19 Aralık 2009 Cumartesi

Starbucks Diyor ki;

Gelin size sıcacık kahvemizden ikram edelim, keklerimizin tadına bakın, sonra bir bilen de size kahve nerelerden geliyormuş, sizlerin yudumladığınız buralara kadar bunları dinleyin...

Biliyor muydunuz kahvenin ilk yudumu höpürdeterek içilirmiş ki ağzın her yanına ulaşsın...

Deneyin gerçekten de bütün ağzınıza yayılıyor...

Bir de fotoğraftaki gibi dört parmağınızı yudumlayacağınız yerde boşluk bırakacak şekilde tutar da yudum almadan önce koklarsanız en iyi şekilde aromasını hissedermişsiniz...
Kahvenin tadı dilin ortasında kalmalıymış ki kaldı denedim...
Sonra öğrendim ki kahve ağacı 7-8 metre olurmuş onu 1-2 metre oluncaya kadar budarlarmış...
Senede bir kez ürün veren kahve ağacından toplamda 560 gram kahve çıkarmış ki bu da kahve tutarının yüksek olmasının bir cevabı...
Bir de kahvenin işlenme dakikasının en iyi kavrulma ayarı 11 dakika imiş...
Bir de kahve, aromalı filan olmazmış, ancak o aroma denilen kahve ağacının yetiştiği yerdeki bitki veya coğrafi konumundan değişebilirmiş...
Oğlak ve yengeç dönenceleri arasındaki tropikal alanda yetişirmiş en iyi kahve ki ağaçlar volkanik bölge civarındaysa içiminde hafif bir is kokusu veya farklı aromalar alabilirmişsiniz...
Kızkardeşimle gittik kahvenin hikayesini dinlemeye, kahvelerimizi içip keklerimizi yedik sonra üzerine bir de herhangi bir Starbuck mağazasında kullanmak üzere kahve kuponumuzu aldık mesut çıktık oradan...

Siz de böyle buyrun...

Sıcacık Fırından Gelen Hamur Kokusu Gibi Koksa Ev Her Daim...

Bugün sırf o kokuyla sarmalansın diye ev kalktım hamurla oynaştım, içine de peynir koydum fırından taştı ki, benim fırın da mutfakda değil enteresandır arka odadan dağıldı kokusu eve dalga dalga...
Sonra dedim bu dalgayı bir de yumuşatıcının kokusuyla perçinleyeyim...
O da tamam ama iki parti dememiştim hesaplarım tutmadı...
Sonra dedim ben en iyisi aşure işini de hale yola koyayım...
Yıl geçtikçe kendimle duyduğum gurur tavan yaparken tekebbüre bulaşmayıp hiç, bu sene geçen sene yaptığım gibi cevizi içine atıp da simsiyah etmedim...
Güneş pencereden vurmuş da, kalın perdeden süzülen ışığı benim aşure tenceresine olanca ışığını akıtmış gibi...
Velhasıl yorgunlukla mutlu huzurlu keyifli gün arası salınım benimki...

17 Aralık 2009 Perşembe

Geceyi Bundan Seviyorum... Usturuplu Cümle Kuramadığım Gerçeğini Örtüyor...

Bu denli düzgün yazalım, Türkçe' yi layıkiyle konuşalım' ın en ateşli savunucusuyken bile, çizgisinden çıkmak isteği, şeridinden kopmak isteği sonra bir bakmışsın iki otobüs arasında sıkışmış kalmışsın...
Ne halt yemeğe diyor, desin çıkarı ne ki, yalandan avucunda kalan huzuru ya da iki üç gün olan hayatındaki uç değişimin etkisinden kurtulamamam sendromu mu?
Bu ucu ben yaşamadım, ama yaşanmışını tahmin edecek kadar da uzayıp gider hayal gücümün süpermeni, uçtuğu damların altındakileri hayal ederek...
Ne boktan hayat deyip, bir yandan da Allahım elimdekileri de alma nidalarıyla elleri havada dolanan, kırk tilkinin kuyruklarını birbirine takmadan aralarından geçmeye çalışan...
En arada derede kalan renklerini bile kar sayıp oh ne keyif işte budur be diyen... Mamafih kaldın mı dımdızlak ortada al bakalım, diyen iç sesine "hadi be zaten ortadaydım"; kıyımdakilere sahibim de... Kıyım bana ne kadar sahip, hep git-gel yerinde durmadan, amaaan sat anasını diyor taşını da toprağını da...
İyi mi böylesi, ne ki senin ihtiyacın; hep direk olmak, yan yatmana müsade olmadan, üşüsen bile "sıkı giyinseydin ya" cevabına hep alışkın, belki de numaradan dedi üşüdüğünü, cevabını bu kez değişik alırım "gel ısıtayım seni"yi duymak arzusu ve umuduyla...
Gerçi ummak nedir ki; Umman gibi uzak bir diyar olsa gerek...
Evet uzak işte; o yüzden ne eğil sen, ne de üşü...
Otur efendi gibi, adam gibi, ne kalıbının dışına çık, ne şeridinle oyna...
Sonra iki otobüs arasında sıkıştın mı, şoför beni görse de, bir rica etsem yol verir misiniz bakışı atacağım diye çabala dur...

Vallaha da Billaha da Allah Beni Seviyor...






Nasıl açım para çekilecek yer uzak para da çekmemiş miyim aksi gibi...
Yanımda bir otobüs kartı, bir kaç da bozukluk yalandan...
Burada kerbela açım ki nasıl...
Msn de ortaokul-lise o kadar uzuncadır arkadaşımla yazışıyoruz, açım ya dedim, para yok, para çekilecek yer uzak, hava da soğuk zaten miskin bünye...
Adresi ver, nasıl, ciddi misin, ta nerelerden, hadi canım, yok artık derken...
Yukarıda görülen yemek kapıdan bir delikanlı tarafından elime tutuşturuldu yedim de kendime geldim meğersem açmışım ben ondanmış miskinlik...

Yazmış Olmak İçin...

Bugün nasıl bir ağırlık üzerimdeki, el ayak kalkmayan yerime mıhlanmış halim...
Yağmurun yıkadığı gri şehrimin havasını da normalleştiren ılıman, içi geçmiş havanın bana sirayet etmiş hali...
-de hali gibi...
Yalın haldeyim ama bugün...
Şu hediye çekilişi için hediyeyi çoktan aldım ama kargoya verecek adam lazım, duruyor iş yerinde benimle...
Sabah serviste kırmızı ışıkta dururken, yan arabada bir adam camını bir parmak indirmiş, elinde sigarası fosurdatıyor, arka koltukta eşi kucağında da en fazla 3-4 aylık bebek...
Çok kızdırdı beni, demek serviste de tanımışlar beni de "kına bunu Funda" diyor arkadaşlar...
Yıldım mı bilinmez, adama baktım bir de arka koltuğa, anlamış mıdır bilemem ama kınadım valla...
Yazık yavruya, demek annesi de ses çıkarmıyor ki hoplatıyor, seviyor bebeği arkada...
Hiç makyaj yapmayan ben ki zamanında yapmışım bıkmışım ondan, teyzemin komşuları tarafından feci tazice uğradım geçenlerde, güzel kızsın neden boyanmıyorsun diye...
Alın hafta başından beri boyuyorum kirpikleri yeter işte, yalandan allık, yalandan ruj, zaten de bilmezdim pudra fondoten...
Hep kocaya iyi görünmek lazımmış mantık bu...
E gün boyu koca görüyor mu ki beni, akşama da kalıyor mu ki o yüzdekiler...
Kalan kirpik yeter o da...
Kirpik deyince teyzem gençliğinde nereden duydu öğrendiyse, kırpmış kirpiklerini bir güzel ama yenileri çıkmış pek güzel olmuşlar...
Ben de dokuz sene önce ilk işe girdim kış vaktiydi zaten Aralık sonu, kırptım kirpiklerimi ama ne kırpma eğri büğrü, komik komik gezdim öyle Allahtan pek farkedilmedi uzadılar neyseki komik kalmadılar...
Hayatın yalandanlığına inat geçiyor günler ben de kargaları elinde sopayla kovan Atam' ın misal kovalıyorum saatleri-günleri...
Akşamları daha hisli yazdığıma karar verdim, sabah hissiyat derecem akşamınkiyle bir değil, şimdi de olanca uykusuzluğuma yorunluğuma parmaklarımı zoraki tuşlarda gezdirerek...
Bitmez ki bu yazı mıyıl mıyıl halimle, sonlandırmak en iyisi...
Ya da misafir gelse de kahve içsek, sohbetle taçlandırsak an' ı, kendime gelsem anca...

15 Aralık 2009 Salı

Ne Şanslı Bir Kişiliğim Yarebbim...

Şundan dolayı bu derin nefes sonrası edilen lafım; böylesi bir arşivim var düşünsenize, Rengin büyüyecek okuyacak, ne kurtlu annem varmış diyecek, sonra aaa burda bu olmuş vay anasını diyecek...
Ben de demek isterdim anneme dair, babama dair, o günlerine hüzünlerine sevinçlerine dair ne varsa okumak isterdim...
İşte teknolojiyle peşisıra giden bir ayrıcalık bu belki...
Orta okulda da kardeş gibi o zamanlardan dostumla alfabe uydurmuştuk ben tam dört kalın ajanda bitirmiştim, yaz Allah yaz...
Şimdi alfabeyi unuttum ajandalar Zülalde yeniden sökmem lazım...
Ne diyecektim ne diyorum...
Benden size naçizane bir tavsiye benim gibi Uğur Dündarcılık oynamayın ki bu lafı sevgili avukatım etmiştir gerek yokmuş başa bela almaktan başka işe yaramazmış...
Kendisine şöyle bir teklifte bile bulundum hukuki editörüm olur musun...
Şimdi ne yazsam başa bela...
İsim soyisim belirten yazı yazmayacakmışım, dalga geçti benimle millet doktora giderken benim blogu araştıracakmış gidilebilir mi gidilemez mi diye (yazmıştım ya hani babamınkileri de )...
Daha dedim ilk evlendiğimiz vakit oturduğumuz ev sahibinin de foyasını dökmüştüm (o da kızına takmış nişan yüzüğünü eee kızım evlenecek çıkın. Peki dedik çıktık, evin yaptırdı her yanını, kiraya verdi ama ne oldu habire kiracı değiştirdi durdu oh olsun) yazmıştım ki google dan da altıncı arama listesindedir adı...
Ne yapayım burası benim meydanım değil mi ?
Neyse şu saat itibariyle yeni yazı dizime başlıyorum...


İlk basın savcısı görüşmemde büyük olasılık dava açılırmış onu bekliyorum...
Hakkımda edilen ikinci şikayetin şahitleri geçen hafta itibariyle dinlenmiş ben de bu aralar çağırılırım şu dükkan basıp küfür edip hakaret olayı hikayesine...
Külliyen iftira...
Ben dükkan basacağım, bir sürü adamın içinde heeeyt uleeeeyn siziiiin şeklinde başlayıp stadyum küfürleri savuracağım o dükkandan da sağ olarak çıkacağım???????????????
Vay be elimi yumruk yapıp, kolumu kaldırdım mı da uçarım zaten ben...
Efendim benim bir şikayet durumum vardı, tarafımıza edilen ciddi bir mevzudan ötürü onun da ifadesini geçen hafta vermiş bulunuyorum, karşı tarafı eli kulağındadır çağırırlar...
Bu arada ilahi adalet saat gibi işlemekte...
Anti-jönün sevgilisi senden hamileyim yandım ben ne edersen et banane senin karından iki çocuğundan deyip izleyenleri şaşkına çevirecek açıklamalarda bulunmuş ki o dizinin de devamı merakla beklenmekte...
Bu arada tabi avukatım da tarafımdan yüzde yüz tavsiye...


Sürecek...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Öyle Bir Çal ki... ( Öykü Atölyesi...)

Öyle bir çal ki daha çalışından anlayayım sen olduğunu...
Fakat açtığımda karşımda bulduğum sen, konuşmamızla yad ettiğimiz zamanlar, geçirilen yıllar, telefonun eskimişliği kadar var dediğimiz vakit...
Telefonu kapatır kapatmaz kendi hayatımıza döndüğümüz, kaldığımız yerden başladığımız vakittir...

Bastım Boka Bastım Ben Sen Beni Hafife Aldın...

İlk sürücülük zamanlarında kördür göz, bir cesaret gelir, sürülür ya o araba son hız...
Ben de öyleydim seneler evvel neyse dert, bir hız yapardım ki şehir içinde, sonra sonra tövbeler olsun o kadar hız yapamadım, yapmam da gözümün perdesi kalktı...
Her işim böyle demek ki benim blogda da ilk yazılarım filan hergün hergün mübaşir gibi yaz Allah yaz...
Çok pardon iç organlarımı döktüm zaten, hayatım da şeffaf, dilimin ayarı yok kemiksiz...
Sonra başına oturunca bir de okuyan olunca akraba eş dost...
Kimseyle araşıp sorulmasa bile, okudum seni diyen geldi...
Bir korku mu oldu, gözüme perde mi indi bilemedim...
Elim titrer oldu ki ne özledim yazmayı da...
Sonra süpürgeye etti dört bir yana saçtı derdi anneannem...
Benimki de o hesap...
Pisliğe battım o ayrı gerçi amaaan bu da hayatımın rengi diyorum, neler geçmedi ki bunlar mı geçmeyecek...
Severim ben adrenalini hem :)
Merakla bekliyorum kalbim Allah' a bağlı ferahım da bir yerde...
Ferah olmayan ne o zaman diyorum "iç" e, o da diyor ki "sen sakin ol sahip, herşey yoluna girecek neleri atlatmadınız ki, babanı görmüyor musun bitti gitti, şimdi iki yalandan balığın kılçığı mı rahatsız olduğun?"
Evet dedim ya evet amaaaaan "iş olacağına varır ahmaklar uğraşır" derdi rahmetli Gül...
Ne olacaksa hayırlısı olsun güzeli olsun ki olacak da...
Olmayan bıyık altından tebessümdeyim, yarını-olacakları heyecanla beklemede...
Öte taraf hayat güzel yavrum iyi maşallah sağlık sıhhat yerinde huzur ala...
Daha ne ki hakketen "iç" in dediği gibi;
"İki yalandan balığın kılçığı mı, rahatsız olduğum..?"

10 Aralık 2009 Perşembe

Elimden Gelse...



Dünyayı durdurmak ve senin istediğin yönde çevirmek...
Bunun için çok uğraşırsın deseler yine de yılmam...
Yeter ki sen akıtma o güzel gözlerinden yaşlarını...
Sadece mutluluktan ya da çok gülmekten aksınlar...
Geçecek bugünler de dediğimde inan; ben o kadar inanıyorum ki...
Hepsinde de geriye bakıp diyeceğiz ne kadar çok yıpranmışım üzülmüşüm dediğinde olsun yaşandı ama bitti ya sonunda düzene oturdu ya herşey diyeceğiz...
Dualarımda yer etmişsin her an, kalbimin bir yanı hep seninle, elimden gelse çok daha faydam dokunsa sana ama bil ki gel desen uçarım...
Sen yeter ki de...

Ah be güzel arkadaşım, gülüşü güzel kendi güzel arkadaşım, geçecek elbet herşey, öyle güzel rayına oturacak ki; hem de her olan yola girmede vesile olacak sen bile şaşıracaksın...

9 Aralık 2009 Çarşamba

... derken mutlu mutlu yaşamışlar...

- Ayakkabı ayağına uyan külkedisi prensle evlenmiş uzun yıllar mutlu mutlu yaşamışlar...

- Biz de mutlu mutlu yaşıyoruz...


- Evet anneciğim Allah bozmasın...


- Huzurumuzu da...


- .....????

7 Aralık 2009 Pazartesi

Annem Geldi Hoş Geldi...

Anacığım geldi babamla beraber neredeyse on beş gündür Çeşme' de nekahat dönemi geçiriyorlardı...
Fakat babam orada hastalanmış pek yaramamış ama ben renginin yerine geldiğini gördüm sevindim yanakları hafiften dolmuş bile...
Bir de artık elma suyu, mandalina suyu yakmıyor boğazını içebiliyormuş o da güzel haber...
Genel itibariyle bitkinlik duruyorken bir yandan da gözlerinin feri yeniden gelmiş...


Güzel gelişme...


Bugün adını hayatımda yeni duyduğum bir yere gittim, ne desem direk söyleyeyim yazayım Basın Savcısı görmeye gittim...


Şu benim yazının davasından önce ifade vermeye...


Meğersem bir dava daha açmışlar, tarafların gıyabında hakaret küfür edip dükkanda olay çıkarmışım...


İki de yalandan şahit, biri meyvesucunun yeğen diğeri bir çalışan...


Haydi cemaat halaya, suyundan da koyayım tam olsun...


Onun savcısı ayrıymış basın savcısı dedi...


Tamam dedim ona da giderim...


Hayır da merhaba desem dava konusu olur mu şimdi ona takıldım...


Elim korkak da alışacak şimdi, gerçi çok da tınnn da, meydanı da boş bırakıp ara vermek de işime gelmez ben en iyisi Rtük tarafından uyarı alan kanal misali belgesel vereyim arada "arslanların bir günü"...

3 Aralık 2009 Perşembe

Ödev 2-) Anne İş' te...

Bu da ikinci ödev(m)im...
# Bloguna neden bu ismi verdin?
Rengin odaklı bir blog olacaktı aslında, süper sevgi dolu bir anne olarak attığı her adım, gittiği her tuvalet şeklinde düşündüğüm blog, sonunda benim lustralim oldu...
İsmiyle müsemma olamadı malesef ama arada yine Rengin' den bir iki birşey attırmak suretiyle vicdanımı rahatlatmaktayım...
İsim yalandan oldu bir nevi...
# Bloguna yazarken star tribiyle olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?
Yanımda yöremde kimsecikleri istemem, evdeysem Rengin uyumalı ya da odasında olmalı, Bey de bana ilişmeden istediği köşede kıvrılabilir... Kafamdakileri dağıtmamak için sessizlik olsun da... Bir de iki hermesetaslı bir filtre kahve olursa daha ne isterim...
# En son satın aldığın garip şey nedir?
Lüzumsuz şeyler almamaya gayret etsem de, geçende çok şeker bir ahçı yapmışlar, ayak ucuna da şişe açacağı yapmışlar, sırtına da mıknatıs koymuşlar magnet olmuş ondan aldım bir kendime bir arkadaşıma...
# Şeker gibi olduğun anlar?
Genel itibariyle şekerim yani öyle derler...
# Arkadaşım artık sormayın dediğin şeyler?
Malesef böyle bir sınır çizemiyorum kim ne isterse sorabilir tabi saçma sapan uçlardan da bahsetmiyorum...
# Aynaya bakınca gördüğün?
Valla çok mutsuz olduğum zamanlar küfür ediyorum malesef ki o zamanda aynaya bakılası olmuyorum... Fakat göz altlarım çok yorgun görünmese daha çok seveceğim aynayı şimdi az seviyorum...
# Kendini okutan blog dediğin...
Efendi efendi yazılan blogları okuyorum ama öte yandan da PuCCayı da okuyorum veya ne bileyim okuyorum kafama göre... Bir de çok samimi olduğunu hissetmeliyim blog yazanının, sesini hayal ediyorum dizilerde filmlerde mektup okurken fonda yazanın sesi gelir ya benimki de o hesap, bazen yazanın mutsuzluğunu veya çoşkusunu bile alabiliyorum o derece...
Bir de mıç mıç şunu yaptım baaaaak kocişim bana bunu aldı baaaak şuraya gittik baaaaaak şeklindeki bloglardan şiddetle kaçıyorum tabi...
# Peki bu blog sahibesiyle karşılaşabileceğiniz yerler...
Necatibey' deki hacı baba kahvecisi, Panora-365 alış veriş merkezleri, onun dışında işte kreşte evde......
# İçimdeki kadınlar ( işte en kazık soru)
Bir bakıyorum en küçük şeyle bile mutlu olabilirim yanağıma kondurulan bir öpücük ya da yalandan ufacık birşey...
Çok zor beğenirim her konuda mükemmelliyetçilik değil ama içime sinmeli bir yeri eksik kaldı mı bitti ağızla kuş tutulsa önüme serilse kıymeti yok...
Haksızlığa asla tahammülüm yok en kalabalık kortamda bile birine yapılan haksızlığa mutlaka müdahale edeceğim öyle cins bir huyum var...
İnanç en büyük frenim... Yaradandan korkuma kimseyi incitemem, kimseye kötü düşünemem sanki ben kötü düşününce onun başına değil düşündüğüm kendi başıma gelecekmiş diye korkarım...
Çok kırılganım aslında çok hırt görünsem de davransam da içimde kristalden bir bölüm var çıt çıt seslerini duyarım inceden bazen... Bir de çok alınganım ya ne fena ama bütün bunları içimde yaşar dışardakilere kızılcık şerbeti içiyorum da derim hiç utanmam...
Çok anne kuzusuyum sözünden asla çıkmam ufacık birşey almaya hala annemle giderim hala her işte fikrini alırım hem anneci hem babacı hem de kardeşime ölürüm... En büyük savaşım hayırlı evlat olma savaşı...
Arkadaşlarım için dünyayı durdururum ölümüne, ne gerekiyorsa, kimseyi yakmam ki çok yandım hep darbe yesem de hep affettim...
Gülmeyi dalgayı eğlenmeyi çok severim tabi keyif yerindeyse yoksa sallar suratımı otururum...
Çok kötü bir huy herkese herşeyimi anlatırım sonra seneler boyu hep başıma dert olmuştur bu açıklığım...
Saflık derecesinde insanlara güvenirim herkes iyi benim gözümde, burnum hiç koku almaz hep kazık yerim olsun yine olsa yine yaparım kazık atan utansın...
Kötü tarafım çok gaza getiririm kendimi, kafamda senaryo yazar yazar olayları büyütür büyütür enginlere sığmam taşarım...
Çok ağır konuşurum en sonda söyleyeceğimi en başta söyler her söylediğim de demir gibi keser karşımdakini beter ederim ayarım yok... Bir de bir miktar ağzım bozuk o da fena tabi...
Bir de hiç yalan söylemem hep düstur edinmişimdir Allahtan başka kimseden korkum yok yalana ne hacet?
Beklentisiz yaşamayı öğrendim bir de çok işime yaradı psikopat gibi dolanmaktan kurtuldum...
Ohhhh bu ödevde bitti...

Ödev 1-) İçimden Geldiği Gibi...

O kadar uzun zaman oldu ki ama benim aklımdan çıkmadı sanki ödeyeceğim borcum sayıp tuttum aklımda ama artık yeter söz de verdim hazır zamanım da varken...

Evinizin En Beğendiğiniz Yeri?
Cevabım şudur; evimin beğeneceğim beğendiğim herhangi bir yeri yoktur yalandan en kuru köşeyi bile aydınlatan Rengin hangi yanda durursa o yanı beğenirim :)

2 Aralık 2009 Çarşamba

Hani Bir Kızımız Var Demiştim Ya...








Tekerlekli sandalyesi gecekondularının önünden çalınan hatta burada yazmıştım el vermek ister misiniz diye...
Duyarlı davranışlarınızdan dolayı çok teşekkürler sonunda Senem' in hem de akülü arabası oldu...

Bu da Benim Fuyçır Tensim Belki...

Bu tensli filmlerden hiç hazetmezdim kendi kendime de korkardım hepsi bir gün gerçekten gelecek başımıza diye...
Neden yanılmadıysam birer birer çıkıyor, çıkacak gibi yoksa benim paranoyam mı bilemiyorum...
Az önce çok lazımmış her işim bitmiş de bir o kalmış gibi feysbukdaki ayıptır söylemesi 33. seviyedeki tarlamda eşelenirken, lavantaları çitleri satmak suretiyle yerlerine koyarken, şu kafamın içinde bir o yana bir bu yana sallanan beyin kıvrımlarımın içinde bir ses dedi ki (ekolu ses)
" Fundaaaaaa Fundaaaaaa gün gelecek sen o lavantaları tarlanda koyacak yer ararken bir bakmışsın kokuları daaaaaaa burnunda bitecek"
Olur mu olur ben inanmaya başladım bile...
Bu arada dizaynını bir türlü oturtamadığım ama kalabalıklığını sevdiğim biricik tarlam...

1 Aralık 2009 Salı

Ne Çatlak Bir Kızım Var Tövbe Poz Vermeyi Sevmeyen...



Ben de istemez miyim kare kare pozumuz olsun, ailecek, anne-kız, baba-kız gerçi babasıyla poz veriyor ama gel gelelim ne tek başına, ne benimle sinir oluyorum, ömrüm onun peşinden gizlice fotoğrafını çekmek için koşturmakla geçecek bu gidişle...

Bu arada hastalığımla birlikte yaşamaya devam ederken dün bir telefon aldım...

SUKUT İKRARDANDIR

Derken bıyık altından da güler geçerim...

29 Kasım 2009 Pazar

38,5 ateş... Antalya... Bayram... Et...

Antalya'nın 23 derecesine inat iki hırka bir mont oturan ben dişlerimin takırtısını durdurdum nihayet...
Bugünse doktora giderek ne hayrettir antibiyotiksiz atlatılabilecek bir durum olduğunu öğrenip bir benical bir boğaz spreyi bir parol fortla önce yattım şimdi üzerimden kamyon geçmişcesine sersem sepelek dolanıyorum...
Antalya' ya bizim bey evinde etlerle dolu bir bayram geçirirken yarınki dönüş yolundaki gerginliği şimdiden yaşarken herkese iyi bayramlar diler huzurlardan çekilirim hastayım bulaşmasın...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Pardon Ben Maç Yerine Denizi Seçtim...

Benim memleketimde deniz yok ...
Önce maçı seyretme fikri cazip geldi tabi, coşarız tezahürat yaparız dedim ama bir yanım dedi ki kalk hava güzel tıkılma, deniz kokla hafta sonu insan cıvıltısı, doğa güzelliği renk cümbüşü gez dolaş...
Cidden o kadar sıkıntılı geçen 18 Eylül ve sonrası ağır travmalar, yaşanılanlar derken, o denizi görmek, üzerinden gelen esintisini koklamak nasıl bir güzelliktir inanılası değil...
Şükredecek o kadar çok şey var ki; görüyorum o güzellikleri, içime çekebiliyorum o havanın rüzgarın tadını, yürüyorum koşuyorum...
Şöyle bir bakıyorum hayatın olanca yalandanlığına inat, hala hayat hırsına sahip olanlara, gülüyorum gülmekten öte üzülüyorum zavallı onlar çünkü...
Ömre bedel o koku, o görüntü, dünyalar benim olsa kaç yazar o anı yaşadım ya...
En şahane yerdeyim işte, sağlık oldu, üzerine şahane hafta sonu...
Tünelin sonu güneşmiş, aydınlıkmış, ne senaryolar yaşandı kafada ama kalp hep dedi ki iyi olumlu hayırlısı derken derken nihayete erdik...
Diliyorum can-ı gönülden her dertli her sıkıntılı ve her hasta müjdelerle nihayete ersin...
İzmir hakikaten yaşanılacak yer valla koca kazık oldum, hala ana kuzusuyum itiraf ediyorum onu babamı kardeşimi bırakıp bir yerlere gidemiyorum dizinin dibindeyim hala, böyle de zayıf o yanım...
Ama onlar da gelsin bir dakika durursam...
Aman bizim Bey duymasın da bu kısım bir miktar kızdırabilir ana kuzusu hadisesi :)
Bizim Bey İzmir sınırları içine girince bir sevgi kelebeği oldu hafta sonu ömürlü...
Bir güleç bir sevecenlik aman Allahım neredeyse herkesi kucaklayacak o kadar özlemiş ...
Nasıl yayalara yol veriş öyle keza arabalara neredeyse sırtlayıp taşıyacak...
Kolay mı ne günleri geçmiş ailesi rahmetli babacığı hayatının büyük bölümü...
Sevilmeyecek şehir değil tabi ki doğruya doğru...
Ankara' ya girdiğimizde deniz aradı gözüm desem yalan olmaz...
Bizi misafir eden dünya tatlısı şeker insanlar bizim Bey' in üniversiteden sınıf arkadaşı ve eşi...
Hatta sağolsun eşi rehberim oldu, sıkılmadan sokak sokak anlattı her yeri gezdirdi...
Rengin' de babasına havale olunca koca bir cumartesi iki kadın ve İzmir...
Kahveci Ömer (ağası var mıydı hatırlamıyorum) Alsancak' ı Kordon'u bir sürü yeri...


Bizim Bey in referansıyla sabah kendimizi attığımız kahvaltı, Güzelbahçe' de...
Eski Çeşme yolu çok severim ayrıca o yolu...

Çamlık Sokakta bir şirin cafe, dekorasyonu ilginç, yemekleri şahane dilek tutulacak çaputlar bile var kapıda, ortadaki açık renkli çaput da benimki...


Kahvaltı sonrası yerini hatırlamadığım İzmirspor tesislerine götürdü antrenman yaptığı yerler görünce de içi bir hoş oldu tabi...
Kolay mı 13 koca yıl...
İlk IKEA tanışıklığım, yemek faslına katılamadım dişimin yemek yememe müsade saati gelmediğinden...

Nasıl cıvıl cıvıldı heryer, yaşayan kent...

İki Saçaklı...

21 Kasım 2009 Cumartesi

İzmir Butik GYM...



























Bu adı ben koydum onlar "VIP hizmeti veriyoruz diyorlar..
Plates, hamile pilatesi, salon dansları, anne-çocuk ve çocuk cimnastiği, oryantal masaj ve daha bir çok hizmet...
Yedişer kişilik gruplar sekizinciyi almıyorlar yeni grup kuruyorlar...
Sıkış sıkış olmasın ferah spor yapılsın diyorlar...
Diyenler kim iki tane dünya tatlısı kadın...
İdealist, işine dört elel sarılan hep en iyisi olsun diye çırpınan ve kimsenin aklına gelmeyen incelikleri düşünen iki dünya tatlısı...
Herşeyler özenle hazırlanmış spor bitişi olur da deodorantınızı unutursunuz ihtimaline karşı sizin için hazırlayıp koymuşlar keza aseton kadınsal eksiklerinizi bile düşünmüşler...
Ev gibi sıcacık samimi...
Ayrıca da Alsancak' ın göbeğinde Kumrucu sabri' nin hemen üzerinde...
Hem gidin bir kahvelerini için hem de spora başlamak için yerinizi ayırtın...
Selamımı söylemeyi de unutmayın...
Adres: 1378 Sokak No:26 Koruluk Apt. B Blok K:2 D:5
Alsancak (Libas Sokağı) Kumrucu Sabri Üstü
Tel : 465 08 55