18 Mart 2009 Çarşamba

Kızılay' in İçine...

...ancak bu kadar edilebilir...
Bu kadar mı kötü olur görüntüsü gürültüsü bir yana da...
Ve de bu geçiciymiş taksi sergisi miymiş neymiş...
Yani bu kadar terane sergiden sonra toplanacak...
Ah ahh ne diyeyim tamam şehir planlamacı değilim ahkam kesemem ama herhalde bu görüntü de kötü diyecek kadar da hak görüyorum kendimde naçizane...

17 Mart 2009 Salı

Ateş Düştü Hanife' ye...

28 Ekim 2008 Babaannemi kaybettim...
Babaannem, ilerlemiş şeker hastalığına yenik, vücudundaki tüm organların şekere teslimiyeti sonucu göçtü öteki diyara...
Nurlarda yatsın can parem, biraz kiloluydu o yüzden halamın yetemediği yerde Hanife Teyze koşardı her işe, son zamanlarında kısa süreli de olsa ki kendisini cenazeye Çeşme' ye gittiğimde tanıdım, dünya tatlısı teyze... Babaanneme benim kadar yandı neredeyse... Çok emeği geçti kısacık zamanda..
Şimdi ateş ona düştü...
21 yaşında, çocuk gelişimi mezunu, Altınyunus anaokulunda çalışan kızı, yoğun bakımdan çıkamadı...
Kafasını kızcağıza takan insan müsvettesi, benim olmayacaksan kimsenin de olma deyip, hem kıza hem kendisine dayamış silahı...
O müsvette anında gitmiş, kızcağız yoğun bakım sonrasında kurtulamamış...
Şimdi Hanife Teyzenin ateşi söner mi?
Bu nasıl insanlık nasıl nasıl aklım almıyor nasıl bir nesil yetişiyor çocuklarımız kimlere emanet kimlerle karşılaşacaklar...
Allahım kötü insanların şerrinden sana sığınırız, çocuklarımızı sen koru!!!!

16 Mart 2009 Pazartesi

Mest-i Şahane...

Kuzu mayışmış, el ağızda parmaklar emilirken tv nin karşısında mest...
Koca gazete sayfaları arasında ara sıra sayfanın üzerinden kuzuya göz atar, mest...
Bendeniz içerde başında ekranın -yetmedi sabahtan çıkışa sekiz saat ekran mesaisi- konu/komşu okurken içerde bilir ki herkes mest, o daha da mest...

Gizem(sizim)...

Üniversitede bir arkadaşım vardı kulakları çınlasın, ders çalışacağız bizim evde, "21:00 dan önce gelemem" diye her zaman sıkı sıkı tembihlerdi bizi, ne deli olurduk, ne işi olduğunu da söylemezdi gelirdi böyle, öyle de şekerdi ki serseri, gözlerini kısa kısa :) Bir arkadaş derdi ki "Erdem hava karardı mı mahalle kahvesine atıyor sandalyeyi saati gelene kadar oturuyor gizem adamı Erdem" diye...Hala da gizemi çözülememiştir Erdem' in durumunun, üstelik uzun zaman aynı kaptan yemek yiyorsun, dersler, finaller, ödevler aynı havayı soluyorsun meraklanıyor insan canım, hala arada sorarım güleriz o zamanlara :)
Aslında gizemli insanı ya da gizem insanı tabirlerini hatta gizemli durumları, tv filmi ya da roman konusu dışında benimseyemiyorum...

Aklıma kadın dergilerindeki başlık geldi birden "erkeği elde etmek için gizemli kadın olun"...

Olamam olmadım da şimdiye kadar bizim Bey' in dediği gibi "net'im ben"
Bana sor birşey, dibine kadar anlayatım o kadarını da sevmiyorum ama anlamsız şeffaflık bendeki de, fazlası gereksiz...
Olan arkadaşım da olsa aslında tamam kimse kimsenin içine dışına kadar vıcık vıcık bilmesin ama yine de ben gizemliyim havalarına girilmesin ne bileyim...
Eskiden olurdu o, güya kız erkeği öyle etkilerdi, hani hep de denirdi ya kadın kapalı kutu olsun, erkek gizemli kadın sever...
Çok lazım sevmesin gizemli kadın, açık olanı sevsin net olanı sevsin...
Konu mu? Hiçbir yerden aklıma gelmedi aslında, öylesine... Dün düştü akla, karalaması da bugüne, izin sonrası çalışma haftası olunca sabahtan beri açık sayfa gidip gelip yazıyorum, cümle aralarında tutukluk olursa yazı bütünlüğünü bozan, benim başına bütünüyle oturamamamdan...

13 Mart 2009 Cuma

Canım Yurdum Yaaaa :))

Hala gülüyorum :))))))

Evde...

Hep derim çok paramız olsun çalışmayayım evde oturayım, bir de çok para olunca hep vardır ya fantazisi altımda arabam oraya buraya gezerim...
Nereye kadar...
Buyur evdeyim, Rengin kreşte...
Beş ekli gazete de bitti...
Bilgisayarda zaten işe başlayınca 8 saat başındayım...
Ev de ev diyordum al bana ev...
Gerçi şöyle de bir durum var şimdi ben hepten evde otursam ona göre bir meşgalem olurdu tabi, şimdi evde misafir gibiyim... Anneme desem iş yap der demiyorum ben de...
Kendi kendine de içilen kahvenin tadı olmuyor en iyisi ben anneme gideyim kahvemi orada içeyim sonrası Allah kerim...
Yalnız saat da daha 09:30...
Bu arada annemin sözünü dinledim bakın ...
ee anne "iş" yaptım işte :)

11 Mart 2009 Çarşamba

Mım Mim Müm...

Tatesal demiş ki "gel berime renginim"

"Geldim buyur" dedim kendisine, blogunda yazmış benim linki "aaa" dedim davete icabet ettim, gereğini de yapmak lazım...

Elimin erdiği, gücümün yettiği, dilimin döndüğünce...

Önce demiş ki;

1) Paraşütle atlamaya karar verdiniz ve ilk atlayışınızı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Yerde sıranızı beklerken yukardan atlayanları seyrediyordunuz... Aklınızdan neler geçiyor?
Yemezler tövbeler olsun atlayamam ki...

Sene 98...

Uludağ'a kayak dersine gideceğiz, ders bu, seçmeli gerçi de seçtim. Bir heves, bir neşe bende, sonra kılık kıyafet tamam, gözlükler takılmış göze... Hoca dedi "haydi koyverin gitsin, kar sapanıyla durursunuz" oldu daaaa, ay bu tepecik nasıl da fena göründü birden gözüme kaç metreydi bunun yüksekliği??? kem küm derken yok yok almayayım ben paraşüt filan ayağım yerden kesilmesin, ama ola ki atladım diyelim...

"Allahım nasıl bir düşüş planlamalıyım ki sakata gelmeyeyim"

2) Sıranız geldi ve uçak üç bin metreye yükselirken siz de kendinizi hazırlıyorsunuz. Arkanıza hiç bakmadan önünüzde açılan kapıya geliyor ve kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. Aşağıya atlarken ne diye bağırıyorsunuz?
"............................ Eşhedü en laaaaaaaaa............"


3)Güvenli bir biçimde yere indiniz.Paraşütünüzü toplarken bir eğitmen size doğru geliyor ve birşeyler söylüyor.Eğitmen ne söylüyor?
"Yaşıyorsun korkma"


Sonra demiş ki tatesal -ki en sevdiğim de bu- sevdiğiniz ürünü tanıtınız...
Ufak bir parantez kendi tanıttığı ürünü severek öteden beri kullanmaktayım...
Ben de şimdi huzurlarınıza çıkarmak istediğim ürünü daha önceleri bu konulu mimi okurken daha kafama koyduğum, olur da biri ilişilirse yanıma ben de bunu yazarım dediğim, bayıldığım beğendiğim kullanmaktan çekinmediğim ürünü sizlere anlatayım istedim.. İçimde uhdeymiş meğerse :)


Kendileri Yumoş Ekstra, (neden Türkçe yazmazlar onu da anlamam, ben yazdım ama) olup, hakkaten reklamlarda dedikleri gibi haftalarca çamaşırlarda kokusunu barındırmayı başarmış mucizevi bir bileşimden oluşmuş namütenahi bir üründür...

Badem çiçeği ve vanilyanın bu hoş kokulu birleşimini kullanmanızı şiddetle tavsiye ederken, bereketli bir ürün olduğunu da söyleyerek bu mim işini burada sonlandırırım...

Mim hadisesini kimselere paslamam, serbest bırakırım okuru...

Ancaaaak özellikle ürün tanıtımı olayında hakkaten ve gerçekten, beğene bayıla kullandığınız birşeyler varsa da öğrenmek ister, sonra edinir tecrübe ederim der bu deli gönül...

Bitti...

Sürer Tedavimiz Daha...

Durdum zaten,
Mucize beklemedim
Kötü de düşünmedim
Hala da düşünmüyorum
Çıkmadık candan umut kesildiği nerede görülmüş
Demiştim ya şükürsüz insanlardan hiiiç haz etmem...
O halde yine şükür buna da şükür...
15 günlük ilaç kürü daha sonrası 15 güne...
Dualarınızı esirgemeyin ...

9 Mart 2009 Pazartesi

Pabucumun Çankaya'sı...

Hani birbirlerine sayısız kere iletilen elektronik postalar dolaşır ya ilginç fotoğraflardan oluşmuş...
Bu da onlarda biri gibi değil mi?
Pervasız rahat yurdum insanı çıkma yapmış kapısının önüne, koymuş ayakkabılığını da, üzerine danteli, onun da üzerine çiçek süsü...
Hatta çöp de en en en dışa konmuş, kilimin önü evin bitimi :)
Yalnız şöyle bir handikap var, iki asansörden biri tek katlara çalışırken diğeri çift katlara çalışıyor, o kata çalışan asansör çıkmalı evin kara alanına denk düştüğü gibi kapısı da kilime takılıyor açılmıyor...
Gülüyorum ağlanacak halimize katıla katıla...

7 Mart 2009 Cumartesi

Anıtkabir' e Sanal Gezinti...

Ankara' da olmayan ve Anıtkabir' i görmemiş veya görmüş hep görsem diyen, Atatürk hayranı yurdum insanı...
İşte hizmet!
Anıtkabir' i, bu yeni hizmetle önce sanal gezin, sonrasında buyrun Ankara'ya...

İstasyon... (Öykü Atölyesi)

Hayatını öbürünkine kattığında ne umutları vardı, sevinçleri, hevesleri, geleceğe güvenli bakışları...
Bekledi istasyonda zaten başka da birşey yapmıyordu ki, işte kendine en uygunuydu bu, kimileri geldi geçti gitti, bu geçmedi bunda takıldı, iyi de ettim dedi kendi kendine, güldü mü kader bana da bu sefer belki gülmüştü ya da güler gibi yapmıştı kimbilir...
Ama o yaşamayı umduklarıyla mutluydu, taaa ki umut ışıklarını içinde söndürene kadar... Söndüren de kendi miydi acaba? Yooo öyle hissetmiyordu, söndüreneydi onun acısı, yine de kötüsünü düşünmüyordu, istasyona geri dönesi var mıydı evet bazen ama hayat çoktan o istasyonda beklediğinden uzaklaşmıştı artık dönse de ne çare...
Diğerine katılmışlığı devam etmeliydi ne pahasına olursa olsun...
Devam etsindi, sonrası Allah kerim nasılsa dedi...

6 Mart 2009 Cuma

Kısın Işıkları...

Barbra Streisand
Christmas Memories

1. I'll Be Home For Christmas
2. A Christmas Love Song
3. What Are You Doing New Year's Eve?
4. I Remember
5. Snowbound
6. It Must Have Been The Mistletoe
7. Christmas Lullaby
8. Christmas Memories
9. Grown Up Christmas List
10. Ave Maria
11. Closer
12. One God
şifre ister: NeedZ

Yazasım Yok...

Keyifsizliğimden değil, belki de ondan, bilmem...

İçi dolu balonmuşum da biri ateş etmiş, bütün havam gitmiş gibi büzülmüş oturuyorum öyle...

Ama içimde de bir umut, deli mi ne havan gitmiş, ne umudu, neye hem de?

Haftaya izinliyim, evden takılacağım Rengin' in son haftası bekler bekler dururum ilaç sonucunu...

Tatsız gibi, bir miktar tatlı ama sahte, tatlandırıcılı tatlılık bendeki...

Dışarı çıktım öğlen vakti / arası neyse işte...

Herkes dışarda, ne melun kalabalık! Kendimi dev alışveriş merkezinde hissettim...

Alışveriş merkezlerinde salak oluyorum ben...

Bir müddet sonra zembereği şaşmış hatta atmış saat gibi, bakışlarım semeleşiyor, sesler uğultu oluyor, görüntüler flu, yürüyüşüm bile yampiri...

Kendime gelemiyorum işte aynından oldum şimdi de Kızılay'ın orta yerinde...

Cuma günü neşe dolarken normal insan, benim havam kaçtı zaten kaçıktı ya püf...

(Fotoğraf, fotokritik, Erkmen Altunkaynak'tan...)

5 Mart 2009 Perşembe

Evrenden Torpilim Var...

Ankaralı arkadaşlar ya da 91-92 seneleri civarı Ankara' da yaşamışlar, bilir misiniz bir GÜN fm vardı...
Fm 97 frekansından yayın yapan, Ankara'nın ilk özel radyosuydu...
Zamanın en güzel müziklerinin yanında, radyocularının da acayip eğlenceli, programlarının da çok yaratıcı olduğu müthiş bir formatı vardı. Şimdinin amerikan özentisi, iğrenç mtv şarkıları çalıp duran, habire aksanını yamultup "nanytinaynpoyntfavf" diyen özenti, sözümona profesyonel radyocu tipler yerine, gayet samimi ve içten konuşan, bizden biri gibi davranan, yayınlarına halkı da davet eden radyocuları dolayısıyla son derece samimi ve gerçek bir yerel radyo gibi olan radyo istasyonuydu...
Orada da bir radyocu vardı, sabahlara kadar radyo dinlememize neden olan hatta gecenin o saati -kahkahalarımla ev ahalisini uyandırdığım zamanlar olmadı değil hani- ne programlar yapılırdı...
Adı Aykut Özbaltacı, soyadını değiştirdi şimdi Oğut oldu, adının başına da bir Ike geldi...
Ike Aykut Oğut...
Bu adam, Gün fm kapandıktan -ki ben de üniversiteye gittiğim dönem Bolu'ya- sonra kafaya takmış, Amerika'ya gideceğim oyunculuk kariyerimi orada devam ettireceğim...
Sonrasını
Beşer dakikalık bu beş bölümden izleyebilirsiniz konuk olduğu tv programından...
Sonrasında bir kitap yazdı kitabın arka kapağında söyle diyor:
"Siz hiç 150 kilo oldunuz mu?
Sizin hiç yabancı bir ülkede bavulunuzu kaybettiğiniz, sabahları mısır gevreğine bira döküp hayatta kalırken günlerce tek kelime bile konuşmadığınız, dayak yedikten sonra girdiğiniz komadan bir gözünüzü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara döndüğünüz, annenizi kaybettikten sonra hapiste yatarken babanızı kaybettiğiniz oldu mu?
Benim oldu.
Peki ya sonra o yabancı ülkenin dilinde şakır şakır konuşup hatta seslendirme yönetmenliği bile yaptığınız, o ülkedeki filmlerde başrol oynadığınız, 70 kilo verip filinta gibi olduğunuz, yeni ve mutlu bir hayat kurduğunuz, elinizi attığınız her işi altın yumurtlayan tavuğa çevirdiğiniz, her saniyenizi gülümseyerek geçirdiğiniz, hayatta istediğiniz her şeyi elde etmeye başladığınız oldu mu? Benim oldu.
Nasıl mı?
Gelin anlatayım…"
Dün aldım kitabı akşamına da bitirdim...
Bence okuyanı titreten bir kitap, en azından yazılanlar havada uçmuyor ki ben genelde başka şekillerde uyguluyormuşum zaten kitabı...
Kitap sadece şunu yap iyi olur, bunu yap süper olur, demiyor ben böyle yaptım da böyle oldu diyor Aykut...
Çok da iyi demiş, alın okuyun siz de eminim beğeneceksiniz...
Bakış açınızda mutlak bir değişim olacak eminim...

...........


"Kör cehalet çirkefleştirir insanları
Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek cevabım var,
LAKİN BİR LAFA BAKARIM LAF MI DİYE,
BİR DE SÖYLEYENE BAKARIM,
ADAM MI DİYE…"
Mevlana...

4 Mart 2009 Çarşamba

Kutlama... Kutlama...

Pazartesi İdil kankamızın doğum günüydü...
Dün gece yaptık kutlamamızı...
5. yaşın kutlu mutlu olsun İdişim :)
Altı ay sonra da bizim kızın bitirişini kutlarız inşallah beş yaşını...
Püfff...

Hediye heyecanı...
Ne güzel :)



Ahretlikler :)

Bu da efendim bebek beklerken kızlar :)
Bizim kız tam cadı, illa benim doğum günüm de olsun diyor, ben İdil' in hediyesini vermem çünkü onun doğum günü diye bir sürü mızıkçılık yaptı...
Neyse aynı hediyeden kendisine de verdik de birbirlerine hediyeleri takdim ettiler, pastalarını beraber üflediler, sonra oynadılar terlediler :)

3 Mart 2009 Salı

Kuzu Kulağı...

Anne yemek kitabından yemek ismi gibi oldu :)
Neyse efendim gittik doktora, baktı dedi ki:
"Bu kulaklardaki sıvıları görmek için teste gerek yok zaten belli, evet sonu ameliyat ama ameliyat en son yol benim için, o yüzden izleyeceğiz iki ay üç ay sonuna kadar ve yine bir on günlük antibiyotik bu süre zarfında kreşe gitmeyecek"
Bu hafta annem bizde evlerimiz yakın zaten bin teşekkür anneciğime tabi, Allah ondan razı olsun, haftaya da ben alacağım izin bakacağız...
Tabi ilaçtan mucize beklemememiz gerektiğini unutmamamızı söyledi doktorumuz, bekleyeceğiz...
Destek olan, dualarını esirgemeyen bütün blog arkadaşlarıma da çok çok teşekkürler :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Kuzumun Kulağı...

İki hafta önce Rengin' in bitmek tükenmez bilmez üst solunum yolu problemi ve sürekli içtiği antibiyotiklerden gına geldiği için bir KBB uzmanına gittik...
Doktor da demez mi ki "bir kulağında sıvı birikmesi var işitme testi yaptıralım" diye...
Yaptırdık testi, iki kulakta da sıvı birikmiş ve 30 desibel altı işitme kaybı...
Sonrasında bir kutu antibiyotik bitirdik, kurutur mu acaba diye...
Fakat tekrar kontrol, bir işitme testi daha, sıvılar olduğu gibi duruyor...
Tedavi malesef operasyonla kulaklara 2 mm lik tüp takılması...
Bu tüpler de, 6-12 ay sonrasında vücuttan kendi kendine atılıyor ve bu hastalık her çocukta olabilirmiş, sebebi öztaki borusuna giden kanalın hava geçirmiyor olması kanalların dar olmasından dolayı, tüpün de amacı o kanalı açarak hava geçirmesini sağlamak...
Çok şükür ki kalıcı bir araz bırakmıyor...
Fakat ben bunu duydum bir uzman görüşü daha almak istedim...
Bugün 19:30 da randevumuz var bakalım o doktor ne diyecek?
Merakla beklemekteyim, azami gerginlikle...

28 Şubat 2009 Cumartesi

A Star Is Born...


Kör sabahın 05:30 unda hortladım...


Genelde olmaz, hafta içi 06:50 saat çalar, bir iki ertelemeden sonra kalkarım...

Hafta sonu da artık Rengin ne kadar müsade ederse 07:30 en geç 08:00...


Bu sabahki erken hale çok memnunum, geçende bir kalkmıştım Adile Naşit' in konuk olduğu Uğur Dündar' a, o vardı Yasemin' in Penrecesi formatında bir programdı, nasıl keyifliydi durun şurdan okuyabilirsiniz onu...
Bu sabah da ne filmine denk geldim dersiniz "Bir Yıldız Doğuyor"

Barbra Streisand - Kris Kristofferson oynuyorlar...

John Norman Howard, Esther Hoffman' ı yıldız yapıyor, sonrasında ölümle sonuçlanan son...
Ben bu filmi ilk izlediğimde yoktu gözyaşı filan, bunda sonunda aktör Esther' i son kez seyrediyor da, alıyor eline bir kutu bira, bir hız hız arabada sonunda aşırı hız, e ölüm tabi...
Sonra Esther konserinde kocasına bir şarkı söylüyor ki alt yazı da geçiyor ne diyor şarkıda diye, hüzünlendim ben yine ...
Çok özlemişim meğerse, demek ki arada böyle eski klasikleri seyretmek lazım...

Hamiş: Sahi Barbra Streisand nerelerde en az 60 yaşına gelmiştir değil mi?

26 Şubat 2009 Perşembe

Ah Be Hayat! (Fotoğrafın Dili)

Ah be Hayat!
Hep mi ileri gidilir...
Azıcık da geri gitsen...
Bugün olmayanlarla daha çok sarılsaydım ya,
İki çift laf daha etseydim ya...
Hem baksana şu yüzüme, böyle miydim ben?
Hele hele bak saçlarıma?
Aynalarla küstürdün beni Hayat!
Baksana saatin tık tıklarını bile işitemez oldum doğru dürüst...
Zembereği atmış misali, çalışan doğru dürüst bir yerim de kalmadı...
Daha belki yaşayamadığım,
Dönüp de tekrar yaşamak istediğim aşklarım vardı benim...
Ama unutma hayat, anılarım hala öyle canlı ki...
İşte ben artık hep onları anarken...
Git bakalım git, ilerle...
Ama...
Ne vardı biraz da geri gitsen...
Gözünü sevdiğim HAYAT...