8 Mayıs 2009 Cuma

Sedasyon 200... Yarım Gün Yatış 75 TL cik...

Daha bu yaşta dememek lazım, eskiler gibi mi şimdininki, üzerine kanadımı gere gere anca bu kadar...
Bizim hanım kızımız Rengin' in biri biraz heybetli, biri de ondan aşağı olmayan iki azısı çürük...
Biz ANKAN lı anneler, ilk zamanlar adım atmadan önce birbirimize sorarız, şimdilerde pek olmuyor da öğrendik artık ne nerede hangisine gidilir hangisinden alınır...
O zaman şöyle bir mail atmıştım "Rengin' i dişçiye götüreceğim, ilk kez de olacak ürkmesin yavru kuş, ömrü hayatı boyunca adam akıllısı olsun, bir tavsiye lütfen" şeklinde...
İçlerinde en çok oy alan Tunalı'da Kavaklıdere sineması vardır, onun hemen üzerinde Meral Hanım oldu onu tavsiye ettiler, en iyisidir dediler...
Neyse efendim gittik, bu hanım dişçimize...
Gerçekten işinin ehli, kafasında tavşan kulaklı tacı, her yanlar oyuncak, hani şu dişe hava veren neyse artık adı onda spiderman asılı filan, koltuk uçak filan, her şeyde hurraaa alıkış oh oh oh aman da Rengin korkmadı bir maskaralık hasıl her yanımızdan akan, nice oyunlarla dişe alışma yaptırma vesaire vesaire...
Yaklaşık iki sene geçti, seansı 75 lira...
Çocuk otursa da, oturmasa da, dişine değdirse de, değdirmese de o para...
Biz en son 375 liraya geldiğimizde ve sadece bir dişinin %10 luk kısmı temizlenmişti ki anca, dedik tamam bırakıyoruz, çürüklerimizle yaşarız...
Sonrasında başka da dişçi koltuğuna oturmadık...
Aradan geçen bu kadar zamanda, benim aklımın bir köşesinde yazılı, Rengin' in iki çürüğü var onlar doldurulacak...
Bu aradaki senaryoları yazmıyorum, migren dedim migrenim azdı, o yüzden birşey çağırmaya ne gerek...
Akay Hastanesi var hep billboardlarda görürdüm, sedasyonla çocuklarınızın dişlerini halledelim filan diye...
Bugüne kısmetmiş, aldım randevuyu saat 15:00 e gittik, annem ben Rengin'le...
Oturmasıyla kalkması bir oldu koltuğa, sadece şu küçük tüpte hafif uyuşturucu etkisi olan fıs fısı sıktırdı bitti bir ağıt bir ağıt, sanırsın etini kesti...
Doktor ablamız da pek şekerdi ki tavsiye ederim...
"Malesef" dedi, "bu tip çocuklarda" ki bu tip dediği de benim çocuğa birebir uyuyor, "sedasyonla yapıyoruz", sedasyon dediği, hani ameliyat öncesi çocuğa, hafif uyuşsun, elini kolunu kaldıramasın mahiyetinde vişne suyuna bir ilaç koyup içiriyorlar, onu içirip 15 dakika bile sürmüyor dolgusunu veya ne gerekiyorsa yapıyorlar...
"Ondan yapmak lazım" dedi...
Tamam benim de aklıma geldi, sezeryan misali, yat uyu sonra kalk bak yanında yavrun...
Bunda da o hesap, ne kadardır maliyeti deyince, sedasyon 200 liracık, yarım gün yatış gösteriyorlarmış ne demekse 15 dakikalık operasyona 75 liracık, hadi dolgu makul, 52 lira en basiti sorunsuzu o da, 82 liraya kadar çıkıyor...
Bu arada dişçi fiyatları ki Rengin için yaptığım araştırmalarda 120 lira olduğunu gördüm sorunsuz bir dolgunun...
Velhasıl kelam, biz gittik Mcdonald's ta bir çocuk menü, üzerine dondurması, Kuğulu Parkın oyun parkında oynaması, bir iki alışverişi derken evimizdeyiz...
İşte hayat böyle birşey ne için çıkılır, ne yapılır gelinir...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Güne Başlarken...

Sabah geldim efendim işimin başına, baktım çiçeklerim masada duruyor, tanzim lazım onlara, yer lazım...
E bura bir iş yeri tamam küçük çaplı gün olayına giriyoruz filan da, bir vazomuz yok, bu arada şimdi aklıma geldi ki benim evimde de bir vazom bile yok, kedim de yok vazom da, demek ki çiçek getirenim de yokmuş ki vazoya ihtiyaç hasıl olmamış...
Vay halime :)
Neyse ben beş litrelik su kabını kestim, suyun içine çiçeklerimi daldırdım, sonra yakışıklı görünsün diye de örtüsünü geçirdim üzerine, bağladım buyrun sabah şekeri papatyalar...
Hepinizi beklerim, vazom da hazır nasılsa :)


Fotoğraf da anca, kararmaya az kalmış...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Kakara Kikiri...

Ben, Terazinin Dirhemi, Tabiat Ana ve Koza...
Sanki kırk yıllık tanış...
Bir sohbet, bir muhabbet...
Gün gibi, hem de iş yerimde, bir ara bizim daire başkanı aldı sazı eline baktık gözünün içine gitsin diye ki bizbize kalalım...
Kahveler, çaylar ve kocaman papatya buketim...
İyi ki geldiniz, iyi ki tanıştık...
Bana çok iyi geldi...
O zaman darısı diğer arkadaşlarla da buluşmaya...
Toplaşsak mı ne?
Fotoğraflar iş yerinde, sekiz aynı poz, sekizi de birbirinden fena, birinde ben berbat çıkmışım, yok midem, yok saçım, yok bakışım diğerlerini hiç söylemeyeyim...
Artık flu filan koyarım, tek net fotoğraf papatyalar olur herhal :)

Geliyorlar...

Kimler mi?
Hem Koza hem Tabiat Ana...
İlk defa görüşeceğiz iş yerime gelecekler kahve içeceğiz tanışıp kaynaşacağız...
Bir heyecan bir heyecan ben de ...
Yakama karanfilimi taktım onlara da takın dedim...
Hadi bakalım :)
Haaaa siz de buyrun beklerim :)

Kıyımda Kalanlar...

Az önce gönderdi bu fotoğrafı Onur...
Birçok yazımı da süsler fotoğrafları, çok beğeniyorum karelerini bakışını onun...
Bu fotoğraf da Tisan' dan... Oraları çok, bilmiyorum Taşucunu geçince Mersin' e 2,5 saat uzaklıkta bir yermiş, oynadın mı dedim üzerinde "hiç" dedi, gece çekmiş...
Doğa kendi oynamış oynayacağı kadar işte...
Fotoğrafı görünce, "ne yazılır ama" dedim buna, "o zaman adını da koy" dedi...
"Kıyımda Kalanlar"
geldi aklıma yazıyı görünce, o da görmüş olacak sürpriz ona da...
"Hayatı kocaman ucu bucağı olmayan bir su kütlesi düşünün, kıyıda kalanlar ömrün size bıraktıkları, sahip olduklarımız. Mesleğimiz, eşimiz, sevgilimiz, eski sevgilimiz, anneannemiz, dedemiz, arkadaşlarımız, okul yılları... ne yaşadıysak, ne kadarı kalsın dersek o kadar kalanlar...
Ömür geçip, yaş ilerledikçe kıyıdakiler artıyor, birikiyor, üst üste yan yana hizalı hizasız...
İşte bir nevi hatıralar gibi ... Çok mu canın sıkıldı çık birinin üzerine, dik gözünü ufka, bırak kendini o taşın sana düşündürdüklerine,anlattıklarına...
Sonra çık kıyıya, dön gerçeğine, istediğin zaman oradalar nasılsa, çıkarsın yine..."
Ellerine sağlık gözüne sağlık güzel arkadaşım...

5 Mayıs 2009 Salı

Yaparım Her Sene Gül Dibine...

Gerçi başlık pek marazlı oldu :) o düşünülenden yapmam da, her sene bu günü iple çeker, gece karanlıkta inerim gül dibine, dilerim dileklerimi...
Herkes farklı yapıyor, kendimi bildim bileli böyle yaparım, elime çakıltaşlarını alıyorum, hani şu çocuk parklarındakilerden...
Dileklerimi resmediyorum, evse misal kare, arabaysa dikdörtgen iki de alta tekerlek niyetine, falan falan...
Sonra, her yaptığımın içine bir küçük bozuk para koyar, sabah işe giderken alırım o paraları...
Paraları da kağıda sarar, bantlar bantlar sıkıca, cüzdanımda taşırım uğur niyetine...
Budur Hıdırellez ritüelim...
Bir de epey geçmiş senelerin birinde bir arkadaştan duymuştum, gece cüzdanı koy pencere dibine veya balkona Hızır Baba geçerken elini değerse taşarmış, her daim cüzdan...
İşte insanoğlu, o sihirli kelime "taşma" beni hadiseyi gerçekleştirmeye itti...
Aldım Bey in ve benim cüzdanları, koydum balkona, o zaman da 11. katta oturuyoruz, bir nevi küçük zirve...
Hava da kötü içini de boşaltmak nereden aklıma gelsin, işin sonraki adımındayım ben, dolacak taşacak ya cüzdan...
Sabah, sen yağ yağmur bizim cüzdanların üzerine yağ, kepaze et içindekileri de cüzdanı da...
Hayır da ben bunu diğer cüzdan sahibine anlatana ve daha öncesinde gösterene kadar epey bir gülmüştüm yaptığıma...
O gülmedi ama...
O zaman ta yürekten diliyorum ki, bütün bu gecede dilenen hayırlı dilekler dualar, olsun bitsin, dolsun taşsın cüzdanlar - mutfaklar, sağlık fışkırsın her odadan da ağız tadıyla efendim...
Esen kalınız...
Sonradan akla gelen not: Yaptıklarım bir bir oldular. Ciddiyim... Bilahare en komiğini de yazarım :)

Siz Siz Olun...

Ortada birşey yokken ve birşeyi birşeyi benzetmeye çalışırken melanet migreni ya da öbürlerini benzetmeyin...
Çağırmışım gibi...
Dünden beri başım çatlıyor, ilacı da töbe yutamam, inat ettim neyle çarpışıyorsam...
Evet malesef sorunumun cevabı "alışmak" terazimin dediği gibi...
Hayat hakkaten zor olduğundan da göründüğünden de...
Ama yine de herşeyin kötüsünü düşünüp kendi haline şükretmek düsturum her daim...
Demek ki neymiş, efendi gibi yaz işte neyse meramın, ne migren di atakdı...
Al çek bakalım kuzu kuzu ağrını :)

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Atak...

Başıma musallat migren atağı gibi...
Her atağın ne zaman geleceği belli olmayan, geldiğinden ortalığı dağıtan...
Giderken de, sırtımdan yükümü alıp giden hafifleten...

1 Mayıs 2009 Cuma

Cuma Tadında Perşembe...

Evvel arkadaşlar bilir, benim hamileyken üye olduğum bir Ankaralı Anneler grubu var, yani yaklaşık 5 sene olmuş üye olalı...
Orada yazışırsın, önce hamileliğini "ay bende şu oldu sizde de oldu mu hıııı nasıl geçti" türünden lakırdılar dolanır... Sonra bebeler doğar, sorular bitmez, bebe emzirilir, makinanın başına oturulur "yandım anam ben, bu çocuk çok ağlıyor, gazı var, yetişin......."
Çözümler bulunur senden önce anne olanlarla filan...
Sonra bu yazıştığın annelerle bir tanışayım bakayım ne menem kimseler bunlar, yazıda herkes sevgi kelebeği ama gerçekte bir tatmak lazım gelir diyerek...
Kafanın uyduğuyla sürdürürsün buluşmalarını, uymayanıyla yazışmaya devam edersin, yazıda herkes mıç mıç sever birbirini, karşılıksız beklentisiz bir sevgi yumağını dideler dururuz orta yerde...
Çocukların sıkıntısı bitince, artık benliğini bulur hatunlar, kendileridir arada yine çocuklarla sürer Ankan tebasıyla...
Blog maydanından Sardunya misal Ankan'dan, yine Terazinin Dirhemi oradan, Çınar'ın Günlüğü , Ankara Etkinlikleri-Deniz-Zeynep ve Nimetim...
Perşembe akşamı da biz eski Çınar'ın Günlüğü yeni Bebeğime Ne Aldım, Ne Alsam, ben, Müge, Terazilerin evdeyiz...
Çocuksuz buluşacağız, yine Ankan'dan Müge nin de önceki gün doğum günü, onu kutlayıp şöyle geniş geniş çocuğa "dur otur, elleme, arkadaşına zarar verme, gel buraya" demeden gırtlağımızı yırtmadan, oturacağız...
Bu arada Terazi'nin koca ve kızı bizim evde onlar da kocalar anlaştılar bebeler aynı yaşta filan...
Diğerleri de çocuklarını saçtılar geldiler...
Biz sonradan gelen Terazi'nin komşusu artık bizim de ablamız Nur Ablayla beraber beş hatun gece 00:00 a gelirken saatleeer, dedik artık kalkalım...
Çok şeker şerbet, bol sohbet ve sonu baileys li biten leziz geceydi...
Lazım böyle arada çocuksuz kendi başına takılınmalar...
Bu arada Terazi'nin balkonuna tam akşamüzeri güneşi vurmuş -çok da anlarmışım gibi- fotoğraf için ışık süper ben de balkonundan çektim kare kare...
Elimde de çocuğun eline vermezsin, o kalitede bir makina olmasa demek dünyayı sarsacağım da o var yetin Funda... (oldu)
Pasta da limonlu soslu niyetlenilip bir file limon heba edilince sosu değişen cheesecake :)

Can Dayanmaz...

Hayatı bu kadar seven, gülmeyi yüzüne yapıştırmış, keyifli, felekle dalga geçen ve sevgisi her yere yetenin hayatı, küslükle boğuşmayla geçmesi de ömrün ne yaman çelişkisidir..?

30 Nisan 2009 Perşembe

Tatil mi?

Bugün cuma tadında bir gün, hani yarın tatil ya o güzellikte ruhum...
Dün arkadaşımın gönderdiği önüme gelene anlattığım, benim meydan da önüme gelen kategorisine soktuğum yere dahil, haydi buyrun...
Temel bir gün yanına torununu almış ve askerlik anılarını anlatmaya başlamış:
- Pen askerlik yaparken savaş çıktı ve pizi savaşa cönderdular. Nasıl savaşıyoruz, nasıl savaşıyoruz. Aslanlar cibi. Tüşmanları pir pir öldüreyruz. Derken pir gün pusuya düştük ve bizi esir aldular. Cünler sonra düşman ordularının komutani celdi:
- İki seçeneğinuz var. Ya hepinizi öldürürüz, ya da tecavüz ederuz, dedi.
Temel`in torununun gözleri parlamış:
- Ee sonra?
Temel, lafı ağzından kaçırdığına pişman:
- Sonra hepimizu öldirdüler...

29 Nisan 2009 Çarşamba

17 Nisan Akşamından...

Anneannemizin doğum gününden...

İşte "ben" Konuşur Öyle...

Sen nasıl bir kadınsın, nasıl bir beynin var, o kelime dağarcığın ?
Nasıl bir hayalgücün?
Bilir misin, yazdıklarını okurken, kelimelerin üzerinden özenle geçiyorum, cümlelerin bitmesin, sayfalar tükenmesin, bitmesin istiyorum...
Öyle bir tüneldeyim ki okurken seni, ucunda ışık var ama iyiye delalet değil, biteceğe delalet okumamın...
Yazdıklarına roman demek haksızlık gibi...
Başka bir adı olmalı, henüz bulamadığım, isimlendiremediğim...
Bu kadar methiyeler yazdığım, kadın Elif Şafak...
Benim aklım almıyor bendeki bu sevmeyi de, kimisi sevmiyor hiç, demek beklentileri karşılama, ilgi ihtiyaç meselesi tamamen...
Belki de diyeceksiniz "amaaaaan ne altı üztü bir yazar işte roman yazıyor o kadar"
Ama belki de benden çok birşeyler buluyorum onda yazdıklarında...
Söylediklerim yazdıklarım, naçizane kendi düşüncelerim tabi, yineleyeyim yeniden de...
Şimdi son romanında "Aşk" ta demiş ki kuralların birinde:


"Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve eşfkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir."


Üzerine konuşmaya ne hacet artık!

28 Nisan 2009 Salı

Kaçış mı? Sığınma mı? ("Hatıralar" Öykü Atölyesi)

Ne zaman hatırlanır hatıralar ya da ne zaman geçmişe dönülür, yad maksatlı...
Neşeli olunduğunda mı, durumdan memnuniyette mi, yok öyle birşey...
Ne zamanki mutsuzsun, o zaman dönersin geçmişine...
Geçmişte de öyle alelade yere değil, en mutlu olduğun ana, en yüzünün güldüğü ana, seni en çok güldürenin yanına konarsın kuş gibi...
Tepeden seyreylersin, bir zamanları...
Dedim ya, kaçış - hatıra - geçmiş adı her neyse...
Kaçış tabi, hiç yok deme itiraz da etme... Öyle... Biliyorum seni...
Popon sıkıya geldi mi, iki yüzün asıldı mı dön içe, git öte yana...
Allahtan var demek ki, mutlandıran durum eskilerden kalma, girebildiğin defter bir sayfası...
O da güzel tabi...
O zaman hatıra ne menem birşey ki, işine gelindiğinde hatırlanan, işler tıkırında giderken unutulan...
Nankör insanoğlu, hatıralarına bile belkide...
Belki de ...
Ama olsun sığınma limanı da olsa, kaçış da olsa durumdan iyi birşey demek ki...
Üstelik hatıranın varlığı, sana hiç içerlemeden kırılmadan her gittiğinde kucağını açan, sıcacık ev gibi, ana kucağı gibi...
Senin ona ettiğin nankörlüğü başına kakmadan dert etmeden
her defasında kapına geldiğinde geri çevirmeyen...


................


....................


.................


Ben aldım kahvemi, balkondayım, sigaraya gidiyorum...
Hatıralarıma da bir merhaba derim belki de...

Benim O :)

Bu şeker nesne benim gözlük kılıfım oluyor...
Kendisinden rica ettim, gece yarılarına kadar oturmuş yapmış bizim ahretlik...
Üzrine de aplike deniyormuş adına, benim gibi şeker birşey yapmış...
Koymuş kendi meydanına da...

Hani Olur Ya?

Bir sıtkı sıyrılır, bedenin ruhun, herşeyden benimki de o zahir...
Okudum ama yazmadım...
Baktım durdum hatta...
İşler de yoğun zaten ama -mazaret mi asla ve kat'a en iş olduğu zaman bile lost'u seyrederim yine de, yazarım meydana yine de- bir sürü malzeme birikti özellikle fotoğraf...
Bugün canlı, heyecanlı, her zamankinden daha umutlu gün...
Ha bir de kurt puslu hava severheyecanı oradan belki ...
Kim mi?
Buyrun benim işte o :)

24 Nisan 2009 Cuma

Bol Katılımlı Akşam...

"Bir de canım bugün arkadaş sohbeti istiyor, bol katılımlı, gülelim, eğlenelim, dedikodu yapalım, birbirimizi dürtelim, sevelim sevilelim..."
Demişim, 22 Nisan Dünya Günündeki yazımda...
Demek ki dilek kapıları açıkmış...
Bu akşam gerçekleştiriyoruz bol katılımlı sohbeti...
Sabahtan giriştim, dağ-tepe olan işlerime nefes almadan...
Onlar bitti, başkandan izin alındı...
Yemekteyiz programındakiler gibi, markete gidilecek, hazırlık yapılacak...
Akşamın tadına varılacak...
Haydi bana müsade...
İyi hafta sonları efendim, saygılar...

23 Nisan 2009 Perşembe

Yanıyorum Ben ...

Yanıyorum ATAM
Seni unutturmaya çalışanlar var...
Yanıyorum ATAM
İlkelerini, fikirlerini hiçe sayanlar var!
Yanıyorum ATAM
Bayramlarınla dalga geçenler var!
Yanıyorum ATAM
Nankörlük yapanlar var, göz göre göre...
Benimse ATAM
Ağzımdan adını bir kere zikredince, bir kere daha ATAM çıkıyor...
Bayramlarında, göğsüm TÜRK olduğum için daha da kabarıyor...
Kudretim asil kanımdan, biliyorum ATAM...
Senin gibi kahramanım var ATAM...
Çocuğumun da kahramanı mavi gözlü dev ATAM...
Hediye ettiğin bayramı çocuğumla doyasıya kutlayacağız ATAM...
Müsterih ol ATAM, bizler hala senin yolundayız...
Yolunda olacağız...

22 Nisan 2009 Çarşamba

Dünya' nın Özel Günü...

  • Bugün içine özenle, bile bile, gözüne baka baka, içine ettiğimiz, dünyanın günü... Takvim 22 Nisan "Earth Day" gösteriyor... Ne demekse? Sevin mi diyor beni, içine etmeye devam mı edin diyor, çocuklarınıza çöl mü bırakacaksınız diyor, her gününüz dibe vurarak mı geçsin diyor, beni batırdınız, siz de mi batın diyor, anlamadım... Kutlu olsun sevgili dünyam, güzel dünyam... Bebeme, onun bebelerine de yaşa, tatlı bal dünyam, bol su içinde, yeşil içinde ol, sağlıkla nice yüzyıllara DÜNYAM!
  • Hava yine kapalı, içimde kapalının bahar sevinci kıpırtısı dopdolu... Sevdiğim kapalı puslu havanın yanına da, kahveli şöyle güzel eski Türk filmi geçecek de bir güne gebe olsan... Olsan işte ne var?
  • Pazartesi hayatımın ikinci savunmasını vereceğim... Seviyorum atraksiyonu demek, yine hayatın ilk savunmasını verdiğimde okula bir sene gelme sen, dinlen demişlerdi, hani tavlada da der ya rakip, bütün kapılar doluyken, senin kırık pulun olur da karşındaki kendi kendine dolanır durur, sen git-gez der ya...
  • Bugün bebem, Anıtkabire gidecek kreşiyle, hatta yeni seçilen Belediye Başkanıyla beraber... Makina verdim öğretnenine çek bol bol diye... Çok sever bizimki Atasını zaten... Arada Yasin kitabını alır eline "Mehmet dedeme (bizim Bey' in babası nurlarda yatsın), Ayten Babaanneme (benim babaanneme nurlarda yat canımmm) Atatürk'e (nur ol ATAM) bir dua edeyim" der, açar kitabı mır mır okur... Sonra "ben onları çok özledim neden öldüler" diye bir iki döktürür... Her seferinde aynı şekilde açıklarım, sonra iş "siz ölmeyin yaşlanmayın beni bırakmayın"a döner sürer gider ucu açık cümle gibi...
  • Bu sabah gözlerimi şükürle açtım Bey' ime baktım, bebeme baktım, şükrettim sonra sevdiklerimin varlığına/sağlığına, sonra gülümsedim yandan yandan eğrilmiş gibi dudağım... Gülümsemem devam hala, hayata duruma...Böyle iyi oluyor, para parayı çekerken, benim gülümseme de gülümsemeyi çekiyor... Para gibi olmasa da, ruhen zenginim daha ne isterim...
  • Bir de bugün canım arkadaş sohbeti istiyor bol katılımlı, gülelim, eğlenelim dedikodu yapalım, birbirimizi dürtelim, sevelim sevilelim...
  • Haydi bakalım sevin sevilin, kucaklaşın, gülümseyin, haaa Dünyama da güzel davranın...

21 Nisan 2009 Salı

Kudretin Asil Kanında Mevcut Zaten...

Ey Sevgili...
Ömrün de kendin gibi asil ...
Lafın ayrı asil...
Sözün ayrı asil...
Sevişin asil...
Kavgan asil...


Bakışı güzel, gülüşü güzel sevgili...
Hele ki gülümsediğinde,
Güneş kıskanıyor yüzündeki ışıltıyı...
Kucağına her aldığında yavrunu,
Ona her bakışında gururun okşanıyor sanki...
Asil olmalı hayat ta kendin gibi...
Can sevgili, sen merak etme
Kudretin Asil Kanında Mevcut Zaten...