10 Eylül 2010 Cuma

İçimdeki Fundaların birinin bir elinde dua kitabı bir elinde Allah diye çektiği tesbihi var...
Sürekli dua eden "babamın kabrini genişlet Yarabbim nurlarla doldur orayı mekanını cennet et" diyen Funda...
Hatta sorgusunda ben de mi olsaydım kuzuma yardım edebilir miydim hiç istemezdi ki oraya gitmeyi iyileşecekti daha diyen...
Bir tanesi ağlayamıyor bile kaskatı arada kilitleniyor elleri ayakları katılaşıyor kendi kendine gevşiyor sakinleştiriciye sonuna kadar hayır diyerek acısını yaşıyor isyan edemez haşa Allah verdi Allah aldı diye...
Sonra bir diğeri hep şükrediyor yine de çekmedi fazla diyor mübarek günde öğrenmiştik hastalığını geçen sene kadir gecesinde bu sene de yine kadir gecesinde gittiğine inanıp yüreğini bir damla gözyaşıyla ferahlatan...
Bir hadiste ne diyor ramazanın son on günü içinde tek günlerde arayınız Kadir gecesini...
Babam da o son on gün içinde bir tek gündeydi gittiğinde...
Birinin içi hınç dolu babamı bu kadar üzenleri sürekli Allah' a havale ediyor...
Yine de çok ciğer yakıyormuş öyle böyle değil, bıçaklar deşmiş de o bıcak kesiği olmuş her yanım kanamadan acısı durmadan...
Düşündükçe aklı baştan alan durummuş resimlere bakamadan kıyafetleri durmasın sizi de onu da sıkıştırır diyenlere denmiyor ki daha dolabın kapağını açmaya yürek yetmiyor ki terliklerini giyiyorum ayağımdalar onun gibi yürürken yere sürterek çıkan seste can babamı arayarak...
Hala hastanede diyor bir aklım da çıkartacağız zamanı gelince...
Hala pelte vücut akıl kimi gönderdik kimi gömdük...
Mezar yerini seçmek de o geçici mermere adını yazmak da nasip oldu bana içim dağlanarak...
Neler geçiyor içimden yazılası can babam uğruna ölürüm kuzum babam diye haykırarak ama gözyaşlarımın perdelediği gözüm titreyen elelrim izin vermiyor ki içimi boşaltmazsam da fena...
Kimselere yaşatmasın Allah sözüm meclisten "içeri" çok ağır acıymış kocaman bir çukur düştüğüm şimdi çıkması hayli zor olacak...
Her geçen gün kalbin üzerindeki taş kocamanlaşırken boğazdaki düğüm daha da bir körleniyor...
Hey gidi aslan Behçet' im canımın canı yakışıklım çok fena bıraktın bizi...
Kaldık mı şimdi dımdızlak ortada...?

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Konsantre Kitap...



Daha konsantreymiş eski zamanın kitapları...

Daha bir kokusu mayhoş, keskin, iç gıcıklatıcı, sayfalarımı çevir hemen oku beni dedirten...

Babaannemin vitrinindeki kitaplarını hatırlatan okurken, Stephen King , Barbara Cartland, Agatha Cristineli niceleri daha...

Sarımsı renkleriyle, dibinden koptu kopacak yapraklarıyla...

Şimdi bunu okurken 87 baskısında, o ağdalaşmış mayhoş kokusunu çekerken ciğerlerime, bir yandan o kitaplara gidip, bir yandan sarı yapraklarına burnumu içine soksam çıkmasam hatta, bitmesin bu kitap dedirten, sayfalarını bebeğimin altını açarkenki narinliğimle çevirdiğim, ha yıllanmış şarabı açmışım içmişim, ha bunun içindekileri çekmişim içime ne farkı var ki...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Eve Doğru...

Refakat saatlerimizin sigara molası kısmında demek ki alışmışız ki Fulya'yla beraber, acilin önünde durduk habire, hoş gerçi tek açık büfe orada var bir de kahve otomatı orada var bir tek...
Ama biz yine de kahveleri alıp sigarayı bahçesinde içtik hatta ara ara olan anonslarda babamın ismi bekledik...
Bugün öğleye doğru çıkaracaklar inşallah bakımın geri kalanı evde...
Haydi vira bismilllah...

24 Ağustos 2010 Salı

Hastane...




Zatürre tedavisinin bitmesine 2 kala, habersiz gelen solunum yetmezliği sürpizi bizi ambulansa tıkıp acil yoğun bakıma getiren gecenin kabaha karşı yüzünde...
İnsan ne tecrübeler ediniyor, hayatın başka yönü diyor kendi kendine...
Ne hastalar, ne ex ler, neler neler...
Tabi babam dellendi doğal olarak, yat Allah yat, sinir mi kalır, iki dakika önce ön yatakta olan hasta küt gidince tabi...
Acil kapısında hoparlörden gelen bilmemne bilmenenin yakını hasta yanına lafıyla kısa mesafe sürat koşusunun ardındaki endişeli bekleyiş...
İnsanoğlu her badireye alışıyor, tek temenni kaldıramayacağımız yüklerin altına sokmaması Yaradan' ın...
Bu meyanda kız kardeşimin onu hep küçük bebek görmemiz konusundaki yüzümüze kara çıkartması hııı bizim kız büyümüş de neler yaparmış olması da bu işin hayrı gibi...
Velhasıl şimdi kardeş kardeş babamızın yanında refakatçiyiz, servisin vireless inden sonuna kadar faydalanıp oturuyoruz...
Mesajlara telefonlara dualara da bin teşekkür...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Naaaaaa Niiiiiii....

Ezberlediğim numara işe yaradı, yoldan geçerken acı siren sesiyle arkasından duaları sıraladığım, kendi kendime dertlendiğim araca binmek de kaderimin cilvesiymiş...
En öne kurulmak marifet değil, hiç değil...
Zaten saat naaaa niiiii naaaa niiiii seslerini çınlatmak için uygun değildi...
Başa gelince panik olup 112' yi arayıp, tııırt diye bir çırpıda anlatıp, daha telefonu kapatmanın üzerine beş dakika geçip, o aracı görünce o yol eve kadar nasıl uçulur, baba nasıl sedyeye yatırılır, acile nasıl gidilir, nasıl acilde beklenilir, her biri kendini il emniyet müdürü sanan güvenlik görevlilerinin durumlarını seyreyle (tabi ki hepsi değil beş parmağın da beşi bir değil) diğer gelenlere nasıl üzülünür sonra.....
Allah bütün hastalara şifalar ver sıkıntıları hafiflet...
Yazının tüm cümlelerinin ayrı tellerden çalması, anlatımın anlatılamaz daha doğrusu anlaşılabilinemiyor olması ve diğer etkenler de günlerin uykusuzluğuna moralsizliğine verile...

20 Ağustos 2010 Cuma

Belki...

Gazeteyi açıp okumak...
Akşam, rahmetli dedemin söylemiyle ajansı seyretmek...
Ne kadar iç açıcı olmasa da yüzleri buruştursa da insanın haykırası geliyor çığlık çığlığa;
"Evet" di, "Hayır" dı diye gezinmektense, şu güzel ülkemin ceza sistemini oturtup trafik, cinayet, hırsızlık, gasp ve bunun gibi cezası kallavi olması gereken durumların hakettiği yeri bulabilmesi için çığırtkanlık yapılsa, Fatih Altaylı' nın dediği gibi işte o zaman adam oluruz...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bildiğin Mezar...

Başlıktaki bildiğim mezarın "bildiğin" kısmı bildiğimden değil anlatımımdan tamamen...
Girer girmez yüzümle mesafesi neredeyse 10 cm olan, o gürültülü aydınlık mezarımsıda on dakika kalacaksınız dedi görevli, bir de elime tansiyon ölçerkenki balonu birşey olursa sinyal verin diye tutuşturdu...
Bu sefer üç sene öncesine göre daha temkinliyim, bekliyorum tıngırtıyı, geçen seferkinde birden hazırlıksız yakalanınca kafamı vurdum Allaaaaah ne oluyoruz diye, şimdi ülkelerden ülke gezdim, gıy gıy gıy tıs tım tıs tırrrrrrrt, ritm bile tuttum hatta sonra fala geçtim, bu ses gelirse niyetim olacak diye, sonra Küba' ya uzandım kocaman bir salonda sıralar varmış, kızlar bacaklarında puro sarıyorlar zeytinyağlı yaprak sarması gibi incecik hoş kızlar da inceydi sinir oldum çıktım o hayalden...
Halime şükrettim antin kuntin marazlarım yok diye, elli kere o sinyali veren varmış, daralır tabi insan ister istemez, ben de öyle nameler yok Allahtan...
Sonra önce bir salak gibi otopark var mı oralarda dedim gitmeden telefonda, var dediler, hayatta para vermeye kıyamadığım yegane yerlerin başını çeken otopark durumu için de dedim ki, ülen oralar benim çocukluğumun geçtiği yer değil mi, sokaklar da avucumun içi,hiç de veremem deyip daldım eski apartmanımızın sokağına...
Parkedip yürürken o yere, bir baktım gece yarılarına kadar oynadığım sokağın önünden geçiyorum, gece 00:00 olurdu annem balkondan bildiğin yırtardı kendini ses de kuvvetli Fundaaaaaaaa diye sonra aynı kuvvetli ses benden "anne noluuuuuuuuur biraz daha" noluru mu kalmış kaç saat sonra zaten sabah olacak, git işte sonra yiyeceksin dayağı...
Öyle de korkardım annemden, az sopasını yemedim...
Şimdi düşünüyorum da anneye babaya kin olmuyor, düşünsene az gebertmedin beni deyip annesine babasına küs olan evlat var mı yok, şimdi matah birşeymiş gibi bir hoş seda anlatıyoruz...
Sonra apartmanı gördüm bir küçük bahçesi, küçükken leb-i derya gelen nasıl oluyorsa futbol maçı yapmaya sığdığımız bahçeyi, bir de o zaman ebat küçük tabi...
Sonra kömürlüğün üzeri evcilik oyununa ev sahipliği yapan...
Velhasıl ben MR çektirmeye gitmişim de ardına bir sürü hoşsedayla da geri dönmüşüm...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

İyi...

Sabahın uğunduran beli büken mide fırtınasının sinyalinin dosta kadar ulaşmasıyla haydi gel neylersin deyip çekip çıkarmasıyla geçen o bir sürü; kah şaşırarak, kah keyiflenerek, kah gaza gelip hiddetlenerek geçenin ardından alınan mis kokulu yapraklarıyla kitaplar ardına serum ardına bir saç sakal sonra gelinen kürkçü dükkanı...
İyi böyle...

17 Ağustos 2010 Salı

CAN Baba Demiş...

KADIN DEDİĞİN...

‎-Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi yatmayacak,kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini.Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek,hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küfretmeyecek, Kadın dediğin ayıp nedir bilecek. Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek.Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürlerle yemeklerle işi olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği, boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.Kadın dediğin güzel olacak ama eli yündenden çok öte birşey.Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek,o hamura kendini katmasını da... Paranın güzelliğini bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak.Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek.Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,başka sevgili edinmeyecek. Sarışın, renkli gözlü uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından,dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden,tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan,boş bakanlardan olmayacak. Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeyeçalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak. En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir.Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa...Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle.Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babayahürmet etmeyide... Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek.Parayla pulla, kariyerle,kimin ne dediğiyle ,sınırlamayacak.Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...
Öyle bir kadın işte...
Nerede oyle kadın yoktur deme...
Vardır vardııııııııır!..
Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!!!
Koca bir yün tomarı meydanda, sopayı vurdukça savrulan yünler didilirken bilmiyor ki kimse, aslında onlar didilen yünler değil de savrular harfler...
İş bitip yünler/kelimeler didilip, başından kalkıldığında, üzerine yapışanlar yünler değil harflerin üzerine üşüşmesiyle meydana gelen cümleler...
Sarfedip sarfetmemek üzerini silkelemene bağlı...
Yok dersen kalsın, söyleme kimseye deme, silkelenme o zaman...
Kimse görmez nasılsa yaşıpanlarını, gülümse sen sadece yoluna devam et...

15 Ağustos 2010 Pazar

İki Yabancı...






Açsam Rüzgara

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.


Orhan Veli Kanık

12 Ağustos 2010 Perşembe

Çocukla Büyümek...

Rengin' in küçük olduğu vakitler daha evin yakınındaki kallavi bir kreşin bir semineri var haydi dedim Bey gidelim, o zamanlar bu kadar yoğun değil, elele tutuşup her yerde beraber dolandığımız zamanlar...
Gittik, annelik babalık şöyle yetiştirin, böyle olun şeklinde bir sürü söylemden ibaret seminerin bir bölümünde, anneliğin aslında hayvanlarda olduğu gibi içgüdüsel brişey olmadığını, sonradan öğrenilen bir davranış olduğunun altını çize çize, çizilen kısmı hazmedip semineri bitirdikten sonra haaa dedim evet öğrendiğimiz veya senelerdir gözlemlediğimiz şeyleri uygulayıp adını annelik içgüdüsel bir davranıştır yaftasını yapıştırıveriyoruz kendimize...
Babalık nasıl ilk başlarda hissedilmese de, çocuk babasına gülümseyene daha da ilerisi "baba" diyene kadar "hayatımızda artık bir bebek var ve ben bu bebeğin babasıyım vay beee" şeklinde geçse de annelik öyle değil malumunuz...
Ciddi iş, ardında keşkelerle dolu iş...
Kim ne derse desin bende de dahil, şunu şöyle yapsaydım ardına saklı, bir veya birden fazla vukuatı barındırıyor geçmiş zaman bebek büyütme zarfında...
Biz de Rengin' in evliliklerde olurmuş ya 1-3-5 kuralı futbol taktiği misali...
Çocuklarda da terrible two ("çocukluk dönemi negativizm") denilen o bunalımsal dönemi biz sıkıntısız atlatsak da, sonraki dört yaş ve altıyı bitirmeye az kala dönemde elinde oyuncak olmaktan öte gitmemiş yol alınmamış bir arpa boyum elimde kalma durumum...
Kimi zaman sadece yapmaya çalıştığım yalansız, benimle herşeyini açık yüreklilikle paylaşan, ahlaklı, en önemlisi iyi yürekli, bunların sonucunda da çok ama çok mutlu bir çocuk yetiştirmek isteğim ve bunun sonucunda yapmaya didindiğim...
Fakat bu kadar didinmenin en güzel meyvesini de yapmaya çalıştığım, çalışmak yerine çabaladığım desem daha doğru olan bu yolda, hem Renginim, hem ben bizim Bey onunla birlikte büyüdük gidiyoruz...
Mutlu olduğuna inandığım, değerlerimizi koruyarak yaşayıp giderken birçok çabanın semeresini görüp, her an tekrar aşık olduğum Rengin hanımı yazdım bugün nedensiz...
"Allah kimseyi evlatlarıyla sınamasın" tek dileğim olup onların o güzelliklerini görmeyi de esirgemesin bizden...
Seni çok seviyorum be Renom :)

10 Ağustos 2010 Salı

Burulurum Komik Halime...













Bir milletin evlatları, bu kadar ne yerine koyulamaz...
Senelerdir aynı serenatlar; yaz gelir diyet, kilo, sıcaklarda nasıl olmalıyız, ne yemeliyiz, ne giymeliyiz, ne ne neeeeee!
Ramazan gelir, yok şöyle oruç bozulur, bu yapılır, şu yapılır, hurma fiyatları budur, sahur budur, iftariyelikler şudur...
Arkadaş bu saate, bu yıla kadar her sene bu ve bunun gibi söylemleri artık ömür boyu günde üç öğün mecburi içilecek ilaç gibi kanıksayan bu millete de yazık, bangır bangır anlatıp kulağımızı beynimizi didikleyen size de...
Hayırlı ramazanlar efendim...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Boşuna mı Koymuş Adımı?

Bizim Bey der bana, çok lazım herşeye burnunu sokuyorsun "toplum polisi misin" diye...
Polislikten öte birşey bendeki; üzerime vazife olsun olmasın, müdahale gerektirecek her durumda, hazır kıta bekleyen asker gibi en yakın telefon kulübesine gitmeden daha, üniformamı kuşanıp cenge hazır bekliyorum...
Herşeye karışıyorum, herkesin işine maydonoz oluyorum elimde kılıcım eksik...
Çok fena, çok cinsim...
İlerleyen zamanlarda örneklendirir çeşitli konulardaki nadideliğimi sererim ortaya...
Özellikle trafik ışıklarını beklemeyip, kendilerini yollara seren siz kendini uyanık sanan sonra da bilgisayar oyunlarındaki gibi küt küt öte tarafa göçen, kendi hayatını hiçe saydığı gibi, bir anne bir baba olup da "lan ben kendime mukayet olayım, ölmenin manası yok bok yolunda, geride kalanları düşüneyim" şeklindeki düşünceden bihaber vatandaş!
İnan olsun sizler gidince hiiiç üzülmüyorum, tamam vade doluyor o kısmı atlıyorum ama siz tedbir senden takdir Allah' tan kısmını es geçip nasıl canınızı hiçe sayarsınız?
Bugün Ulus' un o işlek heykel ışıklarında bekliyorum, çok da imtina ederim bir sürücü olarak da bilirim ki arabanın önüne atlanılması çok da şık bir hareket değil...
Yaya da yeşilin yanmasına var daha 112 saniye...
Bu arada yurdumun kendince uyanık nadide insanları birer ikişer aralardan atıyorlar kendilerini yola...
Teyze geldi yanıma
- Kızım geçiliyor mu?
- Yok teyze nereye bak daha bize kırmızı...
- Ama baksana kızım geçiyorlar...
- İyi teyze sen de geç o zaman, sonra kazısınlar seni yoldan...
- Ağzından yel alsın kızım o nasıl söz?
- Valla teyze nereden yel alırsa alsın durum bu görmüyor musun fırtına gibi geliyorlar ya duramazlarsa Allah saklasın...
- Hııı hava da yanıyor değil mi?
- .......??!!!
Neyse teyze utandı benden de bu kadar lafıma, ışığı bekledi sonra bilemedim bir iyi günler demeden terk etti beni :)

Dur Durağım...



Memleketimin otobüs durakları, etekli kadın oturmuş da eteği çekilmiş gibi yarım yamalak duruyor...
İşlevsellik namına birşey yok, görselliği de eh denecek ölçüde dandik...
Neyleyim görselliği, işime yaramadıktan sonra...
Bu sellerin hüküm sürdüğü zamanlarda, iki kere yakalanma maceramı durağa sığınayım şeklinde sonlandırmak isterken, hilafsız dizlerime kadar ıslandığım, elimi yüzümü daha saymıyorum, bütün durağa sığınan durakzedelerle beraber o günleri anıyorum yazıyı yazarken...
Anladık ki yağmurdan korumuyor, tepesi yanı yöresi yarım çünkü...
Şimdilerde de kırklı derecelerin hüküm sürdüğü, güneşin tabak gibi tepemizi deldiği zamanların durağındaysa, her tarafı şeffaf cam olan durakların tepesi de cam olunca, olanca hıncıyla yine yansıyıp tepeyi deliyor mu o güneş?
Haydaaa demek ki yaz sıcağının güneşinde de sınıfta kaldı...
Ne anladım şimdi bu işten ben?
Kimsenin belediyeciliğini sorgulamak değil maksat...
Maksat, yapılanın hiç bir amaca hizmet etmemesi, biz bekleyenleri mağdur etmesi...
Velhasıl bu detaydan muzdaribim, bir çok durak bekleyeni gibi...


Hatta ve hatta şurada bir yazı bile yazılmış şimdi fotoğraf ararken rastladığım...

6 Ağustos 2010 Cuma





"Garıları Seyrediyom"

Seyreden gözlerini Allah görsün...
Dün otobüs durağına yürürken, dükkanın önünde oturan çok dikkat etmedim şöyle bir diyalog aralarında;
- Bilmemne abiiiiii ne yapıyon?
- Garıları seyrediyom gardaş...
Allah cezanı versin senin, ah dedim çıkayım karşısına diyeyim ki "o garıları seyreden gözlerini Allah bildiği gibi yapsın, senin de evde soyadını taşıyan garıları senden beterler seyreylesin"...
Var hala odundan beter insanüzeri varlıklar, delirmemek içten değil...
Nurlarda yatsın babaannem olaydı lafı yapıştırırdı ağzını doldura doldura...
"Südüklüğüne Daş Dura"

1 Ağustos 2010 Pazar

Yaşanan "hergün" insana;
bir yaşına daha bastım dedirtircesine, kullanmamışlığıma inat, birçok yerde okunur dedirten bağıra bağıra susmasını,
görmekle bakmanın aleni farkının, kamera arkasının ne kadar net olduğunu,
sabretmenin isteyerek yapılan bir durum olmadığını, elden birşey gelmediği için mecburen sabır çadırına sığınıldığını,
-mış sanılan herşeyin önceden bilindiği fakat annemin tabiriyle yalandan eşşek olunduğunu,
hala burnu koku almaz tavrın sürekliliğinin, aslında bir yaşam biçimi olduğu, yakana yapışmış, alnına kazınmış bir iz olduğunu,
kaderimmiş vay anasına denilen durumun, hiç bir zaman çözüme kavuşmayacağını,
eski kahkahaların yerini bıçak açmaz bir ağzın aldığını...
maşallah yüreği kanırta kanırta öğretti...
Vatan sağolsun...