Hep bir nedenim var "elleşmeyin bana" nın geçtiğimiz iki seneden beri...
On gün sonra babamın gidişinin bir senesi doluyor...
Ne badirelerden, ne tedavi süreçlerinden, ne sıkıntılardan geçmemizin ardından...
Şimdi ve öncesinde her baktığım yer babam her geçtiğim yer babam...
Uzaklara daldığımda babam, yakına baktığımda babam...
Onunla ilgili kareleri aklımdan çıkarmak istemiyorum, silinecekler diye aklım çıkıyor...
Hatırlayamadığım zamansa kabus gibi...
Onun sesini kulağımda çınlatıyorum...
Gidişinin ardından biten ve devam eden şu manasız hukuk süreçleri...
Babamın iş durumundan dolayı, blogumda yazdığım yazıdan başıma aldığım dava sürecinde beş yıl efendi gibi durmam şartıyla şartlı tahliye benimki...
Bir hadise daha vuku bukmasıyla, o da bulmadı da bulduruldu ne diyelim, ondan da yine bir beş yıllık bir daha olmasın şartıyla tahliyem var...
Epey bir dolandım koridorlarında adliyenin, sulh hukuğundan sulh cezasına kadar...
Onlar yetmedi, bir de manevi tazminat davam var...
Parası da güzel, yirmi dört bin lira, onun da duruşması Kasım 1'de...
O değil babam oralarda üzülüyor ona yanıyorum, yoksa hepsine takdir-i ilahi gözüyle bakıyorum, hepsini vermem gereken sınavlar hadisesi olarak kabul ediyorum...
Zor zamanlar şu ara, babamın gidişinden beri, hayatın tadının tuzunun kalmaksızın devam etmesinin tek gülümsemesi kızıma...
Cumaları ziyaretine gittiğim babamın yanında böğüre böğüre ağlayıp onu rahatsız ediyorum farkındayım...
İnsan hayatındaki en önemli mihengini gönderdiğinde, ben ne gemiler yaktım, acının kralınıı gördüm he heyyyyt diyerek müsamasını kaybediyor herkeslere, herşeye karşı...
O zaman anlıyor eşini, dostunu, akrabasını, yanındakileri...
Daha kolay silinebilir oluyor insanlar, yanında ol
muş gibi görünenleri daha kolay süpürebiliyor eşiğe doğru...
Zamanında ses etmediğin, tepki vermediğin durumları eşiğe süpürdüğünde üzerinden attığında etraftan garip karşılanıyor da sen hiiiiç takmıyorsun...
Umurun mu değil elbet...
Hani gidenlerin ardından yandaşları çoktan gidiyor da, eş, dost, akraba da siliniyor kendiliğinden...
Sen tutunsan da, onlar riyadan yoksun kalıyorlar...
Peki o gemiler yanmadan önce neden süpürülemiyorlar bilmiyorsun da ondan, yaşamıyormuşsun anlamından bihabersin yaşadığın hayatın...
Sonrasında gitmiş bitmiş olunca, bir başına kalınca dımdızlak, şaşırmanla kendine gelmen arasındaki sürede öğreniyorsun ne öğrenirsen...
Destek istiyorsun ya da ağladığında sızlandığında yanında kimse olmasa da söylenecek kimse olmasın istiyorsun...
Dediğim gibi kayıp ağır olunca, ben kimi gönderdim verdim toprağa diyorsun, ne tazminatı, ne huzursuzluğu ne mutsuzluğu vız gelip tırıs gidiyor...
Aldığın, alacağın kararlar da o ölçüde keskin, kati oluyor...
Belirsizliklere tahammül edemediğin gibi, belirli olması durumunda da eyvallahın olmuyor...
Ne diyebilirim ki bu ara dokunmayın bana elleşmeyin...
Hiç yiyip içesimin olmadığı bugünlerde orucu hiç bu kadar kolay tutmamıştım...
Tek aradığımın sigara oluşu, yanında iki damla yaşıyla, cigaram eşliğinde kahvesi...
1 Eylül yaklaştıkça daha da deşilen kalbimin hıçkırıkları, kendi çapında sessiz haykırırken, elleşmeyin bana bu ara...