29 Kasım 2010 Pazartesi

Başı Gergin Sonu Barcelonanın 5-0 lık Sevinci Gibi...

Bokunda boncuk bulduğumuz bebemizin, en korktuğum ve başıma geleceğini annenizin evlenmeden önceki soyadının bir ve ikinci harfini bildiğim gibi emin olduğum hadisenin başıma gelmesi durumunda ne olur diye düşünüyorken.................
Apartmanda bir genç delikanlı, sabahları sıkça karşılaşıp asansörle zemine inerken günaydınlaşmanın ertesi günlerde diş doktoru olduğunu öğrenmemizin akabindeki aylarda kendisine gitmekbugüne kısmet oldu...
Ben biliyordum abicim o kadar dedi bizim bey sen gelme diye yine kör talih beni götürdü...
Biliyorum bu zıpır hayatında oturmadı ki dişçi koltuğuna...
Bir tanesine oturdu ben de klavuzu kargadan olanın burnu boktan çıkmazmış misali nasıl bir doktor bulduysam seans başı para alan darphane sahibi bir kadın çıktı orada soyulup bir keresinde odadan ellerini alkış yapıp "dişin % 10 unu temizledim yaşasın" şeklindeki ifadesine bizim bey ile "eeee tamam devam edin" tepkimize "olmaz şimdilik çok iyi gidiyoruz" cevabına her seans ödenilen 75 adet Türk Lirası ödememize yeterin gari diyerek son verdikten sonra tövbeler tövbesi oturmadı bizim kız kimselerin koltuğuna...
Sedasyon dedik o da bir diş dolgusuna 500 gayme isteyince patır patır dökülsün, ben elimden geleni yaptım ama ya gece aniden ağrısı tutar da yersek kafayı şeklindeki takıntımdan kurtulamadan lafı da uzata uzata neyse efendim biz komşu doktorumuzun çalıştığı muayenehaneye uzandık hafiften...
Baktı doktorumuz hatta sabrı yüksek kutsal doktorumuz, bize beş adet dolguluk bir tablo gösterince ve hatta sol üstte iki azının ortasındaki nohut büyüklüğündeki oyuk için de içimizi açmadığı için kaskatı kesildim ben bir en baştan bebemin huyunu bildiğimden...
Hiç aman da benim çocuğum prenses deyip en güzel fotoğraflarıyla döşeyemeyeceğim etrafı çünkü derin duygularla dopdolu oldum Rengin' e karşı orada bulunduğumuz süre zarfında...
Efendim bizim yavru önce bir ağlama krizine tutuldu, heyecandan kaç kere çişe gittiğimizi hatırlamıyorum bile, sonra içi çıktı ağlamaktan sonra içi hakikaten çıktı istifra etti gözler belerdi anneeeeeeeeeeeeem diye artık ağlama ötesi sese geçti...
Sonra koltuktan " Anneme bir sarılıp gelebilir miyim?" şeklindeki defalarca denemelerinden ben hepten gerildim tabi...
Bir ara bizim kutsal doktora "sana milyonlarca kez yemin ederim yarın geleceğim lütfen anne gidelim"...
Kızım sen şaşırdın mı beş dolgu diyor bunlardan biri ana diş diyor çıldırtma...
Sen ne sabırlıymışsın ey doktor!
Allem etti kallem etti, bir ara ben lavabodan çıktım baktım dişi temizleyen aletin zzzzzzzzzzzzzzzt sesi sonra bizim çenesi düşüğün aaaa bak baba hiç acımıyor bu muymuş diyen sesi...
Sen benim içi bir boşal neyse koyvermedim kendimi sadece gözlerim doldu benim de içim çekildi onun gerginliğinden...
Öyle böyle bir dişi hallettik ama sanırsınız gökdelen diktik başta da dedim ya bokunda boncuğu bulmuşum kaybettirmesin Allah...
Yarın iki dişte anlaştık bakalım bitsin bir an önce yoksa ben biteceğim zaten ben daha çok korkarım dişçiden.....!!!!

23 Kasım 2010 Salı

Ne kasvetli, ne ferah ama ağır mı ağır...
Üst taraf sis bulutu yığılmış...
Kah sıkıyor aşağı inip...
Kah dağılıp yukarı çıkıyor, anlık ferahlatıyor...
Sis bulutu da sis değil sanki...
Bakınca jelatini açılmamış balonlar...
Konuşma balonları bunlar...
Bir balonda küfür günah...
Bir diğerinde başkası...
Fakat en iyileri patlamış, kenarda paçavra olmuş...
Geriye kırıntılar, yüzüne bakılmazlar kalmış...
Hani hepsi birden patlasa dağılsalar etrafa...
Seyreylesek cümbüşü, çeksek halayı...
Ya da buyrun son namaza deyip, merhumu nasıl bilirdiniz' e hiç sesimizi çıkarmasak..?

21 Kasım 2010 Pazar

Uğurlar Olsa...

Yağa da yatırsan
Bala da batırsan
Masal Dağının tepesinden Anka kuşunun geç ağzını, midesinden getirsen tılsımlı taşı...
Düzelesi durumun şartları zonkluyorsa daima müzmin migrenin şiddet tınılarıyla...
Yazık ki koşullar bağlıyorsa eklemlerin her bir yerini...
Yaş / saat kaçı vurursa vursun bekleniyorsa vurulması gereken o üç tıklı kapı sesini...
O zaman üç "hayır" la uğurlamak lazım gelir seni...

17 Kasım 2010 Çarşamba

Aşağıdaki Müstesna Tatlının Tarifi...

Her seferinde o kalburabastı değil dediğim ısrarla Hurma tatlısı o çığırtkanlığı yaptığım tatlımızın tarifi şu şekildedir...
1 yumurta sarısı
2 çorba kaşığı yoğurt
1 tatlı kaşığı elma sirkesi
1 paket kabartma tozu
250 gr eritilmiş ılımış tereyağı
1 çay bardağı sıvı yağ
Alabildiğince (kulak memesi kıvamında hamur için) un
1 su bardağından daha fazla rondoda ince çekilmiş ceviz
Şurubu için...
3,5 su bardağı toz şeker
3,5 su bardağı su
1 yemek kaşığı limon suyu
Malzemeyi bir araya getirip elinde olanlar kasnakta olmayanlar da rendenin yardımıyla şekil verip 180 derece fırında hafif pembeden biraz hallice pişirip, soğuk şurubu harı gitmiş tatlının üzerine gezdirmek suretiyle tatlınızı ağzınıza attığınızda darmadağın olduğunda hımmm sesinizi yavaştan çıkartıp yutunuz...
Unutmayalım bu kalburabastı değiiiiil Sivas Hurma tatlısı...

16 Kasım 2010 Salı

Yirmi saat bedava görüşmem var nasıl bir çenem varsa onun bile üzerine çıkıyorum çoğu zaman...

Misyonum var tanıdık tanımadık bende bedava saat var deyip yüzlerine kapatıp tekrar açıyorum...

Fakat mesaj çekmekten nefret eder halde, gelen bayram tebriği mesajlarına dönmüyorum sevmediğimden, iki laf etmek daha sevimli geldiğinden...
Hoş artık bayram seyran çok anlamlı da değil elbet hala içinden çıkılamadık ahvalden bir 42 numara daha da tepmese içeri içeri o ahval de kalmayacak da...
İnadına at gözlüğü, inadına ruhsuz, inadına umutsuz, inadına hayatı dar etme, inadına lan benim ruhum mutsuz seninkini de hallederiz abla....... ama savunma kuvvetli oyun kaç sistem olursa olsun...
Bayram konuklarının gelmesine saatler kala bayram kutlaması yapanlara, ruhunu hakkıyla teslim edip fiiliyete dökenlere eyvallah daha da mutluluklar artsın nice bayramlar görülsün aynı kadroyla temennilerimi bir borç bilir dilimde pelesenk şarkıyla giderim uzuuuuun ince yolumda...
Fotoğraftaki tatlı her bayram babamın ellerinden yediğimiz Sivas' ın meşhur Hurma tatlısı...
Bana miras kaldı şekil verilen kasnağıyla tarifi...
Arzu edene itinayla yazarım tadından yenmeyen ağızda dağılan lezzetin tarifini...

15 Kasım 2010 Pazartesi

Kabul etmek affetmenin en büyük erdem olması gibi bir durum sendeki...

Kabul etmeli mutsuzluğunun kendinden kaynaklandığını ve yaydığının da yansıman olduğunu...

Burnun yere düşünce korkma eğil almak için; korkma kimse tekme atmayacak kıçına ya da korktuğun her neyse başına gelmeyecek...

Büyüdükçe küçülmeli...

Hani başak da boy verdiğinde ağırlığından başını yere eğiyor ya onun gibi...

Tevazu sahibi olmak da kendi içinde barışık olmanın neticesi ya da vicdanlı olmak ya da merhamet sahibi olmak ya da anlayış ya da olgunluk ya da sorumluluk ya da ....

İş kendinde bitiyor, kendini dinlemekte, hep benim dememekte, kendi içinde mutlu olmayla bitiyor iş, şükretmekle, elindekiyle yetinmekte, olandan fazlasının istememekle, kimseyi eğip bükmeye çalışmamakla...

İş sende bitiyor evlat sende...






Küçük Adam Sana Diyorum' dan alıntı...

10 Kasım 2010 Çarşamba

2009' un Eylül başı sabahı...
- Canım kızım ben hastaneye gidiyorum...
- Hayırdır babacığım?
- Hani benim bir müşretim vardı ya internet bağladığım, o doktormuş KBB' de, gel bir de ben bakayım dedi...
- Gel bana uğra beni de al veya orada buluşalım yalnız gitme...
- Yok hemen halledip dükkana dönmem lazım...
- Peki babacığım ben seni ararım...




Ne kadar geçti aradan bilmiyorum...






- Ne çıktı babacığım haydi hayırlı haber ver...
- Kanser dediler kızım...
- ................................... nasıl dur nasıl karar verdiler hemen baştan anlat babam ya...
- Kübra baktı boğazıma, apar topar bölüm başkanına çıkarttı beni, o da baktı boğazıma bir sürü üşüştüler başıma hemen biyopsi aldılar ama iyi demediler...
- Dur babacığım ya yüreğime indireceksin daha sonuç belli değil ki bakma sen onların öyle dediğine...
- Dediler işte kızım neyse ben dükkana gidiyorum, annene söyleme sen biliyorsun sadece...
- Canım babam kalbini karartma dur bakalım ayın 18' ine var daha ferah düşünelim dua edelim olur mu babacığım...
- Olur kızım...






Hep Yaprak Dökümü' ndeki Leyla' nın babasının boynuna atılıp "Babacığıııım" demesinden işte...

Şimdi kalksan gelsen...
Hangi birimizin yüzü tutacak yüzüne bakmaya..!
Bir de çok güzel bir yazı var burada...

9 Kasım 2010 Salı

Lunaparkın edevatları korkutucu gelir bana, zevk alamam...
Bir keresinde gondola binmiştim hangi akla hizmet bilinmez en ortasında otururken bile tarifsiz duygularla inmiştim...
Yine bir keresinde balerine -yine aklıma ziyan- binip nasıl bir bağırmaysa bağırışlarımla çalıştırana ulaşıp durdurtmuştum..
Bir sevimli dönmedolap, bir parça içim ısınmış dururum kendisine karşı, sanki en üste çıkıp indiğimde herşey geçip gidecek gibi...

8 Kasım 2010 Pazartesi


Bir ANA var(dı), altı evladının altısının da ellerini bırakıp, ayaklarını öptüğü...
Bir ANA var, altı evladının da birbirlerine postalama derdinde olduğu...

6 Kasım 2010 Cumartesi

Haydi Rengiiiin.......


Sabahın hangi saati kalkılırsa kalkılsın "Günaydın Renginim" in ardından söylenen bu iki kelimeyi ben söylemekten, o işitmekten bıkmadı...
Bu da hanımefendinin işkencesi bana, kesin bilerek yapıyor...
Belki o da haklı, hafta sonu da dahil sürekli bir yerlere yetişme çabası ve onun olabildiğince oyalanması...
Haydi Rengin çabuk ol kızım bak kahvaltı edeceksin daha...
Haydi Rengin yüzünü yıkadın mı dişler haydiiiii...
Bir daha haydi Rengin dedirtme annem haydiiii...
Dişleri kontrol edeceğim hoh yap hani diş macunu kokusu yok...
Olmaz tabi diş macununu fırça görmüş mü ki ben kokusunu alayım...
Şimdi bir yirmi belledim gidiyoruz...
Haydi Rengin alıyoruz fırçaları nohut büyüklüğünde macunumuzu sürdük mü...
Yirmi sağ alt, yirmi sol alt, yirmi sağ üst, yirmi sol üst, yirmi ağzınızda iiiii dediğimiz önler ve on kere de dil...
Oh mis gibi macun koktuk...
En ürkütücüsü de benim hem fırçalayıp hem de rakamları saymam biğğ ıkıııı üggg ....
Daha ne kadar tiksinç olabilirim ki..?
Hafta sonu mu haydi Rengiiiin geç kalıyoruz annem bak yetişemeyeceğiiiiizzzzz...
Cidden yazık hepimize vaaaah...


Hafta sonu "haydi" hengamemiz...

4 Kasım 2010 Perşembe

Bir Kaç Kuple...

İçinde do ların re lerin fa ların la ların cirit attığı, bemollerle diyezlerle bezeli, bir şenlikli, bir somurtmalı öyle birbirinin değişiği ama birbirinin benzeri, kah iyisi, kah dramı hep beraber koca kazan kaynayadura...
Beri tarafta, kazanın içinde Rengin Hanım' ın, bir şaşırtan bir sevindiren okul durumları da eklenince haydin düğün alayına diyor içteki seslerden bir kuple...
Diğer beri tarafta bilimum sınavlardan geçme hadiselerinden birisi bitmeden haydi bir diğeri daha deyip sınav sezonu muydu ki neler oluyora fırsat kalmadan ortalamayı yükseltme derdine düşüp günleri savuşturmanın gayesiyle...
O günlerin nasıl geçtiğini anlamadan dinlemeden...
Bakınınca etraftaki sessizliğe kuzularınki gibi...
Aslında nasıl da sakin ortalık dendiği dakika, bir de duyula ki; çığlıklar, can çekişmeleri, koşuşturmaların yaşanmasına şaşmadan geçecek geçecek geçtiiii gittiiii bitttiiiii denecek denmeye az kaldı...
Yalnız bir diğer beri taraf "Ala şükür" diyor hala boynunu uzatarak...

2 Kasım 2010 Salı

Yaş ilerleyince "eskiden" kelimesini daha bir sever oldum hele de benim gibi psikopatlık derecesinde eskisinden kopamayan biri için...
Otobüslerdeki eskii durum aklıma geldi bugünkü bindiğim halk otobüsünden sonra...
Cins durumlarım vardır benim her duruma uygun...
Okumaya Bolu' ya gidip kendisine komşu Ankara' ya gelme durumlarımda hep aynı koltuk numarasında oturmak ister, sonrasında elime bir Leman dergisi alır, onu da şehri terketmeden okumazdım...
İlla çıkışa kadar etrafı seyreyler sonra dergi virgülüne kadar 1 saat 15 dakika kadar sürer sonra sağda Yeniçağa su birikintisini görmenin akabinde yirmi dakikada terminalinde olurdum...
Ha bir de sigara durumu vardı herkes fosur fosur ben de ama ne facia içmeyene düşününce şimdi kahroluyorum lan ne alçakmışım diyorum kendi kendime ya yanımdaki arkamdaki astımsa...
Düşünmesi bile korkunç...
Sonra tek tük otobüslerde televizyon hadisesi yaygınlaştı bir filmle Bolu' ya gelinir oldu...
Hele de izlenilmeyen bir filmse ala, yoksa yolu taslamaya devam...
Sonrasında ucu bucağı kaçtı, televizyon ekranlarına bakacağız diye çeneyi tavan mesafesinde tutalım derken şimdilerde koltuk başlarındaki ekranlardan oyun bile oynanır oldu bırakılsın çeşit çeşit tv kanalları...
İnternet işine hiç girmiyorum bile...
Şehir içinde de önce Ankaray' da ardından da Metro' da reklam içerikli gösterimleri görür olduk çok nadir kullansam da...
Fakat bugün halk otobüsündeki tv hem de ekranda BBC belgeseli yazınca amanın dedim baktım baktım anlamadım nasıl geldiğimi...
Ulaşım teknolojisinde ulaşılan son nokta ne olur acep diye kendime sordum..?
Bu arada ben eksik akıllısı, fotoğraf makinasında babamın son durumlarını çekmek gibi bir akıl dışılıkla meşgul olduğumdan elime makinayı almaktan imtina eder oldum şipşakçılığımı da söndürdüm iyi mi?

28 Ekim 2010 Perşembe

Hayat bu ara; belki de her zaman öyleydi de benim gözümün perdesi aralandı hatta indi aşağı...
Böyle bir şaşırma, bir sonu illa ünlemle biten yığınla hadiseler silsilesi şeklinde vuku buluyormuş esasen düzen...
Öncesinde ne oldu sanıyorsam...
Bir de efeleniyordum bu hayatta beni hiç birşey şaşırtamaz diye...
Yok öyle birşey yine de şaşırıyorum hatta gözlerim pörtlüyor hikaye uyduruyormuşum tamamen...
Enteresan durumlar ufak ayrıntılar...
Anlamlandıramadığım mantık dışı abuk soruların sonundaki irtibat kopukluğu ki tamamen kendi tercihimdendir...
Sonra bir de burası benim meydan...
Ben bunun idrakindeyim de kimse varamadı...
Hoş kimse şimdiye kadar karşıma çıkıp da lan benim hakkımda atmış tutmuşsun da demedi şimdiye kadar...
Hep etraftan geldi söyledi başkaları...
Ben ki bu meydanda yazmışım yazmışım da sonunu duruşmalarda halletmişim, demişim o derece, yazmışım da iki kıytırık durum yüzünden başıma bile bile iş almışım...
Durmuyor demek elim dilim yazıyorum neyse akıllandım açıkça isim değil de ortaya karışık atıyorum ne de olsa aklı kıtın biri çıkıp da "bana yazdın Allahım bu benim işte" diyecek, yok böyle birşey tabi belki hayali birine yazıyorum öyle değil mi yalandan yazıyorum...
Aslında yazılarımın sonuna şu ibareyi eklemem lazım, yazımın kişi ve kuruluşlarla uzaktan yakından alakası yoktur kimse sırtına geçirmesin hadi bakalım diye...
Bu arada arkadaş ne zamandır behsedeceğim bugüneymiş kısmet; benim adım "Funda zaman" değil rica edeceğim...
Onu duruşmada hakim söylemişti onu da düzeltmek olmazdı diye susmuştum...
O sebepten beni google satırına funda zaman diyerek girmeyiniz zaten funda rengin deyince aymanaçık meydandayım...
Bir de artık bir numara yok aksiyon filan olmaz....
...değil de dur bakalım var bir iki plan kafada bir Ankara havasında Can Babamla karşılıklı oynadığımız gibi bir hadisem var hayalini kurduğum şöyle arabadan inip omuzları attıra attıra işlek meydanda du bakali...
Behzat Ç. gibi...
Gelecek o günler de...
Bu arada iyilikten bünyeye maraz doğup da hastalık haberine sevindiren ruh haline dönüştüğümden ötürüdür ki yapana değil yaptırana bakınız deyip sıyırıyorum...
Eeee ey halk bu işler sırayla buna da mazlumun ahı hafif hafif anasını ağlata ağlata çıkıyor diyor haydi açılmışken devamını bekliyoruz diyoruz hadi bakalım korkak alıştırmayalım elleri koyverelim...
Bir diğer sahnede saliseler arası değişen ruh halimin her defasında ayarını yapmak için insan üzeri çaba gösteren dostun var olduğuna da bir oh deyip nasılsa düzeltenim var deyip koyveriyorum iyi geliyor.
Bir de biliyorum çok filmvari olacak belki; koca bir atom bombası avuçlarımda sanki karşıma çıkan Şer' e nasılsa bomba artık, avucumun içinden diğer elimin orta parmağıyla pıt yapıp savuracak hadi len diyecek...
İti öldürmektense korkutmak hayırlısı deyip...
"Ala" hamdolsun...

27 Ekim 2010 Çarşamba

Sıra Rengin' de...

Bu şarkıyla büyüdüm...
Babaannem saçımı okşardı bunu söylerken...
Şimdi ben kızımın saçını okşarken bunu söylüyorum...

26 Ekim 2010 Salı

...şiirim geldi bırakın beni...

Gramofondan dinleyeceksin yanan odun çıtırtısıyla fonunda musikisiyle...
Öyle bir yerde oturacaksın ki İstanbul' un en güzel yerinde...
Boğaz görünecek pencerenden, vakit geceyarısı, ışıl ışıl köprüsüyle arabaların evlerin ışıltıları yanındaymış gibi...
Müjdat Gezen' in, Perran Kutman' ın, Rutkay Aziz' in, Savaş Dinçel' in, Mustafa / Mehmet Ali Alabora' nın, Yaman Tüzcet' in, Ali Poyrazoğlu' nun, Sunay Akın' ın davudi sesleriyle ayın şavkını kısık gözlerle izleyip, bırakacaksın kendini denizin minik minik kıpırdanmalarına...

21 Ekim 2010 Perşembe

Her birinci sınıfa giden yavrusu olan anne gibi belki de daha tırlatmış bir biçimde ağzımda sürekli bir "e", "a","l", "t" sesi dolaşıyorum...
Söyle şimdi annecim elaaaaaaaaaaa bak bitişe dikkat ne sesi çıkıyor ağzımdan eee, yok annecim ee derken yayılıyor ağzım bak bunda aaaaa diyorum o halde neymiş ela oh şükür aferin annecim...
Anne seninle pek ders çalışmasak?
Neden annecim?
Ben senden çok korkuyorum da..?
Hıııı başka şansın yok annem haydi devam bu ne sesi ....?

19 Ekim 2010 Salı

Bolu'ya ilk gittiğimde yatağa başımı koyup kendi kendime duvara bakıp çatlaklarından resimler hayal ettiğimde fonda Sertab' ın bir parçası çalıyordu içinde "annemin sesiyle güne uyansam"...
Sonra o duvardaki çatlaklar birden annem oldu, bizim ev, masayı hazırlıyordu annem, kardeşim, sonra babam gelmiş...
Benim odamın kapısı açıkmış bakmışlar bi...
Annem hüzünlenmiş belli etmeden -hiç vurmaz açığa duygularını- bakmış boş odama şöyle hafif gururlanarak geçirmiş aklından bizim deli kız okumaya gitti o ne yedi acaba diye...
Kardeşim oh yerim ferahladı dedi belki de tek çocuk kaldım evde hükümdarlığı ilan ettim...
Sonra babam gelmiş salona o bakmış odama içinden ağlamış belki de evlendiğim gün ağladığı gibi saklı saklı...
Şimdi yazarken benim ağladığım gibi...
Sonra şarkı bitmiş, duvardaki çatlaklar eski haline dönmüş...........

15 Ekim 2010 Cuma

Epey uzun zamandır her sabah sabahlarımı şenlendiren bir adam var radyoda, İstanbul'dan yayın yapan Nihat Sırdar...
Özellikle İstanbul trafiğinin emniyet şeridinden giden hayvanlar için "ayı" tabiri kullanıp, rahmetli Barış Manço' nun aynı isimli parçasını çalmakta sık sık...
Ben de trafikte diğer ayı oğlu ayı hatta onun bunun çocuğu pisliklerden bahis eylemek isterim...
Ömrü hayatımda iki kere bindim ambulansa...
Her geçisine tanık olduğumda bol dualı gönderdiğim vasıtanın önüne kurulmak iyi bir halt değilmiş başta onu belirteyim arkada canın yatarken...
Birincisinde gece yarısı 03 suları olduğu için yol boş arabanın sirenini bile açmaya gerek duymadan bir fırtına şeklinde gittik...
İkincisinde ki bu en son olan geri dönüşü de olamadı...
Akşam üzeri denebilecek bir vakitte 16:30 suları Hoşdere caddesinden Gazi Hastanesine doğru yol almak isterken önde oturmuş ben, deli kalabalık...
Ve en boktanı da ambulansa yol vermek tenezzülünde bile bulunmayan şerefsiz sürücüler...
Gerçi bunlara şerefsiz desen kaç yazar şerefi olsa bak ağzıma neler doluyor da...
Ben olanca gayretimle dualar ediyorum yetişelim yetişelim diye öndeki ayıdan bozma şöforler yoldan çekilmiyor ben küfür ediyorum yarı belime kadar çıkmış camdan elimle kolumla yedi ceddini halletmişim...
Ambulans şoförünün elinde megafondan sesini duyurmaya çalışıyor sağa çek diye...
Hatta bir ara ver dedim şunu bana ben alayım elime bak bakalım değil sağa bir daha yola çıkabilecekler mi...
Yok abla dedi sen beni işimden mi edeceksin ben söylüyorum bak sen de pencereden hallediyorsun...
Yahu bildiğin yol vermiyorlar göz göre göre.!?

14 Ekim 2010 Perşembe

Yarar yaramaz her haltı sayma gibi akıl dışı bir huyum var sayma dışında da her nevi akla zarar şeyler var da bu sayma, hayır sanki saydım da aklımda mı tutuyorum benimki tamamen maymun iştahlılıktan say haydaaa salla gittin...
B12 de sıkıntı var benim, tatlandırıcı bu hale getiriyor sanırım...
Neyse saydım rahatladım her ne hikmetse halen aklımda...
Ulus'da Atatürk Bulvarına o durakların olduğu yere bakan devasa bir çarşı var, Ulus Şehir Çarşısı, hah işte oranın camları dört sıra her birinde 57 cam var çarptım da kafamdan derhal oldu mu sana 228 cam...
Vay anasını...
Bu nadide bilgiyi de verdikten sonra nice akla ziyan huylara yelken açmaya gideyim ben tez...