Sene 80-83 arası...
Ankara' daki şimdiki Ulus Yüzüncü Yıl çarşısının olduğu yerdeki pasaj yıkılıp da, bizimkilerin dükkanı dağılınca, babamın aklına nereden geldi bilinmez belki bilinir de sormadığım bak nereden çıktı Bodrum hikayesi diye...
Babam o zamanın ciddi paralar harcayıp Bodrum' a çok lüks bir restaurant açıyor, adını da kendi ismini vererek "BEHÇET RESTAURANT" koyuyor...
Evi barkı da taşıyoruz, o zaman altı yaşlarındayım Fulya doğdu belki de bir sene sonra da olabilir net hatırlamıyorum...
Hatırladığım oradaki günlerim hayal meyal...
Marinanın karşısındaydı dükkan çok da büyüktü , çocukken bir de daha da büyük görünür ya herşey göze...
O zaman babam 29-30 lu yaşlarında...
Tek başına akıl ediyor cesaretine şaşkınım, diyorum ya ciddi paralar, birinci sınıf bir mekan, iç mimarlar içini dekore ediyorlar filan Bodrum' da tek...
Babam ki o zamanın verdiği o yaş cesaretiyle ailesinin oraya o kadar para gömme gel memlekette birşeyler yap uyarılarını dinlemeyip geliyor gurbet ellere...
O zaman Zeki Müren ülkenin paşası Bodrum'un da incisi rahmetli...
Bizim dükkanın da gediklisi...
Babama da bayılıyor Behçetçiğim diye diye her gece dükkanda alemde...
Beni de Behçetçiğimin kızı diye seviyor filan, o zaman Bardakçı plajı var, orada her zaman gittiği mekana bizim dükkandan masa sandalye özel götürülüyor Paşa'ya izzet ikram...
Oradaki evimizi hatırlıyorum, ekmek fırını vardı yokuş çıkılan sokağın hemen başında, ellerim yanardı ekmekleri sardıkları kağıdın altından, torba da yoktu demek ki o kadar yaygın...
Beyazla sarı karışımı saman kağıda aceleyle sarmalanmış, kuyruktaki diğerlerini bekletmemek için savuşturulmuş iki sıcak ekmekle o yokuşu tırmandığımı hatırlıyorum...
Mahalledeki çocuklarla, tarihi sarnıçlar vardı o yaz sıcağında sepserin, içinde sesimizin çınladığı sarnıçlarda oyunlar oynardık...
Sonra elle ilmek atardık sonu bir yere varmayan, belki de varırdı hatırlamıyorum ama en hızlı ilmek atan olduğumu hatırlıyorum...
Yazın bir şey giymezdim öyle üst baş üzerime mayodan başka, ayaklarımda da şipidik bir terlik, marsık olmuş bedenim, oradan oraya koşar oynardım...
Sahilde tahta sandalyeleriyle çay bahçeleri, ortada tepede asılı televizyonlarda Hababam Sınıfı, Gırgıriye' de Şenlik Var filmlerine denk gelirsem en mutlu olduğum zamanlardı, sandalye kapar kenarda oturur seyrederdim boynum yukarı bakmaktan tutulmuş halde...
Hem güzel günlerdi hem acı oradaki günler...
Sonu hüsran oldu dükkanın, hep derim ya benim kaybolan bir fotoğraf çantam var, içinde de hayatım diye işte onun içindeydi oradan olan fotoğraflar, dükkanın açılış için hazırlanan davetiyesi...
Çok güzeldi çocukluğum, çok özeldi, farklıydı, iyisiyle kötüsüyle ama hep çok sevgi görmüş haliyle...
O zamandan bu zamana gitmedim hiç Bodrum' a...
Pazar akşamı iş yerinin bir semineri dolayısıyla gidiyorum...
Çok değiştiğine eminim eminim de marina duruyordur herhalde yerinde ve de onun karşısı gidince hatırlarım elbet gördüğüm yeri unutmam bir daha...
Gittiğimde marina'nın karşısına kondururum BEHÇET RESTAURANTI...
İçeriye babamı...
Ve her zamanki masasında oturan Zeki Müren'i...