13 Ağustos 2009 Perşembe

Bura mı?

Gayet keyifli tam yaz yeri, bahçede her daim suyu akan bir hortum ki her yarım saatte bir elimde, o çam dibi, bu gül dibi, olmadı betonlar, sulayıp geziyorum...
Ekürim izinli ama buradaki arkadaşlar ala...
Kahvemiz kapı önündeki gölgelikte içilirken sonrasında klima ferahlığında makinanın başında...
Bir de komşu yer var ki, oradaki hatunların hepsi birbirinden renkli...
Öyle renkliler ki "ben siyah beyaza, el renkliye hasret" dedirtecek türden ama çok keyifliler, her günümüz bir dizi tadında, hem de hiç bir anı kaçırılmayacak olanından...
Bu arada ailecek beklediğimiz ivedi haber, o da gelse hepsinden ala...
Kuzum annemle evde bakımda, yanakları doldu şimdiden, eee anneanne bakımında...
Az önce annem tarafından telefonda, epey bir haşlandım...
Dün akşamki park sefafından ben akıllı, bütün kova kürek ne varsa parkta koymuş gelmişim, sabah parka çıktıklarında Rengin tanımış "aaaa anane kovam küreklerim" diye...
Ne güzel işte duruyorlar yerinde :)
Ama benim bu aklı bir karış havada durumum için de epey kaygılı annem sultanım Fatmam...
Hele bir gün de babamın arabada komple çantamı unutmuştum hem de eksiliğini saatler sonra farkettiğim annem sayesinde :)
Keyfim yerinde, suskunluğumsa devam, hayalkırıklığını ve üzerine şaşkınlığımı atalı hele epey oldu...
Sardunyamın başta anlayamadığım detayları kulağımda küpe, uygulayabilirsem ne ala ama başka da yolu yok :)
Radyoda Nil işime gelmeyince birşey diyor ki genelde şarkı sözlerini anlamadan uydurur gülerim halime...
Primanın dizi dizi Bodrum Günlükleri, blogdaki eğlencem...
Bu ara blog ahalisi de yazmaya başladı yavaştan yavaştan...
Geçiyor işte günler bir yaz esnekliğinde, ha avare avare ha işten bunaltan durumunda...
Haydi hayırlısı...

11 Ağustos 2009 Salı

Şehrime Geldi Ayaz...

İki günden beri hissettiriyor kendini, rüzgarı hafif soğuğu...

Bir kahve bir cigara eşlik ediyor şimdi yüzüme vuran esintisine...

Fonda Kayahan'dan çalan "Allahım Neydi Günahım Ben Nerde Yanlış Yaptım" ı...

Uyuyor halet-i ruhiyeye, en azından başlığıyla...

Yazmaktan bile imtina ettiğim şu sıralar okumaya verdim kendimi, daha ziyade konuyu komşuyu açıyor diye beni...

Gidişatta değişiklik yok ama şimdiki düsturum "SÜKUT İKRARDANDIR" ...


Rahmetli babaannemin bir lafı vardı sıkça kullandığı...


"Şirnediler"
Yani bir anda ne oldum delisi olup, kendini bilmezce davranan, birden çoşup dellenen insan evlatlarının başına birşey gelip de, bir anda en başa dönen için kullandığı, sonrasında benim dilime pelesenk olan, bu kelimeyi kullanır oldum bende öncesinde de sonrasında da...
Özellikle burada yazmamama sebep, yazdıklarımın irdelenip, bir bakmışım başkasından hesap sorulmasından ya da irdelenmeye çalışılmasından sıtkımın sıyrılması ...
Zaten çok da yükselen bir grafik çizmemem daha stabil geçmesi başka başka işlerde hayatımın o kısmı ayrı...
Yoksa onun dışı hayat, ala ve ala geçmekte sağlıkta olduğu gibi şükür...


Öbürleri de zaten teferruat, üzerinde zerre durulmayacak...

7 Ağustos 2009 Cuma

Hayır Aklımın Almadığı...

Çok nadir seyrettiğim haberlerin bir kublesinde, ahlak zabıtaları yine yurt dışı uyruklu hayat adına çalışan pek çok kadını almışlar...
Üzerine bir de sağlık kontrolü derken, bir ikisinde AIDS / HIV virüsü çıkmamış mı?
Haberde diyor ki, aman yurdumun enerjisi tepesinden aşmış erkekleri yaptınız bir halt tamam da hatunlar HIV li çıktı işte...
Hiç başınıza bela almadan bir sağlık kuruluşuna gidin...
Düşünsenize bunu evde karısı çoluk çocuk her beraber seyreden o na münenahi erkek ya da bozuntusu kısaca, ne tepki verir o yüzü ne şekil alır...
Tabi her zaman "kocam beni aldatmaz ayol" nidalarıyla ortalarda dolanan üç aslan kuvvetindeki ve kendinde doğuştan Angelina Jolie güvenini barındıran Türk kadını da ya bebeleriyle oynuyordur ya da seyrettiğine tuuuu diye bir tükürük attırıyordur...
Hakkaten ya var mıdır ki? "len anasına dinine yandığımın, yedik bir halt o da marazlı çıktı, amanınnnn abaoooovvvvvv" diyen bir insan evladı erkek ki sağlık ocağına koşsun gitsin?

6 Ağustos 2009 Perşembe

Vay Anasını Sayın Seyirciler...

Şu devlet kurumuna başlayalı henüz iki rakamlık bir süre olmamışken, ben biraz kısmetli kısımdan hep rahat birimlerde çalıştım...
Ama şu an acısını çıkarır gibiyim ama çok iyiymiş böyle saate bakmadan, daha aman zaman geçmiyor bugün de diyecek fırsat bulamadan hop bir bakıyorum çıkış saati gelmiş...
Günler bu yoğunlukla pelte gibi geçerken, bir başka tencerede bir bekleme süresi var pişmesini beklediğimiz, kıvamını tutturup tutturamayacağımız kaygısında olduğumuz...
Yaşadığımızsa hem merak, hem inşallah sonucundan duyacağımız ferahlıkla...
Gerçi hayatımın plağı aynı sarıyor dediğim anda bir ekşın yaşadığımdan sesimi kesip oturayım ben en iyisi...
Heyecanı şimdiden sarsı bedeni, ruhu inşallah tabi bu devirde belli olmaz kesin demiyoruz ama inşallah deyip üzerine dualar nakşediyoruz...
Sonuç müspet olsun...
Üstteki fotoğraf makamım...
Depo, masanın hemen sağından girilen bölüm...
Gördüğünüz herşeyi Yurdumun her okuluna beden eğitimi malzemesi dağıtıyoruz...

4 Ağustos 2009 Salı

Cesaret Ne midir?

Öykü demiş ki haydi yaz bakalım katibe...
Genelde nedendir bilinmez Türkün aklı helada gelir' ine inat benim aklım ya da ilham perilerim cinlerim ya sabah ilk kahve esnasında ya da gece olup ta çekildiğimde arka odaya makinanın başına o zaman vuruyorlar üç kere kapıya masaya...
Cesaret...
Deyince aklıma hemencecik "deli cesareti" demek geldi...
Sanki tamlamasıymış gibi ayrılmazıymış gibi...
Cesaretli olmak biraz deliliğin sınırındaymış da belki de iki arada bir deredeymiş gibi...
Kendim gayet cesaretli bir yapıya büründüğümden Fulya geldi aklıma birden...
Kendisi kardeşim olur etimin tırnağı...
Cesaret deyince yüzümde beliren gülümsemeyle birlikte beliren kelime Fulya her Funda'nın sahip olduğu ruh ikizi ismi...
Onda gördüm bu kelimenin anlamını çoğu kez, hemencecik alevlenen ruhunda...
Peki nedir ki cesaret?
Çata çat herşeyi herkesin önünde konuşmak mı?
Ya da hiç atlanılmayacak yerden bırakıvermek kendini?
Ne bileyim denenmesi riskli olanı öne atlayıp denemek?
Adrenalin yükseltici her neviden çıkmak?
Hakkını aramak için sesini çıkarmak?
İyi gizlenmiş korku?
Ya da korkusuzluk?
Aşığın sevdiğine aşkını söylemesi?


Bence risk almak cesaret...


Evet evet gerçekten bu tabiri yazdıktan sonra çok sevdim ...
Risk almak evet, o da cesurların işi...
Cesaretse onun heybetli anlatanı...
Herşeyde öyle değil midir hayat risk almadan yaşanır mı risk almadan yola düşülür mü?
Attığımız her adımda aldığımız her kararda ya da uyguladığımız hareketteki her ilk adımımız değil midir cesaret...
O halde ilk adımı atabilmek için aldığımız risk uğruna yürümek durmak ömür boyu...
Demem o ki risk almalı adımda da düşüncede de hayatta da...
Yoksa ne bir lezzeti olur yaşamın ne de bir rengi...

Bülbülüm... Çektiğimi Dilim Belası Sanırlar...

Yalan hem de külliyen, yok öyle birşey, çektiğim mi kazancım mı ...
Yalnızca büyük hayal kırıklığıdır şu yaz sıcaklarında başıma vuran...
Olsun öğrenmenin yaşı var mı yokmuş...
Seviyorum ben bu hala burnu koku almayan durumumu...
Keyifler haller ala...


Hele şimdi facebooktan eski ortaokul-lise beraber okuduğumuz bir arkadaşımla sohbet ettik uzun seneler geçti, gezerdik dört arkadaş grubuyla şehrimde...
Sonra büyüdük çoluğa karıştık koptuk...
Eskiler eskiler heyhaaat!!
Onların da ne tadı vardı ama ne güzeldi...

2 Ağustos 2009 Pazar

Cuma' dan Pazara...


Cuma sabahının hızına, gerginliğine ve kill bill havasında geçen anına inat, öğlen arası komşu kurumdaki misafirliğimizde, tam dingin su şırıltılarının muhabbete eşlik ettiği dinginlikteydi ki şaşılası durum bizim için...

Fıskiyeye bak, o sana baksın, arada yemek ye, bol sohbet, sonrasının kahveleri derken hafta sonuna hızlı bir girişin ardından cumartesi Konya diyarlarına düğüne git gel derken, ailece hayatımızın uykusunu uyuyup öğlen vakti denilebilecek saatte kalktıktan sonra, yine herkes her bulduğu yere devrilerek geçirdi de pazarı, bir ben yine iki ayak üzerinde sektim durdum bütün gün...

Masaldaki durumlar nasıl mı devam hala kendimi(zi) iyiden iyiye cami duvarına benzetiyoruz artık...

30 Temmuz 2009 Perşembe

2010 Model Bak Şu İşe Masalı...

Uzun uzuuun yıllar önce uzak diyarlardan bir koyun sürüsü güdücüsü bir hayır etmiş, bir öbek kuzunun boynunu kurtarmış kurttan... Kurtarmış... Derkeeeen gökten bir elması düşüvermiş daha masalın sonunu beklemeden...
Masal bu ya, her düşen elma da Alaaddin' in sihirli lambası misali dilekmiş... Bir elma bir dilek...
Bizim çoban elmadan ıssırırken aklından da geçirmiş "Kral olsam ben saraya, olmadı yaveri de olurum kralımın, ayağımı bir atsam yeter"... Bilmiyor ki elma sihirli kırmızı başlıklı kızın ki gibi değil, ıssırır ıssırmaz düşüp gitsin de gelsin biri öpsün uyandırsın... Bu elma efsunlu dedik ya dilek gelmiş yerine...
Bizim zavallı çoban birden kendini sarayda buluvermiş... Bakmış bakınmış etrafa, gözlerini alamamış her baktığı yandan, demişler sen mutfaktan sorumlu ol, oradaki işler sana emanet deyip sırtını sıvazlamış bir de güzel kral......
Yemeden içmeden anlarmış çoban, eee kuzuları güde güde anlamış etinin neresi iyi neresi kötü diye...
İyisinden anladığını bir bakışta anlayan kral da demek ki isabetli seçim yapmış olacak ki mutfağa vermiş çobanı...
Fakat günler geçtikçe çoban birden kendini şaşırmış, kavalını keçesini atınca sırtından giyinince göz alıcı kıyafetleri, birden kendini de etrafı da bir başka görür olmuş...
Çoban mutfakta diğer çalışanların başı olmuş ya birden başı dönmüş... Bir zaman sonra çoban sanmış kendini kral, çünkü öyle davranır olmuş...
Arada bir kral çekermiş kulağını, çoban da susarmış ama hemencecik unuturmuş kral tarafından kulağının çekildiğini yine devam edermiş kraldan çok kralcılık oynamaya...
Gel zaman git zaman çobanı çok üzmüş kral ama öyle böyle üzmemiş...
Çoban hem çok üzülmüş, hem çok öfkelenmiş ama kraldan büyüğü yok eh deyip oturacak yerine...
O kadar öfkelenmiş ki hırsını mutfakta çalışanlardan çıkarmış, hep kavgacı olmuş zaten kabaymış da hepten beter olmuş...
Herkes de öfke duyarmış çobana ama kimse sesini çıkarmazmış nedense, birbirlerine de hep "ne kadar iyi bir çoban değil mi iyi ki o dağı bayırı bırakmış bizim başımıza gelmiş" diyerek birbirine yalandan eşekcilik oynarlarmış...
Mutfak sakinleri çobanın yaptıklarına seslerini çıkarmazlarmış, içten içe hep birbirlerini yerler yarışır dururlarmış, o neden bunu yaptı ben neden yapmadım oyalanır dururlarmış işlerinden öte hep bunlarla...
Sonra mutfaktakilerden daha eski olanlar bir onmaz yarışa girmişler kim çobanın gözüne daha fazla girecek diye oysaki önemli değilmiş ki çobana yaranmak, çoban gidici kendileri kalıcı onu akıl edemezlermiş...
Sürekli bir hizmet, bir ihtimam tabi dağda kırda bayırda böyle ihtimamı nereden görsün çoban da şımardıkça şımarmış, gevşedikçe gevşemiş öyle ki kendini geldiği yerde sanmış da o rahatlıkta davranır olmuş...
Ama çoban üzgün ya kızgın ya kendini kapatmış mutfağın en kuytu köşesine, dinler olmuş bağırmaktan öte, arada öfkesini dindiremeyip aklına geldikçe yine saldırırmış da sonra o da bakarmış kendi kendine ne yaptığına...
Velhasıl gel zaman olmuş, git zaman olmuş...
Bakmış ki gökten elma filan düşmez hiç...
"Eee..." demiş yukardan ekolu tok bir ses ...
"Çobanım zavallı gönlü yaralı çobanım, sen geldiğin kırı bayırı unuttun, sana etin iyi yerinden anlarsın diye en güzel yere baş yaptık ama sen oranın başını sonunu bulamadın... Duuur daha iyi günlerin, her öfkeni dindirdiğin yeri cami duvarı sanmayasın o günler de gelecek" demişler...
Pısmış kalmış zavallı çoban daha ne yaptım ben deme aklını gösteremeden...
Öyle ya nereden bilsin, o aklı nereden edinsin, geldiği yerde kullanmaya gerek yoktu ki hiç....
Çobanın bekleyip de düşüremediği elmaları o halde siz okuyanlar hakedenler sizin kafalarınıza gönderiyor, aman aklınızı başınıza devşirin zavallı çobanın başına gelenlergelmesin kimselerin başına demeyi de ihmal etmiyorum...


Haydi kalın sağlıcakla...

"Otur sen biz geliriz"

Dün beklemem ve vakit geçirmek için yer ararken gördüğüm ilk defa da gittiğim bir yer çarptı gözüme...
Belki self servis olabilir diye karşıdaki gençlere sordum servis elemanları belli...
- Self servis mi?
- Otur sen biz geliriz...
- ????
Neyse ben oturdum üç genç başımda, ay kıyamam ya meğersem o kafede engelli arkadaşlar çalışıyorlar siparişimi aldılar üçü bir... Nasıl şekerler anlatamam...
Geldi içeceğim ferahladım ben, sonra arka masadaki oturan demek ki kafenin ve bu çocukların sorumlusu konuşuyorlar kulağımı o tarafa seyirttim...
Geçende diyor sorumlu kadın...
Gelmiş bir masa dolusu müşteri, bizimkilerden biri de demiş ki "paranızı ödemeden gitmeden ama..." o masada oturan güya normal insan dikleniyor ne diyorsun sen lan a kadar vardırırken olayı o bayan geliyor ve durumu izah ediyor...
Meğersem bir sürü üst kademe, kendilerini para ödemeden gitme hakkını üzerlerinde gören kimi kimselerden o kadar yılmış ki demek çocuklar, diğerleri gelir gelmez de o lafı etmişler işte...
Kaldı ki o çocuklarla ciro kat kat artmış da...
Onlara bu fırsatı veren akılların aklına gönüllerine sağlık...
O çocukların o hevesini bir görseniz...
Canlarım benim ya...

28 Temmuz 2009 Salı

Pamuğum Ceplendi...

En küçük teyzem kendi güzel adı güzel Melek, anneanneme bir cep telefonu almış... Anneannem 27' li...
Bugün de Mersin'den Antalya'ya buradaki yazımda belirtmiştim otobüsle gidiyor, hatta gitti vardı akşamına...
Annem, anneannenin telefonu kaydet deyince, hey dedim Yarab! bunca senelik ömrüne neleri sığdıran pamuğumun bir de cep telefonu oldu ha!
Aradım tabi hemen, meşgule aldı...
Aradan bir miktar süre geçti, bir daha meşgule aldı...
Sonraki yılmadan denememin ardından bir kısık ses "alow", bendeki bağırtıysa "annanneeeeeeeeeeeee"...
Bir kulağında kulaklık var, diğerinde yok ama o da ister bir kulaklık, hal böyleyken de zaten kadeh parçalayan sesimi daha da gürleştirip bir bağırış bir çağırış bendeki...
Meğersem otobüsteymiş kuzum...
"Kapat diyorlar guzuuuum telefonu"
"Tamam anneannem kapatalım sen iyisin değil mi?"
"İyiyim funda merak etme"
Ölürüm ya canım küçük suratım benim...
Akşamına aradım seni nasıl boğuk, ağladı ağlayacak, yeni evine doğru yol almaktaymış...
Eeee kolaymı 27' den beri Kayseri derken...
Şimdi Lara'lı oldu Hamdünem...
Bu yazıyı da tamamen kendime yazdım arşiv olsun sonra bakarım burda böyle bir yazı var diye...

Hey Tohumuna Can Verdiğin Yüce Rabbim! Hakeden Kullarını da Bunlardan İhsan Eyle!

Eyle ki sessiz, zararsız, şerefiyle büyüsünler verilen suyunla yetinip...

Arada temizlik de yapıyorum...

Suyla oynamak hakikaten dinlendirici aktivite...

Günde pek çok kez yaptığım ayaklarımı yıkadığım toprağı betonu suladığım zamanı doldurduğum...

Yazan: Kısa dönem Mehmet Bey...

Misssssssss....

Mis bir sabaha uyanıp akşamdan da şahane haberler alınca insan sabahın da farkına varıyor...


Sardunyamdan geldi ilk haber en güzeli...


En az onun kadar mutluyum ben de hayırlı olsun en güzelleri olsun...


Sonraki haber babamdan süper parlak olmasa da o parlaklık bile yeter ben biliyorum çoook güzel olacak güzel hareketler bunlar devam edecek...


Her dönem her sezon...


Haydin sağlıcakla...


Ha bu arada bir büyüklük ben de kendi durumuma dair, bir mağruriyet düşene tekme atmak değil yanına yanaşıp bir Erol Taş misali gülme hissi...


Ama mutlu çok mutlu hem de, kıvrak dans gösterilerinin sunulduğu koca sahnenin en önünden izlenesi en güzel yerindeyim pür dikkat...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bu Sıra Böyle...

Şu sıra inanılır şeyler değil yaşadığım...
Baba evinden olsun, özellikle iş yerinden olsun...
Değişik, olumlu olumsuz, kasavetli gamlı yada ikisinin de -siz ve -sız'sız olanlarından bolca tadıyorum...
En çok şaşırdığım da, belli dönemlerde periyodik hep başıma gelen, insanların yüzlerini keşfetmem...
İlerde ayrı bir yazı konum olsun o da, şimdikini de çok ayrıntılı yazmasam da malum bir yazımda belirtmiştim insanların bir asena ya da ne bileyim bir didem kıvamı olabilecekleri herkesin tecrübeleriyle sabit...
Yalnız benim aklıma şaştığım, her o periyodik dönemlerde hala saf süzme ben ağzım açık "anaaaaaaa" şeklinde tepki veriyor olmam işin de ayrı güzelliği...
Sonrasında bundan böyle böyle olmayacak desem de, alışmadık giyecek bir beden büyük tabi dediğim laf vücuda misali yine aynı yoldan devam...
Bildiğin saf salağım ben katıksız, sonrasında çok kızsam da kendime "lan ne demeye söylemiyorum susuyorum" desem de böyle giderim ben iflah olmam...
Belki günün birinde hani konuşursam dünya yıkılır söylemlerinden bende de var demek ki konuşursam ağzım mı kapanmaz nedir belki de buraya yazmak o bakımdan bir lustral etkisi yapıp yine susmama sebep...
Hayır yazmaya da o kadar alışmışım ki konuşmak zul geliyor ya da karşımdakini bu konu için tabi adam yerine koymayıp cümlelerimi esirgiyorum hiç haketmediklerini bildiğimden mütevellid...
Bu ara başımda bir kavak yelleri yaz vakti eserken, enteresandır geçende o yeni müstesna yerimde otururken Allahtan ben görmedim bir kedi kıvamında koca bir farecik ki isim vermek çok kabil değil...
Kapıdan girmeye çalış sen, sonra bir geri kaç...
Sonra ben bir hışım elimde çayım sigaram mekanı bir korku belası terkederken, yan tarafın bankında oturup hararetle tam olayı anlatırken sen tepemde bir serçe bacağımın üzerine et...
Şimdi de eve girdim ki en ilginci, ev hafif savaş alanı "amanın " dememe kalmadan her yan bir kuş pisliği, bütün koltuklar, halı, içerki odalar, mutfak masasının üzerindeki leblebiler yerlerde...
Yüksek katların azizliğidir ya güvercin...
Üzgünüm sırf bu yüzden sevmiyorum işte, üstelik bizden önceki kiracı da sert plastikten kafes gibi birşey germiş balkonlara ki gelip yuva filan yapmasın içine etmesin diye...
Biz de düzeneği bozmadık ama sen akıllı gir nerden yol bulduysan sonra açık mutfak kapısında sıvış içeri, bütün yediğini mi biriktirdin be namuzsuz...
Şimdiiiii demek ki bu evde bu kadar bok içinde kalma durumunda koca bir kısmete gebeyiz, durumdan pay çıkarırsaaaaak...
Öbür yeni yer davasındaki hayrı daha daha sonra açıklamak icap eder ki...
Ondan da mis gibi hayır kokuları zaten burnumda tütüyor...
Ben şu evi bir hale yola koyayım...

26 Temmuz 2009 Pazar

Kızılay' ı Uhunet Bastı...

Hayat her yandan aklı sıra keskin nişancılarını üzerime salıp saldıradursun...
Ben hiç birşeyleri tınlamayıp kafamı eğiyorum matrix deki hesap, bir öne bir geriye...
Asıl işlerin olacağı günler ilerde, bakalım bakalım...
Yine de ne geliyorsa bülbülün başına dili belası, bir de insan müsvettelerinin kendi kandırmacası...
Yazık zavallı zaten hava sıcak, otur kendi derdine yan be insan evladı ne sıçratıyorsun pisliklerini etrafa...
Neyse durumdan vazife çıkarmak değil işim, öte yan beri yan iyi giderken herşey düzgün gidecek değil ya diyorum ya hep atraksiyon lazım, bir hareket bir bereket...
Böyle bilmeceli kurgulu konuşuyorum yazıyorum bir açığa kavuşalım salimen sonra döşenirim...
Bu arada mı iyiyim, iyi sıcaklarla boğuşup ev kedisi gibi bulduğum yere kıvrılıyoruz ben ve ekibim...
Sadece Kızılay taraflarında bir uhunet basması durumu mevzu bahis...
O da aydınlığa kavuşur elbet...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Önüm Arkam Sağım Solum...








Hayatımda tekdüze giden bir durum yok çok şükür, atraksiyon ben de, entrika bende, düzen bende...
Yani bende derken, bedenimde ruhumda barındırmıyorum şükür yakamı bırakmıyor manasında...
Yeni yerime bugün itibariyle başlamış bulunuyorum, kısa dönem "Mehmet Bey" askerlik durumu bir nevi belki de...
Yazımı yazayım çevrenin fotoğraflarını çekeceğim...
Yeni yer, yeni iş, kutudaki müjdeyi görmem hasıl oldu demek ki...
Dün duydum "ermişciliği oynama durumu" evet ermişlik değil benimki belki de oynaması ama ruh beden kalp hepsi birler bu oyunda kimse kimseyle ayrışmıyor aynı dili konuşuyorlar bu da normali...
İyiyiz hepimiz, gayet normal hatta duruma sevinç bile var, üzeri sürülmek ve burnu sürtmek bile olsa neden sebep ya da neyse adı konulan kimilerince, bense karşıdan zavallının ya da -larının durumuna kendi kendimle müjdeyi çıkarmak olduğunda işim sevinçle bu da bir yeniliktir deyip durumdan paye çıkarıyorum kendime...
En iyisi en güzeli bu olacak...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bu Sabah ki Çarpan Yazı...

hayat bir yanılsamadır' da okudum bu sabah yazıyı...
Şahane siz de okuyun istedim...

Ne Varsa Eskilerde Var Bir de Örgülerde...

Anneannemi ki kendisine genelde ya Hamdüne'm ya da pamuğum balım şeklinde hitap ederim...
Bir örgü örer bir dantel yapar bildiğiniz tipik Kayseri kadını başka tipik şehir kadınlarını bilmediğimden ben bildiğim benimkini yazdım...
Ben daha bekarken bir bavul hazırdı bebeğin örgüleri her daim "olur da göremezsem" şeklinde konuştuğu için hep...
Kardeşim ben bizim kuzenler hep faydalandık kendisinin şaheserlerinden...
Şimdi de Pamuğum 80 li yaşlarının baharında (Allah hayırlı sağlıklı ömürler versin de maşallah diyeyim) hala örer durur...
Ben de az değilim ne zaman görsem kucak kucak yün taşırım kendisine çünkü onun ördüklerini giydirmezsem eksik kalıyormuş gibime geliyor...
Artık kışları öyle kazak faslını bitirdik eskiden giyerdik de ne olduysa işte...
Can kurtaran yeleklerimiz ve hırkalarımız...
Bu seneki yelek kreasyonumuz sonrası örülüyormuş dayanamaz da kendi kendine örneğini koyar komşu kızlarından prova yapar...
Haa sağ köşedeki de kullanmalara kıyamadığım mandal torbam...
E gel de kullan...
Hayır bir de herşeye hatıra kalır gözüyle baktığım için derleyip toplayıp kaldırayım diyorum yazık olmasın...

21 Temmuz 2009 Salı

Kan Sonucu Hayattan Sonuç, Yaz... Daire Boş Hayatı Doldurmaya Veriyoruz Uğraş...

Perşembe vermiştim kanı sanırım nedeni de "popo görülünce yara sanılası" hastalığı mı bilmiyorum oladabilir tabi...
Tırnaklarımın ikisinde sanki bir sorun var gibiydi daireden arkadaşlar da git git mantardır belki ilerler tırnağın düşer sonunda hııı bak sonra zırlama dediler ben de aman gidip bir baktırayım dedim bir de hala bluğ çağı genci olarak yüzümün belli yerlerine konuşlanmış ve sürekli orayı yer belleyip sönüp çıkan küçük çıbancıklar için bir çare bulur muyum acep şeklinde gitmiştim doktora...
Tahlil sonuçları normal e hal böyleyken teşhis koymak "stress" ten icap eder layıkiyle...
Yine de dozu düşük bir antibiyotik bir akne merhemi ve tırnaklarım için de bir ojemsi üçlüsünü bu sabahtan itibaren kullanıyorum...
Oda arkadaşım üç haftalık izinli meydan bende ama ben bende değilim serseri mayın gibi masa başında ekranın içine girmeye ramak kaldı...
Gözlerim pörtledi artık suyu kalmadı kurudu gitti dinlendirici entel dantel gözlüklerimi taktım...
Yalandan geçen günlerin ardından ben bakar, gidenler bana el sallar, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar ikeeeen.....

16 Temmuz 2009 Perşembe

Bir Leziz Sabah...

Sabah yağmur yapıyordu servis beklerken, hiç alışkanlığım değildir nedense şemsiye taşımak, almışım baktım elimde açayım bari dedim...
Allahım o şemsiyeye vuran tıpır tıpır yağmur sesleri, işte güne başlama melodisi bu dedim, Frank Sinatra'yla Dean Martin in bir filmi vardı, şemsiyeyle oradan oraya uça uça dans ederken, uçayım dedim sonra konamam uçtuğum yere diye vazgeçtim...
Tam yavaşladı yağmur dinmeye yakın oldu, servis de geldi...
Bu sabah dünden doktora gitmişliğimin, aç karnına kan verme işlemi için uzunca bir yürüyüş yaptım, o ayrı bir keyif, neredeyse hareketsizlikten bacaklarımdan da gıcırt gıcırt sesler geldi...
Verdim üç tüp kanımı, haaa tam verdim kağıdı, koltuğa oturdum, kağıdı işleyen hanım "Funda hanım kaç yaşındasınız?" diye sordu ben de "35" dedim, hoş derken bile bir eğreti duruyor ya dilimde, sorsan 18-25 arası bir yerdeyim...
Kanı alacak kadın "yok artık" dedi... "25 desem anlayacağım" aman benim salınmamı, o yüzümün aldığı şekli gör okuyucu, bir keyif bir keyif ben de...
Sonra "hazırım haydi iğneyi batırın" dedim "son tüpü alıyorum" dedi...
Ay üzerine bir de Kayserili çıkmasın mı?
Üzerine de pohaça ikram etmesinler mi?
Nasıl anlatsam, sabah iyi hakkaten, gün iyi, kuş iyi, yağmur iyi iyi işte...
Ha bir de akşamdan üç kilo vişnenin çekirdeklerini didikleme ve şekere yatırma işleminden sonra, sabah da kaynattım oldu mu sana vişne reçelim...
O da inşallah birşeye benzemiştir de su gibi olmasa veya şekerlenmese bari...
Zaten bana kahvaltıda vişne reçeli, tereyağ ve yüz çeşit peyniri ver, ha bir de kızarmış ekmek sonra benim sesim iki saate kadar çıkmazsa hala bir bak nasılım...
Sonra işe gelip nescafe'nin benim için üç malzemeyi karıştırdığı "sen zahmet etme Fundacım su koy üzerine sadece" dediği kahvemi içip de, sonra tellendirilecek malzemeden de bünyeye ilave ettikten sonra dün masa değiştirmiştim, boş otobüste nereye oturacağını şaşıran yolcu misali masama geri döndüm alışmamışım ki durmadı ben de diğer masa...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Göç...

Alışkanlıklarına son derece bağlı olan ben, yıllardır saçımın yivinin yerini değiştirmem, o derece durumum...
Yenilik, hayata başka bir bakış açışı ile bakmak, yok ayol ben açımdan memnunum...
Değinmek istediğim konu bununla ilintili aslında...
Anne tarafım Kayserili...
Hem de feci :)
Şöyle ki, bir araya geldiklerinde birden oranın ağızına bürünüp "appa gııızzz "dan tutun da meşhur "gadalarını aldığım" a kadar...
Hele en büyük teyzemin sayı saymasına kardeşimle çok gülerdik, 39 dan sonra ki 40 ve 40 lı rakamları söylerken genzinin derinlerinden ekolu geliyor sesi ki bütün Kayserililler de aynıdır...
Epey oldu, Yemekteyiz programı Kayseri'de yapılmıştı, orada bir teyze vardı, sanki bizden biri gibi seyrettim, gülmekten gözlerimden yaşlar aka aka...
Anne tarafım bereketli teyze sayısı ile tek bir dayıdan ibaret olan kalabalık bir taraf...
Çok tutkun değiller birbirlerine, baba tarafım gibi, aile tutkunluğunu amcamlarda halamda gördüm ben ve çekmişim onlara da yedi göbeğimle ararız daha ziyade benim aramalarımla süregiden...
Kayseri' de hali hazırda iki teyzem, bir dayım ve dayımla beraber yaşayan ömrü uzun olsun anneannem boncuğum var...
Hepsi doğma büyüme Kayserili oldukları halde şimdilerde ziyadesiyle fazla radikal bir karar vererek Antalya'ya yerleştiler...
Önce dayımlar sonrasında tamamen tesadüf teyzemler...
Çok ağlıyor pamuğum Hamdüne'm...
Sanki yuvasız kuş gibi kaldım diyor...
Haklı kolay mı senelerini vermişsin, taşından toprağından olmuşsun artık oranın şimdi alakasız tanımadık bir yerde dımdızlak kalmak değil de ne bu?
Ne bileyim katı mıyım konuda bilmiyorum diyorum ya bugün oda içinde masa değiştirdim gaza gelip yarın sabah tekrar masama geri yerleşeceğim olmadı küçücük masamı özledim ben hemen kapı dibi...
Kendim değişikliği sevmediğim gibi istiyorum ki herkes de yerli yerinde dursun...
Ne vardı şimdi memleketten göçüp gidecek...?
Fotoğraf geçen yazdan... Orada kalan tek teyzemin Gesi'deki bağ evinden...