21 Ocak 2010 Perşembe

Başlık Toptan "Bugün"...


Her zaman en kral park yerini bulurum göndermem hep işe yarar, hal böyle olunca yine bir yer bulup konuşlandıktan sonra, bir de baktım ki sen gitmişsin Yavru Ceylan...



Daha otuz beş dakika var randevuya, sen uyu bari, ben de takılayım öyle...



Şimdi ben o ayağını alsam kemerini çıkarsam filan, o sefil uykunun tadını kaçıracağım, iyisi mi seni hiç kıpraştırmamak...


Korkma annem sadece jel sürüp kalbini gösterecekler sana...


Güm güm sesler ne kadar ilginç değil mi...


Gerçi aslı ilginç olanı, doktorun sana "ekranda ne görüyorsun Rengin" sorusuna "çizgiler" diyerek cevap vermen...

Yık literatürü yık kuzu :)




Neyse sonunda kendine geldin, hah şöyle rahat bırak kendini...


Zaten masum üfürümmüş kalbindeki, zararsız çok sağlıklıymış minnacık yüreğin...


Birşey olmaz annem, bende de var, anneannende de zaten...



Her kreş çıkışı ya da biryerden dönüşte telefonda hep aynı soru,

"Anneanne müsayet misin?"

Neyse müsayetmiş...

Ama sende de ne enerji maşallah annem, hala dur durak bilmiyorsun...




Başka şeylerle ilgilenmezsek de olmaz, ana kız takılalım öyle...

Bitti gün sonunda şimdi uyu kuzum...

Ha bu arada annecim Fatmacım; sen hala "süzgün bu çocuk her gördüğümde" de bak 25 kg olmuş...

Boyu da 124 cm...

Rengin dur annem ayını da yazayım tam arşivlik olsun, sonra bu yazı sana gitsin...

5 yaş (22 Eylül 2004) 4 ay...
Buuuu?
Bu tamamen duygusal, muz kirlenmiş pislenmiş onu temizledim...
Gecenin bir vakti olması önemli değil feda ettim artık kurtardım onu ve arkadaşlarını...
Vicdanım rahat...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Aynı Yol... Yeni Yolculuk... (Öykü Atölyesi Fotoğrafın Dili)



Verilen aradan sonraki çıkılan yol bu...
Kıvrımlar dönülmüş, karanlık yerini aydınlığına teslim etmiş...
Aydınlıksa bayrak yarışındaki gibi beyaz bayrağını gururla taşıyor...
Yol şimdi düzgün, etraf çiçekli mis gibi ferah, yenilik, tazelik kokusu hen yanda baskın...
Hayat da kıvrım kıvrım, dönemeçli bir aydınlık bir zifiri...
Ama yeni çıkılmış henüz şimdi ışıl ışıl, ışık hiç sönmeden, yol hiç çatallanmadan...
Benzinsiz olsun taşıt hatta, oturanların neşesi olsun yakıtı...
İleri doğru çiçekli yol olsun hep gidilen...

19 Ocak 2010 Salı

"Meydan" Feleğini Şaşırdı...

Kimlik bunalımı bu olsa gerek...
Dili olsa da konuşsa diyecek ki; ne halt yiyorsun, bir öyle bir böyle, yemek mi tarifleyeceksin, çocuğunu mu yazacaksın, kendini mi karar ver...
Yok karar, ne kararı meydan tamamen her yana saçılmış konu toplaması, koca bir derin kase...
Neyse ben şu yaptığım pizza hamurunun Emine Beder kitabına ait olduğunu belirtip, nasıl olduğunu yazmam gereken istekler aldım, boyun borcudur yerine getirile...
Fakat ardından eklemeli ki ölçüye sadık kalınması halinde lezzet de yiyene o derece sadık kalır...
Hamur İşleri Kitabı sayfa 154...
Klasik Pizza...
1 Yumurta
2,5 Su Bardağı un
1/2 Çay Bardağı Sıvı Yağ
2 Çorba Kaşığı Yoğurt
1/2 Çay Bardağı Su veya Süt
20 gr. Yaş Maya
1 Tatlı kaşığı Toz Şeker
Tuz

Bu malzemelerin hamuru için klasik bildiğimiz mayalı hamur yapımı yolunu izliyorsunuz, sonra üzerine hayal gücü ürünlerini serpip, benim fırınım turbo 170 derecede pişirdim siz sizinkini hangi derecede pişirirseniz artık...


Bir de iyi ki Sinangil un göndermiş, yoksa çoluk çocuk, ahali, bütün mahalle unsuz kalmış kendimizi bir o yana bir bu yana savururken görmemişin unu olmuş da döktürmüş misali sanılmasın sakın!!

Sakın sakın!

Her yapılan fotoğraflanmıyor, yazılmıyor, çizilmiyor diye...

Kekimiz de Sinangil Sade Kekun karışımın bir sonucu olup, evde onu bitirecek adam insan nerde, her yana dağıtırım artık, benimki yapma egomu tatmin tamamen...

18 Ocak 2010 Pazartesi

Annemgilin Sinangili...






Ben eksik kalmadım tabi gönderdiler sağolsunlar, bir dolu un oldu kıyı bucak çeşit çeşit...
Hatta apartman görevlisi almış öğlen ben işteyken, kapı çalında saat 19:00 civarı ben bunları görünce birden Renginle kek yapma fikri geldi, fındık aromalı kek olsun dedik...
Baktık tarifte 3 yumurta yazar, mamafih biz de var 2 yumurta tabi kek pek kabaramadı...
Olsun biz de pazar kahvaltısının şanındandır dedik, Sinangil' in de şanını yürüttük...
Kekler de sıraya girdi yapılmak üzere...



Kızın uyumuş, ayaklar uzatılmış, pazar akşamı keyfinin ortasında akşamı...

16 Ocak 2010 Cumartesi

İçim Şişti, Allah' tan Sonu İyi Oldu...

Sabah babamın raporunu halletmek üzere hastanedeydim...
Hastanenin behçesinden girince daha yeni ama iki-üç ay öncesine döndüm neler geçti gitti diye çok şükür buna da tabi...
Yalnız pazartesi hastanelerin çıldırdığı günmüş yeni öğrendim çünkü bizim iş hep cumaydı nispeten daha tenha...
İşimi halledemedim tabi o kadar saat oturmaya bilgisayar sistemi çökmek suretiyle emelime erdiremedi beni ama ben hallettim ilaç işini...
Orada içim şişti resmen, bölüm radyasyon onkolojisi olunca gripten insan yok orada hepsi maskeli...
Bir nebze büyüklere alışıyor insan da çocuklara ne demeli?
Bu sabah da sözleşmiş gibi her yandan maskeli bir bıcır çıkmaz mı karşıma?
Allahım ne şekerler hiç biriyle göz göze gelmemeye çalıştım yoksa tutamam kendimi...
Şiştim çıktım dokunsalar gideceğim, sonra kenarda bir kadın, yanında iki sakinleştirici insan evladı ama nasıl bir ağlama, dövünme değil o kadar asil...
Haydaaaa zaten durumum berbat bir de bu o sırada annemle telefonda kouşuyoruz kendimi de zor tutuyorum kadının yanına gitmemek için olmadı beraber ağlarız ben de açılmış olurum...


Allahtan öğlen arası kızlarla buluştuk da unuttum o saatleri...
Hoş insan beyni de enteresan, daha hastanenin kapısından ilerledin mi hafifliyor, 100 metre git birşeycik kalmıyor...
Hayat kaldığı yerden devam, tabi olmak da zorunda...
Kızlara fotoğraf makinanızı getirim dedim, dediğime hem sevindim hem pişman oldum bütün konu makinalar oldu harala gürele geçti o kadarcık saat...
Olsun o da yetti...


15 Ocak 2010 Cuma

-di' li geçmiş zamanda...

Zamanında Age of Empire oyununa bayılır, deliler gibi oynar dururdum...
Zaten stratejik oyunlar vurur kalbimden, hala da...
Fakat I. II. III. filan bilmem, ilk çıkan neyse anam babam usulü...
Orada bilenler bilir, şimdi online olanları çıktı bir müddet onlara da takıldım olmadı, savaş oluyor, köy kuruluyor, güçlenmen lazım sonra düşman gelip seni dımdızlak ortada bırakıyor, kalıyorsun öyle...
Bir de oyunun sonlarında insan çoksa köyünde, onların bir silme tuşu var...
Ona tıkladın mı gidiveriyorlar...
Sonra hayata uyarladım o oyunu hep, hala da yaparım nerede boş yer görsem evi kurdum, adamları oduna gönderdim...
Dünyayı Matrix' i izlemeden önce Age of Empire oyunundaki gibi düşlerken ve buna da kendimi iyice inandırmışken...
İnanç yanım da ağır basar ama sanki diyorum yine dünyaya insan fazla geldi demek Haiti bölgesinde gitti on binlercesi...
Tabi ki sual edemem ama ne bileyim öyle bir kalmış aklımda, yanlış doğru ahkam kesmeden...
Art niyetsiz, kötü düşünmeden, üzüntümden sıcak evde otururken onları düşünmemden, karnım doyduğunda boğazımın düğümlenmesinden...
Ülkemdekileri tabi ki düşünüyorum ama öncelik sırası dualarımın da, onlarda bu ara...
Allah yardımcıları olsun tez vakit...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Merhaba...

Seni görmek...
Seninle; "ben" deki değişen kabuğu görmek ona uyum sağlamaya çalışmak ve bunu yalnız yaptığına inanabilmek...
En önemlisi, kendini buna inandırabilmek...
Sorguladığın ne öncelikle, cevap belli yalnızsın, öze bak ki göresin...
Bakınırken sudan çıkmış gibi kalmışsın, sonra kavgan neye...
Kendinden başka kime zararın......
Etraf ne ki, yeni hayat, yeni düzen bunlar senin değil, şekil değiştirenlerin...
Değişen ne? Kökünden koca bir hayat...
Haydi sil baştan...
Ümidini kestiğinde ne oldu, hala kesikte duruyor o, onulur yara değil açtığı, kendini haklı saysa da, şu meşhur empatiden uzak yaşanılan...
Herkes curcunanın içindeki yalnızlığının, sudan çıkmışlığının şaşkınlığında...
Cemaat kendi derdinde, kıyamet koptu da ben mi kaçırdım...
O zaman kopmaya devam ediyor ya da artçıları bunlar...
Öyleyse iyi, yakındır kesilmesi...
Felaketin ardındanki dinginliğe uyum sağlamak, yeni bedene, yeni ruha ve yeni hayata merhaba o zaman...


Şevkatle, sevgiyle ve sonsuz sabırla...

12 Ocak 2010 Salı

Ankara' nın Orta Yeri Gerilimi...

Saat 23:08 apartmandan çıkmadan önce bir Ayetel Kürsi okudum, çıktım daha bismillah devasa bir köpek vızzzzt geçti önümden ...
Hah dedim kendi kendime, okudun duayı yırttın geçti gitti...
Apartman kapısıyla araba arası 10-15 metre...
Kapı da birden arkamdan küt diye kapanmasın mı, kapana kısıldım...
Bir başka köpek de -devasa- iki arabanın arasından geçti mi...
Bayılacağım artık korkudan, in cin yok...
Benim o kapıyı açıp kendimi içeri bir atışım var, biri görse gülünecek her yanıyla güler...
Oh dedim bitti...
Yol tenha, önümde beyaz bir doblo, önce farkedemedim sinyalsiz sağa dönecek sandım, meğersem yolda arabasıyla dans edermiş...
Sollama gafletinde bulunuyor ve tam yanından geçmek üzereydim ki, birden sağımda bir karaltı, Allahım çarptık çarpacağız...
Yok dedim ben efendi efendi bunu önüme katayım en kontrollüsü bu...
O da dans ede ede seyretti...
Sonra eve yaklaşırken bir iki köpek de eksik kalmasın bizim orda...
Park yeri de yok ta dışta etrafı kolaçan et bir dua da onlara savur...
Koş gir eve kooooş...
Ne gezersin gecenin vakti arkadaşında kahve içmede...
Otur evinde adam gibi...

Çare...

Her yazının konu sıkıntısı olduğu gibi, şarkıların da koularının ve sözlerinin, onların etrafında dönüp durduğu labirentin, aslında çıkışı yok...

Pandoranın kutusu veya alelade bir kutu belki; bilinmeyen bir yere denk gelinince içinden dudak uçuklatan hengameyle hortlayan "içindeki"...
Zaten o hortlayan veriyor, hayal kırıklığının haberini...
Üzerinden ahkam kesilen, atılan tutulan ama kesinleşmeye ramak, paçaları tutuşturan...
Olması istenmeyen ama kendine bakınca da, ondan başka çıkar yol yok gibi duran...
Belki karşıdan öyle duruyor soğuk ürperten, ama içi yakıyor...
O yangından kurtulmak namümkün, yanıp gidecek el mecbur külleri kalana kadar...
Kötüsü; küllerin savrulması da yok, zift gibi yapışırken yere, üzerine bassan seninle gelecek nereye gitsen, her an ayağının altından seninle gelen...
Kazınması zor...
Çekip gitsen de seninle gelecek her döndüğünde, kafayı her çevirdiğinde, "alayını" taşıdığı için görmek zorunda olduğun...
Tahammülün olmasa da, için kalksa da bakarken bakarken bir bakmışsın...


Bir bakmışsın...


Artık görmüyorsun bundan sonra...
Sonra bir ses kulağında...
Duyuyorsun artık, ayaklarını yere vuruşundaki heybetinin sesini...

Üzülsen ne, elindeyken Baksaydın ya!




İşte sanki yazdıklarım forward maillerde olur ya, iyi olun bıt bıt bıt, elinizdekilerin kıymetini bilin vesaire bir sürü şey, kimi zaman okur geçerken kimi zaman da okumadan silip atarız "eeeh biliyoruz bunları" diye...
Ben nedense bir emeğe saygı çerçevesinde, bak düşünmüş göndermiş diye bir görev insanı edasıyla yaklaşır olaya, okurum...
Hayatıma da iliştiririm, magnetin buzdolabında duruşu misali...
Bunu böyle dost meclisinde, aile meclisinde konuşunca söyleyince öğreten adam olma sıfatını yiyecek olmama aldırmadan da anlatırım...
Peki her şeyi iyi düşünün hayır düşünün dediğimde ne olur "senin tuzun kuru"...
Lan neresi kuru, direk Akdenizin nemi yapışmış işte tuz parçacıklarına az çok yazıyorum, o da buz dağının görünen parçasını, insan herşeyini de yazamıyor ki şifreliyorum arada satır aralarında, tamamen ruh rahatlaması için...
Yatmadan bir ferahlatıcı gibi tek doz...
Yok mu kimsenin sıkıntısı derdi, var ama aşmak lazım kalbi Allah' a bağlamak tevekkül etmek lazım, aşarken kimseyi hırpalamamak lazım elindekinin kıymetini bilmek lazım, elindeki "çok" un gittiğinde, kalaz "az" a bakıp, olsun buna da şükür demek lazım...
Lazım gelen o kadar çok şey var da hayata geçirecek aklı başında nerede?
Ölümlü dünyada iki dakika sonrasını görmemizin garanti olmayacağı dünyada...
O zaman kelebek gibi yaklaşmak lazım, hele hele canımıza, en sevdiğimize...
Öyle hırpalar canına okursan, edip bitirirsin sonra pişman olsan neye fayda?...
Malesef yara gidiyor ama izi duruyor namuzsuzun...
Sonra elindekinden olur insan evladı kalır öyle ortada, bir bakarsın arkana önüne yalnızsın...
Dövün şimdi dövün ki ne dövün...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Akşam Akşam...



Büzüşmüş paketin dibinden çıkarılmaya çalışılan çikolata sos...

Havaya karışan kahve kokusu...




Gidenin ardından...

Seviyorum...

Yataktan kaltığımda yeni bir güne uyanabilmeyi...
Sabaha küçüğümün yanıma gelip, günaydın derken ki yüzündeki gülümsemeyi...
Sağlık sıhhat haberi almayı...
Sıkıntının da kasavetin de geldiği gibi gitmesini...
Yeniden, yine yeni yeniden diyebilmeyi...
Kocaman bir parça açıkta boşlukta öyle olsa dahi gücümün farkında olmayı...
Dört sene önceki açılan kapıdan geçtiğimde, adım attığım, kabuk değiştirdiğim o hadisenin üzerimdeki devam eden etkisini...
Dinginliği...
Arada aksiyonu...
Kendimi...
Sevdiklerimi sevenlerimi...
Bir başka bugünkü havanın tadı...
Bir başka soluduğum hava, içinde şeker tadı var sanki...
Fotoğraf çekiyorum bol bol dışarıyı içeriyi...
Öğrenmek babında...
Güzel yine herşey şükür olsun...

Dipten kısacık: Kötülerle alakadar yazı hayattaki genel kötülük üzerine yoksa kimseye ithaf veya yaşananlardan değil, aklıma gelen öylesine...

10 Ocak 2010 Pazar

Kötülüğün Nerende?

Değil...
Orada değil...
Tamam bazılarının aklı da orada ama bu orada değil, yani en azından olmadığını düşünüyorum, iyi niyet çerçevesinde...
Bu insanın kötü olma merfumu ne menem bir hadisedir ki akıl sır ermemekte...
Hani her anne her baba iyi o zaman yetişmede bir problem yok, o zaman çevreye karıştığımız zaman bu işin başlangıcı, çevre işte insanın kendisine güvenilen ama etrafına güvenmiyorum tabirinin adresi "çevre"...
O zaman bebecikler doğduğu an itibariyle birer pamuk gibilikten o meleklikten çevreye girdi mi içinde artık neresindeyse canavarı da yetişiyor salıyor kendini ortaya...
O zaman durmak lazım orada şöyle hafiften, çevreyi oluşturan kim?
Ben anlamadım zaten ben iyi, sen iyi, o iyi, kim kötü, neden kötü neden efendi gibi olmayan birçoğu var?
İşte herkesin kendi kapısının önünü süpürme zamanıdır, şapkaları ortaya koyup düşünme zamanıdır da anlamayana davul zurna olmadı kol bastı ekibini getirsen ne fayda...
Benim kapı önü temiz ebe olamam ben bu oyunda...
Rahmetli dedemin dediği gibi;
"Sen gendini bilir bi hanfendüsün"
Nice hanfendülere beyfendülere :)

9 Ocak 2010 Cumartesi

Bir Nergis Bir Blog Çiçeği...

Dün nergisimi kokladım durdum bugün de tatesal ın hediyesiyle ikiye katladım güzelliği...
Hani okursunuz blogu sonra bir ısınırsınız yazılarına kendisini tanır gibi olursunuz benim de ilk zamanlarımdı tatesal ı okumam, sonra benim için hıdırellezde dilek yapmıştı hiç unutmam gerçi talihsiz dileklerimin başına da gelmeyen talihsizlik kalmamıştı öyle değil mi arkadaşım :))) Çok gülmüştüm ...
Beni hiç unutmaz böyle şeylerde sağolsun lütfetmiş bana armağan etmiş...
Ben de tabi ki benimle beraber derdime mutluluğuma ortak olan bütün arkadaşlarıma gelsin bu çiçek diyor bir radyocunun istek parça anonsu gibi hepinize uzatıyorum...
Kabul buyurun efendim...
Sonradan not : Sevgili hayat bir yanılsamadır dan da almışım çiçeğimi, çok teşekkür ederim özellikle benim için sarfettiği ince sözlerinden için :)

8 Ocak 2010 Cuma

Ne Nereye Kadar?

Cevabı verilmesi en güç sorulardan biri ...
Nereye kadar?

"Gittiği yere kadar..."

Diyesi geliyor hemen insan da duyar duymaz...

En Nihayetinde Cuma...

Bugün hayatımdaki iyi insanların kıymetlilerinden birinde; çok iyi geçti birkaç saatim...
Dönüşündeki nergisle son bulup, kumam küçük hanım tarafından odasına el konulmak üzere yerleştirilerek nergis hasretim de burada sonlandı...



Arada odasına kafamı uzatıyorum mis kokusunu içime çekmek için...

7 Ocak 2010 Perşembe

İnelim Çocukluğa İnin İnin...

Gidelim geriye doğru...
Hatırlayalım şöyle bir...
Kim istediğini aldıktan sonra bıkmadı...
Hevesi geçmedi, çok istisnalardan bahsetmiyorum...
Alın benim kız Rengin, beğene heveslene alıyorum, ertesi gün en masum ses tonu başı önde "anne bunu aldığın yerde daha güzeli var mıydı?"
Ben yapmadım, billahi ben yapmadım...
Eskiden de mi böyleydim dedim kendime, baktım "iç" e sordum "evet" dedi, sen de elde edene, aldırana kadardın...
Hayatın her döneminde oldu, sevgiliyi de ya da en basit aldığın bir pantolonu...
Hani erkek kısmı koşar koşar hoop tamam oldu bitti...
Oldu bitti o manada değil tabi, ahlaka aykırı yazmıyorum...
Ha belki tamam o da olur, hayatın gerçeği değil mi?
Sonuç itibariyle hayatın elde etme durumu ve ettiğinde "hııı daha iyisi yok muydu acaba" kısmı var olunduğu sürece, söylenmeye devam edecek bir klasik demek...
Bunu değiştiririm, yok ben böyle değilim diyecek babayiğit de var mı bilemiyorum tabi...
Bu insanların bu herşeyin daha iyisi var mıydı acaba mentalitesini taşıyıp da, hayatın dönüm noktası evlilik kurumu ya da seçilen meslek veyahut daha keskin hayat virajından döndürülmesi zor girişlerde?
Nasıl bir çözümlemedir bilinmez ama böyle bir gerçeği de yadsımamak lazım...
Konu nereden çıktı kısmına tamamen spontan dedim, gittim içeri çocuk yemek bekler...

Cemreler Düştü Bile...

Benimkiler düştü...
Hepsi birden beklemeden havayı suyu toprağı...
Dün evet çok güzel bir gündü fakat ayırdımında değil ki bünye,kendini sıkmaktan ,üyesi oldugum ANKAN grubuna da yazmıştim insanın kalbi boğazında atar mı diye?
Kendimi sıkmaktan, sürekli sigaraları devirmekten, ne oldu, ne çıkacak diye beklemekten...
Hatta hastanede görülmeye değerdim, elimde tomografi ve film sonuçları, gözüme bir doktor kestirsem de yolunu kessem oku kardeş şunları bana desem diye doktor bakındım durdum...
Hatta filmin arşivden çıkmasını epey uzunca bir süre bekledikten sonra Allah dedi herhalde kulumu rahatlatayım diye, babama bakan çok şeker doktor bayan vardı, ilk hastanede o bakmıştı bir de ben bakayım gelin diyen bayan babama...
Geçen hafta gittiğimizde çekimler için, o yoktu hatta şehir dışındaydı...
Beklerken onu görüp de eteklerine bir yapışmam vardı...
18 Eylül'de hiç unutmam ciğer filminin sonucunun temiz olduğunu da o söylemişti kollarına yapışıp ne ağlamıştım sevincimden, kendimi nasıl sıktıysam o ana kadar o kadar kötü haberin üzerine bunun iyi çıkması nasıl bir mucizeydi bizim için...
O ana kadar ki duyduklarımız tüyler ürpettici olunca, onun ciğerleri temiz demesi...
Dün de öyle oldu ellerine yapıştım ayak üstü sonuçlar gayet iyi dediğinde...
Şimdi asıl bahar bugün geldi bana, dün anlamadım ki pelte gibilikten kendimi sıkmaktan...
Dödürüp kafamı geriye bakmama gerek kalmadan film şeridini başlatınca beynimde, amanın neler geçti 18 Eylül' den bu yana...
Maneviyatın tümden yıkıldığı, düzenlerin dengelerin değiştiği, sırf babam mıydı hasta olan bizler onunla hasta olduk, bizler de onunla tedavi gördük sonra madalyonun öbür yanındaki yıkımlar...
Fakat dedik ki Ey Allahım dert senden dermanı da senden elbet...
Sen kaldıramayacağımız yüklerin altında bırakma bizi...
Herşeyi sen bilirsin sen en iyisini de verirsin...
Sebat etmek önemli demek ruhu kalbi Allah' a bağlamak...
İyilik de kötülük de zorluk da bizler için...
Önemli olan sıyrıklar hafif olsun...
Hakkaten de öyle oldu...
Şimdi babam da yeni doğdu, bizler de...
Her yaşadığımız ders yanımıza kar hatta...
Doğum günümüz kutlu olsun...
Böyle mutluluğumu, neşemi anlatmaya kelimeler kifayet etmez...
Sarılasım var herkese yoldan geçene tanıdık tanımadık, biliyor musun biz neler yaşadık ama üstesinden geldik herşeyler düzeldi demek...
Varsın onlar bu hatun delirmiş desinler...
Herkes benim gibi delirse keşke...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Toplanın.... Blog Sarılması...



Ne yazayım, ne diyeyim doktor aynen şunu dedi...

"Bu safhadaki (3. safha) tonsil CA tanısına, vücudun bu tedavilere bu derece cevap vermesi ve neredeyse hiç birşeyin kalmaması bir MUCİZE ve ilk defa böyle bir vakayla karşılaşıyorum"

Yorumların kelimelerin bittiği yer burası işte...
Herkese ayrı ayrı teşekkür etmek, hepinize kocaman sarılmak istiyorum, iyi ki varsınız, iyi ki ben de buradayım, Allah hepinizden razı olsun, teşekkür etmek bile yetmez ki...
Allahım sana hamdolsun, sevincin tarifi yok yazarken ellerim titriyor içim kıpır kıpır...
Ohhhh beeeeeeeeeeeeee :)
Bitti...

Bitmeden...


Gün bitmeden sallamak lazım hayata hisleri duyguları...
Bitmeden olsun ki ah vah denmesin...
Bitmeden de ki, oltana gelen senin olsun...
Bitmeden de ki, alacağın sevincin olsun, hem umudun, hem beklediğin olsun...
Ama bitmeden yap ki bak bitiyor bir gün daha...
Yakala saldığın misinanın ucundakini...
Fotoğraf: Onur Kıratlı...

5 Ocak 2010 Salı

Yarın Çok Büyük Gün Çooook...

Aslında yarın yazacaktım ama heyecanı ne zamandır sardı benliği...
Şafak saydığım günleri hatırlıyorum, bıkmadan her şafağa tekrar tekrar dualarınızı destek mesajlarınızı gönderdiğinizi...
Babamın durumunu buraya yazmıyorum, çünkü istemediğim okuyucular olur, o bir sürü kötü olayların yaşandığı iyisi kötüsü, o sebepten ne kötüyü yazıp kimseyi sevindirmek ne de başka birşey olmasın artık sıtkımız da sıyrıldı daha yeter...
Herşeyi Allah' a bağlamışız zaten, kim ne derse, kim ne düşünürse kendine ki kimsenin arkasından kötü konuşmak ne bana ne aileme yakışır görmedik aksini biz...
Hayatta hep şunu savundum her şeyin şerefli olsun düşüşün bile...
Ya da en kötünün, biz böyle bildik haysiyetli olanı bildik de yaşadık da...
Haysiyetli sanıp da olmadığını anladığımızda zaten zarar görmekten öte fayda gördük Allah esirgedi her daim uzak tutarak bir vesileyle...
Aman töbeler olsun bunu kimseye ithaf etmiyorum sonrasında kimseden haberi gelmesin kendi kendime yazıyorum efendi gibi...
Ama sonrası için garanti yok temkinli şimdi çok sıkıldım...
Ayrıca da ne yazıyordum ne yazdım...
Babamın tedavi sonrası 1,5 aylık zamanını doldurduk, geçen hafta tomografisi ve röntgeni çekildi...
Sonuçlar sabaha, doktora göstermesi öğleden sonraya...
Müjdeli haberi alacağız Allah' ın izniyle...
Heyecanlı bekleyişten alnımızın akıyla çıkmak nasip olacak biliyorum...
Ya da bilmek istiyorum...
Yarın ola hayır ola...

Aman da Ben Öykü Tamamlama Çalışmasına Katıldım...


Öykü Atölyesi' de öykü tamamlama çalışması şeklinde bir yazı oluduğumu hatırlıyorum, bir de ben de katılabilirim şeklinde parmağını sırayla aynı hizada kaldırmış öğrenci misali çekinik bir şekilde seslendim...
Sonra bir baktım çalışma sırasında kızlar uçuyorlar, ben yazdığım satırları çıkarana kadar göbeğimi çatlatırken onlar bakıyorum gitmişler, ben bir kıskan bir kıskan...
Çok güzel bir çalışma çıktı ortaya çok gururlandım iki satır yazımla da olsa...
Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum...
Daha önce hiç denemediğim çok keyifli ayrıca ne kadar az okuduğum gerçeğini de yüzüme vuran bir çalışma oldu ama ben çok memnunum.
Öykümüz burada "
Ebruli Hayaller"

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bildiğin Masumum Ben...


Bu akşam artık neredeyse kanka olduğumuz semtimizin karakoluna uğrayıp ikinci ve son davanın ifadesini de verme aşamasında, benim bildiğim ama bilmekten öte durduğum bir durum var ki zamanında da bununla ilgili bir yazım hala durur sandığın dibinde bir yerde...
Şu benim efe duruşum, bir feminenlik durumu yok bir ne bileyim bu bize söver olmadı, döver, heeeeeyt diye dalar gibi bir intiba bırakıyorum demek insanların üzerinde...
Halbuki yok öyle birşey, duruş kartal tamam içte de var ama, icraatta birşey yok damarımın yeri bulunmazsa, gayet ılımlı, baklavalık yufka kıvamı ki o kadar ince bir yürek, aman kimse kırılmasın incinmesin durumu hasıl beden ve ruh ikilemimde...
Hani eski Türk filmlerinde olur iri yarı çam yarması fedainin aslında bir küçücük çocuk yüreği vardır içinde hatta bir serçe kırılganlığındadır o yürek...
Bugün de benden o intibayı alan memur arkadaşlarla, sonra gülme konusu oldu ee tabi ilk izlenim önemli husus...
Korkutucu duruyormuşum...
Kiminde vardır ya adam öldürür ama tanıdıkları eş dost "aman ne kadar da saygılıydı masum bir duruşu vardı inanamıyoruz" der arkasından, demek ben olsam "hııı hanım hanım kesin bu yapmıştır" diyecekler...
Yok öyle birşey al sana yüreğicin içinde kartalla beraber yaşayan ve baskın olan bir serçe duruyor öyle kardeşçe yaşayıp gidiyorlar... Allahtan böyle insanların en çok, insan sarrafı oluşlarını beğeniyorum hani senin görüntün tamam duruşunda bir efelik var ama direk anlarız hadisesine de vakıflar...
Dur bakalım şimdi Şubat' ın son zamanlarına denk gelen duruşmada da böyle bir efelik duruşu olursa olmaz işte, kendime bir postür belirlemeliyim ya da hakim de insan sarrafıdır görür görmez anlar beni de yürekteki serçeyi de...

3 Ocak 2010 Pazar

Üç Kuruşluk Ömür İşte...

Üç kuruşluk ömür işte çekilesi
Ne tarafından bakarsan bak aynı

Hele ki yaşadığının adı "esaretse"

Kopart ipini geçsin gitsin

İstemediğin zorakinin kime faydası var




Üç kuruşluk ömür işte çekilesi

Çek çek bitmiyor ki

En güzel tarafından bak yüzün gülsün

Ama içini deşme çıkman dert




Üç kuruşluk değil miydi çekilen

Ne demeye çekilir sal ipini

Girmek istemediğin ayaklarının geri geri gittiği yerden

Topuklarını vura vura kaç git



Üç kuruşluk ömür işte değil mi neticesi

Hatta başa gelmiş hep çekilesi...

Haydi Bakalım Rast Gele...


Şaşılası ama bir o kadar da memnuniyet verici bulduğum, ağırlığından sürekli şikayet ettiğimiz bürokrasi artık bir mesaj uzaklığınızda...
"Sayın TC ... Şubat 2010 saat .... bilmem kaçıncı bilmemnerde duruşmanız var gelin...." şeklindeki mesaj beni şaşırttı mesaj yoluyla gelmesinden dolayı...
Şey geldi bir de aklıma; şanslı azınlıktayım sokaklarda doyasıya oynayabildiğim için orada geçen diyalogdur...
Arkadaşlar tartışırlar sudan oyundan bir sebepten
"bak anneme bağıracağım" der evi yakın olan bahçe sahibi, diğeri de "bağır bağırsana benim Allahım var ben de ona güveniyorum" :)
Gel yeni yıl geeeel :)))

2 Ocak 2010 Cumartesi

Gitti Ama Gidişine de Bir Miktar Sinirli Sanırım...

Giden geleni aratmasın diye bir söz var, asla ve kat'a inancımın olmadığı...
Herkeste bir acısı var gibi, kime dönsem serzenişte gidenden için...
Hatırlamıyorum ki hiç bir sene için böyle konuşulsun...
Şimdi de dışarıda ağaçlar bir o yana yatıyor, bir bu yana hele ki sesi vuuuuuuuuu abartmıyorum bütün evi inletiyor...
Aksine ev, dışarının bunca hengamesine nazire yaparcasına çıt'sız dakikalar geçiriyor, Rengin hanımın cimnastik yorgunluğuyla kendini attığı yatağında mışıldaması, benimse klavyenin o en sevdiğim ses tuş sesinden başka sesi çıkmıyor evin...
Ses deyince bir de ıssız sokaktaki ayakkabı tıkırtısını çok severim aklıma geldi...
Hiç başka ses yok tıkırt tıkırt topuk sesleri...
Zaten Amerikan sinemasında bütün ahalinin dans ettiği müzikallere de bayılırım ki hele oradaki step dansının çıkardığı seslere...
Ne ilginç düşününce herkesin türlü türlü ses sevmesi var ne demekse ses sevmesi...
Gecenin sahaba çalan saatlerindeki ezan sesi, çok güzel okuyacak ama hoca...
Saba makamında okunan ezan sesi ve o sessizlikte gecenin huzurunda yankılanan o ezan...
Başka ne sesi, sevdiğinin sesi ansızın kulağına gelen en ihtiyaç hasıl olunduğu anda...
Çocuk sesini hiç saymıyorum ki o artık listeye bile giremeyecek kadar özel, onur ödüllü...
Yağmurun arabanın ön camına geldiğindeki çıkardığı ses...
Uzun süre susuz kalan çeşmenin sular geldiğindeki ilk çıkardığı gurultu sesi...
Gecenin sessizliğinde çıtır çıtır şöminede odun yanıyormuşcasına ses çıkaran pikapdan gelen müzik sesi...
.
.
.
Başka başka....?

1 Ocak 2010 Cuma

Reydiyo Nüv Yiır...




Eveeeet işte sevgili dinleyenler yeni yılın ilk ışıklarıyla ilk aşk şarkımız da sevenlere sevgililere ayrılanların tekrar kavuşması için Orhan Babadan gelsin bakalım...

Yeni yılda aşk olsun meşk olsun mutluluk olsun

Kulağınızı esirgemeyin bizden...
Şimdi bir reklam arası ve sevilen şarkı radyonuzda...

Hadi bakalım...

31 Aralık 2009 Perşembe

Naçizane Hepsi Kendi Düşüncelerim Baştan Söyleyeyim de...

Evlenene kadar sadece bir kere bozdum ailemle beraber geçirdiğimiz yılbaşı ritüelini...

O da Bolu'daki ev arkadaşımın teyzesi geldi ailesiyle çok ısrarcı oldular babam da zor ikna oldu tabi alışkın değil evden ayrı olmama böyle müstesna bir gecede...

Sonrasında hep beraberdik...

Bugün aklıma geldi hazır her yan da yılbaşı havasına girilmişken...


Hatırlarım lisedeyim, babam eve gelirken içecek ne getireyim dedi, beni de alkollü içki içebilecek adamdan sayıp, hemen atladım tabi kırmızı şarap, tamam dedi getirdi...

Alışmadık bünyede us durur mu, sen git bir şişe şarabı 1 saatin içinde iç bitir, geceyarısını göremeden sız kal...

Hala içemem mereti, bir bardağı sündürür de sündürürüm...


Sonra birinde babam dükkanda, annem, o zamanki en yakın arkadaşım şimdi çok geçerli bir sebepten dargın olduğum (çok geçerli bir sebep yazarak da dargınlığın verdiği vicdanı sızıyı hafifletme çabamı da görmezden gelmeyiniz) arkadaşımla bizdeyiz üçümüz, o zaman da İbrahim Tatlıses konseri var televizyonda iki kafadar biralarımızı çekip şarkılara eşlik ede ede bir efkar bulutuyla girmiştik...


Bir de enteresan istekleri hevesleri olan bir anneciğim kuzucuğum var...

Yaklaşık 10 seneyi geçti içinde ukteymiş efendim, çam ağacı alacakmış, gelin kız gibi süsleyecekmiş karşısına geçip gece de, yakıp seyredecekmişiz...

O zaman da şimdiki gibi mahalle bakkalında satılmıyor ki bu meretin kendisi de süsü de...

Beğendik mağazasının en revaçta günleri, özene bezene alındı, kuruldu, süslenildi, ışıkları yakıldı bakıldı duruldu, sonra ilerleyen senelerde tekrar edildi...

Tabi heves bitti gitti ağaç da süsleri de masal oldu...

Şimdi Rengin çok istiyor ama benim hevesim bitti gitti annem be...

Ha bir de neden bütün evlerde evin önünden geçenlerin gözüne sokarcasına illa cam kenarına konulur o ağaç bilemedim yıllarca...


Bana hani son 10 saniye kala sayıyorlar ya on dokuz .... diye bir saçma geliyor anlatamam ne manasız...

Sıfırı duyan birbiriyle bir yakın temas kuruyor çözmüş değilim...

Hep mi öpüşülecek seneye o faaliyetle girenler...


Bir de 31 Aralığa bir iki gün kala esnaftan alışveriş edilir iyi günler diye çıkılmaz tükandan iyi seneler...

Eee sen iki gün sonra tekrar gideceksin o dükkana ne iyi senesi okuldaki seneye görüşürüz geyiğinden ne farkı kaldı bu lafın?


PTT diye tabir edilen terlikle pijamanın dayanılmaz uyumunu hep takdirle karşılamışımdır...

Çünkü nedense geçe gezmelerinden sonra eve gelindiğinde o güm güm güm lerin başımı yastığa koyduğumda beynimde ve tüm vücudumda hala devam ediyor olması beni o dayanılmaz uyumlu kombinasyonun aşığı yapmıştır...


Ben böyle atıyor tutuyorum ya kimseler atıfta bulunmak değil haşa haddimi bilirim, NAÇİZANE bizzat şahsen kendim bizati benim fikirlerim...

Beni böyle sevin sevecekseniz...

Sağlık sıhhat afiyet hayırlar hayatınızdan eksik olmasın her daim...

30 Aralık 2009 Çarşamba

Yine Yeniden... "Hazreti Beklenti..."

Onsuz yaşamayı çok önce öğrendim ben...
Yoo sesimde serzeniş yok bilakis "aşmışım ben bunu onun haklı gururunu yaşıyorum"un vakur duruşu üzerinde sesime yansıyan işareti var...
Neden onsuzluğa sevindiğimse tahmin edeceğiniz üzere tabi ki sürekli beklentili halin sisteme verdiği zarardan olsa gerek...
Ama ya şimdi?
Başka kulvardayım kalbimi bağladım ben Yaradana, rahat ettim en sonunda... İnandım ki her olayın bir vakti zamanı var ve O en hayırlı zamanda vuku bulduruyor ona...
Bana da, rahmetli dedemin dediği gibi "tedbir senden takdir Allah'tan" deyip, yapılabilir, uğraşılabilir her etkeni yerine getirdikten sonra hayırlısıyla olsun' la arkama yaslanıp başka bir olaya yönelmek...
İşleri oluruna bırakmak durumunu özümsedim ben, kimseden sevdiklerimden, çevremden, amirimden beklentim yok, o halde herhangi bir olumsuz durumda da hayal kırıklığı yok...
"Beklenti" yle "hayal kırıklığı" bundan ilişkideler işte...
Kraliçe "beklenti" hazretleri sopasını vurduğu zaman yere, "hayal kırıklığı" kulu yol alıyor boynunu eğip kaderinin götürdüğü yere doğru...
Su altından not: epey olmuş yazıyı yazalı, lakin hala etkisi hatırımda olup, bakıp bakıp vay be ne güzel yazmışım dedirtir her seferinde kendini bana hınzır...

Senenin Sonu Mi mi...

2010 dan ne bekliyor sunuz demiş Tatelsalım ?
Hiç birşey beklemiyorum zaten yeni yıl çılgınlığı yok gece program yeni yıl pardon ama hiç mi hiç hem de bana göre değil...
Alalade birgünden öte gitmedi hiç bir zaman "O" gün...
Yapana eyvallah tabi ama benim ne beklentim var yeni yıldan ne de geleceklerden, insanlara dileklerimi savuruyorum o ayrı...
Ama kendim için ya da o şu bu için beklentim yok 2000 den de 10 undan da...
Bir önceki senenin kazıdıklarını geri yerine koysun yeter...
Kızgın mıyım öfkeli mi yoooo o da nereden çıktı...

29 Aralık 2009 Salı

Temizlik Gelişme/Sonuç Arasında Bir Kuple Pasta Müsadenizle...

Hayat böyle birşey işte değişik gel-git yanında kağlumbağa hızı kalır...
Başlığı yazıp evden çıktığım zaman, herşeyin ne kadar yalan olduğunun tokadı patladı yine yüzümde...
Diyecektim ki kitap doğurmuş gelmiş, Öykü Atölyesinin jestine çok teşekkür ederim...
Diyecektim ki temizlik bitti, pastadan kayıp dilim de tarafımdan yendi bitti...
Hepsi yalan oldu...
Ama vicdanım beni boğuyor şimdi kötü evlat mıyım ben...
Ya da umursamaz mı...
Tarifi de yok ki...
Babam bugün abdest alırken kaymış düşmüş olayı ben büyütmedim demek ki...
Bilmem bahanem neyse...
Başlığı yazdım çıktım dedim ya, nöbetçi eczaneden kas gevşetici aldım eve vermeye gittik Rengin' le...
Beni görünce ağladı neden gelmedin dedi, o gözyaşları babamın, kalbime ok oldular saplandılar...
Kim geçmişte ne yaparsa yapsın hesaplaşması kendiyle, tamam herşeyine çok kızdım, olana bitene senelerin muhakemesi ama şimdi yapayalnız kalan ben değilim, annem değil, kardeşim de, yalnız olan babam...
Sağlıksız, işsiz, eşsiz, dostsuz, arkadaşsız...
Hayatın yedirdiği en büyük darbesini aldı işte, benim de çok isyanım oldu, çok kızgınlığım oldu... Fakat var mı çaresi nereye kadar yargılanabilir ki, bitti geçti gitti, üzerine sayfayı örtmezsen, temiz sayfa açmaya çalışmazsan o sayfada boğulur gidersin...
Kurşun kalem çizgilerinin, çalakalem şekillerin arasında öfkene yenilip...
Yarın babamın tetkikleri yenilenecek...
Tedavi sonrası 1,5 ay bitti şimdi yeniden tomografiler filmler testler uygulanacak...
Tedavinin işe yarayıp yaramadığı sonucunu alacağız...
Hayat böyle yalandan birşey işte...
Elimizdekilerin kıymetini bilelim demeye ve geçmişin hataları üzerinden olan hesaplaşmaları durdurun dememe gerek var mı...

Yok...

Bence hiç yok :(

28 Aralık 2009 Pazartesi

İznin Hafifliği Temizliğin Zerafeti...




Yanmasın ziyan olmasın diye alınan izin, beni hacamat etti ki hacamatı tamamen argo kullandım...
Bir bakıma ziyan yeni yıla girerken başlığı altında yapılan istemsiz aktivite...
Aktivitemiz yardımsız, giriş gelişme sonuç şeklinde başlayıp, gelişmesi ertesi güne sonucu da bitimindeki uzun oturuşa tekabül ediyor tamamen...
Zaten çalışan kadın kısmının ki bahsettiğim tamamen ben, sayahat dışında ya da çocuğu hasta olmasının dışında ne demeye izin alır benim gibi izni yanmasın diye...
Hazır evdeyim, haydi evi ev haline tekrar sokayım diye...
Bir miktar ucundan ev olduğu göründü tünelin ucunda ışık her daim var...
Al işte izin dediğin nedir ki?
Bir de en çok neye kızarım...
Daireden birinin izni biter işe başlar soru klişe zaten
"eeee nasıldı izin nasıldı tatil?
" tatilin kötüsü olur mu iznin kötüsü olur mu"
Olur ya neden olmasın benim gibi domestosun içine batar kalırsın al sana kötü işte...
Buradaki domestos evin kazınması hadisesinde kullanılan maddeyi temsil ederken sanılmasın ki evi götüren bişi var yok öyle birşey ben onsuz yaşayamadığımdan mütevellid tamamen...

26 Aralık 2009 Cumartesi

İlla Uyuyarak mı Dinlenmem Gerekir... Zzzzz....







Zamanında hatırlarım öğlen vakit geldiğinde odama yatağıma bırakılır annem tarafından, kapı kapatılmak suretiyle odaya hapis olurdum...
"Hapis olurdum" tabi o zamanki aklımın dediği, şimdiyse kendi çocuğuma aynısını yapmasam da mutlaka yanına uzanıp öğlen uykusuna yatırıyorum...
Annem gibi düşünüyorum uyumasa da dinlenecek...
Allahtan uyuyor da iyice dinleniyor...
Velhasıl tamamen "öğlen uykusu uyusun çocuklar" diyen taraftayım...
Gerçi bizim tarafta da pek kimse kalmadı, benim gibi yeni annelerin karşı tarafta olanları çok...
Neyse eyvallah kim neyi düşünürse...
Bugün benim için apayrı heyecan verici bir sabahtı...
Beden eğitimci anne baba olarak, çocuğumuzun yaşı gelse de spor sıralamasına başlasak diye saydığımız günlerin sonuna geldik şükür...
Bütün sporların ilk basamağı cimnastiğe başladık...
Her geç edinilmiş çocuğun, görmemiş ebeveyni olarak biz, birimizin elinde kamera diğerimizin elinde fotoğraf makinası küçük hanım ne yaptıysa çektik de çektik..
Gün gibi aşikar bizimkinden cimnastikçi olmaz narin değil bir kere vücudu fakat çok güçlü bir çocuk mutlaka diğer branşlarda değerlendirilmesi şart...
Fakat basamak da belli, bir dönem cimnastik, sonrasında yüzme, sonrasında ister yüzmeye devam eder, ister başka bir branşa yönelir...
Artık kendi isteğine kalmış...
Şimdilik başladık bismillah, bugün çok iyi geçti fakat bu kadar hareket bünyeye ağır geldi, öğlen dinlenmek üzere yattık birlikte yatağa dedim:
"haydi annecim kapatalım gözlerimizi"
"kapatmayacağım ben hem uyumayacağım da...
hem uyuyarak mı dinlenilir illaaaa.........."
dedi baktım gözler gitti...
Uyuyor hala...

24 Aralık 2009 Perşembe

Sakin Hep Sakin...

Ne zaman huzursuzluk hasıl olsa, hareket olsa, bir kıpraşma, sakinliği bulmak hep Yasin Suresi' nin satırlarını okurken yok olur...
Sonrasında eller açılıp da yürek açılıp da istekler sıralanınca...
Her hecesinde gider o sıkıntı da kasavet de...
Sonunda bir bakmışsın ki dinginlik almış yerini, sisin dağılması gibi sakinlemiş ortalık, çıkmış pespembe kalp orta yere...
O çıktı mı göründü mü, bitti tamam oh der derin havayı çekersin, ciğerlerin sonu ne ki bütün vücudunda dolaştığını hissedersin o mis havanın...
Bir bakmışsın kan gelmiş yüzüne, huzur dolmuş içine yeniden...
Sonra yola devam dersin hayata da ...
Ama hep sığınmasında Allah' ın...

23 Aralık 2009 Çarşamba

Yaradılanı Severim YARADANDAN Ötürü...

Bana her sıkıntımda destek olan;
yorumlarıyla, dualarıyla, mesajlarla, aramalarla
her zaman yanımda olan
Beni
Severek de okuyan,
Söverek de okuyan,
Hepiniz Allah' a emanet olun...
Yok bir yere gitmiyorum içimden geldi sadece :)

Yeni Yer Keşfim...

pasttelblog ne demek bilmiyorum ama yeni buldum hem de ilk izleyicisi oldum...
Güzel yazmış kadını anlatmış bir parça kendimi de buldum...

Özlediğim;

Uzakta olan şimdi,
Hem de çok
Hiç geri gelmeyecek olan
Araya depremlerin girmediği
Keşke dediğim hep
Eski halinde kalsaydı ya,
Çocuğuna dilediği gibi bir annenin
Keşke hiç büyümese hep aynı kalsa diye,
Benim aklımda kalanı da annenin çocuğu gibi olan işte
Hep aynı, tıpkı eskisi gibi
Eskimeden hatta,
Hatıralarının hala sıcacık
taptaze kaldığı...
Özlediğim...
Hep ona/oraya geri gelmeyene
Gelemeyene...

22 Aralık 2009 Salı

Uğurum Olsun mu Olsun O Zaman...

Çok öyle uğurlu nesnem yok uğur bellediğim bir kolyem var bizim Bey in getirdiği o bir iyi geldi...
Şimdi de ilk defa uğur belledim Tülin' in emeğini...
Haydi fularım göster marifetini beklediğim haberleri getir bana...
Dedim...
Telefon, halam, daha dediğimin dakikasında güzel güzel haberler aldım ayrıca beklediğim değil...
Enerjimi depoladım...
Hava güzel su güzel keyifler ala...
Daha ne olsun şükür olsun :)

21 Aralık 2009 Pazartesi

Akşam Akşam Bir Dolu Kısmet Daha Eve Girmeden...

Eve geldim bir baktım apartmanın kapısında bir kargo pusulası geldim evde yoktun kağıdı bırakmış, Rengin' i aldım beraber kargoya gittik gittik gitmesine de bri baktık ta Bursa' dan Sevgili Fatma' dan Rengin' e şirin bir saat :)

Nasıl mutlu oldu nasıl memnun mesut...

Sonra akşam yemeği telaşında mutfakta çırpınırken, karşı komşu abla geldi elinde bir paket bu sana gelmiş ben aldım diye...

Tamam Tülin' e adres verdim ama bu kadar çabuk beklemiyordum...

İçinden bir alay hediye çıktı aç aç bitmez...

Meğersem geçenlerde Tülin' in kendi blogunda bahsettiği bizmişiz, bir dünya gururlandım...

İyi birşey tabi başımıza gelen, diyecek kelime söz ve buna benzer birşey bulamıyorum, iyi ki varsınız ben de iyi ki buradayım ki sizlerle tanışmışım hediyeleri kapmışım :)