2009 senesinin Temmuz ayıydı yanlış hatırlamıyorsam, Kızılay binasında çalışırken depoya gönderilmiştim...
Okullar için beden eğitimi malzemesi dağıtıyorduk yardım için...
Çok kötü bir ruh halindeydim, onca yıl Kızılay' da çalış alış, sonra 19 Mayıs Stadyumu'nun içinde bir barakaya git...
İlk zamanların öfkesini, üzüntüsünü zor attım üzerimden...
En kötü huyum her şeyle gönül bağı kuruyor olmam...
Kızılay' da arkadaşlarım da, masam da, bilgisayarım da, o da, bu da, şu da hep gönül bağımın olduğu şeylerdi...
Ve ben o bağı kolay kıramıyorum...
Depoda başlamamı takip eden Eylül ayının 18' inde babamın III.safha Tonsil CA olduğunu öğrendikten sonra, depo da, gönül bağları da hemen silindi kafamdan...
Sonrasında yaklaşık 1-1,5 senedir arabamız yoktu, Ağustos ayında hiç hesapta yokken edindik...
Eylül 18' den itibaren kemoterapiler, radyoterapiler, sıklıkla yapılan doktor ziyaretleri hep o arabayla olduğu gibi, deponun yerinin Gazi Hastanesi' ne yakın olması ve arkadaşımın beni maksimum idare etmesiyle tedavi süreci tamamlanmıştı...
Hoş 2010 Eylül 1' de babamı kaybedene kadar...
Demem o ki bizler için kötü hal görünen işler, ileride olacakların hep hazırlığı gibiymiş, her iş bir hayra vesile oluyormuş...
Bizim için pek hayırlı sonuca ulaşmadı ama ben depoda olmasaydım ve o araba olmasaydı süreçteki koşturmalar güç olacaktı...
Sonra ben o depoyu çok sevdim, bahçesini, yazın suladığım güllerini, çamlarını, açık havasını, dinginliğini, huzurunu, dairenin o sıralardaki huzursuzluğunun olmaması hallerini...
Şimdi Samsun Yolu'ndaki yeni yerine taşınan iş yerine geri dönüyorum...
Ve evet ağlaya zırlaya mızmızlana mızmızlana gittiğim depodan, aynı şekilde ayrılıyorum...
Pazartesi olduğunda, keşke diyorum bir telefon gelse ve telefondaki ses "Funda depoda duruyorsun" dese...
Fakat bu sefer dua ediyorum sürekli:
"ALLAHIM HAKKIMDA HAYIRLI OLANA, GÖNLÜMÜ RAZI ET"