27 Mart 2013 Çarşamba
16 Mart 2013 Cumartesi
Zihnimin kasisi çok benim...
İndisi bindisi...
Gaz vermem yeterli, o kasislerin sayısının artması için...
Biraz koyverdin mi -ki en güzeli evet farkındayım- o zaman ne kasisi, ne ineceği, ne bineceği, ne durağı, ne yolu...
Gerçi bakınca şöyle uzaktan, olmasa da olmazmış düzün kıymeti, o kasislerle anlaşılırmış gibi de...
Velhasıl hükmediyorum artık sayılarına, malumunuz yaş aldıkça akıl, kendi kararlarını da kendi verebilir vaziyete geliyor...
O halde bir o yana, bir bu yana, bakar gider aklım, gönlüm, yönüm...
Akşam akşam efkardan değil aklıma geldi, çamaşır astığım odadaki yumuşatıcının gevşettiği zihnimden parmaklarıma sirayet eden lakırdılar...
Öylesine...
Bu da ışıkta dururken gözüme takılan...
Mesaj gibi...
5 Mart 2013 Salı
27 Şubat 2013 Çarşamba
Çok karanlık...
Işık da yok yol da...
Yolumu seçebileceğim hiç birşey...
Ay da ya bir bulut arasında ya da arada bir o güzel yüzünü göstermekte...
İlerliyorum ama neyin üzerindeyim bilmiyorum...
Deve, at, eşek...
Çöldeyim belki haliyle de devenin üzerinde...
Gecenin simsiyahında ilerlemekteyim...
O arada yüzünü gösteren ay, yine göründü...
İlerledikten nice sonra karşımda bir karaltı, seçemiyorum...
İlerliyorum...
Korkmuyorum da...
Demek ki zararsız o karşımdaki, içim ürpermediğine aksine tuhaf bir huzur duyduğuma göre...
Yaklaşıyorum...
İniyorum deveden...
Karaltı kıpırdamıyor...
Bana mı bakıyor acaba..?
Kesin...
Yaklaşıyorum daha da...
Kokusu geliyor burnuma...
Tanıdık bir koku, geçmişten sanki...
Şimdi yanındayım...
Hava hafif esiyor mu ne...
Kumların hışırtısı kulağımda...
Burnumda o tanıdık koku...
İçimde tuhaf huzur...
Hareketsiz duruyor öylece...
Yürürken küçüldüğümü hissediyorum...
Çocuk oluyorum...
Şimdi yanındayım...
Dizlerine başımı koydum...
Elleri saçımda geziyor, yüzümü okşuyor...
Dünya dursa şimdi fırtınalar kopsa etkilemeyecek bizi...
Çocuğum...
Kafamı kaldırmaya cesaretim yok...
Kokusunu çekiyorum içime, huzur dalgası yine...
Kafamı kaldırıyorum neden sonra, yüzünü de göreyim istiyorum...
Gülümsüyorum...
Biliyordum diyorum...
Babam...??
Dönüyorum ...
Elleri saçlarımda, kokusu burnumda...
Işık da yok yol da...
Yolumu seçebileceğim hiç birşey...
Ay da ya bir bulut arasında ya da arada bir o güzel yüzünü göstermekte...
İlerliyorum ama neyin üzerindeyim bilmiyorum...
Deve, at, eşek...
Çöldeyim belki haliyle de devenin üzerinde...
Gecenin simsiyahında ilerlemekteyim...
O arada yüzünü gösteren ay, yine göründü...
İlerledikten nice sonra karşımda bir karaltı, seçemiyorum...
İlerliyorum...
Korkmuyorum da...
Demek ki zararsız o karşımdaki, içim ürpermediğine aksine tuhaf bir huzur duyduğuma göre...
Yaklaşıyorum...
İniyorum deveden...
Karaltı kıpırdamıyor...
Bana mı bakıyor acaba..?
Kesin...
Yaklaşıyorum daha da...
Kokusu geliyor burnuma...
Tanıdık bir koku, geçmişten sanki...
Şimdi yanındayım...
Hava hafif esiyor mu ne...
Kumların hışırtısı kulağımda...
Burnumda o tanıdık koku...
İçimde tuhaf huzur...
Hareketsiz duruyor öylece...
Yürürken küçüldüğümü hissediyorum...
Çocuk oluyorum...
Şimdi yanındayım...
Dizlerine başımı koydum...
Elleri saçımda geziyor, yüzümü okşuyor...
Dünya dursa şimdi fırtınalar kopsa etkilemeyecek bizi...
Çocuğum...
Kafamı kaldırmaya cesaretim yok...
Kokusunu çekiyorum içime, huzur dalgası yine...
Kafamı kaldırıyorum neden sonra, yüzünü de göreyim istiyorum...
Gülümsüyorum...
Biliyordum diyorum...
Babam...??
Dönüyorum ...
Elleri saçlarımda, kokusu burnumda...
22 Şubat 2013 Cuma
16 Şubat 2013 Cumartesi
İyidir Cuma...
Bir başka durum yoksa cumaları işe arabayla giderim...
O sabah Rengin' i okula ben bırakır, oradan işe geçerim...
Yüksek sesle müzük dinleyerek sürüş vaktidir benim için 15 dakika...
Daire, cuma günü mayışıktır, rehavettir...
Nasılsa yarın hafta sonudur gazıyla geçer...
Öğlen tatili arkadaşımı da alır, onun anne-babasına, benim de rahmetli babama, Karşıyaka'ya gideriz...
Sıralıdır, önce onun annesi, sonra benim babam, sonra onun babası...
Gider gelirken de daireyi, işi, evi, havayı, suyu konuşuruz...
Yemek vaktine yetişmişsek yemekhanede de karnımızı doyurur, yerimize gelince çayları da söyledik mi...
Dönüş için servis beklemeye gerek olmadığı gibi, eve en az kırk beş dakika erken gitmek demektir Cuma...
Çıkışta içinden geçtiğim mahallenin, meyve sebze çeşitliliğine/tazeliğine hayran, marketine uğramazsam döverler beni diyerek pazar alış verişini tamamlar eve kaçarım hemen...
İyidir Cuma...
Uyku baskın gelmezse istediğin kadar oturduğun Behzat Ç. yi tamamlayıp, hep birlikte televizyon karşısında mayıştığın, rehavetli, huzurludur...
İyidir Cuma...
11 Şubat 2013 Pazartesi
31 Ocak 2013 Perşembe
Ne yalan söyleyeyim genelde uzun izin günleri bir an önce kendimi iş yerine atmak için can atardım...
Yoruluyor insan çünkü evde olunca...
Ne tembelim...
Şimdi de iznim bitmek üzere ve müdürümün bir müjde verip, bir beş gün daha uzatabilmek için dualar ediyorum...
Yetmedi bu seferki, doyamadım...
Rengin' e de, tatile de beraber vakit geçirmeye de, ertelediğim işlerimi yapmaya da...
Daha ki yapamadıklarım kaldı, görüşemediğim arkadaşlarım kaldı, gitmek/gezmek icap eden yerler kaldı...
Olsun bunlara da şükür...
Bu da çok iyi geldi...
Şimdi Rengin ve sınıf arkadaşı içerde tatil ödevi yaparlarken, ben de hem bir yandan çamaşır yıkıyor, bir yandan da ayaklarımı uzatmış, kahvemi höpürdetirken, satırları yazmakla ve nette gezinmekle meşgul oluyorum...
Yaşasın tatil ve de yaşasın izin :)
24 Ocak 2013 Perşembe
Dedim ki derin bir nefes al önce...
Eskiyi, oraya ait olanın kapağını iyi kapat...
Eskiyi, oraya ait olanın kapağını iyi kapat...
Hava almasına müsade etme...
Aklın orada çünkü...
Bir hoş sada kalsın orası...
Her iki yanı yaşamak lüzumundan fazla hamallık...
Ha bir de çok düşünme dedim...
Bırak su yatağından aksın gitsin, durdurup durma...
Yorma kafanı ,yormanı isteyenlere de asma kulak...
En son yazdığım sözleri dinledin, bunu da dinle...
Anını yaşa, şükret, sağlığa duacı ol...
Başka da birşey yok zaten...
Hayat film tadında değil, olmayacak da...
Derin nefes al söylemeden, söylenmeden önce...
Sonra yürü git ileri, yanındakilerle birlikte...
Ardından kapıyı aralık bırakma...
Kapat ki iyice...
Dönmeyesin geri...
15 Ocak 2013 Salı
Gribe, Nezleye, Bağışıklık Güçlensin Diye Günde İki Bardak Ekinezya Çayı...
Merak, hepimizin içimizde dinmesini istemediği bir çağlayan gibi...
Çoğu kez çağlamasına bizim karar verdiğimiz, az kez de elimizde olmadan burnumuzu soktuğumuz hadiseler deryası...
Yine çoğu kez ve devam eden merak mevzumuz başkalarının hayatları üzerinde seyrini eyliyor...
Başımız dertte olduğunda büyüklerimizden duyarız ışığı yanan evlere bakıp "ah ahhh bak oralarda da ne dertler sıkıntılar var"...
Ya da her ev bir kabirdir" şeklinde söylemler...
Daha niceleri...
En çok da eski zaman kadınları, ikinci kuşaklar, yaş itibariyle çok daha duyarlıdır...
İyi niyetle mi, fena niyetle mi bilinmez, filancanın oğlu/kızı nasıl oldu, kiminle evlendi, karısı/kocası nasıl, dirlik düzenleri nasıl, boşanmışlar mı , hala devam mı, ne almışlar, nereye gitmişler.... onlarca yüzlerce birbiriyle elele tutuşmuş üzere vazife olmayan soru...
Ne yapacaksın sananeeee...
İş bu haldeyken, blogda fazlasıyla ne yediğimiz, ne ettiğimize kadar yazıldığından ve bu niyet durumu belirsiz taraflar tarafından hangi taraflarıyla yorumlandığı belirsiz durumlar ortaya çıkmadan önce, gayet efendi tabir-i caizse çamaşıra kadar yazan ben, sonraları ayyy filanın kızı Funda, ya da filanın torunu Funda şeklinde şehir şehir dolaşan, kahve yanına ikram çikolata gibi bir misafirlik söz konusu olunca kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi çekiliyorum ben de bir müddet sonra...
En son artık çok sevdiğim akrabamdan aldığım nasihat "aman Fundacım bir zamanlar yazıyordun, yok mutsuzum, yok şöyleyim diye" yazma canım benim, bak herkes konuşuyor...
Yok yazmam...
Yazmıyorum...
O zaman okumasınlar da demiyorum, okunmak da güzel ama dert dökmek daha güzel...
Zaman zaman söylerim, burayı isminin sahibi kızım Rengin için açtım sonra bana bir prozac oldu, bir lustral oldu, bir selectra oldu, bir risperdal oldu...
Ne çok ilaç ismi biliyorum değil mi..!
Sonra işte böyle bir şehirden öbür şehire, yeni aldığımız arabaya eve hoşgeldin aramıza tarzı şeyler yazıp da, alakasız birinden, hayırdır Funda bebek mi geliyor şeklinde karşıma çıkınca da öyle üstten üstten, kenardan ucundan sadece alelade konular üzerine yazılar kalıyor bana da yazmak için...
Durumdan sıkıntılı mıyım evet çok hem de...
Bu arada konuyla tamamen alakasız, kulağımda Mehmet Erdem; "dünya dönüyor sen ne dersen de" diyor..
Şiddetle tavsiye ederim albümünü, dinleyin dinleyin dinleyin...
Sevgiler efendim ardından saygıyla...
Çoğu kez çağlamasına bizim karar verdiğimiz, az kez de elimizde olmadan burnumuzu soktuğumuz hadiseler deryası...
Yine çoğu kez ve devam eden merak mevzumuz başkalarının hayatları üzerinde seyrini eyliyor...
Başımız dertte olduğunda büyüklerimizden duyarız ışığı yanan evlere bakıp "ah ahhh bak oralarda da ne dertler sıkıntılar var"...
Ya da her ev bir kabirdir" şeklinde söylemler...
Daha niceleri...
En çok da eski zaman kadınları, ikinci kuşaklar, yaş itibariyle çok daha duyarlıdır...
İyi niyetle mi, fena niyetle mi bilinmez, filancanın oğlu/kızı nasıl oldu, kiminle evlendi, karısı/kocası nasıl, dirlik düzenleri nasıl, boşanmışlar mı , hala devam mı, ne almışlar, nereye gitmişler.... onlarca yüzlerce birbiriyle elele tutuşmuş üzere vazife olmayan soru...
Ne yapacaksın sananeeee...
İş bu haldeyken, blogda fazlasıyla ne yediğimiz, ne ettiğimize kadar yazıldığından ve bu niyet durumu belirsiz taraflar tarafından hangi taraflarıyla yorumlandığı belirsiz durumlar ortaya çıkmadan önce, gayet efendi tabir-i caizse çamaşıra kadar yazan ben, sonraları ayyy filanın kızı Funda, ya da filanın torunu Funda şeklinde şehir şehir dolaşan, kahve yanına ikram çikolata gibi bir misafirlik söz konusu olunca kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi çekiliyorum ben de bir müddet sonra...
En son artık çok sevdiğim akrabamdan aldığım nasihat "aman Fundacım bir zamanlar yazıyordun, yok mutsuzum, yok şöyleyim diye" yazma canım benim, bak herkes konuşuyor...
Yok yazmam...
Yazmıyorum...
O zaman okumasınlar da demiyorum, okunmak da güzel ama dert dökmek daha güzel...
Zaman zaman söylerim, burayı isminin sahibi kızım Rengin için açtım sonra bana bir prozac oldu, bir lustral oldu, bir selectra oldu, bir risperdal oldu...
Ne çok ilaç ismi biliyorum değil mi..!
Sonra işte böyle bir şehirden öbür şehire, yeni aldığımız arabaya eve hoşgeldin aramıza tarzı şeyler yazıp da, alakasız birinden, hayırdır Funda bebek mi geliyor şeklinde karşıma çıkınca da öyle üstten üstten, kenardan ucundan sadece alelade konular üzerine yazılar kalıyor bana da yazmak için...
Durumdan sıkıntılı mıyım evet çok hem de...
Bu arada konuyla tamamen alakasız, kulağımda Mehmet Erdem; "dünya dönüyor sen ne dersen de" diyor..
Şiddetle tavsiye ederim albümünü, dinleyin dinleyin dinleyin...
Sevgiler efendim ardından saygıyla...
14 Ocak 2013 Pazartesi
Hiç bir kategoriye girmeyen, konu bağlamında ne idüğü belirsiz meydanımda, çok sevdiğim, herkesin de çok sevdiği kolay mı kolay öyle dakikalarca yoğurmaya gerek olmayan bir içli köfte tarifi vereceğim sizlere...
Hemen haber spikeri havasına da girdim, yazılarım bir ağırlaştı, kelime kelime ayırmaya, kafam bir sağa bir sola dönmeye başladı, prompter'dan okumaya başladım sonum hayırlı olsun...
Efendim şimdi malzeme olaraktan ordan burdan alı,p kendime uyarlayıp da budur dediğim bir tariftir kendisi...
Ağırlıklı olarak Antakya yöresi içli köfte tarifi dedi halam ki kendisinin ünü yayılmış gitmiştir akraba talukat arasında...
* 1 kg ince bulgur
* Un veya irmik
* Bir soğan rendesi
* Kimyon
* Tuz
* Acı biber salçası
Öncelikle 2,5 su bardağı ince bulgurla başladım yapmaya...
15 adet köfte çıktı...
Kapaklı bir tencereye bulgurun üzerini bir parmak aşacak kadar sıcak su koyun, on-on beş dakika içine tuz da ilave ederek demlenmeye bırakın...
Sonra bulgurun üzerine bir soğan rendeleyin, salçasını baharatını ilave edin...
Kabın yanına bir tas su alın ki arada kıvamını tutturmak için kararken işinize yarayacak...
Bir tas da un bulundurun onu da kıvam tutturmak için serpeceksiniz arada yoğururken...
Bu kıvam tutturmak tamamen elinizin hissine kalmış...
Bulguru önceden ıslatmanın tek olayı yoğurma süresini en aza indirmek...
Sonrasında cevizden daha büyük parça alıp başparmağınızı içine batırıp diğer elinizi etrafında döndüre döndüre gelebilecek en ince kalınlığa getirdikten sonra kavurduğunuz kıyma-soğan tuz- karabiber- ceviz karışımında elinizi korkak alıştırmadan koyun...
Şekillerini resimdeki gibi yapıyoruz biz...
Sonrasında iki türlü pişirme biçiminden birini şeçip hazırlayın...
Ya yumurtaya yumurtaya bulayıp kızartın ya da suda haşlayıp üzerine tereyağı yakın...
Afiyet şekerler olsun...
11 Ocak 2013 Cuma
Rengin kuzusunun astım lakaplı sevimsiz bir rahatsızlığı var artık...
Kullanmak zorunda olduğumuz nefesi içine hızla çekmek suretiyle tatbik edilen bir ilacımız ve mümkün olduğunca hasta olunmaması gereken bir dönem var önümüzde...
Sonrasında alerji bölümü bize astımımızın çeşidini ve izlememiz gereken yolları izah edecek umuyoruz...
Hacettepe çocuk hastanesinde teşhisimiz kondu...
İlk defa gittiğim, kalabalığından hep korktuğum ama doktorlarından çok memnun kaldığım, gözümün gördüğü çocuk hastalıklarına bakıp şükür Yarabbim astıma da hamdolsun diyerek etrafta dolandığım, insan yığınının içinde işlerimizi yine de hızla kolaylıkla hallettik...
Park yersiz kalmadığım gibi hastanelerde de rast gider işim hep öyle düşünür inanır ve gerçeğini de yaşarım...
Şükür...
Güzel de bir tesellim var bu rahatsızlıkla ilgili bu yaşlarda çıkan bu rahatsızlık ilerki yaşlarda sönebilirmiş tamamen bitebilirmiş...
Hacettepe İhsan Doğramacı Hastanesi kalabalığa alışmış insanlarıyla, doktorlarının ve hemşirelerinin ilgisiyle tipik yurdum hastanesi...
Tuvaletlerini alafranga seçmesi sebebiyle kullanamadığımız, hijyen kurallarına uyulması düşünülen böylesi bir yerde bu tarz tuvaletin niçin kullanıldığı konusuna takıldım...
Milletçe tuvaleti temiz kullanma bizden sonrasına temiz bırakma gibi bir özürümüz var, kendimizi geliştiremediğimiz, geliştirme konusundaysa hiç bir gelişme gösteremediğimiz mevzudur bu temizlik tuvalet kullanımı durumları...
Keşke duvarlarında dizi dizi asılan ISO belgeleri olan bu kurumun tuvaletleri hijyen bakımından kullanım kolaylığı temizlik kolaylığı bakımından ala olan alaturka tipinde olsaymış...
31 Aralık 2012 Pazartesi
Mesajınız Var...
Yeni yıl argümanlarını tam tekmil yapmasam da -ki anlayışıma ters düştüğünden- herkeste bir coşku olduğundan mıdır nedir, güne güzel başladım...
Cumartesi pazarları da sayarsak dokuz gün evden çıkmamacasına, kanepede oturduğum yeri çökertircesine, hiiiç işe güce dokunmadan- bir genel temizliği saymazsak- şahane bir bukle geçen tatil ardı işe başladım bugün...
Özlemişim de, hava da güzel, aydınlık bir sevinç içerde benden öte...
Şimdi gelelim mikrofona eğilip yeni sene mesajına ki adet bozulmasın...
Efendim öncelikle sağlık üzerine örülü, sevdiklerle süslü, ev huzurunun, iş yeri huzurunun bolca yaşandığı, müjdeli haberlerin kapıdan baktığı, evin, paranın, huzurun, mutluluğun, bereketinin katlanarak arttığı, hayırlı, uzun, kalplerinizin muradının gerçekleşeceği nice nice seneler geçirmenizi can-ı gönülden dilerken... Yanaklarınızdan öpüyor...
Kucaklıyor...
Sırtınızı pış pışlıyorum...
30 Aralık 2012 Pazar
28 Aralık 2012 Cuma
Dört Dörtlük Temizlik
Biz hanımlar için temizlik deyince her şey dört dörtlük olmalı her daim..
Özellikle, sevdiklerimize mis kokulu, bembeyaz, sakız gibi beyaz çamaşırlar..Işıl ışıl canlılıkları korunmuş renkliler sunabilmek en önemli unsurdur biz hanımlar için...
Bunun için, bunca zamandır yaptığım uygulamayı, renkliler ayrı beyazlar ayrı yıkanır tezini, Dr. Beckmann renk koruyucu mendiller sayesinde rafa kaldırıyorum...
Nasıl mı?
Dr. Beckmann, harika bir ürün olan renk koruyucu mendilleri ile biz hanımların imdadına yetişti..
Renkli ya da beyaz elimizde olan kirli çamaşırlarımızı, ''aman,bir makine olsun öyle yıkarım'' diyerek bekletmemize gerek yok artık...
Açıkçası böylesine minicik bir ürünün bu derece başarılı olacağına dair şüphe ile yaklaştım başta...
Ama yanıldığımın göstergesi olarak, sizler için uygulamalı olarak görsellerimi paylaşıyorum.
Kullanımı ise öyle pratik ve kolay ki...
Renkli ya da beyaz ayrımı yapmadan, çamaşırlarımızı makineye koyuyoruz.
Çamaşırlarımızın renkli yoğunluğuna göre, bir yada iki adet Dr.Beckmann renk koruyucu mendili çamaşırlarımızın arasına yerleştiriyoruz ve makinemizi normal programda çalıştırıyoruz...
Hepsi bu kadar...
Dr. Beckmann renk koruyucu mendilleri sayesinde, zaman,enerji, deterjan vs. tasarrufu ise böylelikle yarıya inmiş oluyor..
Yıkama bitince gözlerinize inanamayacaksınız...
Deneyin ve bu rahatlığı siz de yaşayın!!!
Tebrikler Dr.Beckmann
ÖNEMLİ:Çamaşırlarınızı ilk yıkamada ayrı yıkayınız...
(Her mendil tek kullanımlıktır.)
Dr. Beckmann, % 100 alman malıdır...
Dr. Beckmann temizlik ürünleri,sadece renk koruyucu mendilleri değil, bir çok ürün yelpazesi ile biz hanımlara, temizlikte kolaylık ve tasarruf sağlıyor...
Bu harika ürüne ulaşmak ise oldukça kolay...
Bütün, Migros, Carrefoursa, Real, Metro, Gratis, Kiler, Özdilek, Çetinkaya, Şaypa, Pehlivanoğlu, Kipa, lokal zincirlerde bulabilirsiniz....
Ayrıca online satış sitesi www.cosmofresh.com adresinden satın alabilirsiniz..
Bir bumads advertorial içeriğidir.
27 Aralık 2012 Perşembe
İzin Dediğin Nedir ki?
Çok güçlü olmadıkça hiçbir güç evden çıkaramıyor beni izin günlerimde...
Nasılsa hep evden dışardayım diye eve bir özlem, onunla kendimle başbaşa kalma hali bendeki...
Zaten ne kaldı ki bitmesine de...
Pazartesi yarım gün sene sonu yoğunluğundan iş yerinde geçti, salı da aynı şekilde geçecekti ki dışarı işleri buna müsaade etmedi...
Pazartesi yarım gün sene sonu yoğunluğundan iş yerinde geçti, salı da aynı şekilde geçecekti ki dışarı işleri buna müsaade etmedi...
Araya bir terapi sıkıştırıp rahatlarken ayrıca bir de gece gezmesi ilavesi ettim mi e zaten çıkmışım da yeteri kadar...
Bugün de dünden seyredemediğim Kuzey Güney' i seyredip sonrası evi bir elden geçirmek icap eder hazır ortalık sakinken...
19 Aralık 2012 Çarşamba
Biri de Benim...
Spor uzmanları 11 yıldır kadro bekliyor | ||||||||
| ||||||||
ANKARA (ANAYURT) - 2001 yılında Devlet Memurları ataması için yapılan o dönemin KPSS sınavı( KMS) ve yabancı dil sınavı ile atanan ve şuan Türkiye’nin 81 ilinde Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı olarak çalışan Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu mezunu toplam 323 Sözleşmeli Spor Uzmanı tam 11 yıldır kadro bekliyor. ve yetkililerden artık mağduriyetlerinin giderilmesini ümit ediyor. Devlette geçen sene 200 bin sözleşmeli kadroya alınırken sözleşmeli spor uzmanları yine kapsam dışı kaldı. 11 yıl önce teşkilata 500 kişi olarak giren Beden eğitimi ve spor yüksek okulu mezunu spor uzmanlarının sayısı aradan geçen yıllarda kadro verilmemesi sebebiyle öğretmenliğe geçenler ve ayrılanlarla beraber toplam 323 ‘e düştü. 11 yıllık süreçte Türk sporunun yönlendirilmesi, yönetilmesi ve organizasyonlarında büyük emeği ve katkıları olan sözleşmeli spor uzmanları özellikle şu günlerde belediye çalışanlarının kadroya geçirilmesiyle ilgili çalışmalar sürerken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç , Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten kendilerininde bu çalışmaya katılarak kadroya geçirilmeleri için yardım bekliyor. Spor uzmanları, 11 yıllık süreçte teşkilata kendilerinden sonra birçok memur, antrenör ve sportif eğitim uzmanı alındığını ve şimdilerde de Gençlik ve Spor bakanlığına yeni uzmanlar alındığını; ancak Beden Eğitimi ve yüksek okulu mezunu olan geçmişinde sporculuk, antrenörlük, yöneticilik yapmış kısaca spor konusunda ehil olan ve 11 yıldır kurumda her türlü işleyişi öğrenmiş mevcut personel olarak kendilerine neden kadro verilmediğini , ve bu durumun ne zamana kadar süreceğini merak ediyor. |
18 Aralık 2012 Salı
Patik "Can"dır...
Haftaya izinli olabilmem için gerekli girişimi yaptım neticelenince yaşasın beş gün pamuk anneannemle evde olacağım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)