15 Ağustos 2010 Pazar

İki Yabancı...






Açsam Rüzgara

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.


Orhan Veli Kanık

12 Ağustos 2010 Perşembe

Çocukla Büyümek...

Rengin' in küçük olduğu vakitler daha evin yakınındaki kallavi bir kreşin bir semineri var haydi dedim Bey gidelim, o zamanlar bu kadar yoğun değil, elele tutuşup her yerde beraber dolandığımız zamanlar...
Gittik, annelik babalık şöyle yetiştirin, böyle olun şeklinde bir sürü söylemden ibaret seminerin bir bölümünde, anneliğin aslında hayvanlarda olduğu gibi içgüdüsel brişey olmadığını, sonradan öğrenilen bir davranış olduğunun altını çize çize, çizilen kısmı hazmedip semineri bitirdikten sonra haaa dedim evet öğrendiğimiz veya senelerdir gözlemlediğimiz şeyleri uygulayıp adını annelik içgüdüsel bir davranıştır yaftasını yapıştırıveriyoruz kendimize...
Babalık nasıl ilk başlarda hissedilmese de, çocuk babasına gülümseyene daha da ilerisi "baba" diyene kadar "hayatımızda artık bir bebek var ve ben bu bebeğin babasıyım vay beee" şeklinde geçse de annelik öyle değil malumunuz...
Ciddi iş, ardında keşkelerle dolu iş...
Kim ne derse desin bende de dahil, şunu şöyle yapsaydım ardına saklı, bir veya birden fazla vukuatı barındırıyor geçmiş zaman bebek büyütme zarfında...
Biz de Rengin' in evliliklerde olurmuş ya 1-3-5 kuralı futbol taktiği misali...
Çocuklarda da terrible two ("çocukluk dönemi negativizm") denilen o bunalımsal dönemi biz sıkıntısız atlatsak da, sonraki dört yaş ve altıyı bitirmeye az kala dönemde elinde oyuncak olmaktan öte gitmemiş yol alınmamış bir arpa boyum elimde kalma durumum...
Kimi zaman sadece yapmaya çalıştığım yalansız, benimle herşeyini açık yüreklilikle paylaşan, ahlaklı, en önemlisi iyi yürekli, bunların sonucunda da çok ama çok mutlu bir çocuk yetiştirmek isteğim ve bunun sonucunda yapmaya didindiğim...
Fakat bu kadar didinmenin en güzel meyvesini de yapmaya çalıştığım, çalışmak yerine çabaladığım desem daha doğru olan bu yolda, hem Renginim, hem ben bizim Bey onunla birlikte büyüdük gidiyoruz...
Mutlu olduğuna inandığım, değerlerimizi koruyarak yaşayıp giderken birçok çabanın semeresini görüp, her an tekrar aşık olduğum Rengin hanımı yazdım bugün nedensiz...
"Allah kimseyi evlatlarıyla sınamasın" tek dileğim olup onların o güzelliklerini görmeyi de esirgemesin bizden...
Seni çok seviyorum be Renom :)

10 Ağustos 2010 Salı

Burulurum Komik Halime...













Bir milletin evlatları, bu kadar ne yerine koyulamaz...
Senelerdir aynı serenatlar; yaz gelir diyet, kilo, sıcaklarda nasıl olmalıyız, ne yemeliyiz, ne giymeliyiz, ne ne neeeeee!
Ramazan gelir, yok şöyle oruç bozulur, bu yapılır, şu yapılır, hurma fiyatları budur, sahur budur, iftariyelikler şudur...
Arkadaş bu saate, bu yıla kadar her sene bu ve bunun gibi söylemleri artık ömür boyu günde üç öğün mecburi içilecek ilaç gibi kanıksayan bu millete de yazık, bangır bangır anlatıp kulağımızı beynimizi didikleyen size de...
Hayırlı ramazanlar efendim...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Boşuna mı Koymuş Adımı?

Bizim Bey der bana, çok lazım herşeye burnunu sokuyorsun "toplum polisi misin" diye...
Polislikten öte birşey bendeki; üzerime vazife olsun olmasın, müdahale gerektirecek her durumda, hazır kıta bekleyen asker gibi en yakın telefon kulübesine gitmeden daha, üniformamı kuşanıp cenge hazır bekliyorum...
Herşeye karışıyorum, herkesin işine maydonoz oluyorum elimde kılıcım eksik...
Çok fena, çok cinsim...
İlerleyen zamanlarda örneklendirir çeşitli konulardaki nadideliğimi sererim ortaya...
Özellikle trafik ışıklarını beklemeyip, kendilerini yollara seren siz kendini uyanık sanan sonra da bilgisayar oyunlarındaki gibi küt küt öte tarafa göçen, kendi hayatını hiçe saydığı gibi, bir anne bir baba olup da "lan ben kendime mukayet olayım, ölmenin manası yok bok yolunda, geride kalanları düşüneyim" şeklindeki düşünceden bihaber vatandaş!
İnan olsun sizler gidince hiiiç üzülmüyorum, tamam vade doluyor o kısmı atlıyorum ama siz tedbir senden takdir Allah' tan kısmını es geçip nasıl canınızı hiçe sayarsınız?
Bugün Ulus' un o işlek heykel ışıklarında bekliyorum, çok da imtina ederim bir sürücü olarak da bilirim ki arabanın önüne atlanılması çok da şık bir hareket değil...
Yaya da yeşilin yanmasına var daha 112 saniye...
Bu arada yurdumun kendince uyanık nadide insanları birer ikişer aralardan atıyorlar kendilerini yola...
Teyze geldi yanıma
- Kızım geçiliyor mu?
- Yok teyze nereye bak daha bize kırmızı...
- Ama baksana kızım geçiyorlar...
- İyi teyze sen de geç o zaman, sonra kazısınlar seni yoldan...
- Ağzından yel alsın kızım o nasıl söz?
- Valla teyze nereden yel alırsa alsın durum bu görmüyor musun fırtına gibi geliyorlar ya duramazlarsa Allah saklasın...
- Hııı hava da yanıyor değil mi?
- .......??!!!
Neyse teyze utandı benden de bu kadar lafıma, ışığı bekledi sonra bilemedim bir iyi günler demeden terk etti beni :)

Dur Durağım...



Memleketimin otobüs durakları, etekli kadın oturmuş da eteği çekilmiş gibi yarım yamalak duruyor...
İşlevsellik namına birşey yok, görselliği de eh denecek ölçüde dandik...
Neyleyim görselliği, işime yaramadıktan sonra...
Bu sellerin hüküm sürdüğü zamanlarda, iki kere yakalanma maceramı durağa sığınayım şeklinde sonlandırmak isterken, hilafsız dizlerime kadar ıslandığım, elimi yüzümü daha saymıyorum, bütün durağa sığınan durakzedelerle beraber o günleri anıyorum yazıyı yazarken...
Anladık ki yağmurdan korumuyor, tepesi yanı yöresi yarım çünkü...
Şimdilerde de kırklı derecelerin hüküm sürdüğü, güneşin tabak gibi tepemizi deldiği zamanların durağındaysa, her tarafı şeffaf cam olan durakların tepesi de cam olunca, olanca hıncıyla yine yansıyıp tepeyi deliyor mu o güneş?
Haydaaa demek ki yaz sıcağının güneşinde de sınıfta kaldı...
Ne anladım şimdi bu işten ben?
Kimsenin belediyeciliğini sorgulamak değil maksat...
Maksat, yapılanın hiç bir amaca hizmet etmemesi, biz bekleyenleri mağdur etmesi...
Velhasıl bu detaydan muzdaribim, bir çok durak bekleyeni gibi...


Hatta ve hatta şurada bir yazı bile yazılmış şimdi fotoğraf ararken rastladığım...

6 Ağustos 2010 Cuma





"Garıları Seyrediyom"

Seyreden gözlerini Allah görsün...
Dün otobüs durağına yürürken, dükkanın önünde oturan çok dikkat etmedim şöyle bir diyalog aralarında;
- Bilmemne abiiiiii ne yapıyon?
- Garıları seyrediyom gardaş...
Allah cezanı versin senin, ah dedim çıkayım karşısına diyeyim ki "o garıları seyreden gözlerini Allah bildiği gibi yapsın, senin de evde soyadını taşıyan garıları senden beterler seyreylesin"...
Var hala odundan beter insanüzeri varlıklar, delirmemek içten değil...
Nurlarda yatsın babaannem olaydı lafı yapıştırırdı ağzını doldura doldura...
"Südüklüğüne Daş Dura"

1 Ağustos 2010 Pazar

Yaşanan "hergün" insana;
bir yaşına daha bastım dedirtircesine, kullanmamışlığıma inat, birçok yerde okunur dedirten bağıra bağıra susmasını,
görmekle bakmanın aleni farkının, kamera arkasının ne kadar net olduğunu,
sabretmenin isteyerek yapılan bir durum olmadığını, elden birşey gelmediği için mecburen sabır çadırına sığınıldığını,
-mış sanılan herşeyin önceden bilindiği fakat annemin tabiriyle yalandan eşşek olunduğunu,
hala burnu koku almaz tavrın sürekliliğinin, aslında bir yaşam biçimi olduğu, yakana yapışmış, alnına kazınmış bir iz olduğunu,
kaderimmiş vay anasına denilen durumun, hiç bir zaman çözüme kavuşmayacağını,
eski kahkahaların yerini bıçak açmaz bir ağzın aldığını...
maşallah yüreği kanırta kanırta öğretti...
Vatan sağolsun...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Tehdit mi Asla İşim Olmaz Durum Değerlendirmesi Tamamen...

Şimdi enteresan bir durum hasıl bu ara...
Bu blog işi hepten çeşit çeşit insanlarla kaplı...
Yorumlara gelen adsızların işledikleri haltlar, hayatlarında orgazma ulaşamamış zavallıların tatmin yolu olsa gerek bu yaptıkları...
Bana da gelmişti zamanında, kimden geldiği aleni fakat dava açmaya gerek yok, yoksa hiç gocunmam...
Neyse bir adsız yorum sahibi zavallı da, benim kurumdaşım işin enteresan tarafı, teknolojinin ne menem birşey olduğunu bilmeyen bu zavallının girdiği bilgisayarın donuna kadar belli, hangi saatlerde girdiği, hangi sayfada ne kadar süre geçirdiği vesaire vesaire...
Neyse efendim girilen blog birinci derece kanım canım olduğundan benim de cürmümden fazla yer yakabildiğimden yine hanımlığıma veriyorum yoksa...
Esenlikler...

27 Temmuz 2010 Salı

Balkabağından Araba...

Rengarenk, anı anına uymayan, dibine kadar duygu dolu, hop hop, bir hayatım var, bir o kadar da koşuşturmalı...
Dinginlik bana göre değil midir nedir?
Gerçi bu hali sevmiyor değilim hani...
Sabah birşey oluyor, akşamına o dipten çıkıp sevinebiliyorum bile...
Bir akşam bir elimde bir, diğer elimde bir, radyoda çalan musikiden ağlayıp zırlarken şimdi ellerimi açıp şükürler edip duruyorum...
Hayat hakikaten enteresan, kadere inanan ve hayatı da bir dizi gibi benimseyip bakalım yarın ne olacak diye bekleyen ben, her bekleyişimin umudunun semeresini görmekten de bir dolu keyif alıyorum...
Bu kadar girizgazı yapmamın nedeni, sevinçten tabi...
Bir doktorumuz var kiiii hatta iki hatta üç...
Şükürler olsun Allahım öyle cevherler çıkardı ki karşımıza, hele bir tanesine Cinderellanın peri annesi gibisiniz diyorum, ümitsiz vakayı bir rapor okuması ve diğer değerlendirmeleri sonucu (tabi ki tedaviler sırasındaki titizliği asla gözardı edilemez) hooop birden balkabağını şahane arabaya dönüştürüyor Magnumun hediye verdiğinden...
Bugün beyin cerrahisinin metaztas yapmış dediği kitlenin, MR sonucunu okuyup da yok birşey kontrollü olalım deyince Allahım dedim sarılayım kucaklayayım onu sonra da sorayım size caanım cananım diyebilir miyim?
Tabi ki de Allah kimsenin başına vermesin, görmeyin sevdiklerinizin acılarını deyip bir hayat gerçeği olarak da naçizane tavsiyemi iletmek boynumun borcudur...
Ana tedavimizin geçtiği yer olan bir numaralı tedavi merkezi ONKO, ve Gazi Üniversitesi Hastanesi' nin bizim karşımıza çıkan üç doktordan en güzel çiçeği Gazi Üniversitesi Radyosyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Müge AKMANSU' ya (diğer iki doktorumuz erkek) tedaviler sırasındaki titizliklerine, benim ağlak zırlak panik koşuşturmalı halimin sabırlarına, her an güler yüzlü hallerine, ilgilerine ve daha bir çok şeye binlerce milyonlarca teşekkürler, diğer iki doktorumuza da tabi...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

ve Baba ve Sigara...

Babanın yanında sigara içilir mi?
İçilmez, bence kati suretle içilmez, içene saygı duymam duymamam da tamamen ben de kalsın...
Ben de tabi ki içmiyorum fakat babam içtiğimizi bilir, asla bize olan saygısından nasıl ki hiç bir zaman odalarımızın kapılarını çalmadan girmezse, sigara içtiğimizi bildiği ya da tahmin ettiği durumlarda oranın yakınından geçmez...
Ta ki düne kadar...
Tam içerken canım kuzum, balkona bir daldı sonra kararlı bir ifadeyle söndürmeyin için adam gibi dedi ısrar kıyamet...
Yok babam sen de abarttın, ne alaka dedik dinletemedik fakat yine de yakmadık...
Sigara ve sayg konulu durum muhakemesi yapmak değil amaç, dedim ya içmem tövbe...
Bizim kuzen içer nasıl garibime gider amcamın yanında dudaklarının arasına götürürken dumanını püfletirken...
Sonra babam kendisinin ve amcamın dedemin yanında sigara içme hadiselerini anlattı...
Ha babam dedemin yanında içerdi tasvip etmesem de içerdi...
Bu da bir yakalanma hikayesi oldu küçükten, yıllar yıllar sonra dönüp bakınca, dudaklarımın kenarında bir buruk gülümsemeyle okuyacağım...

25 Temmuz 2010 Pazar

Hani Oruçtan Çıkarsın...

Yemezsin bütün gün sonra iftar ardından boşluk, acaba hala oruç muyum, yesem mi, yemesem mi...
Okul mezuniyetinden sonra oldu bende, yeme yememe mevzu değil tabi, ben şimdi hiç ders çalışmayacak mıyım?
Hiç ödev de yok, vize final oh onlar da hak getire...
Nasıl böyle boş hayat...
Keyfin ötesi durum, bitirinceki boşluk filan hikaye durumun rahatına bakmak hasıl gelir...
Sonrası işte büyüme başlıyor, gerisi hikaye...
Okul, flört sancıları, dersi verdim veremedim kaygısı, yaz okulu...
Onlar geçirildikleri an itibariyle ağır gelirmiş...
Asıl büyüme sancıları daha fenaymış...
İş bulma kaygısı, o bitti evlendim mi, hadi ardından çocuktu ki ben şanslı azınlıktaydım belki de, tedavisiz anne olmak anlamında, şimdilerde sağım solum anne olmak isteyip, bir sürü tetkiklerle boğuşan şanssızlarla dolu...
Sonra büyüdükçe bir önceki neslin yaş ilerlemesi dolasıyle, önünüze sipariş etmeden gelen, tadına bile bakmak istemeyeceğiniz içi tepeleme yemek dolu bir tabak gibi...
Burada geri gönderme, ben bunu beğenmedim değiştir lüksü yok...
O tabak bitecek...
Şimdiki sınav çetin, tabağımdaki yemekler ağzıma tıkıştırılsa da tıkıştırılmasa da bitecek eri geci...
Bittiğindeki küçüklüğümden beri biten yemeğimi ekmeğimle temizleyip yıkanmış gibi görünen ve büyüklerin aferin tabağını temizlersen yakışıklı kocan olur öğütleriyle büyüyen ben, bu tabağı hiç mi hiç sevmedim...
Ben temizledikçe sönmeyen mum gibi, tabak tepeleme...
Tabak sana söylüyorum, bit ama öyle tertemiz ol ki, benim ağzımdan burnumdan tıkıştırılanlara bile amaaan bir şekilde bitti gitti şükürler olsun diyeyim peçeteyle ağzımı sileyim...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Dar Koridorun Kısa Koşturması...

Babamın kuruyemiş dükkanında çekirdek satarken yan dükkanda bir arkadaş, ara ara uğrardı çok da matraktı kulakları çınlasın...

Elinde çekirdek "Funda o kadar işim var ki bak görüyorsun başımı kaşıyacak vaktim yok" diye...

Şimdi ben de değil başımı kaşıyacak, şöyle iki lokma oturacak vakti bulamazken hazır iki çiziktirmek için haydi dinleneyim bahanesine oturduğum bu yerde eyliyorum kendimi...

Yoksa kanepede uyuyan ve önce tuvalete götürülmesi sonra yatağına yatırılması gereken bir kızım, on gündür Allahın Çin' inde olan, yemeğini yer yemez kanepede uyuya kalan Bizim Bey var...


İki gün önce akraba düğününün misafirlerinin ardından olan çamaşırları ve Bey' in getirdiği kirlileri yıka as kurutmaya çabala şeklindeki durumu es geçiyorum...
Allahtan yine kedi gibi dört ayağımın üzerine düştüm de anacığım ütüleri halletti...
Fakat nasıl bir durum bilinmez ev toplamak, iki ileri bir geri gidilesi gibi, bir arpa boy yol aldın mı desen yok, topla topla bitiremediğim evin kenarından ateşe verip hayde bre toparlanın nidalarıyla karşısına geçip gecenin sıcağında daha da bir yanasım var...
Uzun süredir bolu dağı tünelinin karanlığında ilerlerken, bu ara ışığı görmenin verdiği tarifsiz mutluluğa ek, bugün beni yalnız bırakmayan kardeşim ve kardeşim gibi sevdiğim diğer arkadaşıma da buradan bir selam göndermeyi ve teşekkürlerimi bir borç bilirim...
Kıza gideyim de daha fazla kanepelerde sürünmesin...
Tabi Bey' e de...
Fotoğraf, kuzenimin kır düğününden...

Nereden Bileyim ki...

Sabahın vaktinde kızkardeşim ve arkadaşımla 7. Sulh Cezanın önündeyiz...
Bekleşiyoruz yalnız işin ilginç kısmı kimse yok yani başka davaları olanlar da yok, in cin top oynarken mahkeme kapısının üzerinde davalara gireceklerin isimleri, tarafları, saatleri yazıyor, karşılarında da başka bir sulh ceza numaraları yazıyor...
Fakat bir benim adımın karşısında kağıt yok...
Nereden bileyim, bekle bekle kapıda hiç bir hareket yok, ben soruyorum neden bütün duruşmaları başka numaralara göndermişler beni göndermemişler Allah Allah diye...
En sonunda dedim ben bir kaleme sorayım ne iş...
Gittim ki benim adımın karşısında yapışmayan 9. Sulh Ceza yazan kağıdı yukarı yazıp iki davayı birden çizmişler ama benim üstte kalan duruşmanın karşısına yapıştırmışlar...
Haydaaaa benim dava sen görül, bir de üzerine Nisan 2011' e ertelen...
Beni de gelmedi diye yaz oraya...
Kim bilir tabi ben 7' nin önünde beklerim...
Var bunda da bir hayır dedim döndüm işimin başına...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Anahtarım Gülümsemen...

Uzun aylar sonunda ilk defa yüzündeki gülümsemeyi gördüm...
Senin o gülümsemen benim sıkışmış yüreğimin anahtarıymış meğerse...
Yarın sabahki duruşmanın verdiği sıkıntının, ferahlatıcı anahtarıymış...
Allah yardım edecek elbet, inancım sonsuz...
Diğer sonsuz inancım onun dışında da, senin yüzünün dolayısıyla hepimizin yüzünün gülmesi...
Şükürlerim varlığına, dualarım sağlığına...
Canım yakışıklım...

16 Temmuz 2010 Cuma

İçine Kırk Yaşında Kadın Kaçmış Çocuk...

Her anneye yavrusu dünyanın incisi görünür, hep kendi bebesini över durur ya...
Benim de annemden kalma "övememe" durumum var, annem der hep "ben biliyorum sizi, eller bilsin övsün der"...
Kızardım ona küçükken, sen de bizi yerin dibine sokuyorsun, baksana öyle olmadığını bildiğimiz halde anneler mangalda kül bırakmıyorlar...
Olsun herkes bilirmiş meğersem de biz bilmezmişiz, büyüdük öğrendik...
Misafirlerim var, bizim ikinci memleket Çeşme' den...
Tutkun aileyiz vesselam, babam saydığım amcam, çocukları kardeşlerim, o kardeşlerden birinin de başlıkta yazdığım nitelikte dört yaşındaki kızı Berra, bu yavru övülmez de ne edilir...
Bu sabah gözümü açar açmaz sohbete daldık, hazır Rengin uyurken çünkü kimseyi sevemiyorum da, ilgilenemiyorum da, suratını sallayıp gidiyor...
Haliyle ben de kuytuda kıstırıyorum Berra' yı...
O kadar dilli ki ve o kadar bilmiş ki, hayretler içinde seyrediyorum onu konuşurken, bir o kadar da palavracı, ne senaryolar konuşurken elleriyle yüzündeki mimikler al çıtır çıtır ye...
Geldiklerinde diğer kuzenini soruyorum

- Dilay nasıl beraber oynadınız mı (kına gecesinde oryantal danstan bahsediyorum) Berracım?

- Evet şahane oynuyor, tarzı benimkine çok yakın!!!


Kayıt sabahın 07:30 unda yapıldı Berra' yla konuşan bet ses de bendenizin...

14 Temmuz 2010 Çarşamba

"13.7.2010"

Kuzum benim, bakma sen bizim böyle takıldığımıza, yerken, otururken, konuşurken, gözlerimiz bir noktaya takılmış öyle boş bakarken, hep sen varsın aklımızda fikrimizde...
Her ne kadar yavru kediler gibi kenarda duruyor hayalin beynimize kazınsa da, içimizi soğutan, bizi bir parça ferahlatan, herşeyin senin iyiliğin için olduğunu bilmek ve buna kalben inanmak...
Sen benim canımın paresi, biriciğimsin, seni çok seviyorum yakışıklım...

Mektubumuz Var...

Gecenin sıcak vaktinde elime kumandayı geçirme özgürlüğünde bulunduğum nadir vakti değerlendirip pıt pıt oradan orada zıplarken, bir baktım bir adamcağız oturur koskoca bir zarfın önünde...

Sunucu sabah dedektiflerinden biri, kayıplarda, cinayetlerde kimi zaman gazeplenip tarafları azarlayan, kimisinde ağlayan yurdumun öbür yüzünün sunucusu...

Burada da eski Sinan Çetin' in programı gibi, Barış Manço parçası eşliğinde gelir taraflar, hepimiz salya sümük ekrana çakılırdık amanın ne hayatlar var Yarebbim diyerek halimize bakıp amaaaan bizimki de dert mi ellerde neler var iç geçirmeleri eşliğinde izlediğimiz...
Neyse adam oturuyor efendim, çok başını yakalayamasam da, beş kızı olan karısının üzerine evleniyor mudur nedir, evlenmiş bir oğlu olmuş Alman kadından kadın ölmüş...
Eeee derdi de karıma geri döneyim beni kabul et...
Yahu ne etmesi yüzüne bakılmaz o adamın daha, işin bitmiş araya kadın girmiş, çocuk girmiş hatta giderken karnında beşinci kız var bir sürü kabul etmeme haklı nedenleri ayan beyan ortada...
Neyse beşi bir yerde kızları geldiler, iki damatla, bir de anne kadıncağız iki büklüm nasıl yaşlı, hayır o yaşta adam da kadına inat diri...
Bıızzzt diye zarf açılıyor, sunucu eski dedektif kadın, açılan zarfın her iki yanında ekran var birbirlerinin yüzlerini görüyorlar, halbuki kafaları eğseler birbirlerini de görecekler de önce bir seyirci duygulansın, bir ağlak zırlak olunsun, yönetmen zoom yapsın gözlere, sonra...
Adam ağlar, yaşlı teyze ağlar, kızlar salya sümük...
Lan siz nasıl kızlarsınız adam sizi tanımıyor en sonuncunuz karnındaydı annenizin, adamın umru değil geberecekler baba baba diye...
Neyse o zarf büyük bir hengameyle kapandı aradan çekildi evlendirme programının paravanı gibi ortadan amanın o kızlar bir koşturuyorlar adamın üzerine sanırsınız Tarkan konserinde izdiham var kızlar deşiyorlar Tarkan' ı...
Adam da hı kim sen kaçınsıydın havalarında...
Sunucu kadın soruyor teyzeye bak kocan beni kabul eder misin diyor teyzemin kulaklar ağırdan alıyor kızlar tekrarlıyor o da kafa sallıyor he he gelsin...


**************


Sonraki; 20 yaşındaki bir kız, annesi kızın biyolojik babasıyla flörtken bu kızımız anne karnına düşüyor sonra hayırsız biyo kadınla evlenmiyor, kadın gidiyor başkasıyla evleniyor, kızcağız çıkmış bir mektup yazmış ki daha o eko verilmiş sesle okurken sunucu, stüdyo yıkıldı hepsinin gözleri yaşlı...
Kızın derdi babasını bulmak...
Hey Atam' ın emanet bekçilerinden aklı evvel genç kızım, gelmişsin taaa bu yaşa daha baba diye çığırırsın, adamın umrunda olsaydı zaten baştan beri onun yanında olurdun, ne demeye daha aranırsın hayırsızı?
Adamın gelip gelmediğini izleme sabrı gösteremeden diğer kanala çoktan geçmiştim bile...
Belki de adam geldi, kız oyun etti adamın yüzüne tükürecekti...
"Tuuuu yazıklar olsun, beni babasız bıraktın bunca yıl.......!"

13 Temmuz 2010 Salı

Elbette...

İstemez miydim tek ağlama sebebim, bebeğimin kırılan bir tarafı veyahut yapmama izin verilmeyen kıytırıktan bir aktivite olsun...


Elbette bilinir ki her ağlamanın sonu gülme, her gecenin sabahı aydınlık...

(I. gün...)