13 Mart 2009 Cuma

Evde...

Hep derim çok paramız olsun çalışmayayım evde oturayım, bir de çok para olunca hep vardır ya fantazisi altımda arabam oraya buraya gezerim...
Nereye kadar...
Buyur evdeyim, Rengin kreşte...
Beş ekli gazete de bitti...
Bilgisayarda zaten işe başlayınca 8 saat başındayım...
Ev de ev diyordum al bana ev...
Gerçi şöyle de bir durum var şimdi ben hepten evde otursam ona göre bir meşgalem olurdu tabi, şimdi evde misafir gibiyim... Anneme desem iş yap der demiyorum ben de...
Kendi kendine de içilen kahvenin tadı olmuyor en iyisi ben anneme gideyim kahvemi orada içeyim sonrası Allah kerim...
Yalnız saat da daha 09:30...
Bu arada annemin sözünü dinledim bakın ...
ee anne "iş" yaptım işte :)

11 Mart 2009 Çarşamba

Mım Mim Müm...

Tatesal demiş ki "gel berime renginim"

"Geldim buyur" dedim kendisine, blogunda yazmış benim linki "aaa" dedim davete icabet ettim, gereğini de yapmak lazım...

Elimin erdiği, gücümün yettiği, dilimin döndüğünce...

Önce demiş ki;

1) Paraşütle atlamaya karar verdiniz ve ilk atlayışınızı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Yerde sıranızı beklerken yukardan atlayanları seyrediyordunuz... Aklınızdan neler geçiyor?
Yemezler tövbeler olsun atlayamam ki...

Sene 98...

Uludağ'a kayak dersine gideceğiz, ders bu, seçmeli gerçi de seçtim. Bir heves, bir neşe bende, sonra kılık kıyafet tamam, gözlükler takılmış göze... Hoca dedi "haydi koyverin gitsin, kar sapanıyla durursunuz" oldu daaaa, ay bu tepecik nasıl da fena göründü birden gözüme kaç metreydi bunun yüksekliği??? kem küm derken yok yok almayayım ben paraşüt filan ayağım yerden kesilmesin, ama ola ki atladım diyelim...

"Allahım nasıl bir düşüş planlamalıyım ki sakata gelmeyeyim"

2) Sıranız geldi ve uçak üç bin metreye yükselirken siz de kendinizi hazırlıyorsunuz. Arkanıza hiç bakmadan önünüzde açılan kapıya geliyor ve kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. Aşağıya atlarken ne diye bağırıyorsunuz?
"............................ Eşhedü en laaaaaaaaa............"


3)Güvenli bir biçimde yere indiniz.Paraşütünüzü toplarken bir eğitmen size doğru geliyor ve birşeyler söylüyor.Eğitmen ne söylüyor?
"Yaşıyorsun korkma"


Sonra demiş ki tatesal -ki en sevdiğim de bu- sevdiğiniz ürünü tanıtınız...
Ufak bir parantez kendi tanıttığı ürünü severek öteden beri kullanmaktayım...
Ben de şimdi huzurlarınıza çıkarmak istediğim ürünü daha önceleri bu konulu mimi okurken daha kafama koyduğum, olur da biri ilişilirse yanıma ben de bunu yazarım dediğim, bayıldığım beğendiğim kullanmaktan çekinmediğim ürünü sizlere anlatayım istedim.. İçimde uhdeymiş meğerse :)


Kendileri Yumoş Ekstra, (neden Türkçe yazmazlar onu da anlamam, ben yazdım ama) olup, hakkaten reklamlarda dedikleri gibi haftalarca çamaşırlarda kokusunu barındırmayı başarmış mucizevi bir bileşimden oluşmuş namütenahi bir üründür...

Badem çiçeği ve vanilyanın bu hoş kokulu birleşimini kullanmanızı şiddetle tavsiye ederken, bereketli bir ürün olduğunu da söyleyerek bu mim işini burada sonlandırırım...

Mim hadisesini kimselere paslamam, serbest bırakırım okuru...

Ancaaaak özellikle ürün tanıtımı olayında hakkaten ve gerçekten, beğene bayıla kullandığınız birşeyler varsa da öğrenmek ister, sonra edinir tecrübe ederim der bu deli gönül...

Bitti...

Sürer Tedavimiz Daha...

Durdum zaten,
Mucize beklemedim
Kötü de düşünmedim
Hala da düşünmüyorum
Çıkmadık candan umut kesildiği nerede görülmüş
Demiştim ya şükürsüz insanlardan hiiiç haz etmem...
O halde yine şükür buna da şükür...
15 günlük ilaç kürü daha sonrası 15 güne...
Dualarınızı esirgemeyin ...

9 Mart 2009 Pazartesi

Pabucumun Çankaya'sı...

Hani birbirlerine sayısız kere iletilen elektronik postalar dolaşır ya ilginç fotoğraflardan oluşmuş...
Bu da onlarda biri gibi değil mi?
Pervasız rahat yurdum insanı çıkma yapmış kapısının önüne, koymuş ayakkabılığını da, üzerine danteli, onun da üzerine çiçek süsü...
Hatta çöp de en en en dışa konmuş, kilimin önü evin bitimi :)
Yalnız şöyle bir handikap var, iki asansörden biri tek katlara çalışırken diğeri çift katlara çalışıyor, o kata çalışan asansör çıkmalı evin kara alanına denk düştüğü gibi kapısı da kilime takılıyor açılmıyor...
Gülüyorum ağlanacak halimize katıla katıla...

7 Mart 2009 Cumartesi

Anıtkabir' e Sanal Gezinti...

Ankara' da olmayan ve Anıtkabir' i görmemiş veya görmüş hep görsem diyen, Atatürk hayranı yurdum insanı...
İşte hizmet!
Anıtkabir' i, bu yeni hizmetle önce sanal gezin, sonrasında buyrun Ankara'ya...

İstasyon... (Öykü Atölyesi)

Hayatını öbürünkine kattığında ne umutları vardı, sevinçleri, hevesleri, geleceğe güvenli bakışları...
Bekledi istasyonda zaten başka da birşey yapmıyordu ki, işte kendine en uygunuydu bu, kimileri geldi geçti gitti, bu geçmedi bunda takıldı, iyi de ettim dedi kendi kendine, güldü mü kader bana da bu sefer belki gülmüştü ya da güler gibi yapmıştı kimbilir...
Ama o yaşamayı umduklarıyla mutluydu, taaa ki umut ışıklarını içinde söndürene kadar... Söndüren de kendi miydi acaba? Yooo öyle hissetmiyordu, söndüreneydi onun acısı, yine de kötüsünü düşünmüyordu, istasyona geri dönesi var mıydı evet bazen ama hayat çoktan o istasyonda beklediğinden uzaklaşmıştı artık dönse de ne çare...
Diğerine katılmışlığı devam etmeliydi ne pahasına olursa olsun...
Devam etsindi, sonrası Allah kerim nasılsa dedi...

6 Mart 2009 Cuma

Kısın Işıkları...

Barbra Streisand
Christmas Memories

1. I'll Be Home For Christmas
2. A Christmas Love Song
3. What Are You Doing New Year's Eve?
4. I Remember
5. Snowbound
6. It Must Have Been The Mistletoe
7. Christmas Lullaby
8. Christmas Memories
9. Grown Up Christmas List
10. Ave Maria
11. Closer
12. One God
şifre ister: NeedZ

Yazasım Yok...

Keyifsizliğimden değil, belki de ondan, bilmem...

İçi dolu balonmuşum da biri ateş etmiş, bütün havam gitmiş gibi büzülmüş oturuyorum öyle...

Ama içimde de bir umut, deli mi ne havan gitmiş, ne umudu, neye hem de?

Haftaya izinliyim, evden takılacağım Rengin' in son haftası bekler bekler dururum ilaç sonucunu...

Tatsız gibi, bir miktar tatlı ama sahte, tatlandırıcılı tatlılık bendeki...

Dışarı çıktım öğlen vakti / arası neyse işte...

Herkes dışarda, ne melun kalabalık! Kendimi dev alışveriş merkezinde hissettim...

Alışveriş merkezlerinde salak oluyorum ben...

Bir müddet sonra zembereği şaşmış hatta atmış saat gibi, bakışlarım semeleşiyor, sesler uğultu oluyor, görüntüler flu, yürüyüşüm bile yampiri...

Kendime gelemiyorum işte aynından oldum şimdi de Kızılay'ın orta yerinde...

Cuma günü neşe dolarken normal insan, benim havam kaçtı zaten kaçıktı ya püf...

(Fotoğraf, fotokritik, Erkmen Altunkaynak'tan...)

5 Mart 2009 Perşembe

Evrenden Torpilim Var...

Ankaralı arkadaşlar ya da 91-92 seneleri civarı Ankara' da yaşamışlar, bilir misiniz bir GÜN fm vardı...
Fm 97 frekansından yayın yapan, Ankara'nın ilk özel radyosuydu...
Zamanın en güzel müziklerinin yanında, radyocularının da acayip eğlenceli, programlarının da çok yaratıcı olduğu müthiş bir formatı vardı. Şimdinin amerikan özentisi, iğrenç mtv şarkıları çalıp duran, habire aksanını yamultup "nanytinaynpoyntfavf" diyen özenti, sözümona profesyonel radyocu tipler yerine, gayet samimi ve içten konuşan, bizden biri gibi davranan, yayınlarına halkı da davet eden radyocuları dolayısıyla son derece samimi ve gerçek bir yerel radyo gibi olan radyo istasyonuydu...
Orada da bir radyocu vardı, sabahlara kadar radyo dinlememize neden olan hatta gecenin o saati -kahkahalarımla ev ahalisini uyandırdığım zamanlar olmadı değil hani- ne programlar yapılırdı...
Adı Aykut Özbaltacı, soyadını değiştirdi şimdi Oğut oldu, adının başına da bir Ike geldi...
Ike Aykut Oğut...
Bu adam, Gün fm kapandıktan -ki ben de üniversiteye gittiğim dönem Bolu'ya- sonra kafaya takmış, Amerika'ya gideceğim oyunculuk kariyerimi orada devam ettireceğim...
Sonrasını
Beşer dakikalık bu beş bölümden izleyebilirsiniz konuk olduğu tv programından...
Sonrasında bir kitap yazdı kitabın arka kapağında söyle diyor:
"Siz hiç 150 kilo oldunuz mu?
Sizin hiç yabancı bir ülkede bavulunuzu kaybettiğiniz, sabahları mısır gevreğine bira döküp hayatta kalırken günlerce tek kelime bile konuşmadığınız, dayak yedikten sonra girdiğiniz komadan bir gözünüzü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara döndüğünüz, annenizi kaybettikten sonra hapiste yatarken babanızı kaybettiğiniz oldu mu?
Benim oldu.
Peki ya sonra o yabancı ülkenin dilinde şakır şakır konuşup hatta seslendirme yönetmenliği bile yaptığınız, o ülkedeki filmlerde başrol oynadığınız, 70 kilo verip filinta gibi olduğunuz, yeni ve mutlu bir hayat kurduğunuz, elinizi attığınız her işi altın yumurtlayan tavuğa çevirdiğiniz, her saniyenizi gülümseyerek geçirdiğiniz, hayatta istediğiniz her şeyi elde etmeye başladığınız oldu mu? Benim oldu.
Nasıl mı?
Gelin anlatayım…"
Dün aldım kitabı akşamına da bitirdim...
Bence okuyanı titreten bir kitap, en azından yazılanlar havada uçmuyor ki ben genelde başka şekillerde uyguluyormuşum zaten kitabı...
Kitap sadece şunu yap iyi olur, bunu yap süper olur, demiyor ben böyle yaptım da böyle oldu diyor Aykut...
Çok da iyi demiş, alın okuyun siz de eminim beğeneceksiniz...
Bakış açınızda mutlak bir değişim olacak eminim...

...........


"Kör cehalet çirkefleştirir insanları
Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek cevabım var,
LAKİN BİR LAFA BAKARIM LAF MI DİYE,
BİR DE SÖYLEYENE BAKARIM,
ADAM MI DİYE…"
Mevlana...

4 Mart 2009 Çarşamba

Kutlama... Kutlama...

Pazartesi İdil kankamızın doğum günüydü...
Dün gece yaptık kutlamamızı...
5. yaşın kutlu mutlu olsun İdişim :)
Altı ay sonra da bizim kızın bitirişini kutlarız inşallah beş yaşını...
Püfff...

Hediye heyecanı...
Ne güzel :)



Ahretlikler :)

Bu da efendim bebek beklerken kızlar :)
Bizim kız tam cadı, illa benim doğum günüm de olsun diyor, ben İdil' in hediyesini vermem çünkü onun doğum günü diye bir sürü mızıkçılık yaptı...
Neyse aynı hediyeden kendisine de verdik de birbirlerine hediyeleri takdim ettiler, pastalarını beraber üflediler, sonra oynadılar terlediler :)

3 Mart 2009 Salı

Kuzu Kulağı...

Anne yemek kitabından yemek ismi gibi oldu :)
Neyse efendim gittik doktora, baktı dedi ki:
"Bu kulaklardaki sıvıları görmek için teste gerek yok zaten belli, evet sonu ameliyat ama ameliyat en son yol benim için, o yüzden izleyeceğiz iki ay üç ay sonuna kadar ve yine bir on günlük antibiyotik bu süre zarfında kreşe gitmeyecek"
Bu hafta annem bizde evlerimiz yakın zaten bin teşekkür anneciğime tabi, Allah ondan razı olsun, haftaya da ben alacağım izin bakacağız...
Tabi ilaçtan mucize beklemememiz gerektiğini unutmamamızı söyledi doktorumuz, bekleyeceğiz...
Destek olan, dualarını esirgemeyen bütün blog arkadaşlarıma da çok çok teşekkürler :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Kuzumun Kulağı...

İki hafta önce Rengin' in bitmek tükenmez bilmez üst solunum yolu problemi ve sürekli içtiği antibiyotiklerden gına geldiği için bir KBB uzmanına gittik...
Doktor da demez mi ki "bir kulağında sıvı birikmesi var işitme testi yaptıralım" diye...
Yaptırdık testi, iki kulakta da sıvı birikmiş ve 30 desibel altı işitme kaybı...
Sonrasında bir kutu antibiyotik bitirdik, kurutur mu acaba diye...
Fakat tekrar kontrol, bir işitme testi daha, sıvılar olduğu gibi duruyor...
Tedavi malesef operasyonla kulaklara 2 mm lik tüp takılması...
Bu tüpler de, 6-12 ay sonrasında vücuttan kendi kendine atılıyor ve bu hastalık her çocukta olabilirmiş, sebebi öztaki borusuna giden kanalın hava geçirmiyor olması kanalların dar olmasından dolayı, tüpün de amacı o kanalı açarak hava geçirmesini sağlamak...
Çok şükür ki kalıcı bir araz bırakmıyor...
Fakat ben bunu duydum bir uzman görüşü daha almak istedim...
Bugün 19:30 da randevumuz var bakalım o doktor ne diyecek?
Merakla beklemekteyim, azami gerginlikle...

28 Şubat 2009 Cumartesi

A Star Is Born...


Kör sabahın 05:30 unda hortladım...


Genelde olmaz, hafta içi 06:50 saat çalar, bir iki ertelemeden sonra kalkarım...

Hafta sonu da artık Rengin ne kadar müsade ederse 07:30 en geç 08:00...


Bu sabahki erken hale çok memnunum, geçende bir kalkmıştım Adile Naşit' in konuk olduğu Uğur Dündar' a, o vardı Yasemin' in Penrecesi formatında bir programdı, nasıl keyifliydi durun şurdan okuyabilirsiniz onu...
Bu sabah da ne filmine denk geldim dersiniz "Bir Yıldız Doğuyor"

Barbra Streisand - Kris Kristofferson oynuyorlar...

John Norman Howard, Esther Hoffman' ı yıldız yapıyor, sonrasında ölümle sonuçlanan son...
Ben bu filmi ilk izlediğimde yoktu gözyaşı filan, bunda sonunda aktör Esther' i son kez seyrediyor da, alıyor eline bir kutu bira, bir hız hız arabada sonunda aşırı hız, e ölüm tabi...
Sonra Esther konserinde kocasına bir şarkı söylüyor ki alt yazı da geçiyor ne diyor şarkıda diye, hüzünlendim ben yine ...
Çok özlemişim meğerse, demek ki arada böyle eski klasikleri seyretmek lazım...

Hamiş: Sahi Barbra Streisand nerelerde en az 60 yaşına gelmiştir değil mi?

26 Şubat 2009 Perşembe

Ah Be Hayat! (Fotoğrafın Dili)

Ah be Hayat!
Hep mi ileri gidilir...
Azıcık da geri gitsen...
Bugün olmayanlarla daha çok sarılsaydım ya,
İki çift laf daha etseydim ya...
Hem baksana şu yüzüme, böyle miydim ben?
Hele hele bak saçlarıma?
Aynalarla küstürdün beni Hayat!
Baksana saatin tık tıklarını bile işitemez oldum doğru dürüst...
Zembereği atmış misali, çalışan doğru dürüst bir yerim de kalmadı...
Daha belki yaşayamadığım,
Dönüp de tekrar yaşamak istediğim aşklarım vardı benim...
Ama unutma hayat, anılarım hala öyle canlı ki...
İşte ben artık hep onları anarken...
Git bakalım git, ilerle...
Ama...
Ne vardı biraz da geri gitsen...
Gözünü sevdiğim HAYAT...

Van, Tu, Tri, Foro...

Oh etmiş...
Benim üzerimden de yükü kalktı...
Hani severiz şarkıcıları, önce sesini, sonra duruşunu. Baktık duruşunda hata var, değerlerimize uymuyor, sesi dünyalar güzeli olsa, bülbül yanında karga kalsa, yine de önemi olmaz bizim için. Kendi adıma konuşayım aslında... Sesini seviyordum, zamanında çok efkarlandığımız, o aşk acılarının merhemi olan şarkılarında ah vah ediyorduk... Fakat insanın bir duruşu olur, kalitesi olur,ağırlığı olur, ne bileyim bakınca bir daha bakılmalı, ağzını açınca hep konuşsun istenilmeli... Hani klişe söyleriz ya hep topluma örnek olsun, eskiden "banane" derdim herkes kendi hayatını yaşasın, fakat kazın ayağı öyle değilmiş. Baktım ki -ben hiç yapmadım da- gençler/çocuklar sevdikleri şarkıcıların peşinden sürükleniyorlar, konuşmalarıyla, fiziki görünümleriyle, ağızlarıyla...
Şimdi ne olacak? Bütün kendini bilmezler, bayanlara aleni küfürle hakaret edebilirler, Türkçeyi katledip istedikleri yerinden çekiştirebilirler, insani özelliklerin tam tersi davranabilirler, abuk subuk giyinebilirler özet olarak...
Oldu o zaman, almayayım ben...
Yalnız, bir insan da kendi başını bu kadar yer diyorum da başka da birşey demiyorum...

Ve sen Deniz Seki malesef ki şarkılarını/sesini hala çok seviyorum...

Fakat sen ki zamanın birindeki pop-star programında, Bayran' a hakaretler ediyordun "senin geçmişin pis topluma nasıl örnek olacaksın" deyip Bayran' ı aşağılıyordun!

Peki sen şimdi ne oldun? Kime nasıl örnek oldun?

Tamam kendi hayatı insanların, yine kabul ediyorum, yalnız şunu kabul edemiyorum, bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur ki dedikleri anyada, yaptıkları Konya' da...

Neyse Allahtan ki yurdum insanının hafızası balık misali... Üzerine vicdan denizimiz de fersah fersah... Ne demiş Sayın Tatlıses "Bu da geçer bu da geçeerrr..."

Gavur Yapmış Yine Yapacağını...


Sever mi Yavrular?

O zaman buradan buyrun...
Şifre gerekmiyor...
Bir de hani şu free bölümden indirecek ve epey bir dakika beklemeniz yazıyorsa ki yazar, o zaman modeminizi bir takıp çıkarın hemen sıfırlanıyor...
İyi seyirler :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Estağfurullah...

Dilimi korurum, korumanın ötesinde çok severim, özellikle dilbilgisi kurallarını, cep telefonu mesajlarında bile itinayla kullanırım...
Kullanmayanı uyarırım, güzel konuşmayanı da...
Bizim Bey bana boşuna "Toplum Polisi" demiyor, benim de hakkını vermem lazım...
Türk Dil Kurumu sözlüğüm ve yazım klavuzum sık kullanılanlarımda, sürekli açar bakarım...
"Türkçe Dil Bayrağımız" değil mi? O halde onu layıkıyle taşımak icap eder diyorum naçizane...
Ben de bir aldım mı elime sazı bırakamıyorum uzat Allah uzat...
Asıl anlatmak istediğim şu aslında, "Estağfurullah" kelimesinin kullanılması beni rahatsız ediyor, ben de doğru kaynaklara ulaşayım dedim, hoş çok da yok...
Türk Dil Kurumu sözlüğü diyor ki kelime için:
"Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü."
Bir de "Estağfurullah" Arapça bir ünlem.
Sözlük anlamıyla "Tanrı'dan mağfiret, bağışlama dilerim" demek.
Osmanlıca-Türkçe sözlük yazarı Ferit Devellioğlu'na göre ki kendisinin sözlüğü bende de var. "Estağfurullah" kelimesi :
"Rica ederim/hiçbir zaman/mahcup ediyorsunuz/hâşâ ("kesinlikle kabul etmem")/bir şey değil."
Meydan Larousse "değişik kullanımları olan söz" demiş mesela:
"Teşekkür" karşılığı rica ederim, bir şey değil anlamında/"değil, hayır" anlamında reddetme sözü olarak/alçakgönüllülük ifadesi...
Büyük Larousse da "Estağfurullah" kelimesi üç durumda kullanılır, diyor:
1. Övülen veya teşekkür edilen bir kimsenin söylediği incelik ve alçakgönüllülük sözü.
2. Kendine olumsuz bir nitelik yakıştıran bir kimseye "Hiç de değil!" anlamında söylenen nezaket veya alay sözü.
3. Karşısındakinin, kendisinden beklediği işi, kendisi için yük saymayan kimsece söylenen nezaket sözü.
Bir de böyle hani konuşursunuz da kibarlığınız gereği "estağfurullah" dersiniz ya, biri de pis pis güler sonra, o gülene açıklama yaparsınız "aynen demek değil bu"deme gereği hissedersiniz, işte o kısmına deli oluyorum. Aç bak kardeşim güldüğün kelimenin bir anlamına!
Bence tevazu sahibi insanların anahtar kelimesi bu...
Kıymetli bir kelime...

Fotoğraf, yine arkadaşım Onur' dan hatta demiş ki altına da (bu kelimenin de ayrı bir yazısı olabilir, o büyüklükte çünkü...) :

"Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?

24 Şubat 2009 Salı

Yok Daha Ötesi...

Etrafa değil sözüm,

Ya da ona buna,

Atıyorum ortaya,

Yazıyorum meydana...

Bu muyum? Buyum...

Değişir miyim?

Olumsuz olanlar?

Belllkiiii...

Yok ona da bir garantim...

Ne olur peki nedir bunun oluru?

Yoksa yok eyvallahım,

demeye de yok öyle boş meydan...

Çare yok, ya kabul ya kapı mı?

yoook o kadar uzun boylu da değil...

Beş bilinmeyenli denklem bu çöz de çık işin içinden...

O zaman...

Müzmin farzet, sürekli akan burun misali...

Ne diyeyim ki buyum işte yok ötesi, berisi...