1 Ağustos 2010 Pazar
28 Temmuz 2010 Çarşamba
Tehdit mi Asla İşim Olmaz Durum Değerlendirmesi Tamamen...
27 Temmuz 2010 Salı
Balkabağından Araba...
26 Temmuz 2010 Pazartesi
ve Baba ve Sigara...
25 Temmuz 2010 Pazar
Hani Oruçtan Çıkarsın...
22 Temmuz 2010 Perşembe
Dar Koridorun Kısa Koşturması...
Babamın kuruyemiş dükkanında çekirdek satarken yan dükkanda bir arkadaş, ara ara uğrardı çok da matraktı kulakları çınlasın...
Elinde çekirdek "Funda o kadar işim var ki bak görüyorsun başımı kaşıyacak vaktim yok" diye...
Şimdi ben de değil başımı kaşıyacak, şöyle iki lokma oturacak vakti bulamazken hazır iki çiziktirmek için haydi dinleneyim bahanesine oturduğum bu yerde eyliyorum kendimi...
Nereden Bileyim ki...
21 Temmuz 2010 Çarşamba
Anahtarım Gülümsemen...
16 Temmuz 2010 Cuma
İçine Kırk Yaşında Kadın Kaçmış Çocuk...
Kayıt sabahın 07:30 unda yapıldı Berra' yla konuşan bet ses de bendenizin...
14 Temmuz 2010 Çarşamba
"13.7.2010"
Mektubumuz Var...
Gecenin sıcak vaktinde elime kumandayı geçirme özgürlüğünde bulunduğum nadir vakti değerlendirip pıt pıt oradan orada zıplarken, bir baktım bir adamcağız oturur koskoca bir zarfın önünde...
Sunucu sabah dedektiflerinden biri, kayıplarda, cinayetlerde kimi zaman gazeplenip tarafları azarlayan, kimisinde ağlayan yurdumun öbür yüzünün sunucusu...
13 Temmuz 2010 Salı
Elbette...
Elbette bilinir ki her ağlamanın sonu gülme, her gecenin sabahı aydınlık...
(I. gün...)
30 Haziran 2010 Çarşamba
25 Haziran 2010 Cuma
23 Haziran 2010 Çarşamba
İçimdeki Picasso...
21 Haziran 2010 Pazartesi
20 Haziran 2010 Pazar
18 Haziran 2010 Cuma
İki keçi hani köprüden sen geçtin ben geçtim davasındaki iki keçi...
O öyle değilmiş mevzu, meğer devamı varmış, ikisi birden düşmüşler de ırmağa köprüyü yıkıp sonra ah neyledik biz bak gördün mü kardeş inadımızın sonu ıslanmak donumuza kadar deyip çıkmışlar sudan...
Artık teşbihin affediciliği burda; kolkola girmiş devam etmişler yollarına, nasıl uyumlu nasıl ırmaktaki olaydan ders alıp güzel güzel gidiyorlar, birbirlerine yol verirken aman canım cananım sen geç, yok mirim asıl sen geç yoksa töbe billah kendimi affetmem kabalığımdan diyerek, incelikten kırılarak göz süzerek incir dizerek derken derken uzaklardan bir pırıltı gözlerini kamaştırmış...
Durmuş bakmışlar, gözlerini oğuşturmuşlar...
Bak hele demiş biri ne ola bu parıldayan, demeye kalmamış adımlarını uzaktaki parıltıya doğru sıklaştırmış...
Diğeri durur mu, o da ondan daha da atik davranmış kafa kafaya bir yandan da aralarındaki sulhu bozmadan, yandan yandan bakınarak birbirlerine, parıltının hemen dibindeki ırmağın kıyısına varmışlar...
Irmağı geçecekler parıltıya kavuşacaklar fakat ne çare ki ırmağı geçmek için ortadaki kayanın üzerine basıp geçecekler...
Keçi ya bunlar her ne kadar sulh etseler de her ikisi de gözlerini kısıp yandan birer bakış fırlatıp adımını atmışlar ki her ikisi de aynı anda bir sendelemiş önce, kendilerine gelmişler...
Önemli mevzu şimdi başlamış, kim taşa önce basacak o demiş ben basacağım ben geçeceğim önce karşı kıyıya, öbürü demiş hayır ben...
Sen ben, hayır ben, yok sen derken uyanık olanı atmış ayağını suya, değdirmiş taşa ama yosun tutmuş taşın üzeri nasıl kaygan...
Suyun dibini boylamış, diğeri şaşırmış önce kalmış öylece...
Sonra bakmış etrafına, ilerde bir köprü tahtadan, gitmiş geçmiş bir güzel sonra gitmiş pırıltının başına...