Bu durumda kendini ifşa etmek de kötü mü ne?
Benim aynını yaptığım gibi...
Yazıların damara giden durumlarında kafam dumanlı, lay lay haydi eller havaya durumlarında ...
:)
Eller havaya haydi hoooobaaaa diye bitiririm ben bu yazıyı o zaman...

8 Haziran 2009 Pazartesi

Göz Açıp Kapanıncaya Kadar Geçen Altı Yıl...

Dündü, 6 yıl olmuş Beyle evlilik...
Aşkın ne olduğunu henüz anlayamasam da, zamanında çok şıpsevdiydim...
Bey'le tanıştığımda en çok gülüşüne vurulmuştum...
Bir de inceliğine, kibarlığına...
Sonra işte gerisi masal...
Gökten üç elma düşmüş, o da başımıza düşmüş...
Çarçabuk geçti diyoruz giden yıllara...
Verimi verimsizliği geçtiği anlarda kalsın, iyisiyle güzelliğiyle, arada tuzları biberleriyle geçti, koca yıllar...
En güzel meyvesi, "Rengin" oldu...
Sonrasında geçen yıllardan elimize geçen başka meyve de, birbirimizin sözünü tamamlayacak kadar, gözlerimizden ne demek istediğimizi bilecek kadar tanımak oldu birbirimizi...
Demlendik bir nevi...
Ha bir de tek erkeğiz artık evde...
Ben o kadar erkek olmuşum ki demek -ne yapayım hayat işte herkesin bir rolü var, herkesin yükü üzerindeyse ve sen bu sorumluluğu almışsan, bir nevi erkeği oluyorsun ana ocağının sonrasında kendi evimin de- kulağımın bir köşesine bantlamışım hep hatırlarım sözünü gülerek...
"Evde iki erkek yaşıyoruz ve ben bu durumdan sıkıldım"
Çok gülerim, hatırlatınca da, tebessüm eder yandan yandan...
İstifa ettim memnuniyetle bu durumumdan...
Şimdi ise keyfini çıkarıyorum...
O zaman nice yıllara olsun...
O da...
Sağlıkla olsun...
Hoşlukla olsun...
Bereketle olsun...
Aşk olsun...

5 Haziran 2009 Cuma

Bu Bir Nebze İşe Yaradı...

İş yerinin altında böyle bir yerin olması, hem iyi hem kötü...
Bu öğlen tüm kendi halime mızmızlığımı çeken sevgili oda arkadaşımın "bir çorba iç de kendine gel" maksadıyla beni aşağı götürmesi ve görüldüğü üzere kendime anca gelirim çorbadan sonra da diğerinden de yesem düşüncesiyle hareket ettim...
Tamamen masumane, iyi olmak adına yoksa pis boğazlılık, aç güzölülükle uzaktan yakından alakası yok...
Ee bir de hasta olmanın da bir hafifliği olsun canım üzerimde...
Nasılsa evde kimse sallamayacak beni...

Üç Şok, Üç Flaş!

Şimdi oldu daha 5 dakika olmadı...
Yetkili o kadar dedi ama baştan...
"Bakın izinsiz yürüyüş yapacaksınız lütfen uyarılarımıza uyun (bunu üç kere üst üste tekrarladı hatta)"...
Laf dinlemeyen de hak eder işte...
Neden hakeder diyorum...
Herşeyin efendi gibi yapılmasından yanayım, hatta çıkayım ben de yürüyeyim derdimizi söyleyelim, sesimizi çıkaralım, tepkilerimizi verelim...
Ama üsturuplu, arbede çıkmadan...
Odaarkadaşımın yeğeni, çevik kuvvetten çocuk...
Bu fotoğraflarda bir yerlerde o da var...
Her zaman der o da "biz gerçekten mağdur olan sıkıntısı olup derdi olup yürüyene, birşey demiyoruz arada provokatörler çıkıp ta haydi anamıza avradımıda yediğimiz küfürleri geçiyoruz ama Atatürk' e vatana millete ana avrat sövünce Allah ne verdiyse artık" diyor...
Ne gerek var işte böyle sahneleri yaşamaya ki...
Ya bir de bu hele etrafa verilen zararı ziyanı da, bu provoke eden şahıslardan alsalar, bu zarar ziyan nasıl giderilecek etrafın ne suçu var...






Şahdım Şahbaz Oturuyorum...

Bina yıkılmış altında kalmışım haberim yok, bir ağırlık, boğazlarda yanma, hatta bademciklerim, iki iri kıyımın kapıdan beraber geçme çabalarının durumu gibiler boğazımda... Biri diyor ben çıkacağım ağzından öbürü diyor hayır ben...
Ben seviyordum onları minik minik...
Bu durumlar için bir hayat kurtarıcım var, Kongest Fort...
Geçen kış telef olmuştum, gözlerimi açamadan geçti, bu kış onun sayesinde hiç hasta olmadım...
Şimdi de attım bir tane(minicik bir ilaç bile içemem de, bunu da 15 dakikada anca yutabildim), yalnız gözlerim de bir korelininkinden farksız, ya da ne bileyim bir çinliyle aynı kıvamdayım...
Anneannem olsaydı şimdi, Kayserice "zat gözel oldun" derdi halimi görüp :)))
Bugünün cuma olmasının da hiç bir faydası yok benim için, ben de her çalışan gibi iş yerinde dinlenenim...
Hafta sonları hele tam kabus...
Rengin' in gönlünü yapmak için, bir öküz ağırlığındaki bisikleti indir kaldır, parka bahçeye çık, onu eyle...
Ev de iş ister, onu da benden ister, onlarla ilgilen, bademciklerimin aralarındaki sürtüşmeden bahsetsem ya da gözlerime baksa da nafile, ruhsuz bizim ev anlayışsız anacım...
Bey desen, o da Rengin den beter, herşeyin önüne gelmesini bekler...
Nerdeeee....
Ben de deseydim olmaz mıydı :)
"Sevgilim/balım /böreğim/nartanem /nurtanem, yemekle-içmekle/temizlikle/çamaşırla/ütüyle sen uğraşma, aman da haniş benim karım sen yaşa ben ölem" diyecek ....
Durum ultra vahim, anlayacağınız...
Allahtan bura olmuş da, derdimi döktüm gidiyorum...
Size sağlıklı güzel hafta sonları olsun o zaman, bana olmasın size olsun...

3 Haziran 2009 Çarşamba

Basılmış, Ezilmiş Yağmur Öncesi...

Bu yağmur, gelirkenki ağırlığını sırtıma yüklüyor şu koca memlekette beni bulup...
Sanki ben yağacağım sağanak olup yere, öyle şişiriyor beni, omuzlarımda yükü, hafif semeliği, bir bunaltısı, bir cansızlık, ortalarda nedensizce dolanma, bir el kol kalkmama hali...
Beter durum ne zamanki yağıyorum oh yüküm hafifliyor...
Gerçi yorgunluğumu ANKAN aldı bu öğlende kızlar...
YKM nin en üst katındaki kafede toplaşıyoruz öğlen arası...
O kısacık zaman bile saatlerce oturmaya bedel...
Kahkahalarla çınladı ortalık, karnıma ağrılar girdi artık, bir de bende de bir çınlama var ki gülme yerine, bütün mahalleye yeterim bir başıma evelallah...
Velhasıl kelam bu durum beni haftasonuna kadar götürür...

1 Haziran 2009 Pazartesi

Yeni Bloglar Tanımam...

Özellikle evden akşam blog gezmelerimden, konu komşu okumalarımdan sonra listesindeki diğer blogları görmek, onları okumak ve devamında takip etmek, benim için bu konudaki en karlı kazanım...
Bunlardan biri de Cimcimeblog...
Diyor ki;
HAKKINDA

maydanoz
Net aleminde tanınan ve mıncıklanarak sevilen, o yüzden de canı çok yanmış blogzede biri. Maydanoz kendi çapında tamamıyle yekpare gönüllülük esasına dayalı, blogların açık dizinidir. Maydanoz blog seçiminde objektifliği ön plana alır, bir de çalışan blogları. dmoz'a kapak olsun.
Ve sevgili cimcime blogunda tanıdığı blogları anlatıyor...
Geçende beni de anlatmış yazmış...
Çok teşekkür ederim can-ı gönülden :)

Aferin Acun! Bravo Medya! Tebrikler Tema Vakfı!

Bilmem sizin de dikkatinizi çekiyor mu, medyanin atağa geçen kudretini...
Benimki belki algıda seçicilik, bilmiyorum oysa eğer, nafile benim geri kalmışlığım...
Ama sanki daha çok üzerine gidiliyor olayların, az da olsa!
Olsun bu bile başlangıç neticede...
Nasıl biliyoruz mesela, Münevver' in katil zanlılarının bulunamayışının bugün 90. günü olduğunu...
Veya bu hafta sonu, Balıkesir' de ikiz bebekleri erken gelen annenin çektiği acıları ve bu acıların en önemlisine etki eden iki doktorun, görevden alınmasına giden olayın üzerine gidip Sağlık Bakanlığı'nı harekete geçirip sonuca ulaşan durumunu...
Var bu medya da daha çok iş de... Dahasını da isteme şımarıklığında bulunmak isterim şahsen sorumlu vatandaş olarak...
Tam destek duyarlı habercilere o halde...







Bir de hep isterim ülkemin evlatları kardeş kardeş olalım, el ele verip kim düşkün kim ihtiyaç sahibi yardımlaşalım, bizim bizden başka kimimiz var...

Sonuçta nasıl geldik bugünlere kardeş olmuş herkes, tek vücut olmuş cephelerde...

Şimdilerde düşene dönüp bakılmıyor, adres sorana itibar etmiyor kimse de çekip gidiyor...

Nedeni gayet açık, devir kötü...

Yok ya iyiler var arada hakkımız yenmesin :)


Hepimiz iyi olsak zaten etraf temizlenecek...


Kapısının önünü temizlese herkes, ortalık zaten püripak olacak...


Bu anlamda Acun Ilıcalı'yı ayakta alkışlıyorum, elindeki değeri çok iyi kanallara naklettiği için...




Bir de son konu, aklımdayken Facebook ta bir grup var ben oradan haberdar oldum.
TEMA VAKFI'nın...
Web siteleri var finikedenportakal...
Tema Meşe Projesi'ne 45 tohumluk para yatırıyorsunuz hesaba ki tutarı 25 TL...
Hem 45 tohum dikilmesine sebep olduğunuz gibi, adresinize de 5kg Finike Portakalı geliyor...
Üstelik ayda bir bu yardımı yapabiliyorsunuz, portakalları da istediğiniz başka adreslere kargoluyorlar...
Neyse duyurması bizden, tatbiki yine bizden!!


Kalın sağlıcakla...

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Baştan Demişim...

Baktım hani blog yazanının kendini anlattığı iki çift laf kısmında...
Arada hey heyelenen kişilik diye...
Dün gözümün perdesi kalkınca şimdi baktım da o ne esinti öyle...
Kendimi tanımadım ne kabadayıymışım efelene efelene heeeeeyt ....
Arada lazım demek lazım lazım...
Cumartesi gününün sonuna yaklaşırken, dibimiz parka iki posta ziyaretimizi tamamlamış, babasız hafta sonumuzun ütü safhasındayken, ütü hala prizde ben elim işte gözüm oynaşta, parmaklar klavyede, fonda Bendeniz kaset çıkarmış pardon albüm, eskinin Bendeniz'i, lise devirlerimin Sezen Aksu benzeri baksılarıyla kelimeleri...
Şimdi dinlerken iyi geldi lisedeyim, tam da Bey' in gömleklerini ütülerken... Geçmişle gelecek arasında gider gelirken, elimde cımbızla ayna olması gerektiği yerde, ütü...
Oluuuurrr tabi neden olmasın...

29 Mayıs 2009 Cuma

Bende ki...

Bu hissiyat deryasını, mutlu - mutsuzluk durumunu, ucu bucağı olmayan deniz hatta okyanus gibi görüyorum...
Gerçi şimdilerde daha düzene girdi de, bir süre öncesine kadar sevinince ölümüne kadar, üzülünce de geberene kadar durumu hasıldı...
Gerçi bu benim verici duygularımın, samimiyetimin de öyle tabi bu kadar yüzü yumuşaklığımın sonu taş kaya...
O zaman dibime kadar kazmayacaksın beni, zaten yüzüm yumuşak ne demeye eşeleyip duruyorsun da .okunu çıkarıyorsun ey ne desem hakeden insan evladı!
Allahtan hala yüzüm gözüm yumuşak da, ama beni kazıp kazıp da suya değil de o sert kayaya ulaşanada, daimi kırmızı kartı çıkarmak boyun borcu, öyle tek maç cezası değil benimki...
Bu saate kadar amaaaan ne kasmışım kendimi koy ............. gitsin.
Eeee müstakbel hayat ve ey müstakbel hayatın nadide, aklı evvel insan evlatları, buyrun eserinizim ben...
Ne güzeldi her şeye he diyen, her türlü şakayı da lafı da kaldıran, hazır semerli bir eşek vardı...
Ne zamanki kazdın kazdın, illa hidrojen bombasını patlatacağım dedin inatla( Lost 5. sezon final sahnesi), sonrasında çıkan sese de şaşırmayacaksın....
Hayır ben hırt kadınım, öyle sevimli sevimli gülümseyerek konuşmasını beceremem, kızdım mı Kadir İnanır ın kaşlarını takınırım ondan daha iyisini de yaparım...
Öyle ince konuşayım aman ince yazayım, yok bende dan dun giriyorum en son söyleneceği başta söyleyip ............ batırıyorum...
Yorumlarda da böyleyim, sanki kırk yıllık tanış dilimden anlayacakmış gibi döşüyorum, Allahtan sevgili blog sahibeleri beni alttan alıyorlar...
Yoksa ben öyle çok gülümseme şekilli cümleler kurmam, yazıda elim alışmış gayri gidiveriyor kendiliğinden, iki nokta üst üsteye, sonrasında parantezin sağ kanadına...
İşte kazıp da sonunda ulaştığın kısmım, bu evlat!
Haaaa!!
Benlik birşey var mı yooook! Billahi de...
Bilakis kafama tüküreyim diyorum, anca mı akıllandın illa bu kadar kazığı yemen mi gerekiyordu...
Herhalde öyle ama başa gelen yılların beni hafifletmekle kalmadığı gibi aklımı da başıma getirdiği kesin...




Yalnız ilk iki cümleden konuya girdiğim mevzuyla, sonunda vardığım nokta apayrıdır söylemeliyim...
İkinci cümleden sonra nasıl kendi kendime verdiysem gazı, nasıl gazeplendiysem gitti kendiliğinden...
Sonra bir ara o ilk iki cümlenin de mevzusuna girerim aklımda olsun da...
Bari yazıya da uygun bir gülümsemeli fotoğraf bulabilirsem....
(Bulamadım)

28 Mayıs 2009 Perşembe

Allah Kahretsin Senin Gibi Anayı!

Annemle sabahları telefonlaşırız, ne yapıyorsun, günaydın işte öyle havadan sudan...
Hep aynı saatlerde konuşurmuşuz ki "Muhammed' i izliyorum Müge Anlı'nın programında" diyordu annem...
Bir iki deyince ben de artık bulundu mu Muhammed diye soruyordum...
Bugün haber verdi bulunmuş yavrum...
Ama nasıl ?
Annesi olacak şerefsiz .............. sevgilisiyle ilişkideyken 6 yaşındaki Muhammed tanık olunca olaya sevgilisiyle döverek öldürmüşler...
Allah ne diyeyim ya denecek ne var Allah aşkına nasıl bir zihniyet nasıl bir annelik?
Gerçi anne sıfatı yakışıyor mu hiç bu ....................' na?
Böylelerini assınlar, gerçekten, ülkemde idam olsun, hatta tv de canlı yayınlansın, gidelim izleyelim...
Başka türlü ferim sönmeyecek...
Böyle şerefsizleri, daha isimlerini bildiğimiz bilmediğimiz, çocuklara tecavüz edip öldürenleri, tacizcileri, hepsini sıraya dizsinler, ip boşaldıkça sırası geleni asalım...
Ben çekeyim hatta iplerini seve seve yaparım...
Cidden yaparım...
Burada da haberi var...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Boşa mı Fikrimiz Mühim?

Fikrimuhim.com

Geçen gün işyerime bir paket geldi, içinden 500ml lik Ex'ir şişesi, birkaç indirim çeki ve tanıtım broşürü çıktı...


Eve gider gitmez de denedim hemen, 2 lt lik suyun içine 1 kapak Ex'ir, sonra buzdolabında meyve-sebze ne varsa içine attım, 2-3 dakika bekletip biraz elimde ovaladım, sonra akan suyun altında duruladım...


Zaten bunu öğrenmeden önce de sirkeli suda bekletirdim hepsini...


Gerçekten de denildiği gibi, sular üzerlerinden pırıl pırıl aktılar ayna gibi oldular, canlı canlı renklerinde kaldılar...


Bir de Rengin'le yaptık bu işlemi, o da "gıcırt gıcırt ediyor anne bunlar" diyerek...


Velhasıl her daim kullanılabilir ve en önemlisi güvenilebilir bir ürün derim, ben naçizane...


Kaç Çöp Soksam Duvara?

Anneannem sık kullanır, çok şaşırdığı bir olay karşısında duvara çöp sokun der...
Ben de acep kaç çöp soksam ki :)
Yine sündüre sündüre yazarım okuyucu, şimdiden söyleyeyim sonra içinizden dışınızdan "aman bu da iki kelimelik şeyi elli cümleyle anlatıyor" demeyin...
Şimdi bizim Bey'le hukukumuz 2001 Aralığında başlar, aynı işe girdik, o zaman sınavla bir güruh almışlardı o zamandan tanışmıştık...
Gülüşüne bayılırdım, yüzünde güller açardı gülünce koca dişleriyle :)
Hatta ona kız ayarlamaya çalışmışlığım bile vardır...
Sonra kısmet oldu, biz bize yazılmışız meğer...
Kendisi eski İzmirspor' da uzun yıllar top koşturmuş, hatta az önce telefon açtım senin mevkiin neresiydi İzmirspor' da diye...
Bizimki de "her mevkii de iyiyimdir" diyor serseri...
Sonra dedim "seni yazacağım bugün o yüzden sağlam bilgi almalıyım" (işime de saygıma dikkat çekerim)...
Libero, stoper ve ön libero oynarmış...
Aynı zamanda, Ege Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu' nda okumuş, tek sayfa açmadan bir kitap sayfası okumadan haybeye, branş dersleriyle bitirmiş...
Bizim iş ilerleyince, benim gibi kitap kurduna hiç de yakışmayan bir tavırla karşımda "ben hiç kitap okuyamıyorum, istiyorum aslında ama hemen uykum geliyor" deyip beni deli ederdi...
Nasıl olur ya, insan okumaz mı ne uykusu?
Sonra ben "Aşk" ı bitirdim Elif Şafak'ın...
Salonda duruyordu kitap, baktım bu bizimki bir iki sayfa derken derken eni konu okuyor...
Aman dedim ses etmeyeyim devam etsin...
Sonra kitabın ciddi ciddi sonlarına geldi...
Bir akşam balkonda molası verirken -yazarken bile inanamıyorum :)- baktık ki kitaptan konuşuyoruz...
Ben duvarlara çöp sokmayayım da kim soksun...
Bunca seneden sonra ilk defa kitap eleştirisi yaptık o kadar keyifliydi ki...
Ah dedim, hiç bitmesin bu saadet dolu dakikalar...
Haydi can Bey, bu başlangıç olsun oku oku, sonra kulisini yapalım...
Ben çok sevdim bu işi çünkü...

26 Mayıs 2009 Salı

Laf Açılmışken...

İnsan hafif yaş aldı mı hayattan, diline pelesenk oluyor ister istemez "ben de şu yaşta olaydım" diye...
Ben de bazen diyordum sonra hayalini bile eleğin en ince yerinden geçiren şahsım, okuldu, sınavdı, bir sürü stresi kaldıramam diyorum...
Ben ki bu yaşta bile, hala yatmadan ödev yapmadığıma veya pazar günleri ertesi gün okula gidecek olmamamın hala ferahlığı içindeyim...
Rengin okula başlayınca, ben de başlayacağım o ayrı...
Pazar gününü yürüme mesafesi 5 dakika olan annemde geçirdik, uzun süredir uzun uzadıya oturmalı görüşemiyoruz, dip dibe olmamıza rağmen, aradaki görüşmeleri saymıyorum saatlikleri...
Şöyle eni konu oturup, annemin önüme yemek getirdiği, mutfaktan mis kokular gelirken ben kanepede mayışayım, kumanda elimde kalayım, bazen iki lokma uyuklayayım...
Evde kim beni mayıştırır ya da ben olmadan mutfaktan hangi mis koku gelir?
Pazar günü Fulya' yla -ki kendisi kızkardeşim olur (her Funda'nın da bir Fulya'sı var olduğu gibi), konuşuyorduk hayal kurmaktan...
Evvel vakit hiç hayal kurmayan ben, şimdi gırla gidiyor kafamdaki curcuna...
Ucundan bir araba hayal ederken bile jip isteyeyim bari şeklinde sonra kendi kendime -bir mekanizma var zaar içimde fren gibi- amaaaan çok yakar o sonra vergisi de bir sürü para deyip kestirip atarken...
Baktım öyle de olmuyor böyle de, şimdi koyverdim, istiyorum da istiyorum...
Kardeşim de tam tersi, eskiden saçardım hayalleri o yana bu yana fakat şimdi düşünmüyorum bile diyor...
Asıl bunun uzmanlarına sormak lazım, psikolojimize olmuş birşey de ne acep?
Ben ne anlatacaktım nerelere geldim...
Dün Rengin Hanıma sürpriz yaptı anneannesi, binmiş olduğu sukutırı aldı, kreş çıkışı indik hemen parka test ettik... Aferin olmuş, bu hafta sonu da bisikletini alırız onu da test ederiz...
Masraf ya bu çocuklar onlar can sağlığı, bize bol para olsun da...
Bir gün de kapıya bir araba dayasa, anahtarı "gözlerini kapa, elini aç" şeklinde takdim etse Bey, ben de test etsem olma mı?
Uzar gider bu yazı bendeki bu çene oldukça.....

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Yeni Çıktı...

Sardunya(?)
Terazinin Dirhemi
Zat-ı Aliniz Funda ben...

Sabah Sabah...





İşlere girişmeden nereden estiyse, facebookta bir el tavla atayım dedim...
O siteyi de sadece bu amaçla kullanıyorum artık...
Oynuyoruz bir zat-ı muhteremle ama fotoğrafından belli genç delikanlı, henüz kimliğini oturtamamışlardan, ayakları yere basmayanından...
Genelde de sohbete girmek isterler klasiktir ya...
Ben de direk yazarım "ben oyun oynamak istiyorum sadece mahsuru yoksa sizce de" der keserim...
Kiminin işine gelmez çıkarlar oyundan, uğurlar ola...
Bu aklı evvel de pullarımı kırıyor, filan hırslandı abi.
Acımak yok sana yazıyor...
"Allah Allah er meydanında mıyız hayırdır bu ne hırs?" yazdım...
Ne dese bana "kasıntısın tabi kıracağım pullarını"
...................????????????
İçimden kalayladım, dışımdan da "oyundan çık" a tıkladım...
Oldu dedim, haftaya başladık hadi rast gelsin :)

22 Mayıs 2009 Cuma

Gidesim Var...





Şöyle en ferahından, en tebdili mekana...
Başka deryalara çok kulaç atayım,
Çok yorulayım,
Sonra dönüp bakayım ki
Kıyıdan epey uzağım,
Kendi kendime panik olayım, nasıl dönülecek kıyıya
Kim atacak kulaçları
Biri olsa da sırtlasa götürse beni kıyıya diye...
Çok kaçasım var,
Arkama bakmadan,
Kalan ne olacak diye düşünmeden...
Hatta giderken de bindiğim taşıt, zaman makinası olsun
İstediğim zamana da götürsün beni oldu olacak...
Hayal benim değil mi?
İsterim ucu bucağı olmayan ve en olmayanından...
Velhasıl...
Gidesim var...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Tatlı Ara...

Öğleye doğru msn den bir ileti "müsait misin geleceğim"
"ne demek! ne demeeeek! gel Sardunyam başımla"
Sonra Terazinin Dirhemi Esin' de geldi...
Kahveler içildi, fallar bakıldı, 50-100 kare fotoğraflar çekildi çekildi çekildi...
Çok güldük, çok eğlendik...
Koyacağım fotoğrafları (Deniz'in izin verdiği kareleri tabi) fakat aktarma işini, kotaramadım bilgisayar izin vermedi...
Poz poz koyacağım, mutlu mesut 10 saniyeye ayarlı koşa koşa objektif karşısına varılan kareleri :)

Süt Günü...

İmiş bugün... İçelim içirelim o halde...

İçine benim gibi 1 su bardağina fazla nesquik kaçırmadan olursa, hani kalori açısından masumluğunu yitirmesin...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Annem Dedi ki;

Geçen annemle konuşuyorduk ki ondan bundan şundan...
Dedi ki bir tanıdıktan için konuşmasına başlarken,
"İnsanlar büyüdükçe küçülecekleri yerde................"
Aaaa dedim ne kadar doğru işte, öz gibi...
Demek ki tevazunun arkadaşı bu laf, büyüdükçe küçülmek...
Aferin annem dedim, ağzına sağlık :)

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Kimbilir...

Belki de Türkan SAYLAN, cennetten bakıyorken müslüman geçinip, çalan çırpan, ahlaksızlıkları boylarını aşmış, .............' e, kimbilir göz kırpıp el sallıyordur...
....................................................
Bu da birden geldi aklıma, yakıştı ama...
.....................................................
Be Hey Dürzü...
Ne ararsın ALLAH ile aramda..
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikatten gözün yoksa haramda...
Başı açığa niye türban sorarsın?
Rakı şarap içiyorsam sana ne..
Yoksa kimseye bir zararım içerim.
İkimizde gelsek kıldan köprüye..
Ben dürüstsem sarhoşkende geçerim.
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden..
Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma..
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan gene çıkardın amma..
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz!

İnadına...

Tam bu boktan hayata sövecekken Sarduna yı okudum hele de ilk maddesini frenledim kendimi, sonra da uzun uzun sesini duydum, iyi geldi bana her zamanki gibi...
Terapimi aldım...
Yine de, suküt ikrardandır düsturum...
Yine de, olumluyum hayata mutlu bakıyorum, inadına, isteyerek...
Yine de, her sabah bağıra bağıra, gülümsüyorum şükrediyorum herşeylere...
Gülüyorum, gülümsüyorum var mı ötesi, inadına...
Ben sağlam lazımım yörüngeme, düzgün çalışmalı sistem...
Koy ........... gitsin...
İnadına inadına hep mutluyum, hep umutluyum...

15 Mayıs 2009 Cuma

Misafirim Ağır Bugün...



Bu sabah küçük hanımla birlikte servisimize bindik, iş yerine geldi...
Burası ayrı bir dünya sanki ona göre, o kadar mutlu ki...
Benim annem çalışmadığı için anne iş yerinin zevkini bilmem ama iş arkadaşlarımın çocukları kopamaz buralardan nedense...
Buradan göz kontrolümüze gittikten sonra babamızın iş yerini de keşfe çıkıp sonra babaannemin duası var ona gideceğiz...
Öncesinde Kızılay'da kitaplara bakıp seçeceğiz, hangisini isterse hanımefendiye ki günü daha da güzellensin...
Anne kız el ele bir yarım gün geçireceğiz...
Size de iyi hafta sonları...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Haydi Sabah Şükürleri...

Sayıyoruz elimizde olan herşey için...
Sağlığımıza...
Varlığımıza...
Sevdiklerimizin sağlığına varlığına...
İstediklerimi alabildiğim ölçülerde alabilmeme...
Nefes alabildiğime...
En küçük şeylere bile...
Dalga geçmiyorum gerçekten...
Sonra istedikleriniz olmuş gibi şükrediyorsunuz...
"Hayalimdeki arabaya/eve/tatile/eşyaya ........... şükrediyorum"
Bunlarin yani sıra bir de gülümseme ekleyin yüze...
Vallahi çok işe yariyor...
Bugün mü iyiyim, düzene bakıyorum, uzun derin nefesler ala ala...
Olsun bir işim var en çok ona şükür, yalan rüzgarı tadında oyuncuları olsa da, o da hayatın bir rengi işte :)

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bulanıktım ama...

Dün hele...
Fenaydım asıl, işyeri sorunsalım...
Annem sanki, müdürme gittim, dert yandım, saydım, sövdüm, estim, yağdım...
Riyakarlıklara, namuzsuzlara, yaltaklanmalara sövdüm...
Yazısını bile yazdım, içimin harı söner mi diye...
Bugün eh (dim)...
Sanki bana ne oluyorsa düzen böyleyse böyle, düzenine .....................
Sen olma işte, olana da bak geç git, ne üzerine vazife...
Yok kendi kendimi yerim, otururum ben öyle...
Söyleyecek çok söz var yazacak ta, haydi dedim düttürü dünya işte çeşit çeşitiz...
Bu sabah da geldim işime, ama iyiyim, Sardunyamla konuştum, fotoğraflarını gördüm, içim açıldı kendime geldim, sonra öziiyle lafladık msn de...
İyiyim şimdi iyi, keyfim yerinde, eşi dostu da okudum okuyorum da hala, geçer bugün bu gazla...
Ama benim yine arkadaşlarımla, görüşme buluşma kaynaşma zamanım gelmiş, evet içim kıpraşıyor yine...
Öyle yalnız yalnız oturmakla olmaz bu işler...

12 Mayıs 2009 Salı

Sevinsem mi Üzülsem mi :)

Bizim Reno cacığı çok sever, ayıptır söylemesi...

Cacık da öyle bildiğimiz naneli zeytinyağlı filan değil, yoğurt-su-salatalık karışımı yalandan cacık, öyle seviyor hanım...

Bir tane salatalık kalmış evde, onu hanım kızımıza yapınca, belki bizim evin büyük oğlu da ister mahiyetinde, telefon açtı babasına Rengin, salatalık al baba gelirken diye...

O da, tesadüf hafta sonu şehir dışındaydı, oradan salatalık alınmış bir miktar, getiriyormuş zaten eve, torba elindeymiş telefonla konuşurken...

Sonra çaldı kapı, açtım, "hoşgeldin canım hayatım işte bilumum sözler" dedim...

Durdu baktı yüzüme:

"Sen ne kadar da temiz kalpliymişsin"

Dedi...

Güldüm... 6 seneden beri kalbimin durumunu anlamayan, karşımda elinde bir torba salatalıkla duran, beyefendinin sarfettiği bu lakırdıya, üzülsem mi sevinsem mi bilemedim...



Bu da dünden...
Pantolondan şaç olursa...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Ruhum Arabesk...



Ya da kulağım meyaneli şarkılardan haz ediyor...
Ağzı hafif savurarak, halaaaaaaaaaaaggg bekliyoruuuuuum bağğğğk...
Gülben Ergen' in hani son albümünde bir parçası var "Giden Günlerim Oldu"...
Hani Hülya Avşar için diyorlardı ya, bağıra bağıra ses yaptı kendine diye son zamanlarında...
Bu hanım kızımız da, ses yapmış ciddi ciddi...
Konuya çok hakim değilim tabi, eleştirel boyutuna geçecek kadar ama böyle buğulu gibi ses, benim grip halimin geçip te, sesimin buğulu buğulu olması gibi hatta hep kalsın o ses tonum, dönmeyeyim eski hörül hörül sesime diye...
Geçende Saba Tümer' de izledim bir parça...
O değil de insan evladının kitap okuması, nasıl müspet değişikliklere yol açıyor kendinde, ufkunu, beynini, dilini açıyor...
Nasıl aklı başında laflar etti... Cümleler dolu dolu, çok takdir ettim, kendini geliştirmek iyi bir şey tabi, demek anne olmak lazım, o da büyük etken ...
Darısı o her dakika ortalarda salınan ikoncancıklara...
Okuyun okutun okuyalım okuyalım okuyalım...................

Şimdi de Bu...

Devam ediyormuş, sesimizi çıkarsak duyan olur mu acep?

10 Mayıs 2009 Pazar

Gül Çiçek Kokan Yanakları...

Nisan 17 de annemin doğum gününde, msn nin tepesine, anneme afilli bir cümle yazdım, doğum günü ya...
Sonra aşağı sıralarda bir arkadaşım vardı ekli, annesini bir ay olmadı kaybedeli (nurlarda yatsın), o da msn sine şunu yazmış:
"Gül çiçek kokan yanakları. Ninniyle umut veren dudakları. Hiçbirşeyde yok ana sıcaklığı. Anam..."
Olanca gücümle sildim hemen, dalga geçer gibi, sonra çok utandım yazdığımdan, güya ben mutluluk paylaşıyordum ama, arkadaşım da anasına yanıyordu...

Anneler günü babalar günü sevgililer günü aynı kategoride bence...

Bu işten karlı çıkmıyor muyuz, evet şimdi bizim bey, sonra büyüyünce eli para tutunca yavru alacak hediye, huzurevindekiler hiç olmazsa bugünde görebilecekler evlatlarını, çocuk esirgeme kurumundakiler yalandan da olsa yaşayacaklar bir günlüğüne, gönüllülerin ilgisini, uzak sıcaklıklarını, aranmayanlar aranacak falan falan...

Annelik o kadar muazzam bir olgu ki, bunu ancak anne olanlar anlayabiliyor derinlemesine...

O yüzden anneler günü, babalar günü, sevgililer günü.... Bunlar, birilerini dürtükleyip, bak işte bugün haydi al çiçeğini, hediyeni git ziyatret et, telefon aç, görevini ifa et, uyarısı günü...

Hele ki annemden dün öğrendiğim, kardeşimin arkadaşı, 30 yaşında henüz bir sene olmamış evleneli, ailesinin tek çocuğu İlker' in MS hastası olduğunu öğrenmeleri... Nice yavrusunu kaybetmiş ya da annesini kaybetmiş tanıdık tanımadık kimselerin var olduğu aynı havayı soluduğumuz şu hayatta, sessizce, kalbim neşe dola dola, çaktırmadan ama ettiğim, her sabah varlığına şükrettiğim annemin ve nice ellerinden öptüğüm annelere, sağlıklı, sıhhatli, uzun hayırlı yıllar diliyorum, tüm sevdikleriyle varlık, bolluk, bereket içinde...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

"Ne Demeye Hala...."

İki seyyah bir şehirden diğerine gidiyormuş. Derken yollarının üstüne taşkın bir dere çıkmış. Tam suyu geçecekler, az ötede korkudan tir tir titreyen yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Adamlardan biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına almış, suyu öyle aşmış. Sonra kadını derenin öte yakasında yere bırakıp iyi günler dilemiş. Böylece yollarına devam etmişler.
Ancak yolun kalan kısmında öteki seyyahın ağzını bıçak açmamış. Suratından düşen bin parça. Somurttukça somurtuyor. Birkaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş: "Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkarabilirdi! Erkekle kadın böyle temas etsin, olacak iş mi! Ayıp yahu! Olmaz, bize yakışmaz!"
Kadını sırtında taşıyan seyyah gülümsemiş: "İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım; sen ne demeye hala taşırsın?"
(Elif Şafak-Aşk- Sayfa 260)

8 Mayıs 2009 Cuma

Sedasyon 200... Yarım Gün Yatış 75 TL cik...

Daha bu yaşta dememek lazım, eskiler gibi mi şimdininki, üzerine kanadımı gere gere anca bu kadar...
Bizim hanım kızımız Rengin' in biri biraz heybetli, biri de ondan aşağı olmayan iki azısı çürük...
Biz ANKAN lı anneler, ilk zamanlar adım atmadan önce birbirimize sorarız, şimdilerde pek olmuyor da öğrendik artık ne nerede hangisine gidilir hangisinden alınır...
O zaman şöyle bir mail atmıştım "Rengin' i dişçiye götüreceğim, ilk kez de olacak ürkmesin yavru kuş, ömrü hayatı boyunca adam akıllısı olsun, bir tavsiye lütfen" şeklinde...
İçlerinde en çok oy alan Tunalı'da Kavaklıdere sineması vardır, onun hemen üzerinde Meral Hanım oldu onu tavsiye ettiler, en iyisidir dediler...
Neyse efendim gittik, bu hanım dişçimize...
Gerçekten işinin ehli, kafasında tavşan kulaklı tacı, her yanlar oyuncak, hani şu dişe hava veren neyse artık adı onda spiderman asılı filan, koltuk uçak filan, her şeyde hurraaa alıkış oh oh oh aman da Rengin korkmadı bir maskaralık hasıl her yanımızdan akan, nice oyunlarla dişe alışma yaptırma vesaire vesaire...
Yaklaşık iki sene geçti, seansı 75 lira...
Çocuk otursa da, oturmasa da, dişine değdirse de, değdirmese de o para...
Biz en son 375 liraya geldiğimizde ve sadece bir dişinin %10 luk kısmı temizlenmişti ki anca, dedik tamam bırakıyoruz, çürüklerimizle yaşarız...
Sonrasında başka da dişçi koltuğuna oturmadık...
Aradan geçen bu kadar zamanda, benim aklımın bir köşesinde yazılı, Rengin' in iki çürüğü var onlar doldurulacak...
Bu aradaki senaryoları yazmıyorum, migren dedim migrenim azdı, o yüzden birşey çağırmaya ne gerek...
Akay Hastanesi var hep billboardlarda görürdüm, sedasyonla çocuklarınızın dişlerini halledelim filan diye...
Bugüne kısmetmiş, aldım randevuyu saat 15:00 e gittik, annem ben Rengin'le...
Oturmasıyla kalkması bir oldu koltuğa, sadece şu küçük tüpte hafif uyuşturucu etkisi olan fıs fısı sıktırdı bitti bir ağıt bir ağıt, sanırsın etini kesti...
Doktor ablamız da pek şekerdi ki tavsiye ederim...
"Malesef" dedi, "bu tip çocuklarda" ki bu tip dediği de benim çocuğa birebir uyuyor, "sedasyonla yapıyoruz", sedasyon dediği, hani ameliyat öncesi çocuğa, hafif uyuşsun, elini kolunu kaldıramasın mahiyetinde vişne suyuna bir ilaç koyup içiriyorlar, onu içirip 15 dakika bile sürmüyor dolgusunu veya ne gerekiyorsa yapıyorlar...
"Ondan yapmak lazım" dedi...
Tamam benim de aklıma geldi, sezeryan misali, yat uyu sonra kalk bak yanında yavrun...
Bunda da o hesap, ne kadardır maliyeti deyince, sedasyon 200 liracık, yarım gün yatış gösteriyorlarmış ne demekse 15 dakikalık operasyona 75 liracık, hadi dolgu makul, 52 lira en basiti sorunsuzu o da, 82 liraya kadar çıkıyor...
Bu arada dişçi fiyatları ki Rengin için yaptığım araştırmalarda 120 lira olduğunu gördüm sorunsuz bir dolgunun...
Velhasıl kelam, biz gittik Mcdonald's ta bir çocuk menü, üzerine dondurması, Kuğulu Parkın oyun parkında oynaması, bir iki alışverişi derken evimizdeyiz...
İşte hayat böyle birşey ne için çıkılır, ne yapılır gelinir...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Güne Başlarken...

Sabah geldim efendim işimin başına, baktım çiçeklerim masada duruyor, tanzim lazım onlara, yer lazım...
E bura bir iş yeri tamam küçük çaplı gün olayına giriyoruz filan da, bir vazomuz yok, bu arada şimdi aklıma geldi ki benim evimde de bir vazom bile yok, kedim de yok vazom da, demek ki çiçek getirenim de yokmuş ki vazoya ihtiyaç hasıl olmamış...
Vay halime :)
Neyse ben beş litrelik su kabını kestim, suyun içine çiçeklerimi daldırdım, sonra yakışıklı görünsün diye de örtüsünü geçirdim üzerine, bağladım buyrun sabah şekeri papatyalar...
Hepinizi beklerim, vazom da hazır nasılsa :)


Fotoğraf da anca, kararmaya az kalmış...