10 Mart 2011 Perşembe

Dil varmıyor Başkent Demeye Büyükşehir Demeye...

Allah dağına göre kar verirmiş ya bu seneki kar geçen sene yağsaymış bir felaket olurmuş...
Malum babamın hastalığı, sürekli arabaya ve akabinde kuru yola ihtiyaç duyulması derken geçen sene hastanelere koştur tedavilere yetiş kısmında hiç zorlanmadım çok şükür...
Fakat insanın inanası gelmiyor, tuz döküldü inanmazsanız tadın diyecek kadar geniş hayalgücüne sahip Belediyemin Sayın Başkanı ve bağlı bulunduğumuz diğer belediye ekipleri sükut-u hayale sürüklediler Ankara sakinleri olarak bizleri...
Ne demektir insanların evlerine yürüyerek gelmeleri, çocukların okullarında kreşlerinde mahsur kalmaları, sabah işe gidememeleri, akşam eve dönememeleri yollardaki perişanlık?
Teknik konulardan pek anlamam şehircilikten bilgim internetteki oyunlardan öte değil ama şöyle bir düşününce kızım bile neden temizlemiyorlar deyip de ben tıkanınca cevap hususunda, demek ki bir yerlerde birşey var tamam sürekli söylenmek de iyi birşey değil ama sürekli terane de olmaz ki...
Sürekli tekerrür, her kar yağışı ya da her yağmur...
Tüm kalbimizle dilemekten başka çare yok tabi durumunun iyiye gitmesi yönündeki duyguları...


Her kar ritüelimiz, kim daha yukarı kar topu atacak :)


Leylak Dalı'ndan ders almalıyım kesinlikle bu kadar mı kötü yapılır kardan kadın...

"İstanbul' u dinliyorum gözlerim kapalı..."

9 Mart 2011 Çarşamba

Tahammülü azalan insanlar olduk, kimseye müsamaa göstermiyor, incelik, kibarlık, kısaca insanlık vazifelerini olabildiğince es geçiyoruz...
Birbirimizin üzerine saldırınca hakkımı arıyorum ne dışa dönük tipim diye gezen insanlarla dolu anlayışsız hayırsız bir güruh oluyoruz...
Ürkütücü tabi, her dakika birbirine giren iki şoför ya da yaya görebilmemiz kabil günün değişik dilimlerinde...
Bu girizgahın sebebi dün otobüste yaşadığım şaşkınlık durumundan...
Güvenpark durağına yanaşmaya çalışan otobüsümüz, durakta bekleyen bir vatandaş ve durağına yanaşmaya çalışan bir diğer otobüs şoförü kahramanlar...
Diğer otobüsün şoförü kalabalıkta kendine yer ayarlamaya çalışırken durakta, bizim otobüsü bekleyen görünce heyecanlanan ilk binsem de oturacak yer bulsam endişesini taşıyıp kalabalığı yaran tahammülsüz adamımız, ne oluyorsa artık diğer şoföre "hayvanoğlu hayvan" deyiveriyor...
Sonra geliyor benim arka sıralarımdaki koltuklardan birine, havanın soğukluğunun otobüste bir anda yüzüne çarpan sıcaklığıyla mest, adamın da canına okudum gururuyla kurulmuş...
Fakat hesap etmemiş ki diğer otobüs şoförü lafa içerlemiş, babasını da Hak'ın rahmetine gönderdiğinden mütevellid oturmuş içine...
Otobüste kendinden önce haykırması duyuldu o kalabalıkta...
"Sen benim giden (eş anlamlısını henüz kullanamıyorum) babama nasıl küfür edersin çabuk in aşağı"
Ben tabi o haykırma, "giden" ve "baba" kelimelerinden tüylerim diken diken, burnumun sızısı iki kat artarak seyre daldım endişeyle az sonra olacakları...
Diğer otobüs şoförü feryat figan çıldırmış, boyun damarları patlayacak sanırsın konserde...
Diğer sıcaktan mest ama bir yandan korkukmuş, nereden bilsindi ki adamın peşinden geleceğini yaptı bir cengaverlik ama sonucu kestiremedi...
Sürekli özür diliyor "özür dilerim benim babam da gitti..."
Peki pişkin oturan! Madem senin baban da gitti, biliyorsun niçin karşındakine çuvaldız saplamaya çabalıyorsun...
Tabi tartışma, kavga ve türevi birçok hadisede araya girme, ayırma işlerinde usta yurdum halkı, bu hadisede de başarılı bir iş çıkararak bastırdılar durumu, diğer otobüs şoförü son vurucu cümleyi ederek terketti otobüsümüzü...
"Ben sana ne yaptım, ne yapıyorum size, sizi taşımaktan başka..?"
İçime oturan bu cümle bana tam eve gelirken otobüs durağına 70 metre kala, babamı ambulanstan inerken gördüğüm ve otobüste çırpındığım, açın kapıyı lütfen babam ambulanstan iniyor feryatlarıma " durağa gelmedik" diye kapıyı açmayan ve türlü küfürlerimi hak eden "VARLIK" ı hatırlattı ama beş parmağın beşi bir değil deyip çevirdim gözlerimi diğer yana ki ıslandıkları belli olmaya...

8 Mart 2011 Salı

Kapıdan Olmadı Bacadan...

Sonunda girebilmenin haklı gururuyla, olmazsa olmazıymış benliğin dediğim meydanım, mis kokulu meydanım, Seda Sayan gibi kokulu kokulu öpücüklere boğduğum meydanım...
25 kuruş büyüklüğünde kakafoniyle yağan kar, sabah geldiğimde yere bıraktığım ayak izlerini kapattı bile...
Ulaşımda türlü sıkıntıların yaşandığı sabahın devamında, akşamı kara kara düşünüp yolda kalanlara, soğukta aç açıkta kalanlara dualar ederken diğer taraftan da benim el gider pencereden yere düşmek için birbirleriyle yarışan karları izlemeye...

6 Mart 2011 Pazar

Kirli Filan da Şekl-i Şahane İzmir...

Yanımdan geçen Belediye Başkanıymış karşıdan da bir kadının elini sıkıp konuşunca dedim acaba mı diye oymuş...
Beni İzmirli saymadı ya da görmedi gelseydi yanıma, diyecektim ne bu İzmir' in hali her yan çöp, niçin toplanmamış, kir pas içinde, böyle değildi bir önceki geldiğimde...
Yine de o Kordon' u, denizi görünce unutuluyor mu ne herşey?
Bu sefer meşhur Kemeraltı' nı gezdim, Karşıyaka çarşısını İstiklal' e benziyor Nevizadesi de olaymış tam olacakmış ve de ortadan geçen tramvayıyla...
Sonunda frigo buz yedim Allahım ne muhteşem birşey...
Yorgunluk had safhada, bu sefer ki görev bizim Beyin ben de eşantiyon...
Evim evim güzel evim, gözlerim kapansa da yorgunluktan, yanımda kızım, evim, var mı başka zenginlik?




 Bu ayaklar da şeker bebişten kaldığımız arkadaşların yavrusu...

 Güzel yer İzmir yaşanılası...


Reyhan' dan pasta yemeyeni o bergamotlu çayını içmeyeni de dövüyorlarmış...
Ha bir de çarçabuk biten şarlok mu şarlot mu ne bir de onu...

3 Mart 2011 Perşembe

İzmir Marşıyla......

Güzelyalı' da nice önce yediğim yol üzerindeki pastaneden frigo buz vardı temennim onu yemek...
Hamileyken istemiştim kış ortasında Ankaralardan, bizim beyin bir İzmir seyahatinde bulamadan dönmesi ve hala kaç sene olmuş yiyememem efkarlandırsa da beni, daha denizi göreli ne oldu derken, yolun yorgunluğu da atılmamıştı, yıkananlar ütülenmedi, deniz esintisi kulaklarımda bir şarkı gibi insan kuş misali o zaman şimdi de İzmir' in kokusunu çekeyim burnuma bari...
Bir de bu kapanma durumunda sanki sitede suç işlermiş de karara bağlanmış hatta kalem kırılmış gibi koca koca yazıyor ya mahkeme kararı filan...
Geçende dedim bir arkadaşıma iş yerinden açılmıyor sen bir denesene diye o da görünce mahkeme kararı diye...
"Yine ne yaptın" deyince evet dedim bunu hakediyorum yapacak birşey yok...
Bu arada zaman ne çabuk geçti de benim duruşma tarihim 14 Nisan yaklaşıyor haydi hayırlısı...





Fotoğraflar Oryantiring II. gün...
Side...
Şiddetli yağmur...

2 Mart 2011 Çarşamba

Her oryantiring dediğimde ismiyle müsemma oryantal gelmesine pek alışkın, hafif yandan gülümseyip bakınız oryantiring; pusula ve haritayla en hızlı şekilde hedeflere sırayla uğrayarak, parkuru bitirme hadisesidir açıklamasını usanmadan yapan nadide bir kişilik oldum her daim...
Bu sporu 5 yaşından tutun da 60 yaşına kadar yapabilirsiniz...
Şimdilerde okullara ha girdi ha girecek...
Bu spor branşının en önemli özellikleri açık havada yapılması, ailecek bile yapılabilirliği, pusula okuma, harita okuyabilme yetisine olunması bütün bunlara ilave hedefler arası hızlı olabilme her birini bir arada yapabilme kazanımının bütünüyle taşınıyor olması gerekli...
Kafayı da vücudu da fazlasıyla çalıştırıyor...
Yağmur, çamur, kar, tipi, demeden yapılabilen bu branşta, uluslararasıydı bu yarış...
10 yaşında çocuklar, son iki gün çıkış hakemliğinde durmamla şahit oldum hatta yağmurla birlikte hepsini alıp eve götüresim geldi, len ne biçim analarınız var, bu havada elinizde pusula, harita, parkurda kaybolur musunuz, başınıza birşey gelir mi, nedir bu, bak terleyip üşüteceksiniz, durun sırtlarınıza havlu koyayım hissiyatını uyandırmakla birlikte, o çocukların parkuru bitirmelerine de varış hakemliğim sırasında şahit olunca vay be dedim bizim kız da gece uyuduğunda ağzı açık kalsa cereyan edip üşütür işte böyle dedirtti...
Yapması da görevi de gayet zevkli olan sporun nadir bilinirliği insanı üzüyor...
Bakalım meslektaşlarım okullarda oryantiringi sevdirip yaygınlaştırabilecekler mi sorusuna da kesin bir şekilde evet diyesim geliyor...
Birinci gün titreyen göl mevkinde oldu yarış denizin gibi dalgalar uğultu o rüzgar beynimi patlatsa da parmaklarım sonlara doğru donup kalemi oynatamasa da o mis hava ortam değiyor işte her şeye...






1 Mart 2011 Salı

Efendim Hoşbulduk...

Dört günlük yoğun ötesi hakemlik vazifemizi tamamlayıp bizim beyle, evimize kızımıza kavuştuk çok şükür...
O kadar günün yokluğu, yorgunluğunun poşetlerinin dökümü yorgunlukların sıyrılmasının zamana yayımı sonrasında şahit olduğum, tarihin tekerrürü blog kapatımı hadisesi...
Yalnız içim ferah hale yola konacak herşey...


22 Şubat 2011 Salı

Var oğlu Var...

Üzerime aldığım sorumluluğu illaki yapmak zorunda olan "ben" için, blog işi de yazamadığım zamanlarda aklımın hep bir kenarında, sanki maaşlı işimmiş de ne yazsam dediğim hatta  hergün bugün ne pişirsem derdiyle kıvranan kadın gibi ben de kıvranıyorum sıklıkla...
Bazen aman moralim sıfır ne yazacağım şimdi mızıldanarak ya da pür neşe haydi keyfini çıkarayım, ne yazılır ki hop hop altın top, bu ne toparlacık bir hayat diye, hani çok sevinirsin de yiyemezsin birşey, çok üzülürsün yine yiyemezsin birşey tarzı bir durum işte...
Gezdiğim gördüğüm, yediğim içtiğimi de yazmak baaak ben nerelerdeyim kimlerle nasılım diye de olacağından ondan da imtina ederim...
Velhasıl bu ara internette dolan dur, yarınki seyahate kafanda hazırlan ha seyahat demişken zat-i aliniz oryantiring hakemi... Hem de ayıptır söylemesi ilk hakemlerinden... Bu arada oryantiring için önden buyrun... Lütfen siteyi inceleyip özellikle çocuklarınıza bu sporu sevdiriniz, kendiniz de seviniz zira ailecek yapılacak doğayla iç içe şahane bir outdoor aktivite... Ayrıca İstanbul' daki dinleyicilerimiz için de IOG çok sağlam işler çıkarıyorlar...
Bu hafta sonu çok özlediğim oryantiring için çalışabileceğim hem değişiklik olacak bizim beyle, hem iş...
Hazır duyuru ilan tahtasına döndürdüm durumu bir de hani "internette indirim sitelerine gün geçmiyor ki bir yenisi eklenmesin" vallaha bu tırnak içi cümleyi bilerek isteyerek yazdım hep okurdum kullanmak bugüneymiş :)
Bir yenisi daha eklenmesin dedim eklenmiş tertemiz yeni bir sayfa açmış gibi çeşit çeşit fırsat da indirim de...
O zaman buyrun buradan da kendilerine...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Olmak istemediğim senaryonun istemsiz oyuncusuyken; bir anda peydah olan, umarsız bir "çığlık", eli ayapı kesip, kalbi kütleten...
Sonrası karanlık, nedensiz...
Üzerinde durulması abes, saçma sapan uydurma belki ama yine de gözden yaş getiren, içi küçüklüğe/gençliğe döndüren, eski sevgiliye özlem gibi ağlamaklı, burada bu halde olmamalıyım dercesine çırpınan kuş olsam varsam gitsem...
Gelince değişen birşey olmamış, dağınıklık devam, yarım bırakılmış bardak, toplanmamış sofra, dağınık yatak...
Cam aralık kalmış, perde uçuşuyor...
Ahengi bozmadan, yarım bırakılanlara inat, tamamlamadan çırpıp kanatları uçup gittim sessizce, farkedilmeden...
13.02.2011
23:00


17 Şubat 2011 Perşembe

Tencere Dibin Kara...

Yazılabilir anlarla yazılabilinemeyen anlar arası; bloga gireyim aklımdaki cümle de uçmasın dediğim anla, yeni kayıta tıklayınca sayfanın açılması  arası aklımdakilerin uçması kadar kısa...
Günlerin kısacık olması etken belkide meydanımın boş kalması yoksa kimseye bırakmak niyetinde olduğumdan değil...
Açık vermek gibi olmasın, acılı şarkıları yazdıran nasıl yaşanılanlarsa, acılı yazılanlar da aynı gibi, her zaman olmasa da...
Koca koca ayları devirip dönüp arkaya bakınca, aslında devrilmemişler de yerinde durmuşlar, yanlarından biz devrilmişiz gibi...
Aşılmış, yeni boyutuna, ayırdımına varılmış hayatın seyri, benim uzun cümlelerimin arasındaki satır sırları gibi...
Ambalajında gizli madinar durumu...
Mutluluğun resmini "çizen", o küçücük kanepeye üst üste yerleştirdiği ailenin, yüzlerindeki sıcacık, paramız yok ama bakın ne kadar da mutluyuz ifadesi, benim evimde başka bir karede vücut buluyor...
Demek ki mutluluk puding pişen tencerenin dibine çöreklenmekmiş diyor hem çeken hem buraya yerleştiren...



10 Şubat 2011 Perşembe

Kendimde çok bir matahlığı olmayan aksine kutlamalarda hala utanan sıkılan,  sevdikleriminkinde olunca daha çok heyecanlandıran sevindiren...
Babamsız bir ilki daha yaşadığım ama inadına şu içimdeki haylazı şımarığı hiç kaybetmeyecek büyütmeyecek olmam...
Ömrümün yiten bir yılını daha kovalıyorum...

9 Şubat 2011 Çarşamba

Gözlüksüzdü bakılan zaman, bakılan yer...
Bu kez tak bakalım belki açı değişir...
Mevzunun üzerine konuşmalı mı?
Konuşmamalı mı?
Yoğurdun sarımsaklanıp da mı saklanacağı yoksa sarımsaklanmadan mı saklanacağı olsa keşke bütün herşey...
Bakınca sonuna, çıktığı yol belli aslında, düşülse ne, kafa yorulmasa ne...
Asıl o yolun ilerlemesinin olmaması, ne arpası yol almak namümkün senin de bildiği üzere...
Heyhat! Yol alınmasa da, gidilmese de, alttan akıyor, yanlardan gidiyor, kendin de gidiyorsun sanıp bir bakıyorsun ki -muş gibi yapmışsın...
Halk arasında "yalandan eşek olma" pekala da bunun adı...
Birbirine öylesine sirayet etmiş ki, öylesine girift ki, ayırması da, ayrıştırması da, üzerine konuşması da, ayıklaması da, hay anasının taaaaa ..................
İlacı olan başına sürsün, karanlıkken aydınlığa çıksın, olmadı aslında kafayı kaldırıp sudan çıkmak kafi, o zaman nefes alırsın tabi almayı unutmadıysan...


"Fotoğraf : Onur Kıratlı"

7 Şubat 2011 Pazartesi

Küçük Yaşta Katil Oluyorken...

Pazar günü Rengin' i tribünden izler ve raketle topa her vurduğunda sanki Sharapovaymışcasına sevinirken...
Zamanında beni de annemin 19 Mayıs Stadyumundaki yüzme havuzunda debelenirken tribünde izlediği aklıma geldi...
Gerçi annem de suda her çırpındığımda, benim gibi ağzı kulaklarında sırıtıp hatta uzaktan alkış filan yapmıyordu tabi  -duygularını göstermez yavru ceylan-  belki içi çoşarken dışardan metanet abidesiyim yine de aferin kızıma ama içimden diyecek..
Hiç unutmam, kursun daha ilk on dakikası filan, kenarda sıradayız sen teknikten bihaber hoca devir hepimizi suya...
Tabi ben ne yaptım, can havliyle elimin altına kim geldiyse ve Allah ne verdiyse can derdine düşüp kurbanın kafasına bastım ki dışarı çıkabileyim...
Seneler sonra dersini alıp da bu işin öğretim basamaklamalarını öğrenince belki de beni daha küçükken katil yapabilecek hocama da sevgilerimi gönderiyorum, yaşıyorsa Allah ömür versin değilse Rahmet eylesin diye...


4 Şubat 2011 Cuma

Coştum Yine Dalgalanıyorum...

"Düşün düşün boktur işin" özlü sözünün doğruluğunu, yazı yazarken anlıyor insan...
Düşününce bir halt olmadığı gibi, yazı filan da çıkmıyor meydana...
(Bu "meydana" biraz bastırarak meyaneli okunursa)
Hadisesi nazik yazı yazmanın; düşünülesi değil...
Düşünmeden yazınca sanki, merdivenin üst basamağındaymışcasına, hızlıca iniyorsun ikişer ikişer...
Bir de tarzını belirlememiş, her telden dıngırdatan şarkıcılar gibiyim...
Bazen evdeki kıytırık işi yazıya döküp, bazen kendimce yazıyorum canım ucundan dedirtecek karalamalar yapıyorum...
Kime hitap etsem ki acaba, ayırdımında değilim ayrıca...
Karşımda hayali arkadaşım varmış gibi mi süzülsem...
Yoksa kürsüden mi bağlansam canlı yayına...
Sarıyorum baktım da satırın başındaki özlü söze...
Aman savur kendini yazan, dıngırdat gitarını her telden...

Bir de o sonsuz yolculuğa en yakın gidende; 2008 Ekim sonunda tadıp, delicesine düşkün olduğum babaannemin gidişi neticesi, vücudumun rutin aylık çalışmasının uzun bir süre sekteye uğramasıyla patlak veren üzüntü patlaması...
Babamda bir numara olmaması sonucu "Allah Allah bak mukadderat deyip kendimi nasıl da hazırlamışım hiç birşey olmadı aylık düzende" deyip hatta babama hiç üzülmedim mi? deyip kendime hafif yollu kızmam...
Vücudumun üzüntü dışa vurumunun vadesi geç gelen hediyesi gibi saçımın tepe kısmının açılmasıyla vuku buldu sağolsun...
Şöyle alnımdan bakınca gayet muntazam olduğuna kanaat getirdiğim kafa derim maşallah aymanaçık ortada...
Hayır avuç avuç diye tabir edilen ele gelen saç kılları uyandırmadı da beni uzunca bir süre...
Arık demir almak zamanı gelmişse zamandan deyip bir hal çaresine bakmak icap ederin üzerinden, tesadüfe bakın ki kızkardeşimin arkadaşının kızkardeşi de aynı dertten muzdarip olunca onun çaresine başvurmak acilen elzem oldu...
Ekrandan siparişler verildi şampuanımız kokmayanından sarımsaklı elimde fakat yıkarken buram buram kokusu geldi de Allahtan sonrasında kokmuyor...
Sonrasında haftada iki gün kullanılacak iki saat bekletilecek yağımız elimizde...
Bugün itibariyle yağlanıldı bekletilindi...
Eğer kökler tümüyle ölmedilerse umut var yoksa seyreltiyi ört bas etmenin çaresi, eldeki avuçtakini toplamak, kalanları bir arada tutmak ve yine en kıymetli kalanlara şükretmek gereği akla kazındı...

3 Şubat 2011 Perşembe

Herşey Tamam mı?

Piyanonun ayarı...
Odanın sıcaklığı...
Ya kemanın akordu...
Ya da sabaha evi, kokusuyla çoşturacak olanın malzemeleri...
Diğerleri mi; içindeler, sırayla gelecekler, bekliyorlar sıralarını...
Belki de hiç çıkmayacaklar...
Çünkü çıkanlar öylesine baskın ki; diğerleri üvertür kalıyor, assolist olmaları gerektiği baş tacı edilmeleri gerektiği halde...
Yazık oluyor ondan sonra yitenlere...
Yalnızlık senfonisine hazırlanan orkestranın boş sandalyeleri gibi...
Adı yalnızlık ya, şimdi orkestranın elemanları desem olmayacak, hani neresinde yalnızlık olacak...
Halbuki en acısı kalabalığın içindeki olan değil miydi?
O değil miydi en çok can yakan...
Bu orkestranın alamet-i farikası, sandalyelerinin boşluğunda...
Salonun aralık kapısından arsızca süzülen rüzgarın ıslığında...
Belki cereyan yapıyor, belki yolu budur, kapansalar ya, ikisinden biri ya da her ikisi de... Bitmeyecek ki oksijen korkulacak ne var...
Bilakis, o kadar temizlenecek hava, o kadar bollaşacak ki, senfoninin ortasında sandalyelerin hepsinden doluymuşcasına yükselen, ne nağmeler dökülecek üzerlerine...


Pronto! Toz Alacaktık...?!

Anneyim, çalışan kadınım, ablayım, evladım, en nihayetinde ev hanımıyım...
Hepimizin ev işinde sevdiği, sevmediği kalemler var...
Ütü yapmaya bayılırım mesela, iyi açan şöyle deliler gibi buhar fışkırtan bir ütü olsun saatlerce yapayım...
Sonra...
Bulaşık yıkamak, o su akınca benim de beynimdeki kabuk akıyor sanki, üzerindeki kara kabuk...
En en en sevmediğimse, fotoğrafla alakadar toz almak...
Deliririm, bir de üzerine sevmediği ot burnunda biter gibi, sen git mobilya "venge" ol...
Alıp da arkamı döndüğümde yine üzeri silme toz olur mu?
Olur, bunun iyi al, kötü alla alakası yok...
Genellikle yukarıdaki ürünün sprey şeklinde olanını da kullanmakla birlikte, en çok kullandığım olan köpek kuyruğu kıvamındaki ürününü, sen firma benim ülkeme getirme artık...
Neden?
Nedendir, işe yarayan bir üründen mahrum edersin ki bizi...
Firmayı aradım, sizin gibi herkes isyan ediyor arıyorlar deyip üzerine ekliyor hanımefendi tüm iyi niyetiyle, yurt dışında tanıdığınız varsa getirtebilirsiniz...
Tövbe de getirtmem...
Sen benim ülkemden sakın malını, sonra ben ülke ülke dolanayım...
Getirirsen yurduma alırım yoksa da eyvallah...

1 Şubat 2011 Salı

Anne - Kız / Anne - Kuma


Rengin Hanımla evdeyiz tatil boyu...
Bana da çok iyi geldi uzun süre evde olmak alışkın olmadığım ama özlediğim hayal gibiydi şimdi masaldayım...
Fakat Rengin sen neymişsin annem yaw...
Bir saç saça girmediğimiz kalıyor gerçi bunların da sonu hep gülüşmelerle sonlanıyor da sanki benim yaşımda bir kumam var karşımda her lafa cevap herşeye bahane...
Anında...
Havaların karlı buzlu olmasına aldırmadan dışarı çıkıyoruz hanımın canı sıkılmasın hava alsın diye...
Yaranamıyoruz yine de...
Zor cidden...
Ama evde hayat şimdilik çok tatlı küçük hanımla da...
Tatil menümüzün giriş bölümünde; bir tanecik teyzemizin doğum gününü kutladık, yaptık pastamızı, aldık elimize gittik ona...
Dönüşte karlarda oynadık...
Pinokyoya gittik bayıldık...
Sonra gazetenin verdiği kitapları aldık, vay be dedik kırk kitap, kırkı da birbirinden güzel kitap...






28 Ocak 2011 Cuma

Karneler Elimizde...

İlkler işte böylesine heyecanlı, böylesine büyütülüyor...
Gerçi bana kalsa büyütecek birşey var mı? 
Var tabiki de, ilk karne ilk heyecan...



Üniversite diploması olsun inşallah...

27 Ocak 2011 Perşembe

Neler Diledim Neler...


Şimdi bitirdim Universiade 2011 Erzurum Kış Oyunlarının açılışını...
Hem kurumum düzenledi ona bir göğsüm kabardı, hem de o kadar gösterişli ve güzel bir açılış oldu ki...
Tabi açılışın bu kadar şahaneliğini hakeden en büyük unsur da Anadolu Ateşi dansçıları, kaeografileri dansları...
Hey Allahım dedim içimden nasıl bir memleketim var, nasıl bir mozaiktir yaşadığım yer...
Kültürü, dansları, insanları, yüzyıllarca nasıl kardeşçe yaşanmışlığı...
Müziğimiz, hele sonra kabardım bir daha, seksen ülkede canlı yayınlandı ya açılış, demişlerdir dedim vay be ne ülkeymiş şunların danslarının müziklerinin danslarının çeşitliliğine bak şu ihtişama bak...
Tüylerim diken diken oldu, hele ki o dansların Mevlana işlenen bölümünde, o ney sesinden çıkan huzurun, semazenlerin danslarında vücut bulmuş haline...
Sonra dedim ki; kendi kendime yeniden, kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri olsa yine yurdum, GDO lu ürünlerle hiç tanışmasa, felaketler olmasa, orası burası parça parça özelleşmese, güneşli olsa içimiz hep, barış olsa, kardeşlik olsa...
Olsa işte...
Ha bir de konseri Tarkan' la Sertap Erener verselerdi de inleseydi ortalık...

Bildiğin Kocaman Komik Bir Aileyiz...


Gece okudum türbe mevzunu da oradan öğrendim sonra uzun süren bir telefon konuşmasında perçinleyip çınlattık gülmeleri...
Buradan buyrun, önden lütfen...