20 Nisan 2010 Salı
Türk Malı Ho...
18 Nisan 2010 Pazar
Kardeş...
15 Nisan 2010 Perşembe
Neyi Ararsan Sen O' sun...
13 Nisan 2010 Salı
Bozuluyorum...
10 Nisan 2010 Cumartesi
8 Nisan 2010 Perşembe
Çekemezler Bilirim...
Romantik Yağmur Tıpırtıları...
7 Nisan 2010 Çarşamba
Tanıdığın Tanıdığı...
5 Nisan 2010 Pazartesi
Doktorun Yoksa Öl...
29 Mart 2010 Pazartesi
Fotoğrafın Dili ( Öylü Atölyesi)
28 Mart 2010 Pazar
Seviyo (rum), Sevmiyo (rum)
26 Mart 2010 Cuma
İşime Geliyor...
24 Mart 2010 Çarşamba
Yemek mi Beni Yedi Ben mi Yemeği..?
23 Mart 2010 Salı
Hayırdır?
22 Mart 2010 Pazartesi
İçim Oldu Sarmaşık...
19 Mart 2010 Cuma
Çocuklar Kendi Kendilerine Böyle Olmuyorlar...
Rengin hanımın ısrarlarıyla haydi gidelim bari denilen ama sonradan aldığı sütü içmesiyle kasa sırasında otuz dakikaya varan beklememizin sonuçları insanların daha doğrusu gördüğüm manzaranın vehametini serdi ortaya...
Sırada efendi efendi bekliyoruz, arada bir kavga oldu onu seyreyledik olacağı buydu diyerek...
Sonra yan kasada bir kadın ve 3-4 yaşlarında bir kız çocuğu...
Kadının sepeti bir elinde, diğer elinde araba anahtarı vermek istediği mesaj alındı arabam var...
İyi güle güle kullan, kazasızından ama sok onu cebine, gerek yok...
Sonra kızımla iyi ilgileniyorum bakın onunla çocuk olabiliyorum imajı boşa yırtma kendini komik oluyorsun çünkü...
Derken çocuk yüksek sesle hatta bağırarak insanlara dönüp aptal manyak filan diyor, nanik yapıyor, çığlık atıyor arada, anneden ses yok, arada gülümsüyor kızına aferin dedi diyecek, dese şaşırmayacağım...
Sonra küçük bir ürünün etiketini çıkarıyor raftaki ürünün etiketine yapıştırıyor, gülüyor, anne bak ne yaptım diye, abartmıyorum anne "aferin kızım" dedi en sonunda...
İşte yeni neslin mimarı "bilinçten bihaber anne modeli"...
Rengin de kızı seyrediyor beni dürtüyor ne yapıyor anne bu gibilerden...
Biz yeni nesilden umutla beklentiler yaşıyoruz öyle mi?
18 Mart 2010 Perşembe
"İçini Tereğe Koymuş Kadın" Açılımı...
Hayat dediğimiz; kıvrımlı yollardan mütevellid, geçilmesi zaruri açık hava tünelininden idame ettirilmeye çalışılırken, yaşanılan akan karelerin bazı yerlerinde bazen bir flaş patlar, gözüne gözüne kadının birden...
Erkeğin Sevdiği Kadın...
Şimdi efendim; bunca yaşımın, bunca gözlemlerimin ve yaşamamın neticesi olarak vardığım kanı şudur ki;
Erkek, lafa gelince kadının akıllısını sever ister ama kendi eşlerine bak hepsi vik vik kedi gibi kocaya muhtaç tiplerdir...
Neden? Çünkü erkekteki ego durmadan şunu der; ben kadının koruyucusuyum, hatta He-man iyim ben onun limanıyım, ben ne dersem o olmalı...
Yok böyle birşey tabi, herkesin limanı kendine, yüzlerce insan arasında akılllı insan bilir ki; aslında herkes yalnızdır...
Sonra aklıma eş tipleri geldi,
Birinci tip; en akıllısı ve benim gıptayla baktığım, sonsuz saygı duyduğum sınırsız zeki ama kocasına belli etmeyen kadın...
Bu kadınlar ileri derecede zekaya sahip ancak kocasının egosunu sürekli okşayan her daim salağa yatan tipler, sana ihtiyacım var kocam, koru beni kocam, evimin direği kocam, ben bunu yapamam ki kocam sen bir el atsan kocam...
Mesajı alan koca da -yazık ona-, karısının etrafında turaba (deli olur, dört döner manasında) olur...
Ben yapamadım, yapana büyük saygım var, helal olsun...
Kendini eşe adayan, koca önceliğini çocuklarından öte tutan, fikirlerini kendi fikriymiş gibi benimseyen, benim yerime düşünüyor, en doğru ve iyi kararı beyim verir nasılsa şekline bürünmüş kadın...
Yalnız fazla sürmez aklı başına gelecektir bu kadın tipinin çünkü nereye kadar bu devran...
Bir de başarılı erkeğin yükünü ben taşıdım, ben vardım arkasında diyen aklı sıra okumuş yazmış, mürekkebin dibine batmış, ancak eşekliği baki kalmış kadın tipi var ki o fena...
Kibir onda, sonradan görme desen onda, neyidüğü belirsizlik onda...
Ben deyinmeyeyim daha fazla, hızla uzaklaşayım aman, evlerden uzak...
Sonra kocasıyla iletişimi olmadan yaşayan eş var, toprağın üzeri gübreli mis, fakat içini görme işte, o iletişimsizlik yüzeydeki toprağı hiç kıpraştırmamış, dolayısıyla alttaki durumun vehametinden haberdar olmasına rağmen ikili, yine de birbirine belli etmeden aman gün geçiyor, günü kotaralım derdimiz diyenlerin deryası...
Bir de çevreye esen yağan kadın var, evde kuru ekmek yeyip tabir-i caizze, dışarıya aman et yemekten de gına geldi diyen tip...
Kocasından sevgilisiymiş gibi bahseden, dertsiz tasasız, aşktan başka derdimiz yok imajı çizen kocası her daim yüreğinin yarısı eşi menendi bulunmayan koca varmış gibi davranan hayalperest yarım akıllı kadın ama toplumda hala itibar görür bu tipler...
Kıskanç kadın tipine değinmeye hiç lüzum yok, hele ki bunun cahillikle, okumuşlukla hiç alakası yok, kanımca kişilik oturmamasından, kendine güven yoksunluğundan kaynaklı...
Sonra kimseye eyvallahı olmayan kadın tipi var en akıllısı o ama dolap çevirmeyi bilmediğinden, henüz törpülenmediğinden pat küt dalıyor, hakkımı ararım kendimi savunurum ben de varım dese de sürekli, adam höykürüyor kadın höykürüyor, iki deli bile birbirini görünce değnek saklarlarken o akıllarıyla bile, bunlarda o meziyet olmadığından muharebe eksik olmuyor...
Daha bir sürü bir sürü kadın - eş tipi var...
Aşırı muhafazakar kadın var tabi eşiyle doğru orantılı beyinin bilmem kaç adım gerisinde yürüyen...
Başka başka kendini geliştiremeyen kocanın evden çıkarken buzdolabının üzerine koyduğu harçlığın miktarına ses çıkaramayan yetinen kadın...
Bir de yan komşudan bir tespit geldi eklemeden geçemeyeceğim...
bir de tek başına kadın ve tek başına erkek vardır ki
onlar da ayrı ayrı birlikte yaşarlar
:)
en mutluları da onlardır
Var oğlu var işte...
Konu nereden çıktı blogları gezerken sonra gazetelerden eş dost yaşanmışlıklardan...
Çok sert çıkmamışımdır umarım, yazılarım elbetteki kimseyi hedef almıyor, haşa haddimi bilir, kimseye çamur atmam, tövbeler olsun...
Yalnızca dediğim gibi kendi gözlemlerim NAÇİZANE...
HATTA hepsi birer HAYAL ÜRÜNÜ...
Yeni Kayıt...
15 Mart 2010 Pazartesi
Okuya Okuya...
Blog okurken gaza gelip aklıma üşüşenleri parmaklarımdan dökmeyi... Aslen yazacak spesifik bir konu yok aklıma geleni bırakayım ortaya...
Çıt yok salondan, baba kız kanepede uyumuş kalmışlar, haydi Bey jetlag, kıza ne oluyor o da yavrum bir öksürük, bir halsizlik ha bir de babasına deli düşkünlük Allah ayırmasın...
İşte huzur ve de en büyük zenginlik kaynağım...
Bugünkü kreş psikoloğuyla güya Rengin' i konuşacaktık ama rol değişikliğiyle birbirimize ki daha çok ben, telkinlerde bulunduk amacını aştı ama sonunu Renginle toparladık da vicdanlar rahat...
Dün bir spor kanalında deli uçurumlardan akla ziyan kayakçıların inişlerini seyrederken kendi kayak dersim aklıma geldi insan kayağa gidince mi anlar yüksekten korktuğunu?
Her inişin bir çıkışı ve de tam tersi durumun huzurunu yaşayan taşıyan bünye, nazarlardan korusun diyerek mesut günler yaşıyor, aslında hep mesut fakat bazen karamsarlık denilen örümcek adamın ağına kendini kaptırınca çıkışı bulamıyor yoksa bal gibi de biliyor sürekli yanındakilere şükrettiğini, hatta aldığı nefese bile, sıkıntıların hastalıkların da geçici olduğunu biliyor işte, insanoğlu ve onun laf dinlemez yüreği...
Oturduğum yerden hiç kalkmadan sihirli bir bardağım olsa, içindeki kahve hiç bitmese, iki tatlandırıcılı, kremalı filtre kahve, tamam filtre kahvenin içine krema koyarak hakkını veremesem de, damak tadı yok mu ah, o tadı anca kremayla yakalıyorum... Ha oturma eyleminde kahvenin yanında bir sürü dergi olsun, kitap olsun, sonra orada uyuyakaldıktan sonra üzerimi örtmeye bir de battaniye, daha ne isterim...
Bavul hazırlamak ve gelen bavulun posta posta çamaşırlarını yıkamak kanıksadığım vazifem, yine ufukta bir hazırlık görünüyor hayırlısı...
Ezel dizisinin şu an itibariyle yeni bölümü ekrandan akarken ben de bu ekrandan kayıp, uzatıp ayakları, az önceki kahveden hazırlayıp, dizinin ahengine bırakayım bari kendimi...
Fotoğraf bila tarihli başka bir uykudan...