15 Şubat 2010 Pazartesi

Kronik...

En illet olduğum söz ama hayatımın her safhasının tek açıklayıcısı...
Bitmeyen eksilmeyen yorgunluğuyla,
Mutlu/mutsuz arası gidip gelinmelerle,
Hastalık/sağlık arası dalgalanmalarla
Kronik işte kemikleşmiş değişmeyen...
Aman hayat da kronik değil mi eş anlamlısı gibi...
Yine şükür bugüne beter şeyler yazmamaktan yaşamamaktan iyi bugüne şükür...
Antibiyotiğimizin bir başka değişle "oluşum" umuzun tedavisinin bitmesine üç gün kala...
Meşhur mahkememin başlamasına iki gün kala...
Kala kronik işte...
Kızın kreşindeki birçok çocuğun çiçekli olmasının haber verilmemesi ve buna mukabil kulağımın telefonda olması...
Ya da babamın ağrısı var mı yok mu haberinin gelmesini annemin aradığında çalan o Dean Martin melodisinin artık korku-endişe karışımı duygunun hasıl olması...
Bakalım çarşamba duruşmasının sonucunun ne münasebet çıkacağının merakı, korkusu değil sadece merakı o kadar da delikanlıyım herşeyin arkasında dururum ne halt yersem yiyeyim...
Ama ama ama bugüne şükür ohhh yine de güzelsin kroniksen de...
Sen behey Hayat!

11 Şubat 2010 Perşembe

Un Kurabiyesinden Hayat...

Dişlerimi bastığım anda ağızda dağılıveren un kurabiyesi de hayatın kendisi gibi...
Sen ne kadar sert ıssırsan o kadar dağılgan...
Bir anda o güzellik bozuluyor hatta, parmaklarının arasında tutuşunu sertleştirsen...
Bir bakmışsın avuçlarına saçılmış bu kez de...
Bu sefer daha bir metanetliyim, sakinim üzerine ferahım...
Nedenini bilmeden...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Aman Koca Kadın...




Çok kızar annem bize, kocaman kadın ne kutlayacağım doğum günümü diye...
Şimdi ben de öyle mi diyeyim koca kadın ne kutlamasıymış...
Bir de burada dökülmüş zaten, kardeşin ağzından ablası...

7 Şubat 2010 Pazar

Kısa Aşkın Ara Notu...

Kıcasık ama çok sıcak küçücükkenki aşk hikayesi...
Nasıl başladığı, nasıl geliştiği ve nasıl sonlandığı belirsiz ucu açık bir kalp esintisi...
Arasında eve gelindiğinde aynaya asılı küçücük bir ayıcık kenarına iliştirilmiş kısa ama özlü notu...
"Başıma gelen en güzel şey...
Seni Seviyorum"...
Fotoğraf: http://1x.com/
Yazı, çok sevdiğim arkadaşım Zülal' den...
Teşekkür ederim...

6 Şubat 2010 Cumartesi

Bir Önceki Yazının Arka Yüzü...

Çocukluğumda da, reklamlarda orada burada benimle ilgili olsun olmasın istediğim bir kişilik olduğum için, büyüyünce de bünyeye sirayet etmesinden mütevellid, ne görürsem istiyorum, gücümün yettiğini almaya, yetmediğine de aklım kalmasıyla, kedinin ciğere bakması gibi bakakalıyorum...
Epeydir ekmek makinası hadisesine sıcacık uzaktan bakıyordum bir de kötü huyum maymun iştahlılığım, aldım baktım, iki oynadım denedim tamamdır...
Kendi kendime muhakemesini yapıyorum, alıp kenara koymayayım yazık yine laf işiteceğim diye ki anneme Bey' e töbe bahsetmiyorum biliyorum diyeceklerini...
Neyse internetten geldi siparişim epey oldu marka model fiyat araştırmasından sonra...
Aman ben bir heves yaptım yaptım, makina da benim malzemeleri koysan içine beni çıkartacak o derece, bir sürü alamet-i farikası var...
Temizliği, içine koyduğun malzemelerin güvenilirliği gibi birçok faydasını gürdüğümüz sevgili makinamız bizim pimpirikli Bey' in "ben bu ekmeğin kalmışını sevmiyorum" veya diyelim çeşitli unlardan olunca "bu ne biçim ekmek aman fırından alsak ya yemem ben bunu" şeklindeki nadide çıkarımlarını Rengin' in yanında da sarf edince bizimki de doğal olarak önüne yapıp getirdiğim her ekmeğe burun kıvırdı...
Sadece ekmek makinasında sandviç ekmeği ve beyaz ekmek ki o da ilk yapıldığı anda tüketiliyor, zaten ben de Etimek' ten başka birşey yememeğe gayret ediyorum malum kilo derdi...
Bir de en güzel faydası, yapıyorum cevizli kepekli ekmek ya da bir sürü değişik ekmek, sarıyorum sarmalıyorum hediye paketi, gittiğim arkadaşlarıma götürüyorum bundan daha güzeli var mı?
İşte dünkü gibi kendi keyfim için yaptığım vazifesi kaldı bir de makinanın bana...
İşte böyle alırsın özene bözene yaparsın getirirsin orta yere sonra burun kıvırmalar :)
"Kimi bulamaz kimi bilemez" tam bu yazının sonuna uygun cümle olur böyle...

5 Şubat 2010 Cuma

4 Şubat 2010 Perşembe

Karda Kışta...
















Haftalardır gösteriyi bekliyoruz şans bu ya, kar yağacağı hem de on dakikalık yağmada koskocaaaaa Başkent' in felç olacağı yere yağınca, kızı bile almaya giderkenki atlattığım kayma sonrası kazaların biri bin iken, korkup da kreşe bırakıp arabayı kızı da kaptığım gibi taksiyle geldik evimize, yaptık hazırlıklarımızı bindik otobüse...
En fazla 20 dakika sürecek yolun bir buçuk saat sürmesine rağmen yetişip nail olabildik emelimize...
Bu Ankara seyircisinin hareteksizliği beni öldürecek, yahu sen eğlenmeye gelmedin mi ne var adamlar alkış istiorlar ne gereği var kendini ağırdan satmanın...
Hayır hafif meşrep olmuyorsun ya da sen beyefendi başka birşey demeyecekler sana alkışla naralar at hatta...
Karşında tamam çok da süper olmasa bile çoşturmaya çalışan oraya emek verildiği belli bir ürün var...
Sen öyle meclis koltuğunda oturur edasını takınır, gerim gerim gerinirsen, çocuk da izlediğinin matah birşey olmadığını daha da önemlisi seni rol model gördüğünden haaa annem babam eğlenmedi demek ki eğlenceli değil demez mi..?
Biz de protokolde oturmanın ağırlığına tamamen zıt, deli gibi çoştuk Bey' le, bizi gören Rengin' de baktı ki anne baba çığırından çıkmış demek böyleymiş usül diyerek çoştu o da...
Çok süper bir gösteri diyemeyeceğim ama yine de özellikle All Star dansçılarıyla devleşen bir gösteriydi, o nasıl dans, o nasıl dansçılar, gözlerimizi alamadık bizimkiler hala bildiğin kalas, yok bizim kas yapısından mıdır nedir yerli gençlikte o enerji yok hala okul müsameresi kıvamında danslar ve dansçılar yeni yeni işte biraz ki o da dünküleri gördükten sonra ıh ıh...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Okuldan Mezun Olmuşum...

O zaman Sıhhıye köprüsü altında dükkan var kuruyemişçi...
Tam mezun olduğum sene öğretmen yeterlilik sınavı buyur etmiş ülkeme...
En son matemetiği lisede görmüşüm keza coğrafyayı tarihi de unuttuk haliyle...
Büyük sınavlarda da başarılı bir tip değilim ben, dükkanda çalışıyorum sabah ortak açıyor, sonra ben geliyorum tartıyorum, ailede leblebici adım, çalışan çocuklar var ben de kasadayım tartıyorum filan...
Tartımda da öyle usta olmuşum, şu kadarlık çekirdek diyorlar tak o kadarlık, çok matahmış gibi terazi gibisiniz lafları duyup aferini alıyorum herkesten...
O zamanlar kriz yok insanların alım gücü yüksek alıyorlar veriyorlar hatta kendime gün ortamı oluşturmuşum bile mesai çıkışlarında kadınlar toplaşıyorlar muhabbet ediyoruz, önceleri beni sadece tezgahtar sanan ama sonradan öğrenenlerin gözlerinde ayrı bir takdir ışıltısı, yaşayıp giderken yaz zamanı geldi nasıl sıcak dolapta soğuk su yetiştiremiyoruz...
Evden yazmışım bilgisayardan "Su 150" diye büyük puntolarla yapıştırmışım her yana ama yine de "Su kaç lira" sözlerine sabırla cevap verirken sıkılmadan...
Akşam üzeri dükkan boş, bir gençten delikanlı girdi, sakin sakin sordu "Su kaç lira acaba" dedi dolabın karşısında hatta o koca yazının karşısında...
"Bakar mısınız ne yazıyor orada?" dedim...
Bir miktar sesim gergin ki babam duysa müşteriye öyle davrandığımı paralar beni Allahtan o yok, olsa diyemezdim :)
Genç ezildi "afedersiniz" dedi ben de sonra üzüldüm pardon dedim akşama kadar o kadar çok soruluyor ki kusura bakmayın" dedim gönderdim suyuyla onu...
Ben tabi unuttum, ertesi gün gelmiş bu genç aynı saatlerde yine sordu "su kaç lira?" diye ben de gayet sakin "150 lira" dedim...
"Aaa" dedi, "sakinleşmişsiniz, dün azarlamıştınız beni..."

1 Şubat 2010 Pazartesi

Şerefine Kedertlerim...

Yıllarca bu şarkının burasını böyle anladım durdum...
Hoş doğrusunu söyle desen o da çıkmaz ya...
Bugünün şerefine sırf mutluluk hormonum yükselir mi şeklindeki bir dolu malzemenin bir araya gelmesinden oluşan mamülü yedim fakat çok pardon istifra ettim edeceğim midem kaldırmıyor...


Senin şerefine gelsin doymak bilmeyen kirayı haşırt diye 100 lira birden arttıran, bizim zor durumumuzdan istifade eden, sayın sevgili artık neyse ev sahibesi...


Bu arada sevgili kızım kuzum biriciğim en sonunda Ayetel Kürsiyi ezberledin, kuşlar gibi şakıyorsun ee bunun da bir ödülü olmalı dedik önümüze gelenden hediyemizi istedik...
Şimdilik bizimki ve anneanne-dede den aldık diğer siparişler yolda...
Rengin' in altıncı dua/sureyi de öğrenme şerefine gelsin...



Bu nasıl bir sancıdır bu kadar çikolata yüklenir mi 20 gr. yazarken 100gr konur mu?

30 Ocak 2010 Cumartesi

Her Funda' nın Bir Fulya' sı...

Kadir gecesiymiş o akşam, yaşım altı, pek hatırlamıyorum sancılanmış annem doğru Zübeyde Hanım Doğumevine...
O zamanki başhekim büyük amca ailenin bütün üremeleri orada sonuçlanıyor haliyle en torpillisinden...
Ben babaannemdeyim bekliyorum, ne olsun kardeşinin adı dediler...
Zamanın Fulya Bebe' si vardı oradan alırdı annem kıyafetlerimi oyuncaklarımı, çok severdim de orayı, ismin benim ismime uygunluğu değil benimki, mağazanın adının kardeşimde yaşaması demek ki bende aslolan...
Fulya olsun dedim...
Kırmadılar sağolsunlar böylelikle sonradan öğrendim ki her Funda nın bir Fulya' sı...
Her Fulya' nın da bir Funda' sı var...
İyi ki doğdun güzel kardeşim kendin gibi güzel olsun, bahtın da şansın da...
Bizlerle olsun ama hep görelim güzelliklerini sağlıkla mutlulukla...
Rengin' in biricik Teyyyyyyyyzeeee' si :)


29 Ocak 2010 Cuma

Hep Aynı Mevzu...

Benim de başıma geldi, blog yazılarının dışardan görüntüsü ki genelde ben kızarım tabi naçizane kendi kendime, ay bu ne bohem yaşantı oh mis maşallah diye...
Dert yok, kasavet yok ama her çatının altı bilinir mi bilinmez tabi, ne yaşanılır o kapı ardında...
Dün konuştuğum bir blogger arkadaşım dedi ki, dışardan bakan senin ne süper hayatın var der diye...
Ay dedim hem de bana, o kadar şafak saymalar, sonrasında saçma sapan davalar sonra bir sürü başka birşey...
Olmaz mı ev dertsiz sıkıntısız olur mu, tuzsuz bibersiz...
Lakin en güzelini aradan çıkarıp yaşamak, en güzeli en uygunu...
Yoksa insan ne demeye yaşasın, "anam derdim var ölem ben" desin çekilsin kabuğuna...
Olacak iş mi şükür anahtarı her kapıyı açan, hep hayır düşünmek de açılan kapının ardında solunan hava gibi, sonrasında zaten gördüğün gibi heryer bakmasını bilirsen...
Ben biliyorum, bilmeme şükrediyorum en başta...
Evrene geçende ne attım, 3 Şubat'ta basketbol gösterisi gelecek Ankara' ya dibimize, dedim buna Rengin kuşunu götürmek isterim ee sporun dibindeyiz yapsak şeklinde derken derken gidiş yolu açıldı şimdi Rengin nasıl sevinecek her reklamını gördüğünde hoplayıp zıplıyordu...
Sonra şehrimin yolları açıldı ama her yer beyaz yine de, en saf renk, en güzel renk, ne kadar siyahı sevsem de en çok, görmekten en mesut olduğum rengi seyrediyorum dışarda hafta sonu tatiline başlarken elimde çayım elimi ısıtırken...

27 Ocak 2010 Çarşamba

Aklımın Almadığı...

Aklımın firar ettiği, mantığımın kabul etmek zorunda kaldığı, mecburen boynumu büken hayat gerçeklerini küçükten beri sorguladım cevap bulamadan...
Ortaokulda iki kızdık, Zülal' i gören Funda yok mu, beni gören Zülal yok mu diyecek kadar birlikte...
O zamanlardaki takıntım, nereden duyduysam öldükten sonra öte tarafta anamızı babamızı kimseleri tanımayacağız....
Bu nasıl kelam? Ortaokul çocuğu, hele ki benim gibi bir yanı her daim çocuk olana denecek laf mı ki, hele hele ailesi için geberecek bana...
Ne ağlardım Zülal' in yanında, o kadar da dalga geçerdi ki namızsız...
"Zülaaaal kimse kimseyi tanımayacakmış ben annemi babamı tanımayacaksam sen de yoksun ne yapacağğım ben :("
Uzun aylar bu yüzden ağladığımı hatırlarım ki sık sık da tekrarlar Zülal hala o günleri gülerek...
O konu hala kafamda muamma ayrıca da...
Sonra bir diğer akıl erdiremediğim ama uymak zorundasın anasını satayım dediğim, bir mevzu daha var ki o da doğa kanunu diye adlandırılıyor;
Evin genci evlenme çağına geliyor, kuş evden uçuyor sonra ana evi ona misafirliğe gittiği herhangi bir evmiş gibi geliyor...
Haydaaaaaa ee sen o evin bebesiydin, neden o his sarıyor bedeni ruhu?
Tamam insanın evi gibi yok ama birden öncelikler değişiyor, ana baba kardeş flu geride, öndeki net görüntüde kocan/karın çocukların sen...
29 yaşında evlendim bir vesaitlik yere taşındım dört ay salya sümük ağladım, adam bayıldı tabi duruma, düşünülünce koca kazık debeleniyor...
Ağladığım ya da üzüldüğüm buydu işte, benim dediğim evimden ayrılıp işte haydi şimdi burada evcilik oynayacağın yer alış denilen bir yere terfi etmek dert...
Sonra alışıyor mu tabi ki bukalemun gibi her yere ayrı kabuk rengi, ayrı sorumluluk cübbesini geçiriyor insan bir çırpıda üzerine...
Sonraki hayat gailesi kayınvalide, görümce, damat, annem, babam, senin taraf, benim taraf, çocuk bir sürü akıl ermez teferruata takıl yürüt hayatı...
Sonra senin evladında aynı şeyi yaşa...
Karar verdim normal değilim ya da kim normal, neye göre bu normallik?
Yaş kaça gelirse gelsin tek çıkarımım şu yalandan hayatta "yalnızsın"...
Bir alay insan da olsa yine de, yalnızlık yakandaki takılı iğnenin adı...
Benim isyanım, azgın nehirdeki(hayat oluyor azgın nehir), kırık salın üzerinde, sonundaki çağlayandan düşeceksin işte, boşa yorulma herkes atlayacak oradan diyen "iç" in kötü kahkaha sesine...

26 Ocak 2010 Salı

Yavrunun Dişleri Sallanırsa...

Evet alttaki iki diş var ya, işte onlar sallananlar...
Kimbilir ne zamandan beridir yerlerinde duramıyorlar...
21 Ocak hastanede muayene için sıra beklerken arkadaşının dişlerini anlatıyordum ki sana tam bak buradaki dişleriymiş derken amanın Rengiiiiiiiin seninkiler de sallanıyor anneciğim dedim...
Neyse ben bir duygu fırtınasına kapıl, kendi kendime bir hislen...
Neymiş dişin sallanıyormuş...
Olmaz ki, demek evlensen yerlerden kazıyacaklar beni...
O sebeptendir ki hala göbek bağın bende vermem kimselere...

25 Ocak 2010 Pazartesi

Kreşten Masal...

Jean de La Fonteine masalı misali bugün Rengin anlattı, kreşteki masalını uyurken bu kez kendisi bana...
Olgun bir koyun varmış zamanın birinde, kendinden emin çiftlikteki diğer hayvanlara ağabeylik yapar, sözü sohbeti dinlenirmiş...
Fakat ne olduysa birgün çiftliğin dışında otlamaya çıkmışlar çoban eşliğinde, sonra bizimki bir kelebeğin peşine takılmış gitmiş gitmiş derken sürüden ayrılmış, ormana doğru yol alırken birden ağaçların dallarının birbirine dolanmasından gökyüzü kapanmış bir yere gelmiş...
Şaşkın ve bir o kadar da korku ile etrafını seyrederken ve nasıl çıkacağına dair kafasında planlar yaparken, tam adımını atmış ki bir çukur, olduğu yere yığılmış o an...
Canı acımış haliyle fakat hemen kalkmış bakmış kendine, ayağı acıyor ama topallayarak da olsa yürüyebilir...
Ağır aksak ilerlerken, arkadan gelen bir tısssss sesiyle irkilmiş...
Sesin geldiği yöne bakmış ki bir sevimsiz yılan...
Tıslaya tıslaya sürünüyor kendisine doğru...
Koyun şöyle bir bakmış mağrur, öyle ya karşısındaki sürüngen, ne kadar tehlikeli olursa olsun neticede sürüngen işte...
Yılan da kendini akıllı bellemiş, cinim ben, zekiyimm edalarında üstelik ev sahibi de ormanda...
Şöyle etrafında kıvrılmış kuzunun etrafında, sonra;
"Ne ararsın böyle sakat hasta halinle buralarda seni sokayım da gör gününü"
demiş...
Kuzu şöyle bir göz süzmüş bakmış yılana;
"bre sürüngen sen beni görürsün sakatsın öleceksin dersin ama dön bakalım arkana bir bak gelene, hele ikiye bölünmüş başı nerede, kuyruğu nerede, sen önce onları toparla bakalım, benimle uğraşacağına"
deyince yılan önce inanmamış kandırıyor sanmış, kuzunun kendisini...
Merak da var içinde bir bakayım çaktırmadan deyip, arkasına bir dönmüş ki, ailesinin içinde bir diğer yılan ikiye bölünmüş yerde kıvranmakta...
Çok korkuş gözü ne kuzuyu görmüş ne başka birşeyi...
Hemen koşmuş, kendi derdine dalmış...
Bu masal da böyle bitmiş...
Kuzu mu bulmuş çıkışı, gitmiş evine...
Yılan?
Ondan haber alınamamış hiç...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Ne Büyük Keyiftir...

Keyiflerin en güzeli insanın kızıyla ya da oğluyla gezmesi... Ben tam bir kız evlat delisi olduğumdan Allah da gönlüme göre vermiş kardeş kardeş geziyoruz...

Büyüdükçe daha bir tatlanıyor vaziyet...



Sevgililer gibi filmi el ele izlemeler...

Bizimki filmdeki arada bütün çocukları bize katılır mısın diye hoplatıp ikinci yarı hepsini yerlerine oturtana kadar göbeğimiz çatladı...


Her kurbağanın da prense dönüşme garantisi yok tabi...
Bir de bu alışveriş merkezlerini kış mevsimi gezmekten hiç mi hiç haz almıyorum yürüyen portmanto gibi oluyorum kendi mantomu /montumu çıkaramadığım gibi, kızın Bey' in ıvırını zıvırını taşı derken, bir de üzerine sıcak ekleninde çekilmez bir hal alıyor, eşyaları arabaya koy da olmuyor, eskiden kapalı garaja kondu mu bir derece ama şimdi dışarıya konuyor mecbur...
Bir de büyüklerin bir lafı vardır benim gibi buldumcuk anneye söylenir ki anneannem söylerdi sık sık, "demek Rengin olmasa cami avlusuna oturacakmışsın" diye...
Ben de bu Ankara sakinlerinin alışveriş merkezlerinin olmaması halinde ya da eskiden ne meşguliyet bulduklarını hafta sonlarını, çok merak ediyorum, hayır hatırlamıyorum da işin enteresanı...
Bir de bazısı alışveriş merkezi demiyor ismiyle söyleniyor ona kabulüm ama bir de direk AVM diye söyleyenine şahit oldum ki, bütün tüylerim diken diken olup, hızla yanından uzaklaşmışımdır...
Ne demektir AVM?

22 Ocak 2010 Cuma

Sarımsağı Seven Kadının Eylem Planı...

Sarımsağı seven kadının kocası sarımsağı sevmezse...
Kadın da, adam her evden çıkışta her seyahate gittiğinde sevinçten deliye döner, neden, bol sarımsaklı yiyecekler yiyecektir de ondan...
Çünkü kocası evdeyken rahatsızlık vermemek için hasrettir o mis kokuluya...
Öğlenden alır nevalesini, akşam da dinlemez saat kaç, kalorisi kaç, kilo nedir ne değildir...
Önemli olan yemesidir ne olursa olsun midesine göndermesidir...
Şimdi mesut mutlu oturur amacına ulaşmıştır artık...

21 Ocak 2010 Perşembe

Başlık Toptan "Bugün"...


Her zaman en kral park yerini bulurum göndermem hep işe yarar, hal böyle olunca yine bir yer bulup konuşlandıktan sonra, bir de baktım ki sen gitmişsin Yavru Ceylan...



Daha otuz beş dakika var randevuya, sen uyu bari, ben de takılayım öyle...



Şimdi ben o ayağını alsam kemerini çıkarsam filan, o sefil uykunun tadını kaçıracağım, iyisi mi seni hiç kıpraştırmamak...


Korkma annem sadece jel sürüp kalbini gösterecekler sana...


Güm güm sesler ne kadar ilginç değil mi...


Gerçi aslı ilginç olanı, doktorun sana "ekranda ne görüyorsun Rengin" sorusuna "çizgiler" diyerek cevap vermen...

Yık literatürü yık kuzu :)




Neyse sonunda kendine geldin, hah şöyle rahat bırak kendini...


Zaten masum üfürümmüş kalbindeki, zararsız çok sağlıklıymış minnacık yüreğin...


Birşey olmaz annem, bende de var, anneannende de zaten...



Her kreş çıkışı ya da biryerden dönüşte telefonda hep aynı soru,

"Anneanne müsayet misin?"

Neyse müsayetmiş...

Ama sende de ne enerji maşallah annem, hala dur durak bilmiyorsun...




Başka şeylerle ilgilenmezsek de olmaz, ana kız takılalım öyle...

Bitti gün sonunda şimdi uyu kuzum...

Ha bu arada annecim Fatmacım; sen hala "süzgün bu çocuk her gördüğümde" de bak 25 kg olmuş...

Boyu da 124 cm...

Rengin dur annem ayını da yazayım tam arşivlik olsun, sonra bu yazı sana gitsin...

5 yaş (22 Eylül 2004) 4 ay...
Buuuu?
Bu tamamen duygusal, muz kirlenmiş pislenmiş onu temizledim...
Gecenin bir vakti olması önemli değil feda ettim artık kurtardım onu ve arkadaşlarını...
Vicdanım rahat...