16 Ocak 2012 Pazartesi

Tabanları Patlar mı İnsanın?

Eşyalar için yaşıyoruz kabul edelim...
Al al al, önü sonu olmayan upuzun yol...
Her silkinmede, her yer değiştirmede bir o kadarı yoldan atılmasına rağmen yine almalara doyulmayan yaşam biçimi...
Annemle kardeşim ki özellikle kardeşim, atmaya pek meyilli aslında ne kadar haklı kendimiz taşınmıyoruz ki fazlalıklarımızı da uğruna yaşadıklarımızı der top edip taşıyoruz gittiğimiz yere belki de biz onların ardı sıra gidiyoruz...
Minimalist olmak lazım, her anlamda...
Şimdi atılanları görünce ferahlık sardı dört bir yanı...
Bundan gayrı ben eşyaların ardı sıra koyulmayacağım yola, onlar benimle gelecekler azı ve işe yarayanı...

15 Ocak 2012 Pazar

Kar, Temizlik, Belediye...

Seviyorum kar'ın dingin halini...
Yalın durumunu...
Her yanlar sessiz, tek tük arabalar yolda çabalıyorlar...
Daha dün hiç bir şey yokken ortada, sabah pencereden bir bakış baktım ki bembeyaz, hangi ara oldu dedim...
Gün boyunca da temizliğe eşlik etti...
Temizlik evet, dün "gün" adı verilen dostlar toplantımızın sonunda yorgun argın bünyeyi yatağa atıp bugün de taşınılacak evin temizlik günü olunca, amanın değmeyin keyfe...
Bir yanımda çayım, dizimde meydanım, bir yanımda bugünün gazeteleri...
Kimse beni kıpırdatamaz hiç bir yerlere...

Toplumsal Not: Ey Belediye!!
Yarın iş günü, herkes işine gücüne gidecek, belli ki buza çalacak hava dolayısıyla yollar pert...
Allah var, ne bir tuzlama aracı gördüm, ne tuzlayan bir çalışan...
Neyi bekliyor sunuz?
Yoksa tuzladınız da ben yalamadığımdan mı anlamıyorum...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Aşkın Ömrü...

Sahi kaç yıldı aşkın ömrü?
Bizim malum bedeviliğimizden...
Bir evde oturma ve o evle olan aşk süremiz, kendi aşkımıza zıt kısa sürüyor da, yerleşim konulu dizimiz reyting katakülliyesinden yayından kaldırılıyor...
Bu kez kanal değiştirmiyoruz, aynı kanalda iki kat üstteyiz...
Ondandır bende herhangi bir heyecan olmayışı...
Taşınmak için yayılma süresi on dört koca gün olmasından...
Bu ev nasıl der top edilecek sıkıntısına düşmeyişim...
Gergin tef gibi ortalarda dolanmayışım...
İki kat yukarıya taşınmayı hopbidi deyip gidecek sanıyor beynim...
Gerçi diğer göçlerden kolay olacağı şimdilik aşikar gibi...
Eh paragrafımızı yürekten ta derinlerden gelen bir temenniyle noktalamak da caiz olur kapanışa yakışır ...
Bundan sonraki taşınma kendi şahsi eve olur inşallah bütün isteyenlerle birlikte...

10 Ocak 2012 Salı

60'lar...



Hani kedileri evden, elden, hayattan çıkarmak için uzak diyarlara bırakırlar ya, akşamına sahibinden önce gelir eve hoş...
Beni de bırakın bu parçaların geçtiği yıllara, söz gelmeyeceğim...

Kanmaaam...

Gün içinde illaki bir kere yeni trend, ucuz tüketim fırsatı sunan siteleri dolanırım...
Bunlar önce birdi, eve geldiler nar gibi çoğaldılar...
Yalnız benim üzerinde durmak istediğim nokta, ilk zamanlarında gerçekten avantajlı olan ürünler, şimdilerde üzerinin çizildiği fahiş fiyatları ve çocuk kandırır gibi indiği fiyatın piyasada satılan hale gelmesi...
Başlarda cazip hale getirmek için ciddi ucuz tutulan ürünler şimdi piyasanın iki katı fiyat verilip de üzerini çizip vay bakın nasıl da indirim yaptık denmesini kimse yemiyor...


9 Ocak 2012 Pazartesi

Yürek Dayanmaz...

 Hayır Hayır! Yaptığını iyi bir şeymiş gibi lanse etmeni istemiyorum...

Bunun on iki ay boyunca mutfağımda duruyor olması fikri, her geliş gidişimde, her başımı çevirişimde, her gözlerimi diktiğimde hele hele Mart'a...
İş yerindeki lakabımdı Dr.Oetker hakkını verdim tabi...
Yine de yapacaklarımın listesi şimdiden hazır kafamda...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Reklam Konusuna Geçemedim Bile...


Küçük ve orta ölçekli bir blog benimki...
Efendi efendi yazılan, arada fırtınalanan hayatı okunan, özünde içiyle dışı bir blog...
Sahibi evde otursa bile, çok gezen görünmeyen...
Şaşalı hayatım var anasını satayım, dert yok keder yok tey teeey, ultra hayatım var demiyor...
Çocuğum da akıl küpü, kocam nasıl da ilgili, süper de bir evliliğimiz var, kayınvalide, görümce sorunsallarım hayatta yok,  hepimiz bildiğin ruh ikizleri üçüzleri beşizleriyiz böyle birşey de yok..
B.k gibi de para ohhhh...
Peki hayatı başka tarafından gösterme çabası niye?
Bu pembeleşme çabaları bir nevi terapi mi?
Lan yaşayamıyorum bari -mış gibi yapayım...
Hasta eder insanı demedi demeyin...
Demiyorum ki donunuza kadar paylaşın, ben yaptım gerçi iyi birşey değil...
Malum sonra akbabalar arası geziyor şehir şehir bir de dost var, gibi görünen var, varoğlu var...
O zaman madem buralara geldik, mesaj vererek çekileyim huzurdan, reklam konusuna değinecektim blogdaki reklamlara ve onların akibetine...
O hal bir sonrakinde değinmek üzere hayırlı haftasonları...

5 Ocak 2012 Perşembe

Adım Mesut Soyadım Bahtiyar....


İkinci soyadım da kızgın...
Kızkardeşim Rengin' e kızınca "kızgın bamya" diyor, ben de anası olarak kendime paye çıkarıyorum durumum itibariyle...
Malumunuz hayat zor, işe girmek yerleşmek için tanıdık eş dost gerekirken, malk mülk sahibi olmak için de anadan babadan arka veyahut milyar milyar paracıkların kazanılması gereken günümüzde, bizde ikisi de olamadığından ev sahibinin bir evi, bize de hepsi diyerek yaşayıp gidiyoruz, sağlığımıza, varlığımıza ve bugünümüze şükrederek...
Günler ya kredi borcu ödemekle ya da arabayı satalım model yükseltelim, o da bir birikim olur, evin peşinatı olur,ardından sırtımıza bir de ev kredisi borcu bindiririz tey teyyyy deyip geçen ömürde, araya da güzel mutluluklar sığdırabildiğimiz yanımıza kardır tesellisini kahve fincanlarının yanında tüttürülen sigaralarda arıyoruz...
Bugünlerde bir kez daha idrak ettim ki, deveye diken, hakkaten de insana da ne gerekiyorsa yapandan lazım efendim...
Ne kadar iyi niyetli, Allah'tan korkan, merhametli, karşı tarafı düşünen desturda bir duruşunuz olursak ki bu biz oluyoruz, duruma inat her seferinde de burnunuz saplandığı çamurdan çıkmıyor...
Arkadaş, bu kadar düzenli kirasını, yakıtını ve bilimum ödenecekleri zamanında ödeyen biz ki hiç tevazu gösteremeyeceğim, namütenahi mülk sahibinin açtığı ya çıkın ya da kirayı arş-ı alaya çıkarın şeklindeki isteklerinden adliye koridorlarına bir de bu cihetle gidiyoruz...
Hayır ben zaten o koridorlarda halen yürüyorum, Ocak ve Şubat aylarında yine geçeceğim de, bir de ev sahibi kiracı kombiniyle boy gösteriyoruz ki bıktık gayrı...
Tez tarafından, bütün kiracılarla birlikte içinde bize de, gönlümüze göre hayırlı bir ev dilerken, bizim de bu sınavlarımızdan alnımızın akıyla geçmemizi Allahtan niyaz ediyorum...
Velhasılı Allah sevdiği kullarını sınarmış...

4 Ocak 2012 Çarşamba

Yılın dördüncü gününü geldi bile...
Bu da su gibi akıp gidecek belli...
Soğukların el ayak kaldırmasına izin vermediği günler, karlara bastığımızda hart hurt sesler çıkaran bir dönem hoş şehrin içine doğru kardan eser yokken bizim oralar kar-buz...
Rengin'in burun akıntısından, öksürüğünden geçilmediği eve, kendimizi zor attığımız bizim de hafiften arada burnumuzu çekip hapşırdığımız bu zamanlarda aileye yeni katılacak bireyin gelmesinin merakı sararken ortalığı dingin açık bir hava esmekte...


Adamı paylaşamamışız yalnız...

2 Ocak 2012 Pazartesi

En Tatlisi...


Benim meydanı izlemeye başlayan blogları mutlaka ziyaret eder, ilgime göre bir iki sayfasına mutlak bakarım, kafama uyarsa ben de takipçisi olurum...
Geçtiğimiz hafta gördüm sağolsun ziyaretine istinaden bakıp da sayfaları arasında kaybolduğum bir blog oldu kendisi "Umut Sepeti" ...
Peynirli keke can verecek kadar severim, her gittiğim yerde dener, beğendiğim yerlere dadanırım...
Enteresandır yapmaya hiç cesaret edemedim gözümde büyüdü hep...
Fakat Umut Sepet'in de görüp de denenebilir düşüncemle birlikte yılın son günü soframızın en tatlısı oldu bir anda...
Kendisine teşekkür ederken, yapımına bakmak üzere sizi oraya yönlendirmek üzere adresini buyrunuz...
TIKKKK...

30 Aralık 2011 Cuma

Bu Seneyi...



 Reno'yu okuldan almama bir kaç saat kala, anneme uğrayıp iki kızkardeş-anne, kahve keyfi yapıp fallarımızın dillendiği izin zamanımdan...













                                                     Hafta sonu derslerimizi de bitirdik...


Ey vatandaş! sizlere kıtlık gününün saatini yarın bildireceğim...
Marketlerin kasalarına abanmaya devam edin...
Bu nasıl iştir mirim, bu nasıl bir tüketim şuursuzluğudur...
Bu nasıl bir büyütmedir bir gecelik zevki...
Senenin volesini otomobil satışlarında nasıl Ford vurduysa, süs püs, aksesuarda voleyi de Boyner vurdu zannediyorum...
Birçoğunuz da gördüğü üzere, diğer mağaza vitrinlerindeki süslemelerde bile bu mağazadan alınma ürünler var...
98'di yanılmıyorsam bizim ilk ağaç süsleme dönemimiz...
Annem çok meraklıdır böyle işlere, o zaman böyle süsler gırla gitmiyor memlekette, bir Beğendik'te var ağacı, üç ayrı lambası, bilumum süsleri... Bir araba dolusu da para etmişti...
Çok ciddiye alır annem böylesi işleri, ağaca özel koca bir saksı aldı, içine parktan üşenmedi çakıltaşı topladı, ağacı içine oturttu filan, ışıklar yandı...
O zamanki hevesle ışık filan iyiydi fakat yine de bir yılbaşı oldu ho ho ho coşalım, eğlenelim durumu yok bizde...
Babam hep serbest çalıştığından, hiç bir yılbaşı yemeği yenmedi bizde efendi gibi, geceyarısı geldi eve hep, bizim yılbaşı geceleri de başbaşa geçti annem, ben, kardeşim şeklinde...
Hatta bir keresinde, çok eski bir kız arkadaşım, ben, annem almıştık ellerimize içecekleri, çerezleri, Star tv de İbrahim Tatlıses konseri var, damardan damardan, efkarlıca, bağıra çağıra eşlik etmiştik, öyle tamamlanmıştı misal o gece...
Bir dışarı çıkayım coşkusu olmadı, sandalyenin tepesinde, gecenin ilerleyen saatlerinde üzerimde iki beden küçük geleceğini hissedeceğim, eşofman rahatlığını asla vermeyecek kıyafet, saç, makyaj, gürültüden bir müddet sonra karnımda vuracak davul sesleri...
Neyse her sene hazırlandı o ağaç, nefasetini yitirmeden, sonra Rengin hanım sayesinde bizim eve tayini çıktı...
Bu sene nedendir bir el değmedi ona, onu hazırlamaya, Rengin' de hatırlatmayıp, üstelemeyince ağaçsız kaldık çok birşey kaybetmeden hatta sabaha anlamı hiç kalmadan...
Velsasılı...
Noel/yılbaşı günlerinin şaşasını yaşamadığım, yaşayana ses etmediğim, yarının esnafa hayırlı bereketli geçmesini temenni ettiğim bir 31 Aralık...
Böylesi manidar günlerde yüzü gülen esnafın, işletmecinin, satıcının, işportacının işi gücü rast gitsin her gün tabi...
Zaten Noel Baba adam olsa evlere bacadan değil efendi gibi kapıdan girerdi...
Dolayısıyla günü gözde büyütmemek lazım...
Yukarıdaki fotoğraflar renklerinin arasında kaybolduğum, annem kasasında beklerken benim etrafı tırtıkladığım, öncesinde öğretmenimize hediye baktığımız anne kızhalimi , çıkışında da en küçük kızımızı okuldan almaya gittiğimiz bir gün oldu, dolayısıyla iznimin de son günü böylece bitmiş oldu...

29 Aralık 2011 Perşembe

Yapmayın Etmeyin...

İlkokuldayken hepimiz öğretmenlerimizden çılgınlar gibi korkardık...
Şimdinin çocukları nerdeee, kafa tutuyorlar artık... 
Bizler o korkunun altyapısıyla mı artık, şimdi hayata atıldığımızda sesimizi çıkaramıyoruz gayrı haksızlıklara, bilemiyorum...
Umuyorum ve de ümitliyim şimdinin kendine ultra mega güvenen çocukları küstahlık çizgisinin ötesine geçmeden haklarını savunabilsinler bizler gibi olmasınlar...
Ne çok isterdim bulunduğumuz bizati sıkıntısını çektiğimiz, ekonomik anlamda yurdu saran sarmalayan sağanak halindeki maddi imkansızlıkların ceremesini hep birlikte çeksek...
Vatandaş olarak bizler çekiyoruz eyvallah da, büyüklerin tabiriyle" iki taş bir baş" 
(alelacele,yangından mal kaçırır gibi) geçen vekil zamlarının hatta emekli vekillerin bile, bu şekil bir artışta bizlerin maaşları %4 lerde sürünsün...
Oysaki bizler de gidiyoruz düğünlere değil mi?
Bizlerin de zaruri harcamaları var...
Makam araçlarını sizin seçtiğiniz gibi değil de, evimize alacağımız araçların kredi faizleriyle cebelleşiyoruz, altımızda daha kiradan kıçını kurtaramamış evlerimizde otururken, dünyanın en pahalı arabasını almak ve onu dünyanın en pahalı benziniyle kullanmak durumunda kalıp kırk yılın bir başı evimize giren dünyanın en pahalı etiyle beslenememek durumunda kalıyoruz...
Emekliler günlerce ekrana yapışıp ağızlarına bir parmak bal sürüldükten sonra kabı geri çekilen intibak yasasıyla helak oldular ki yakinen biliyorum annemden...
Bizler gözünün içine baktık ki aman memur maaşlarında azıcık hareketlenme olsun diye...
Peki bunun için sokakta bu işi protesto etmek isteyen ama gözüne gözüne biber gazını yiyen, sürüklenerek götürülen halkın vatandaşın suçu günahı neydi ki...
Hiç mi sesimizi çıkarmayalım, hiç mi tepkimizi koymayalım, hepten mi mal olalım...
Yapmayın o şu bu değil ekmek kavgası hepimizin kavgası...
Evet sonuna kadar desteğim bu konuda sesini çıkaran olmasını istemeyenlere; vekil maaşları danışman maaşları ve faiş zam arzusunda olan bütün zamlara karşıyım...
Adalet adalet adalet bütün isteğimiz budur...
Kurumlararası maaş dengesizliğini çoktan geçtik geçmesine de, yapmayın Sayın Cumhurbaşkanım etmeyin kabul etmeyin maaş artışlarını...
Çekilen sıkıntıları başlar ortalar arkalar hep birlikte çekelim ya da sefasını hep birlikte sürelim...
Hoş bu artışın geçmesi halinde de paranın kişilere ne hayrı olacak ki bunca insanın üzerinde üzüntüsü ve gözyaşı varken...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Senenin Karıştırması...

Bu sene geçmedi geçti çok fark etmedim açıkçası...
Asıl senelerin en kötüsüydü 2010...
1 Eylülünde babamın gidişinin ardındaki fevriliklerimin neticesi adliye koridorlarındaki serüvenlerim onların ki hala bu seneye hatta ve hatta önümüzdeki seneye sirayet eden durumları...
Bu sene babamın gidişinin üzerimizdeki feci ruh halinin sıyrılması değil de tene hepten nüfuz etmesi gibiydi...
Kalbe çöküşü, çayın dem alması gibi belki de hart diye bıçağın saplanıp yerine oturması, geminin çipasını suya salıp hiç oradan ayrılmaması benzetmelerinin yeterli gelmeyeceği bir durum hasılı...
Bu senenin suyu hoplatan fırtınasını senenin ikinci yarısında yaşayıp, sonucu belli bahse gerek yok derken durumun dinginleşmesi adeta süt liman olması en şaşırdığım ve alaşağı olduğum mevzusu...
Sonrasındaki bu bendeki bezginlik kaynaklı durgunluğun kendi tabirimce demi almam sonucu gözlerimin bir başka bakması başlıca kazanımım...
Babamın gidişine hep içimizden döktüğümüz gözyaşının aradaki dışa vurum krizlerini de saymazsak öyle böyle geçti işte...
Çift sayıları sevmemin 2012 ye duyduğum sempatinin sebebidir diyerek kendi hanemle birlikte bütün haneler için dileğimdir ki huzurun çokça yaşandığı, bereketin bol olduğu, sağlık sorunlarının yaşanmadığı, gönüllerin hep hoş olduğu, sevdiklerin sevilenlerin gülüşlerinin duyulduğu, hayırlı mutlu nice seneler olsun...
Allah kalplerimize göre versin bütün istediklerimizi...

27 Aralık 2011 Salı

Neden...

Neden annem kadar dayanıklı değilim güç anlamında?
Neden illa izinliyim diye evi tepe takla, köşe dip temizlemeliyim...
Neden gözümün gördüğü yerleri değil de sadece... elimin ermediği yerleri de yapmalıyım...
Neden bir günümü de boş boş kanepeden kalkmadan, kitaptı, internetti harcamayayım...
Bu kadar nedenin arasında yine de kendi çapımda evet çapım ne kadarsa acayip bir nirvanada durduğumu hissettiğimden mütevellid temizlikti oydu  buydu şuydu çok önemli mi?
Oysaki herşey öyle temiz öyle naif seslerin içinde öyle sakin...
Ivıra zıvıra oyalamayınca beyni, yavaş yavaş hissedince kötülerin yukarı çekildiğini gökyüzünde kaybolmak üzere...
Formül de belliymiş tilkilerin kuyruklarını komple kes kurtul...
Ne diyelim şükür bolca...
Oh be!

26 Aralık 2011 Pazartesi

Etiketi Bol...



Sıcak ev, huzurlu ev, evcil ev...
Bir evde hissettiğimiz olumlu duygularımıza verdiğimiz isimler...
Doğduğum ev olan babaannemin evi benim için bu anlamda sayılabilecek bütün "en güzel" lerin toplandığı hane...
Huzurhane...
Kimi evlerde bariz soğukluk vardır, iter sizi kapıdan dışarı hafiften...
Eğreti kalırsınız, üzerinize giydiğiniz gömleğin dar gelmesi gibi sıkar sıkar, fırtlar oranız buranız...
Bugün ben öylesi "iyi" bir evdeydim, ilk gittiğim zamanki hissettiğim aynı duygular baki, hatta bir ara dedim ki burası benim evim gibi...
O burası benim evim gibi olan evde, bugün karanfilli-tarçınlı çayımı yudumlayıp, iki saatin nasıl geçtiğini anlamadığım, bolca yüzümün güldüğü, en sonunda minik adamımı, sporcu güzel Su'yu gördüğüm ve her zamanki gibi kütüphanesini tırtıklayıp kendi sıcacık evime döndüğüm şahane bir öğleden sonrayı noktaladım...
İki genç kızın romanı nı okumuştum ama net hatırlamıyorum da, uzun zaman önce okuyup da hala ara ara aklıma gelen romanın sahibinin, yukarıda bahsettiğim evin kütüphanesinden tırtıkladığım iki kitaptan biri şimdi okuduğum "Ali İle Ramazan"
Yazarın bir diğer kitabı kalbimi asıl delen, sözünü edeceğim...
"Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?"
Kitabı Dost Kitabevinden başka yerden alamıyorum...
Yerini yurdunu bildiğim, kitapların raflarını tanıdığım ki özellikle küçük Dost' tan bahsediyorum...
Kitabı elime alıp sayfalarını şöyle bir üfürdükten sonra, arka kapağı okuyup kitapla aramızda duygusal bağ kurup o elektriği aldım mı o kitabı okuma da al koynuna sarın yat...
İç sesi de dedi ki an itibariyle; keşke de insanların da arka kapağını okusak, sayfalarını savurttursak anlasak bilsek onları...
Neyse...
Zamanı evvel zaman diyeceğim bir vakitte okumuştum 2007 de ilk basım, ben de üç aşağı beş yukarı o zaman aldım desem epey oldu...
Ve bugün bile aklıma gelen hikayesiyle, sayfaların birbirini kovalamasıyla, hele hele sonuyla, koşarken birinin elinden tutup seni sürüklediği gibi nefes nefese kalışınla...
Kötü bir huyum da okurum her bulduğumu; yazarını da unutuyorum yeri geliyor konusunu da unutuyorum...
Biliyorum kötü huy kabul ama kimi kitaplar da yer ediyor...
Bu kitap konusuyla yer etti ama yazarı uçtu gitti... 
Bugün de "Ali ile Ramazan" ı kütüphanesinden alınca Deniz' den, bir baktım ki "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? (2007)" ...
Ali ile Ramazan'a bir başka sarıldım şimdi...
Bu kendini büyük görmek değil tabi ki de ama bu kadın benim gibi yazıyor, benim gibi düşünüyor, içimin ısınması etkilenmem de ondan kelli...
Velhasıl aklınızın bir kenarına bu dediğim kitabı yazınız okuyunuz...
Tabi Ali İle Ramazan' ı da es geçmemek lazım...
Şimdiden biteyazıyor...

sonradan ek: kitap bitti, boğazımı, yüreğimi yaktı geçti...

25 Aralık 2011 Pazar

Okumak Cahilligi... Eseklik ....

Anlamlandıramadığım hayat olgularından bir tanesi de insanları titrlerinin insanlıklarının önüne geçmesi durumu...
Adın önüne konan kısaltmaların, kişinin kendinde ve dalga dalga etrafındakilere ağırlığını yüklemesineyse sinir olmamak içten değil...
Sen bana mı okudun behey insan evladı!
Ben senin diplomana göre ya da derecelerine, cv ne ya da her neyse ona göre ilişki kurmayacağım ki...
Büyüklerimizin söylediği herkes iki metre beze sarınıp gidecek işte neticede...
Veya ünlü düşünür facebook duvarları ne der, oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya girer...
Ee o zaman titri kabarık insan evlatları niçin insanlığınızın üzerini "san" larınızla örtmeye çabalar sınız?
Yitirdiğiniz değerleriniz yetiştirdiğiniz çocuklarınıza da sirayet ediyor sonrasındaki nesil al başına ...... ve buyrun cenaze namazına...
Hani mevki makam sahiplerinde de öyledir ya koltuktan kalkana kadar, kalktın mı senin de kaba etin diğerlerinin oturduğu sana göre basit sandalyede yerini alacak...
Dileğim odur ki; okumanın cahiliyeti aldığı eşekliğinse baki kalmadığı yetişkinlerle dolu yaşanılası yer ve ilerleyen nesli...

23 Aralık 2011 Cuma

Uzungil...

Marketteyim, ne alacağım hakkında bir fikrim yok dolanıyorum, hal böyle olunca da lüzumlu lüzumsuz herşey kucağımda...
Akşam menüsune göre de yanına alınabilecek bir Rus salatası yakışır diye düşünürken üzerinde de "Uzungil" ibaresini görünce önce bir şaşırdım...
Yılların şeker, lokum, helvacısı meze işine de girdi demek! hımmm şaşırtıcı... Yine de denemeli diyerek kucağımdaki yerini aldı...
Eve gelince dıştan ye beni dedirten görüntüsüne aldanıp bir çatal vasıtasıyla tadına bakmamla geri dışarı tahliye etmem aynı zamana tekabül ediyor...
Dedim bir mail atayım bu ne patateslerin hali havuçların hali dalından koparılmış da yerini almışcasına ham kıtır kıtır...
Sağolsunlar hemen cevap verdiler mailime...
Meğersem işin rengi başkaymış...
Bir başka firma ürünlerini Uzungil ismiyle piyasaya sürüyormuş...
Hayda biz de marka güvenilirliğine aldanıp çiğ ürünlerden oluşan derlemeye para veriyoruz...
Sizin de aklınızda bulunmasını tavsiye edip Uzungil yetkilisinin cevaben gönderdiği maili aşağıya yapıştırıyorum...

"Rengin   hanım elimden geleni yapıyorum konu en kısa zamanda yargıda
olacak zaten  internet sitemden duyurmağa çalışıyorum  fakat marka
bilindik geçen beğendikte idim karı koca helva alacaklar dinledim izledim
gitti uzungil yazan helvayı aldı merak ettim sordum durumu anlattım başka
ne alayım dedi abdurrahman tatlıcıdan şu aşamada şaşma yada bulayhan al
dedim tabi ikiside yoktu genede ben uzungil alayım dedi elden ne gelir
markayı kulananlar eski nazar marketlerin sahibi meze imalatı yapan çatak
gıda çankırılı ihtar çektim 1 ay dolmak üzere bu arada bloguğunuzu gezdim
sizde dilerseniz bu yazıyı yayınlamakta serbestsiniz ."

22 Aralık 2011 Perşembe

Müsait Bir Yerde...


Hepimiz biniyoruz dolmuşa...
Çok sık binmesem de bilmediğim bir yere gideceksem dolmuşla  sorup öyle biniyorum...
Üst sokaktan geçeni oluyor, yakınından geçeni oluyor,tam önünden geçeni oluyor...
Sorup biniyorum da ne oluyorsa sanki...
Soruyorum "şurdan geçiyor mu" "geçer abla" haaa çok geçti aynı şehirde bıraktığına şükür...
Geçende oldu kuşbakışı yakını dedik evet yürü yürü bitmedi...
Bugün de aynı şey oldu, dolmuştayım adamcağızın biri durdurdu şurdan geçer mi dedi yahu en yakın geçeceği yerle "o yer" arası en az 600-700 mt şimdi yok amca binme desem şoförle kapışma ihtimalim var iki ucunun tıkalı olduğu durum... 
Peki şoför ne dedi, tahmin etmesi hiç de zor olmadığı üzere "geçer ağabey" diye cevapladı...
Geldik biz o geçer denilen yere! Şoför durdu adam bu mu geçer dediğin yer dedi ben hastayım nasıl yürüyeceğim diye gitti...
Çok lazımı olmayan biri de arkadan biraz da yürü hava güzel amca...
Haydaaaaaaaaaa...
Ben bu durumda bu gibi şoförlere ve bu son derece lüzumsuz insanlara acil şifalar diliyorum başka da birşey demiyorum...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Greve Gel...

Bugün sağlık sektörü grevde...
Konu her ne olursa olsun insanların mesleklerinde sektörlerinde olan haksızlıklara (kendilerine göre) tepki vermelerini en tabi hakları olarak görüyorum...
Hak olarak görmediğimse halkın bu konudaki aymazlığı...
Vatandaş hastalanıyor acil servisler ve acil müdahale gerektiren durumlara zaten grev dışı...
Onlardaysa bir heyheylenme bir debelenme...
Arkadaş dur bir rahat bırak da adamlar seslerini çıkarsınlar ne yazık ki ağlamayana memenin ucunun dahi gösterilmediği memleketimde ses çıkaranın da başına geleceği önceden kimse bilmiyor...
Durum öğretmen meslektaşlarım için de geçerli bu adamların yaptığı işin ulviliğini kimse anlamıyor ona yanıyorum...
Doktorların kazandığı paranın vatandaşın çenesini yormasından, öğretmenin yok bilmem kaç ay tatilinin milleti germesi gibi saçma sapan konular dışında kimsenin mantıklı düşündüğü yok üzülüyorum...
Cahilliğe, doğru düşünmemeye üzüntüm...
Siz ki anneler, çocuklarınıza yeri geliyor hafta sonu dayanamıyorsunuz, sizin çocuğunuz muadili bir sürüsünü önce susturmak, oturtmak ve sonrasında kafalarına birşeyler sokmak için didinen -ki özellikle ilköğretim öğretmenleri için bu dediğim yakinen yaşadığımdan- öğretmenin yok tatili, yok şurası burası...
Branş öğretmenleri için de aynı şeyler sonuna kadar geçerli...
Doktorlar deseniz, adamlar senelerini veriyorlar okumak için, bir tus sınavına bütün ailelerinin boylarınca kitap defter çalışıyorlar, meslek devamlılığında sürekli araştırma halindeler, bırakın da bir zahmet çok kazansınlar kimene oturup beraber mi yiyeceksiniz kazancını, bırakın da haklarını savunsunlar...
Bırakın da bir gün hasta bakmasınlar...
Bizler millet olarak, o kırılan yen altındaki kolu daha da kırmayalım da, hep beraber olup her meslek için iyileştirmelere destek olalım, onların yanında olalım, boş bedava konuşmayalım...
Şapkalarımızı koyalım önümüze naçizane, neyiz ne değiliz, insanlığı nereye götürüyoruz, vicdan, merhamet, anlayış, tahammül, ideal, manevi durumlar gibi daha nice soldurduğumuz bu değerleri yeşertip yaşatalım...

20 Aralık 2011 Salı

Yıllık İznin Yaşanılır Güzelliği...

Devlet kurumunda çalışan çoğu annenin yaptığı gibi bir miktar izin kışa hazır edilir...
Yavruları hastalanır ihtiyaç hasıl olursa diye...
Benim gibi de izni bir sonraki seneye devredilmeyecekler, izinlerimi kimselere yar etmem, kullanır kırar bacağımı otururum evimde derler...
 Alınır izinler, uzun oturuş pozisyonu alınır, kahve yapılır, tv ye saldırılır, dergi, gazete, kitap, internet, dolanılır da dolanılır...
Yavrunun okul bitiş saati gelip de, okuldan alınıp eve gelindi mi bitmiştir o keyf...
Şimdilik aklımda dinlenmenin yanı sıra çekmece dolap temizliği var...Var olduğuyla kalır gibime geliyor, her izinde öyle bir heves gelir sonra kendiliğinden söner sonra da vay be zaman ne çabuk geçtiye bağlarım...
Yaşasın tembellik...