15 Ocak 2010 Cuma

-di' li geçmiş zamanda...

Zamanında Age of Empire oyununa bayılır, deliler gibi oynar dururdum...
Zaten stratejik oyunlar vurur kalbimden, hala da...
Fakat I. II. III. filan bilmem, ilk çıkan neyse anam babam usulü...
Orada bilenler bilir, şimdi online olanları çıktı bir müddet onlara da takıldım olmadı, savaş oluyor, köy kuruluyor, güçlenmen lazım sonra düşman gelip seni dımdızlak ortada bırakıyor, kalıyorsun öyle...
Bir de oyunun sonlarında insan çoksa köyünde, onların bir silme tuşu var...
Ona tıkladın mı gidiveriyorlar...
Sonra hayata uyarladım o oyunu hep, hala da yaparım nerede boş yer görsem evi kurdum, adamları oduna gönderdim...
Dünyayı Matrix' i izlemeden önce Age of Empire oyunundaki gibi düşlerken ve buna da kendimi iyice inandırmışken...
İnanç yanım da ağır basar ama sanki diyorum yine dünyaya insan fazla geldi demek Haiti bölgesinde gitti on binlercesi...
Tabi ki sual edemem ama ne bileyim öyle bir kalmış aklımda, yanlış doğru ahkam kesmeden...
Art niyetsiz, kötü düşünmeden, üzüntümden sıcak evde otururken onları düşünmemden, karnım doyduğunda boğazımın düğümlenmesinden...
Ülkemdekileri tabi ki düşünüyorum ama öncelik sırası dualarımın da, onlarda bu ara...
Allah yardımcıları olsun tez vakit...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Merhaba...

Seni görmek...
Seninle; "ben" deki değişen kabuğu görmek ona uyum sağlamaya çalışmak ve bunu yalnız yaptığına inanabilmek...
En önemlisi, kendini buna inandırabilmek...
Sorguladığın ne öncelikle, cevap belli yalnızsın, öze bak ki göresin...
Bakınırken sudan çıkmış gibi kalmışsın, sonra kavgan neye...
Kendinden başka kime zararın......
Etraf ne ki, yeni hayat, yeni düzen bunlar senin değil, şekil değiştirenlerin...
Değişen ne? Kökünden koca bir hayat...
Haydi sil baştan...
Ümidini kestiğinde ne oldu, hala kesikte duruyor o, onulur yara değil açtığı, kendini haklı saysa da, şu meşhur empatiden uzak yaşanılan...
Herkes curcunanın içindeki yalnızlığının, sudan çıkmışlığının şaşkınlığında...
Cemaat kendi derdinde, kıyamet koptu da ben mi kaçırdım...
O zaman kopmaya devam ediyor ya da artçıları bunlar...
Öyleyse iyi, yakındır kesilmesi...
Felaketin ardındanki dinginliğe uyum sağlamak, yeni bedene, yeni ruha ve yeni hayata merhaba o zaman...


Şevkatle, sevgiyle ve sonsuz sabırla...

12 Ocak 2010 Salı

Ankara' nın Orta Yeri Gerilimi...

Saat 23:08 apartmandan çıkmadan önce bir Ayetel Kürsi okudum, çıktım daha bismillah devasa bir köpek vızzzzt geçti önümden ...
Hah dedim kendi kendime, okudun duayı yırttın geçti gitti...
Apartman kapısıyla araba arası 10-15 metre...
Kapı da birden arkamdan küt diye kapanmasın mı, kapana kısıldım...
Bir başka köpek de -devasa- iki arabanın arasından geçti mi...
Bayılacağım artık korkudan, in cin yok...
Benim o kapıyı açıp kendimi içeri bir atışım var, biri görse gülünecek her yanıyla güler...
Oh dedim bitti...
Yol tenha, önümde beyaz bir doblo, önce farkedemedim sinyalsiz sağa dönecek sandım, meğersem yolda arabasıyla dans edermiş...
Sollama gafletinde bulunuyor ve tam yanından geçmek üzereydim ki, birden sağımda bir karaltı, Allahım çarptık çarpacağız...
Yok dedim ben efendi efendi bunu önüme katayım en kontrollüsü bu...
O da dans ede ede seyretti...
Sonra eve yaklaşırken bir iki köpek de eksik kalmasın bizim orda...
Park yeri de yok ta dışta etrafı kolaçan et bir dua da onlara savur...
Koş gir eve kooooş...
Ne gezersin gecenin vakti arkadaşında kahve içmede...
Otur evinde adam gibi...

Çare...

Her yazının konu sıkıntısı olduğu gibi, şarkıların da koularının ve sözlerinin, onların etrafında dönüp durduğu labirentin, aslında çıkışı yok...

Pandoranın kutusu veya alelade bir kutu belki; bilinmeyen bir yere denk gelinince içinden dudak uçuklatan hengameyle hortlayan "içindeki"...
Zaten o hortlayan veriyor, hayal kırıklığının haberini...
Üzerinden ahkam kesilen, atılan tutulan ama kesinleşmeye ramak, paçaları tutuşturan...
Olması istenmeyen ama kendine bakınca da, ondan başka çıkar yol yok gibi duran...
Belki karşıdan öyle duruyor soğuk ürperten, ama içi yakıyor...
O yangından kurtulmak namümkün, yanıp gidecek el mecbur külleri kalana kadar...
Kötüsü; küllerin savrulması da yok, zift gibi yapışırken yere, üzerine bassan seninle gelecek nereye gitsen, her an ayağının altından seninle gelen...
Kazınması zor...
Çekip gitsen de seninle gelecek her döndüğünde, kafayı her çevirdiğinde, "alayını" taşıdığı için görmek zorunda olduğun...
Tahammülün olmasa da, için kalksa da bakarken bakarken bir bakmışsın...


Bir bakmışsın...


Artık görmüyorsun bundan sonra...
Sonra bir ses kulağında...
Duyuyorsun artık, ayaklarını yere vuruşundaki heybetinin sesini...

Üzülsen ne, elindeyken Baksaydın ya!




İşte sanki yazdıklarım forward maillerde olur ya, iyi olun bıt bıt bıt, elinizdekilerin kıymetini bilin vesaire bir sürü şey, kimi zaman okur geçerken kimi zaman da okumadan silip atarız "eeeh biliyoruz bunları" diye...
Ben nedense bir emeğe saygı çerçevesinde, bak düşünmüş göndermiş diye bir görev insanı edasıyla yaklaşır olaya, okurum...
Hayatıma da iliştiririm, magnetin buzdolabında duruşu misali...
Bunu böyle dost meclisinde, aile meclisinde konuşunca söyleyince öğreten adam olma sıfatını yiyecek olmama aldırmadan da anlatırım...
Peki her şeyi iyi düşünün hayır düşünün dediğimde ne olur "senin tuzun kuru"...
Lan neresi kuru, direk Akdenizin nemi yapışmış işte tuz parçacıklarına az çok yazıyorum, o da buz dağının görünen parçasını, insan herşeyini de yazamıyor ki şifreliyorum arada satır aralarında, tamamen ruh rahatlaması için...
Yatmadan bir ferahlatıcı gibi tek doz...
Yok mu kimsenin sıkıntısı derdi, var ama aşmak lazım kalbi Allah' a bağlamak tevekkül etmek lazım, aşarken kimseyi hırpalamamak lazım elindekinin kıymetini bilmek lazım, elindeki "çok" un gittiğinde, kalaz "az" a bakıp, olsun buna da şükür demek lazım...
Lazım gelen o kadar çok şey var da hayata geçirecek aklı başında nerede?
Ölümlü dünyada iki dakika sonrasını görmemizin garanti olmayacağı dünyada...
O zaman kelebek gibi yaklaşmak lazım, hele hele canımıza, en sevdiğimize...
Öyle hırpalar canına okursan, edip bitirirsin sonra pişman olsan neye fayda?...
Malesef yara gidiyor ama izi duruyor namuzsuzun...
Sonra elindekinden olur insan evladı kalır öyle ortada, bir bakarsın arkana önüne yalnızsın...
Dövün şimdi dövün ki ne dövün...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Akşam Akşam...



Büzüşmüş paketin dibinden çıkarılmaya çalışılan çikolata sos...

Havaya karışan kahve kokusu...




Gidenin ardından...

Seviyorum...

Yataktan kaltığımda yeni bir güne uyanabilmeyi...
Sabaha küçüğümün yanıma gelip, günaydın derken ki yüzündeki gülümsemeyi...
Sağlık sıhhat haberi almayı...
Sıkıntının da kasavetin de geldiği gibi gitmesini...
Yeniden, yine yeni yeniden diyebilmeyi...
Kocaman bir parça açıkta boşlukta öyle olsa dahi gücümün farkında olmayı...
Dört sene önceki açılan kapıdan geçtiğimde, adım attığım, kabuk değiştirdiğim o hadisenin üzerimdeki devam eden etkisini...
Dinginliği...
Arada aksiyonu...
Kendimi...
Sevdiklerimi sevenlerimi...
Bir başka bugünkü havanın tadı...
Bir başka soluduğum hava, içinde şeker tadı var sanki...
Fotoğraf çekiyorum bol bol dışarıyı içeriyi...
Öğrenmek babında...
Güzel yine herşey şükür olsun...

Dipten kısacık: Kötülerle alakadar yazı hayattaki genel kötülük üzerine yoksa kimseye ithaf veya yaşananlardan değil, aklıma gelen öylesine...

10 Ocak 2010 Pazar

Kötülüğün Nerende?

Değil...
Orada değil...
Tamam bazılarının aklı da orada ama bu orada değil, yani en azından olmadığını düşünüyorum, iyi niyet çerçevesinde...
Bu insanın kötü olma merfumu ne menem bir hadisedir ki akıl sır ermemekte...
Hani her anne her baba iyi o zaman yetişmede bir problem yok, o zaman çevreye karıştığımız zaman bu işin başlangıcı, çevre işte insanın kendisine güvenilen ama etrafına güvenmiyorum tabirinin adresi "çevre"...
O zaman bebecikler doğduğu an itibariyle birer pamuk gibilikten o meleklikten çevreye girdi mi içinde artık neresindeyse canavarı da yetişiyor salıyor kendini ortaya...
O zaman durmak lazım orada şöyle hafiften, çevreyi oluşturan kim?
Ben anlamadım zaten ben iyi, sen iyi, o iyi, kim kötü, neden kötü neden efendi gibi olmayan birçoğu var?
İşte herkesin kendi kapısının önünü süpürme zamanıdır, şapkaları ortaya koyup düşünme zamanıdır da anlamayana davul zurna olmadı kol bastı ekibini getirsen ne fayda...
Benim kapı önü temiz ebe olamam ben bu oyunda...
Rahmetli dedemin dediği gibi;
"Sen gendini bilir bi hanfendüsün"
Nice hanfendülere beyfendülere :)

9 Ocak 2010 Cumartesi

Bir Nergis Bir Blog Çiçeği...

Dün nergisimi kokladım durdum bugün de tatesal ın hediyesiyle ikiye katladım güzelliği...
Hani okursunuz blogu sonra bir ısınırsınız yazılarına kendisini tanır gibi olursunuz benim de ilk zamanlarımdı tatesal ı okumam, sonra benim için hıdırellezde dilek yapmıştı hiç unutmam gerçi talihsiz dileklerimin başına da gelmeyen talihsizlik kalmamıştı öyle değil mi arkadaşım :))) Çok gülmüştüm ...
Beni hiç unutmaz böyle şeylerde sağolsun lütfetmiş bana armağan etmiş...
Ben de tabi ki benimle beraber derdime mutluluğuma ortak olan bütün arkadaşlarıma gelsin bu çiçek diyor bir radyocunun istek parça anonsu gibi hepinize uzatıyorum...
Kabul buyurun efendim...
Sonradan not : Sevgili hayat bir yanılsamadır dan da almışım çiçeğimi, çok teşekkür ederim özellikle benim için sarfettiği ince sözlerinden için :)

8 Ocak 2010 Cuma

Ne Nereye Kadar?

Cevabı verilmesi en güç sorulardan biri ...
Nereye kadar?

"Gittiği yere kadar..."

Diyesi geliyor hemen insan da duyar duymaz...

En Nihayetinde Cuma...

Bugün hayatımdaki iyi insanların kıymetlilerinden birinde; çok iyi geçti birkaç saatim...
Dönüşündeki nergisle son bulup, kumam küçük hanım tarafından odasına el konulmak üzere yerleştirilerek nergis hasretim de burada sonlandı...



Arada odasına kafamı uzatıyorum mis kokusunu içime çekmek için...

7 Ocak 2010 Perşembe

İnelim Çocukluğa İnin İnin...

Gidelim geriye doğru...
Hatırlayalım şöyle bir...
Kim istediğini aldıktan sonra bıkmadı...
Hevesi geçmedi, çok istisnalardan bahsetmiyorum...
Alın benim kız Rengin, beğene heveslene alıyorum, ertesi gün en masum ses tonu başı önde "anne bunu aldığın yerde daha güzeli var mıydı?"
Ben yapmadım, billahi ben yapmadım...
Eskiden de mi böyleydim dedim kendime, baktım "iç" e sordum "evet" dedi, sen de elde edene, aldırana kadardın...
Hayatın her döneminde oldu, sevgiliyi de ya da en basit aldığın bir pantolonu...
Hani erkek kısmı koşar koşar hoop tamam oldu bitti...
Oldu bitti o manada değil tabi, ahlaka aykırı yazmıyorum...
Ha belki tamam o da olur, hayatın gerçeği değil mi?
Sonuç itibariyle hayatın elde etme durumu ve ettiğinde "hııı daha iyisi yok muydu acaba" kısmı var olunduğu sürece, söylenmeye devam edecek bir klasik demek...
Bunu değiştiririm, yok ben böyle değilim diyecek babayiğit de var mı bilemiyorum tabi...
Bu insanların bu herşeyin daha iyisi var mıydı acaba mentalitesini taşıyıp da, hayatın dönüm noktası evlilik kurumu ya da seçilen meslek veyahut daha keskin hayat virajından döndürülmesi zor girişlerde?
Nasıl bir çözümlemedir bilinmez ama böyle bir gerçeği de yadsımamak lazım...
Konu nereden çıktı kısmına tamamen spontan dedim, gittim içeri çocuk yemek bekler...

Cemreler Düştü Bile...

Benimkiler düştü...
Hepsi birden beklemeden havayı suyu toprağı...
Dün evet çok güzel bir gündü fakat ayırdımında değil ki bünye,kendini sıkmaktan ,üyesi oldugum ANKAN grubuna da yazmıştim insanın kalbi boğazında atar mı diye?
Kendimi sıkmaktan, sürekli sigaraları devirmekten, ne oldu, ne çıkacak diye beklemekten...
Hatta hastanede görülmeye değerdim, elimde tomografi ve film sonuçları, gözüme bir doktor kestirsem de yolunu kessem oku kardeş şunları bana desem diye doktor bakındım durdum...
Hatta filmin arşivden çıkmasını epey uzunca bir süre bekledikten sonra Allah dedi herhalde kulumu rahatlatayım diye, babama bakan çok şeker doktor bayan vardı, ilk hastanede o bakmıştı bir de ben bakayım gelin diyen bayan babama...
Geçen hafta gittiğimizde çekimler için, o yoktu hatta şehir dışındaydı...
Beklerken onu görüp de eteklerine bir yapışmam vardı...
18 Eylül'de hiç unutmam ciğer filminin sonucunun temiz olduğunu da o söylemişti kollarına yapışıp ne ağlamıştım sevincimden, kendimi nasıl sıktıysam o ana kadar o kadar kötü haberin üzerine bunun iyi çıkması nasıl bir mucizeydi bizim için...
O ana kadar ki duyduklarımız tüyler ürpettici olunca, onun ciğerleri temiz demesi...
Dün de öyle oldu ellerine yapıştım ayak üstü sonuçlar gayet iyi dediğinde...
Şimdi asıl bahar bugün geldi bana, dün anlamadım ki pelte gibilikten kendimi sıkmaktan...
Dödürüp kafamı geriye bakmama gerek kalmadan film şeridini başlatınca beynimde, amanın neler geçti 18 Eylül' den bu yana...
Maneviyatın tümden yıkıldığı, düzenlerin dengelerin değiştiği, sırf babam mıydı hasta olan bizler onunla hasta olduk, bizler de onunla tedavi gördük sonra madalyonun öbür yanındaki yıkımlar...
Fakat dedik ki Ey Allahım dert senden dermanı da senden elbet...
Sen kaldıramayacağımız yüklerin altında bırakma bizi...
Herşeyi sen bilirsin sen en iyisini de verirsin...
Sebat etmek önemli demek ruhu kalbi Allah' a bağlamak...
İyilik de kötülük de zorluk da bizler için...
Önemli olan sıyrıklar hafif olsun...
Hakkaten de öyle oldu...
Şimdi babam da yeni doğdu, bizler de...
Her yaşadığımız ders yanımıza kar hatta...
Doğum günümüz kutlu olsun...
Böyle mutluluğumu, neşemi anlatmaya kelimeler kifayet etmez...
Sarılasım var herkese yoldan geçene tanıdık tanımadık, biliyor musun biz neler yaşadık ama üstesinden geldik herşeyler düzeldi demek...
Varsın onlar bu hatun delirmiş desinler...
Herkes benim gibi delirse keşke...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Toplanın.... Blog Sarılması...



Ne yazayım, ne diyeyim doktor aynen şunu dedi...

"Bu safhadaki (3. safha) tonsil CA tanısına, vücudun bu tedavilere bu derece cevap vermesi ve neredeyse hiç birşeyin kalmaması bir MUCİZE ve ilk defa böyle bir vakayla karşılaşıyorum"

Yorumların kelimelerin bittiği yer burası işte...
Herkese ayrı ayrı teşekkür etmek, hepinize kocaman sarılmak istiyorum, iyi ki varsınız, iyi ki ben de buradayım, Allah hepinizden razı olsun, teşekkür etmek bile yetmez ki...
Allahım sana hamdolsun, sevincin tarifi yok yazarken ellerim titriyor içim kıpır kıpır...
Ohhhh beeeeeeeeeeeeee :)
Bitti...

Bitmeden...


Gün bitmeden sallamak lazım hayata hisleri duyguları...
Bitmeden olsun ki ah vah denmesin...
Bitmeden de ki, oltana gelen senin olsun...
Bitmeden de ki, alacağın sevincin olsun, hem umudun, hem beklediğin olsun...
Ama bitmeden yap ki bak bitiyor bir gün daha...
Yakala saldığın misinanın ucundakini...
Fotoğraf: Onur Kıratlı...

5 Ocak 2010 Salı

Yarın Çok Büyük Gün Çooook...

Aslında yarın yazacaktım ama heyecanı ne zamandır sardı benliği...
Şafak saydığım günleri hatırlıyorum, bıkmadan her şafağa tekrar tekrar dualarınızı destek mesajlarınızı gönderdiğinizi...
Babamın durumunu buraya yazmıyorum, çünkü istemediğim okuyucular olur, o bir sürü kötü olayların yaşandığı iyisi kötüsü, o sebepten ne kötüyü yazıp kimseyi sevindirmek ne de başka birşey olmasın artık sıtkımız da sıyrıldı daha yeter...
Herşeyi Allah' a bağlamışız zaten, kim ne derse, kim ne düşünürse kendine ki kimsenin arkasından kötü konuşmak ne bana ne aileme yakışır görmedik aksini biz...
Hayatta hep şunu savundum her şeyin şerefli olsun düşüşün bile...
Ya da en kötünün, biz böyle bildik haysiyetli olanı bildik de yaşadık da...
Haysiyetli sanıp da olmadığını anladığımızda zaten zarar görmekten öte fayda gördük Allah esirgedi her daim uzak tutarak bir vesileyle...
Aman töbeler olsun bunu kimseye ithaf etmiyorum sonrasında kimseden haberi gelmesin kendi kendime yazıyorum efendi gibi...
Ama sonrası için garanti yok temkinli şimdi çok sıkıldım...
Ayrıca da ne yazıyordum ne yazdım...
Babamın tedavi sonrası 1,5 aylık zamanını doldurduk, geçen hafta tomografisi ve röntgeni çekildi...
Sonuçlar sabaha, doktora göstermesi öğleden sonraya...
Müjdeli haberi alacağız Allah' ın izniyle...
Heyecanlı bekleyişten alnımızın akıyla çıkmak nasip olacak biliyorum...
Ya da bilmek istiyorum...
Yarın ola hayır ola...

Aman da Ben Öykü Tamamlama Çalışmasına Katıldım...


Öykü Atölyesi' de öykü tamamlama çalışması şeklinde bir yazı oluduğumu hatırlıyorum, bir de ben de katılabilirim şeklinde parmağını sırayla aynı hizada kaldırmış öğrenci misali çekinik bir şekilde seslendim...
Sonra bir baktım çalışma sırasında kızlar uçuyorlar, ben yazdığım satırları çıkarana kadar göbeğimi çatlatırken onlar bakıyorum gitmişler, ben bir kıskan bir kıskan...
Çok güzel bir çalışma çıktı ortaya çok gururlandım iki satır yazımla da olsa...
Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum...
Daha önce hiç denemediğim çok keyifli ayrıca ne kadar az okuduğum gerçeğini de yüzüme vuran bir çalışma oldu ama ben çok memnunum.
Öykümüz burada "
Ebruli Hayaller"

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bildiğin Masumum Ben...


Bu akşam artık neredeyse kanka olduğumuz semtimizin karakoluna uğrayıp ikinci ve son davanın ifadesini de verme aşamasında, benim bildiğim ama bilmekten öte durduğum bir durum var ki zamanında da bununla ilgili bir yazım hala durur sandığın dibinde bir yerde...
Şu benim efe duruşum, bir feminenlik durumu yok bir ne bileyim bu bize söver olmadı, döver, heeeeeyt diye dalar gibi bir intiba bırakıyorum demek insanların üzerinde...
Halbuki yok öyle birşey, duruş kartal tamam içte de var ama, icraatta birşey yok damarımın yeri bulunmazsa, gayet ılımlı, baklavalık yufka kıvamı ki o kadar ince bir yürek, aman kimse kırılmasın incinmesin durumu hasıl beden ve ruh ikilemimde...
Hani eski Türk filmlerinde olur iri yarı çam yarması fedainin aslında bir küçücük çocuk yüreği vardır içinde hatta bir serçe kırılganlığındadır o yürek...
Bugün de benden o intibayı alan memur arkadaşlarla, sonra gülme konusu oldu ee tabi ilk izlenim önemli husus...
Korkutucu duruyormuşum...
Kiminde vardır ya adam öldürür ama tanıdıkları eş dost "aman ne kadar da saygılıydı masum bir duruşu vardı inanamıyoruz" der arkasından, demek ben olsam "hııı hanım hanım kesin bu yapmıştır" diyecekler...
Yok öyle birşey al sana yüreğicin içinde kartalla beraber yaşayan ve baskın olan bir serçe duruyor öyle kardeşçe yaşayıp gidiyorlar... Allahtan böyle insanların en çok, insan sarrafı oluşlarını beğeniyorum hani senin görüntün tamam duruşunda bir efelik var ama direk anlarız hadisesine de vakıflar...
Dur bakalım şimdi Şubat' ın son zamanlarına denk gelen duruşmada da böyle bir efelik duruşu olursa olmaz işte, kendime bir postür belirlemeliyim ya da hakim de insan sarrafıdır görür görmez anlar beni de yürekteki serçeyi de...

3 Ocak 2010 Pazar

Üç Kuruşluk Ömür İşte...

Üç kuruşluk ömür işte çekilesi
Ne tarafından bakarsan bak aynı

Hele ki yaşadığının adı "esaretse"

Kopart ipini geçsin gitsin

İstemediğin zorakinin kime faydası var




Üç kuruşluk ömür işte çekilesi

Çek çek bitmiyor ki

En güzel tarafından bak yüzün gülsün

Ama içini deşme çıkman dert




Üç kuruşluk değil miydi çekilen

Ne demeye çekilir sal ipini

Girmek istemediğin ayaklarının geri geri gittiği yerden

Topuklarını vura vura kaç git



Üç kuruşluk ömür işte değil mi neticesi

Hatta başa gelmiş hep çekilesi...