6 Mayıs 2011 Cuma

Oynak Kıprak...

Trafikte direksiyon başında zaman zaman omuzları titreten, zaman zaman efkarlanıp elinde olmayan kadehi sallayan, kafayı gözü oynatan bir süren görürseniz şaşırmayınız, yolunuza devam ediniz, gözünüzü arabadaysanız yoldan ayırmayınız, yayaysanız gözünüzün önüne bakınız...
O, bizati kendimim, benim, şahsen...
Severim kıpraşmayı, yüksek sesle dinleyip bağıra bağıra söylemeyi, bilmiyorum etraftan kafayı yemiş görüntüsü veriyorum elbet ama üzgünüm eldeki malzeme bu...
Bu arada çok kötü bir şoför olarak itiraf ediyorum ki kadın şoförlerden çok korkuyorum :)

Bir de bu çocuklara bir laf atlatmanın yolu var mıdır ki?
Bak yavrum beslenme çantanın içinde çöp görmek istemiyorum, sınıfında çöp var at yahu oraya...
Sütünü ne demeye çantaya tıkıyorsun da son kalan damlalar her defasında beslenme örtünün üzeri kapkara olmuş halde geliyor...
Kızsan yok, bağırsan yok, güzellikle desen yok...
Biz annemizin karşısında itim diyemezdik, bir sefer yapma diyecek biz yapacağız peeeeh yemezler güzelim biner tepeye annen hemen...

Hayırlı Cumalar efendim ardından mutlu hafta sonları...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Hıdırellez...

Hiç kaçırmadan yaparım...
Sektirmem sebat ederim...
Kimisi gerçekleşti, hatta birden fazla aynı dileğin gerçekleştiği bile oldu :)
Genelde gece yarısı, mutlaka gül dibine, parktan taş alır, dileklerimi şekillerini üç aşağı beş yukarı şekillendirir ortalarına bozuk para koyar, sabah da erkenden alır bütün sene saklarım cüzdanımda...
Efendim netice itibariyle hepin(m)izin gönlünün muradı fazla fazla olsun, dilekleriniz kabul olsun mutlu mutlu yaşayın...


3 Mayıs 2011 Salı

Hep oturamadığımızdan değil mi kalkmamalarımız...
Açıp da giremediğimiz ya da çıkarken üzerimize devrilen kapılar...
Girmeye ceraset edemediğimiz haneler veya üzerimize kapattığımız kapılar...
Kendi dikine yaşanılan hayatlar beyhude geçedursun...
Akıl başa intikal ettiğinde çizgilerin derinliği artmış...
Gözler daha bir bulanık bakmaya başlamışsa eğer geç kalınmışlığın kabahati bende değil, sendedir ey oğul!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kreş...



Dijle yazmış bugün Ezel' in kreş alışımını...
Okuyunca Rengin geldi aklıma, kreşe başlama, kreş seçmeme, balıklama dalma şeklinde...
İki buçuk yaşında başladı Rengin kreşe...
Şubat sonu 18 ya da 20 Şubat,  iki buçuk yaşı bile değil, Mart 22 de iki buçuk olacaktı çünkü...
Ondan öncesinde feci arkadaş düşkünü, sosyal ötesi kızım, camları açıp kaşlarını ortada toplayıp, ağlamaklı bir ses tonuyla bağırırmış ortaya:
"Arkadaşlaaaarrrrrrr abileeeerrr ablalarrrrr geliiiin oynayalım"
O kadar canı sıkılıyordu ki artık, çişi halletmemiz yeterli olacaktı göndermemiz için Rengin' i...
Fakat bir gecede karar verip, daha bir kreş bile gezmeden (gittiği kreşi hep birlikte gidince gördüm ben de) tamamen referans üzerine, kızını emanet eden bir başka cengaver anne de yoktur herhalde yurdumda...
Bu benim "Allah büyük, kalbimizi bağlayalım Allah' a, ne nasip ettiyse o" şeklindeki yaklaşımlarım -bir bakıma işlerin olacağına tam kanaat- özellikle anacığım, kardeşim ve eskiden de babam tarafından ne kadar sinir, ne bu rahatlık şeklinde yorumlansa da işler bir şekilde yoluna giriyor işte...
Çocuklukta bebeklikte hani alıştıra alıştıra olur ya yemek de olsun alışkanlıklar da olsun...
Altıncı ay bittikten sonra yumurtanın sarısının bilmem kaçta kaçıyla başlayın derler ya ben tamamını yediririm bitiririm...
Anneme bırakıp da işe gittikten sonra annem ne yaparmış, bir tane yumurtasını yedikten sonra, yavrunun gözlerinde bir daha olsa da yesem ışığını görüp heyecanlanan annem, bir tane daha yumurtayı yediriyormuş içine küçücük ekmek ufalayıp...
Ya da diğer durumlarda da öyledir, dan dun girerim amaaan eskiden çocuk psikolojisi mi varmış bizim zamanımızda böyle miydi heyt diye...
Kreşte de öyle olmuştu...
Çankaya Belediyesi kreşine devam etti Rengin...
Hep birlikte ilk kez gittiğimizde önce girmek istemedi, sonra oyuncaklar cazip geldi, bizimki de tam bir arkadaş delisi olunca koşa koşa gitti kreşe bir kere bile gitme konusunda istememezlik yapmadı...
Fakat o dönem anneannesinin onu terkettiğini düşündüğünden sanırım, bir ay boyunca annemle konuşmadı, feci anneannesine düşkün bir çocuk olarak o bir ay anneannenin yüzüne bakmayınca babam bayram etmişti hep dedeyleydi çünkü...
Sonrasında alıştı gitti...
İşte böyle Rengin Hanım, kreşe başlama maceran...
Nerelere götürdün beni be Dijle...


30 Nisan 2011 Cumartesi

Peskutan... Sivas Merkez...

Seviyorum tadını da ağız dolusu söylemini de...
Bilenler bilir içeriği yoğurt çorbası gibi ama özel bir yoğurt içinde bilerek büyükçe doğranmış dişe gelir soğanlar bir de bir şeyler daha...
Akraba delisi olarak, bugün halamın evindeydik...
O da çırpınmış, sağolsun peskutan dan içli köfteye kadar...
Üç gün yemesem, toplamda kalorileri paylaştırırım o derece...
Hayatımın en huzur duyduğum evindeki -ki doğduğum ev ora- babaannemi, dedemi ve dilimizden düşürmediğimiz babam, hep aklımızda, onların ruhuna diye diye, okuya okuya, eskileri ana ana, kah hüzünlenip, kah eğlenerek, günü tamamlayıp, evlere dağıldığımızda mesut keyifli vicdanlar yürekler rahat dinlemeyeyazdık...
Başlıktaki Sivas Merkez de efendim, sülale olarak baba tarafım Sivaslıyız...
Ne zaman memleket sorulsa ve ben ne zaman Sivas desem "neresinden" sorusuna maruz kaldığımdan, bizim Esin Hanım' ın dalga konusu olmaktan kurtulamıyorum, bir gün demek o kadar bıkmış bir anıma denk gelmiş ki, ellerimi aça aça "Merkez" demişim...
Şimdi ne zaman bir memleket sohbeti olsa, o da açar ellerini benden sonra tamamlar benim Sivas'ı, "Merkez" ama diyerek :)
Eeee tabi TARIKAHYA' lar bir tane Sivas "Merkez" den...


Bordo tenceredeki meşhur çorba... Peskutan...


Hurmalar benden pek tabi... İçli Köfteler Ayluş' dan...



Renoyla Babamın küçüklüğü...


 Babaannem...

Sağdaki yeşil süsün başındaki zımbırtısı annem tarafından kırıldı gün sonunda :)

29 Nisan 2011 Cuma

Her Telden Anne...

Renoyla (ki bu Rengin' in aramızdaki isimlerinden sadece biridir) ki kendisi de hastalığın köşesinden dönmek üzere, kırıklığı geçsin diye calpol ün altı yaş üzerini içmek zorunda kalması sonucunda önce sen iç diyen kızının ısrarına dayanamayıp bir kaşık önce kendi içen sonrası kızına içiren anne...
Öte tarafta annesi kız kardeşi ve kızı ile kim dirseğine dilini değdirecek yarışmasını en yakınına getirerek kazanan evin büyük kızı...
Her cuma babasına gidip de önceleri annesinin gelmediği haftalarda "baban nasılmış" sorusuna "selamı var ne zaman gelmeyi düşünüyor annen dedi babam" diyen evlat...
Bu hafta da kardeşimin deyimiyle hangi kaba koymayı bilemediğim yegane tek halacığımın "baban nasılmış" sorusuna "iyi yatıyor öyle" cevabını veren yeğen...
Hayat geçiyor işte öyle böyle...
Hoşgeldin hafta sonu çabuk geçmeyesin emi (önce sağlıkla tabi de...)



İyi hafta sonları efendim...

28 Nisan 2011 Perşembe

Özler mi?

Özler, benim gibi çatlaksa özler...
İki senedir yaşamamışsa...
Her hissettiğinde uyanıklık edip, önlemini almış gelişimini engellemişse...
Bu sefer yaşamak istercesine elinde imkan varsa bile kullanmamışsa...
Aklından şüphe etmek bir yana bile bile buyur etmişse...
Çekeceksin o zaman Funda Hanım, kafanın tava yemişsin gibi sepetliğini de...
Kemiklerinin iki yüz altısının da (anatomi sorusuydu okuldayken hepsinin yerlerini ezbere bilirdim bir zamanlar) ufalanmış eline verilmiş gibi olmasını da...
Burnunun tıkanıklığını da, hapşırmasını bilmediğinden her hapşırdığında yer gök inlemesini de...
Çekeceksin...
Olsun arada lazım akyuvarlara tatbikat...





27 Nisan 2011 Çarşamba

Hakkaniyetli...

Hakikat ne ola?
İkiyle ikinin malum sonuca varmaları mı?
Malum son dediğin nedir ki...
Dört işte altı üstü sağı solu yanı yöresi...
Dört...
Hakikati kim biliyor...
Hepimizin bildiğini saysak, hani bir taneydi hani tekti...
Herkesin hakikati o zaman kendineydi de ortası nereydi...
Çocukluktaki tahta, üzeri çizikli, yaralı bereli sıranın ortasından geçen hayali çizgi miydi?
Hani kolun geçmemesi, defterin kenarının uzanmaması gerektiği, anlamı yüksek ama görünmeyen orta çizgi orta nokta ya da yolun ortası...
O zaman ezberimi alt üst eden, dışardan görünmeyen kati kural neydi...
Hakikatimi yerle bir eden, yenisini bilmediğim, ezberlemekten anlamaktan öte ama davete icabet etmekten kaçındığım...
Hep dur bakalım dediğim, gönülsüz çırpındığım koca okyanusun aslında bir damla su olduğu hakikatini görmek daha ne kadar zamanımı almalıydı ki..?


25 Nisan 2011 Pazartesi

Kelebekler Hakgetire Tabanlarım Patlıyor...

Sabahın yedisinde kalkıp 07:45 inde kuaförde hazır bulunuşluğumuzun ardından, saçlarımıza bukleler yerleşip, yüzlere de gülücükleri sabitledikten sonra soluğu heyecanla okulda aldık...
Herkes bizim gibi heyecandan gebermiyor tabi sadece bir veli bir de biz...
Annem dışarda otururken konuklar için hazırlanan sandalyelerde, biz de bir içeri bir dışarı koşuşturup çocukların çığlıkları arasında sıramızın gelmesini bekledik...
Bu çocukların kaynama dereceleri en fazla 10-15 galiba ki arkamızı dönmemizle birinden mutlaka bir bağırış, bir ağlama sesi, o sesli ortamda bile pek rahat duyulabiliyordu maşallah...
Sürekli ikaz, sürekli şşşt aman gözünüzü seveyim, bakın bugün sizin bayramınız şu suratlarınızın haline bak, yoksa ben dans edeceğim sizlerin yerine tehditlerimle çıktılar sahneye...
Yarabbim o nasıl şekerlik, o nasıl salınma...
Dans dans değil kuğu gölü balesi mübarek...
Rengarenk parçası eşilğinde rengarenk döndüler rüya gibi...
Tabi babamız bu müstesna anları uzak diyarlarda olduğundan kaçırdı, dolayısıyla ben de elimde kamera sadece ve sadece çekim yapmaktan doğru dürüst izleyemedim bile evde izledim...
Fotoğraf da çekemedim gönlümce...
Sonra eve gelip oturmak olmazdı, kırk yılın bir başı bayramları, üstelik Allah yardım etti hava da şahane...
Ne yapalım derken yakınen ahpap olduğumuz AVM yolları taştan geliyoruz sağ baştan diyerek koyulduk yola, anneannemiz, teyzemiz, benim halam, onun ahretliği derken doluştuk gittik...
Tabi bir sürü aktiviteler arasında bir o yana bir bu yana savrulduk...
Bir ara elimde darbuka hem çalıp, hem oynuyordum o derece...
Sonra yüzlerce balon tepeden aşağı süzülüverdi birden, bir yandan çok pahalı Allahım balon almalıyım kızımanın derdine düşüp iki balon kaptım, aktivitenin hediyesi küçük marakası almalıyım kızıma deyip yardım deldim dağları...
Velhasıl şekilden şekle girdim çıktım, maymun oldum o yalandan şeyler için...
Sonrasında eve dar düştük şimdi de bir zonklama tabanlardan dınnn dınnn dınnnn....
Kutlu mutlu daim olsun bütün çocukların bayramları... 
Şansları bahtları açık, yüzleri her daim gülsün efendim sağlıkla hayırlarla...







23 Nisan 2011 Cumartesi

Kemanın Akordu Tamam mı?

Kamera şarjda...
Fotoğraf makinası tamam...
Kıyafetler askıdan alındı, yatağa serildi...
Çorap, toka, pisi pisiler ortada...
Sabah kuaför lüle saçlar...
Rengarenk parçasında dans...
Hadi bakalım...
Kızının kalbinde, midesinde pır pır eden kelebekler, annesinin tüm vücudunu sarmış kelebekler...
Zaten bu ara bu kelebeklerden çokça mevcut, bünyede, çevrede, alayı toplanmış güzellikleri müjdeliyor...
Ona da bir hadi bakalım...
Yarın 23 Nisan şimdiden başladı neşe dolması...



20 Nisan 2011 Çarşamba

Anne sana birşey söylemeliyim...

- Anne sana birşey söylemeliyim...
- Söyle kuzum
- Ben bugün bir yaramazlık yaptım...
- ..........
- Hani sen demiştin ya sana vurulursa sen de vur diye...
- Evet
- ............ arkadaşım yere eğilmişti, kalkarken kafası dişime çarptı, bak ne kadar kötü çok ağrıdı ( ses çatallandı göz doldu)... Ben de arkadaşımı ittim. Öğretmen annesini çağırdı...
- Nasıl nereye ittin ki?
- Suya düştü, ıslandı her yeri...
- Peki hanımefendi, ben sana dedim sana vurana sen de vur diye ama arkadaşınınki kazara olmuş, ne halt yemeye ittin...
- Bana kaza gibi gelmedi, dişim çok acıdı...
- Ama arkadaşım beni seviyor, beni şikayet etmedi annesine de, öğretmene de...
- Kız senden korkuyor da ondan şikayet etmemiş. Yapma bir daha annecim, kazayı, bilerek yapmayı ayır birbirinden, yazık bak arkadaşına...
Geçen de annesiyle karşılaştık, annesine diyormuş ki " anne ben idare ediyorum, Rengin' i sana söylediğim zaman sen de annesine söylüyorsun, annesi de ona kızınca, bu sefer beni neden şikayet ettin diye eziyet ediyor bana" 
Vay halimize...

18 Nisan 2011 Pazartesi


Hep kavga değil mi düzen...
Kaba tabiriyle kavga...
Daha doğrusu tırnak içinde kavga...
Güzeli kavgalardan yara almadan çıkmak...
Yaralı bereli de çocukluğa dair gerçi...
Şimdiki çocuklar yalandan sıyrıldı mı bir yerleri, dünyaları yıkıyorlar...
Yara gidiyor da izi kalıyor bir de hep...
O iz, yarayı unutturmadığı gibi işe gelmeyeni bazen unutmamak da işe geleni, dişe dokunanı...
Vallahi billahi bir rahatlama bir ferahlama!!!!
İyi ki dedirten, keşkeleri unutturan geçmiş, üzeri kekikli, naneli, her çeşit çeşnili mis ot gibi burnuma gelen...
Hatta fesleğeni mıncıklamışım da saçılmış dört bir yana kokusu misali...
Ferahladık maşallah kabilecek o yetti zaten...
Kavgalar yel değirmenine mi, onu ittireni rüzgara mı, kendine mi insanın bilemem...
Tek bilinen ki o da kavganın kişinin kendi döngüsünde olması...
Döngümüz mübarek olsun...

14 Nisan 2011 Perşembe

Eh Be Baba!


Bir Hoş Sedaymış Babamlı Günler...
Bir Baktım Varmış Bir Baktım Gitmiş...
Masal Gibi Yaşanmış Büyülü...
Sonu Hüsran, Gözlerde Yaş...
Dinmeyen Özlemiyle Yürekler Yangın Yeri...

Fotoğraf 28.11.2008 Babaannemi defnetmek için Çeşme' den...

Kuş da Güzel Hava da Su da...

Bu ayki adliye duruşma vırt zırt işlerimin sonuncusunu da atlattıktan sonra ki artık ilki kadar heyecanlı olmuyor gir konuş çık...
Yanımda Dijle' yi hissederek dimdik...
Onun dışında hepsinden önemlisi yine sağlık yine huzur ağız tadı gerisi malum teferruat...
E güzel...

12 Nisan 2011 Salı

"Anne Tırnaklarımı Çok Kesme Burnumu Karıştıramıyorum"

Aşağıdaki yazıda müjdeli haber alacakmışım da çaktırmıyormuşum diyerek gebe günleri doğurtmuşum farkında olmadan...
Öyle bir geçer zamanki reklam arasında başladığım yazı da reklamların kısalığından molalı olacak görünüyor...
Babamın gidişinden bu yana sevinecek birşey olmadı benden yana ötede ileride beride...
Aksine iyice sarpa sardı, boka battı ortalık dibine kadar, yüzlerin gülmesi bir yana tebessüm lüskden sayıldı tarafımca...
Bu haftaki annem benim göbeği yakınlarına düşürmüş olacak ki Adliye programımın ilk ayağı olan ve gerim gerim geren duruşmadan Allah' ın izniyle sıyrıldık...
Ben ki hakime kararı okuduktan sonra aval aval bakmış "eee ne oldu şimdi?" diyecek kadar saf mı salak mı...
Sonrasında "tahliye kararını iptal ettim işte" cevabına "yaaaaaaaaa" diyerek şaşkınlıktan ağzım bir karış ayrılarak sonrasında bizim beyle ne yapacağımızı bilemeden kendimizi beş kat aşağı nasıl attık sigaraları nasıl yaktık bilemeden...
Düstur edindiğim kendimi bildim bileli zararını hiç görmediğim, kalbimi Allah' a bağladım kalbinimi karartmadan teslim oldum O'na...
Fakat insanım nefsime yenilip kedere gark olmuyor da değildim nadiren de olsa...
Ezber bozan bu sonuç karşısında herkesler ama herkesler şaşkınlıklar içinde kaldılar...
Hele diyorum hakim Bey "davacı davacı" diyor sürekli baktım ben davalı taraftayım...
Rüya gibiydi...
Böyle bir vakur duruş üzerimde salınıyorum...
Perşembe günkü duruşma için de yine müjdeli haberle çıkıp inşallah, şimdi karşısında olduğum tv ekranında kendisi yetmiyormuş gibi 33 diyen bir hatun dahil olmuş reklam şahdı sahbaz olmuş...

"Başlık 10 nisan tarihli tırnak kesme hadisemizin beni koparan cümlesi..."

5 Nisan 2011 Salı

Hayırlı Cuma...

Her an bir müjdeli haber alacakmışım da çaktırmıyormuşum gibi sarsak, hafif yandan gülümsemeli ruh halini taşıyor olmak ruhumu salim tutuyor şu sıra...
Saatlerin turunu son sürat tamamladığı ve benim yetişemeyip, nice tur sonra henüz başlanmamış işlerimin, düşünce aşamasında olması bile beni tedirgin etmiyor...
Şu sıra özlem, hasret, beklemek konularında baskın durumda kovalıyorum saatin turlarını...
En iyisi de, yükün hepsini taşıya taşıya bir de kenara koyayım ihtiyaç kadarını sırtlayayım sonucuna yeni ulaşmışken şimdi keyfini çıkarmak icap eder, sırası gelene bakmak ve hepsinden elzemi gel gayrı Cuma demek hep bir ağızdan...

1 Nisan 2011 Cuma

Güzel Cuma...

Korkunç güzel kiracı sicilimiz var...
Bu ifadenin "korkunç güzel" tanımlaması Can Babamdan; heyecanlanıp da çok beğendiği birşeyi anlatınca ağız dolusu söylerdi canım...
Bu sicili temiz kiracılık durumunun da bir numarası da, kazancı da yok aslına bakılırsa...
Daireden bir ablam vardı, derdik ki lan herkes mi kötü, iyiler hangi delikte...
Sürekli mağdur olan biz, hala da eşşek olmaya devam ediyoruz, sırtımızdaki semerler artsın diye...
Böyle konuşur konuşur hayıflanır, sonunda yok yok biz vadeli yaşıyoruz, dürüstlüğün iyiliğin yakın zamanda görmesek de semeresini, sonra çıkar hayrı elbet deyip noktayı koyuyorduk kulakları çınlasın...
Üzgünüm tevazu gösteremeyeceğim çünkü kimsenin etlisine sütlüsüne karışma, arkadan iş çevirme, gıybet olmasın diye konuşmaya imtina et yine de ....
Yok yok hiç tevazuya gerek yok, bir laf var "fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar"...
Kendine ve karşısındakine güvenin ya da tamamen salaklığın sonucu imzalanan tahliye taahütnamesiyle kim derdi ki başımıza iki dava açılacak yine hakim karşısında elimde 24 aylık bir gün bile gecikmemiş kira ekstreleriyle duracağımı "ama efendim herhangi bir pürüz yok ki bakın dökümler elimde" demem...
Benim evin bir kargosu bitmezdi, şimdi de maşallah o malum kağıtları...
Bu ayki adliye programım...
6 Nisan ev için...
12 Nisan yine ev için...
14 Nisan babamdan olan eski tükanla olan ertelenen davanın görülmesi...
Hukuk okuyaymışım ya ben :)
Fakat hayırlı cumalar herkese, bu cuma bana çok hayırlı, gün güzel, aldığım nefes güzel, evi bile hemen hazırlayıp sırtlayıp gidesim var gerçi ortada aday bir ev bile yok ya olsun, bugüne de hamdolsun...

31 Mart 2011 Perşembe

Hükümsüz Artık Telefonum...

Pazartesi telefonumu kaybettim, iki sene önce bizim Beyin doğum günü hediyesi pembe pembe çok sevdiğim, kalben bağlandığım hatta ona Ürgüp'ten boncuklu janjanlı bir minik çanta aldığım şeker telefonum gitti...
Dalgınlığımdan tamamen, sırt çantasının ön gözüne koyup da fermuarını kapatmazsam olacağı buydu...
Hemen kartı iptal ettirip daha önceden yedeklediğim numaralarımı tekrar yeni sime kaydettirdikten sonra iş telefona gelmişti ki yine imdadıma bizim bey yetişti...
Kendisi i-phone 4 ü eline alacağı anı iple çekerken kendi telefonunu bana verdiğinde içi bile sızlamadı eminim...
Sonuç itibariyle aynı numara, aynı sim kart, eski numaralarım...
Bu akşam da annemden bir telefon:
" Funda telefonun Pursaklardaymış... Pursaklar havaalanı yolunda neredeyse bir belde nüfusuna sahip bir yerleşim yeri...
Bir kağıt toplayıcısı bey önce telefondaki "babam" kaydını arıyor ulaşamıyor sonra "annem" kaydından anneme ulaşıyor...
Anneme telefonda izah ediyor ben size ulaştıramam da siz gelir alırsanız yalnız telefonu bulduğumuzda bataryası yoktu sim kartı çıkarılmıştı ekranın da köşesi çizilmişti diyor telefondaki ses...
Fakat ne hikmetse o minik janjanlı çanta sağlam, demek batarya daha kıymetli...
Yapacak birşey yok dedim ben de sonraki konuşmam da kendisiyle...
Allah senden razı olsun araman yeter ben nasılsa işimi hallettim sen de o telefonu babamın canı için kullan...
Adam ne dualar sıraladı...
Hele ki şu sıralar bunalımdan bunalıma yelken açıp gezen bana verilmiş bir sadakası alınmış bir duası varmış dedirtecek bir hal olur da işlerimiz rast gider inşallah...

29 Mart 2011 Salı

Oryantiring, Mustafapaşa, Ürgüp, Taşınma...

Bu hırsız gibi bir damdan bir kapıdan girilen blog açıldı açılacak mevzu fena halde canımı sıkarken, eskinin hatırlarsınız cep telefonlarında olurdu farklı operatörlerden birbirine mesaj gitmezdi de mesaj merkez numaralarını her defasında değiştirirdik ya ne ilkellik...
Yine döndük o günlere maşallah...
Çektirenler utansın ne dene...
Fakat yetti artık, kedinin yün yumağıyla oynadığı gibi oynamayın artık, ayrıca da ses çıkarsak da kim neresine takıyor ki, boğazın patladığıyla kalınmıyor mu?
İnşallah bundan kısa süre sonra artık efendi gibi girilir meydanlara, dökülünür, yazılır, çizilir, okur, okunuruz....
Oryantiring hakemliği, bu kez Nevşehir Mustafapaşa ve Ürgüp bölgesindeydi...
Malum belimde mütemadiyen ağrısı canıma okuyan üç mükellef fıtık, üç gün boyunca sürekli ayakta durmaktan ve malzemelerle haşır neşir olmaktan kendini bu ara iyice hissettirse de o doğanın dokusu, Allah' ın o bölgeye cömert davranması, ortam anlatılamayacak güzellikteydi...
Gidilen yerleri gezme durumu hiç olmasa da, iki taş bir baş tabir edilen kısacık zaman diliminde artık göz ne gördüyse bölgeden ayrılmadan içten "Ah" lar çekilerek izlenildi...
Şimdi de o keyfin yorgunluğun üzerine iyi gider misali rahat bize gelir mi aaa ne demek sürekli bir sirkülasyon olmalı hayatta diyerek bu sefer de taşınma işini sardık başımıza...
Ev sahibemizin lakabını bugün bir emlakçıdan öğrendiğim aaaaaaaa ağabey deme öyle onlar bile bu vakada melaike kalıyorlar lütfen onlara haksızlık etme deme deme boşver diyerek dumur diyarlarında gezmeye daldım...
Önümüzdeki maçlara bakalım, nasıl bir ev nasip olacak, hele bu bel ağrılarıyla nasıl taşımılacak, koca ev nasıl der-top edilecek yığın sorularının umarım cevapları, hayırlı ayrıca her kapanan kapının yeni açılana gebe olması ümitlerimle...

23 Mart 2011 Çarşamba

Öyle keskin keskin konuşmamalıymış...
Romanın bittiği senin öte tarafa gittiğin günmüş aslında...
Devirlerin kapanması, bir daha fotoğraf çerçevelerinden baktığın pencereymiş dünyadaki ahvalin...
Ya da her aklına getirildiğinde ardından okunacak Fatiha' ymış en makbulü...
Can Babamın romanının bittiği gün, tam da aynı gün 25 yıllık dostun babasının pankreas CA olduğunu öğrenip bir yandan beni teselli ederken bir yandan o da babasına ağladı...
Bugün saat 14:00 de giden babasına ağlıyor şimdi ben de onunla...
Babasının romanının bittiği nokta da sözün bittiği yermiş aslında...
Allah mekanını Firdevs cenneti etsin inşallah Kadir amcamın can Babamla bütün herkesle...