20 Ocak 2011 Perşembe


İnsan 37 sine ramak kala hala yeni yeni büyüyorum der mi?
Yuh derler adama küçül de cebime gir...
Burnum boka batmadan hiç birşeyi anlamayan ben, anca işte diyorum kendimce...
Hiç bu kadar başıboş hissetmemiştim kendimi, başıboş ve bir o kadar huzurlu...
İşin babam kısmına girmiyorum hiç, kanayan acıyan tarafımdır çaktırmadan...
Uluya uluya ağlayasım olduğu zamanlarda, kendimi tutmam hala dirayetli durmam ya da Allah' tan korkmam konusudur beni frenleyen...
O konuya girmeyeyim hem zaten yarın nasılsa babamla dertleşme günüm...
Anlatıyorum anlatıyorum bir de yeri yeri yol kenarında, öyle mal gibi kendi kendime konuşuyor olmayayım diye tutuyorum kitabı önüme ki sapıttı olmayayım diye...
Hatta bazen o kadar oluyor ki sanki o sormuş da "haaa annem mi bu hafta gelemedi babacığım, biraz rahatsızdı ama selamlarını söyledi" şeklinde kendi kendime diyalog yapıyorum...
Hayırlısı...
Diyorum ya hayat başıboş ama huzurlu, arada şetyan azapta gerek misali kaşınıyorum sonra durduruyorum oyun işte benimki...
Bu ara zamanın dörtnala geçme durumuna dumur olmakla iştigal ediyorum...
Allah Allaaaaah okul açılmıştı açılacaktı derken işe bak hele sen, geldi ara tatil...
Bak haydi Cuma geldi yine...
Otobanda araba sayar gibi...
Hayat öylesine başıboş olunca yazacak birşey de hasıl olamıyor gibi...
Oysaki çok var da hangi satırın arasına ne sokuştursamın derdi...
Bu arada 3 Aralık 2010 itibariyle, lan ben bunu içemiyorum galiba nasıl da kötüymüş aslında tadı tuzu dediğim parmaklarımın arkadaşıyla 91 senedinden beri olan aşkımı sona erdirmiş ve halen devam ettirmiş bulunuyorum kendime şaşarak...
Arada iki gün tek tük içtim, ruh halinin cozutmasından...
Tabi yine de keskin konuşmuyorum, "bıraktım" değil benimki "içmiyorum" sadece canımın istemediğinden yoksa çok da elimi atasım da yok pakete, iyi böyle...
Bir de içimde bir huzur, bir rehavet, hayır olsun, çok alışkın olduğum durumlar değil malum...
Sonra diyorum ki en sevdiğim özdeyişle...
Amaaaaan koy g.tüne rahvan gitsin...
Efendim sevgi, saygı, selamlarımla...
En güzel günler geceler sizlerle olsun...

18 Ocak 2011 Salı

Ses Ses Deneme...


Süregelen olan biten tüm aykırılıklara, bu kadar sessiz kalan bir toplum olmamıza inanamıyorum...
En çok verginin alındığı, DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİNİN/MAZOTUNUN/LPG sinin kullanıldığı ülkemde, radyocu Nihat Sırdar' ın sabah 20:00 / akşam 19:00 da radyodan yağtığı EĞ(Y)LEMCE sine bile katılan insan sayısının devede kulak kaldığı ve buna rağmen devlet büyüğünün çıkıp da "benzinde vergi indirimine gitmeyi düşünmüyoruz" demesi...
Türkiye'nin en pahalı ulaşımına sahip şehrimin sakinlerinin, bu konudaki sakinliklerini muhafaza etmeleri...
Can babamın uğruna neredeyse öldüğü Galatasaray' ın, taraftarının protestosu için meşhur kuş cıvıltılarının olduğu paylaşım sitesinde protestocular için bir bakan danışmanının ve İstanbul'dan Sporla alakadar birinin (yanlış olmasın) neredeyse ana avrat düz gitmeleri...
Sürekli haberlerde gazetelerde çıkarıldılar hergün imzaya gelmeleri gerekirdi ama kaçmışlar ne yapalım anafikirli durum...
Eğitimin ve sayın bakanının dengeleri ve buna mukabil sistemin dengesizliği...
Bu nasıl memleket yahu diyebilen kişilerin azınlık kaldığı herkesin kendi kuyruğunu kurtarma derdinin hasıl olduğu...
Yazılası nicelerinin olduğu halde sadece EDEP YAHU! denip kestirip atmam gerektiği...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Meleğime Selam Ederim...

Geriye dönülesi iş yapmıyorum şükür...
Yaptığımın yaptıklarımın ve hatta içine edip batırdıklarımın dahi her daim arkasındayım...
Ayrıca her zaman olacağım neden olmayayım ki; yapıldı bitti gitti "hesabı sorulmadan..."
En çok da bu bloğu açmamadır sevincim, başıma türlü maceraların gelmesine ve devam etmesine sebep meydanımı, haşarı çocuğum gibi görüp, daha bir şefkatle sarılıyorum her açtığımda kendisine...
İnsanlar seyahatte bir de gecenin bir vaktinde tanınırlarmış ya ha bir de borç verince...
Benimkinde de meydanımın ortaya çıkışından sonra diye bir madde daha eklemem lazım...
Artık türlü okuyanım var en zengininden en çeşitlisinden...
Kimi sıkı sıkıya takip ediyor, hakaret unsuru var mıdır, sonu davalık olur mu diyen...
Kimi tanıdık, akraba, talukat, eş, dost, düşman, arkadaş, konu komşu, mahalleli bizden bahis açmış mı, ne sokmuş ne demiş diyen...
Tey teeeeeyyyyyyy bu kadar uzun boylu değil ki...
Bu kadar tereğe çıkarılası değil, altı üstü önü arkası sağı solu aynı...
:)
Tanıdım, salağa yatıyoruz devam onu anladık ama hayat devam...
Babamın o son zamanlarında iki sefer başıma geldi ufak bir kriz sonrası kasılıp kilitlenip kalmam...
Ama sakın demiştim, sakinleştirici, depresan çözücü yok, neyse yaşanacak kanırtsa da delse de öldürse de...
Evet öldürüyor acısı her geçen gün şekil değiştirip deliyor çok özlüyorum inanılası anlatılası değil...!!!!!
Fakat nicelerini içsem zannetmiyorum ki meydanıma yazdıklarımın verdiği etkiyi versin...
Ben ne kadar kendimi afişe etsem de, şuyum buyum, adım soyadım budur desem de kimseye yok zararım, olsa da suçsa da çekerim efeler gibi müdanam olmaz kimselere...
Sade ve sadece kaderimizi yaşadığımıza inandığım kağıttan, yalandan dünyada vakit doldurmak gaye...
Yoksa gerisi hırslar, insanlık dışılıklar, komiklikler, zavallılıklar ah yazıklar...
İnancın bolluğu, kalbin arınmışlığı, insani vasifların artımı, mesele bu yeğen...
Gerisi debelen dur, herşeye rağmen tren bütün istasyonlara uğraya uğraya, ömrü yetenleri bırakarak, yeni katılanları yanına katarak ilerlemeye devam ediyor çuf çuf...
Bu arada kendisinin beni okuduğunu bugün itibariyle öğrendiğim Meleğim, sayıca çok teyzelerimin içindeki gözdeme çok selam ederim...
Çok güzelmiş kimselere selam gönderebilir miyim demeden heyt selam gönderesim var teyze bu selam sana gelsin demek...
Bu merhaleden sonra demem o ki; nazarlara gelmeye Allah bugünleri aratmaya...

 Aynı haltın lacivertiyiz işte en nihayetinde...


Süreçte ekler...


 Sonuçta süslü ekler...


 Yalandan kağıttan işte hayat dediğin, bir "püf" de yıkılası...


 Yıl sonundan...


Dijlemin inceliklerinden...


Hamdolsun...

13 Ocak 2011 Perşembe

Sonunda; kuaförün demesiyle kemerinizin üzerine geliyor uzunluğundaki rapunzel saçlarımdan kurtuldum...
Tadına doyulmaz bir kahvaltının ardından Rengin' i okuldan aldıktan sonra gittik beraber, Rengin hanımın kuaförü Fatih ağabeye...
Annesi kuaförü boşlayalı yıllar oldu, kızınınkiyle takılıyor...
Sıramı beklerken kahve alır mısınız arzına kayıtsız kalamayıp daha bir saat bile olmamıştı halbuki içeli diyen iç sesimi elimin tersiyle ittikten sonra gelen kahvemi höpürtdetmeye başladım...
İki bayan oturuyorlar karşımda, birini gözüme kestirdim bu dedim kesin fal bakar...
Arada esiyorlar ya bana öyle...
Fakat kadına da gidip sende fal bakan tipi var denmez ki...
Kapattım fincanı sıra bana geldi derken Rengin benim fincanı aldı eline...
"Anneciğim neden açtın" dedim "ona teyzeler bakacaktı..."
Götürdü birine uzattı yavrum, o da gözüyle bu teyzeye ver dedi benim bu kesin bakar dediğim kadına...
O da benim fincanı okumaya başlamasın mı?
Daha faydalı şeyler esse arada olmaz mıydı?
Neyse Allahtan iyi şeyler söyledi de...

9 Ocak 2011 Pazar

Olsa Ah...


"Keşke" nin kardeşi gibi "olsa iyi olurdu"...
Olsa iyi olmaz mıydı yeniden şekillenseydi...
Eskisi sağlam olsaydı da, bugün olunmasaydı...
Satır araları bu kadar dolu, içleri bu kadar içli olmasaydı...
Derinliklerdeki cevher bu kadar bastırılmasa, bu kadar üzeri kapatılmasaydı...
Eskisi gibi, olduğu gibi, olması gerektiği gibi...
Ne çare ki bugünü böylesi yaşamak, bir sonraki sahne ne olaki diye merak etmekmiş, kader...
Sağlık olsun ne yapalım haydi diyebilmek ne basitmiş oysaki; ne değerliymiş...
İtibar etmediğimiz nüanslar ne kadar, olsa iyi olurlarmış...
Pişmanlığın olmadığı, "olsa iyi olurdu" ların bu kadar yoğun yaşandığı, boyundaki taşın en büyüğü, atlamaya hazırlanırken köprüden, ardına baktığında gördüğünün aslında bekleyeninin taştan da büyük olduğu...
Geri dönerken arkanda bıraktığına nelerden geçtiğini, ne uğruna neler verdiğini ve hala fedalarınla alamadığın ödüllerinin arasında nasıl koca bir dağ olduğunu...
Kestirip atma lüksünün olmadığı, enine boyuna, bütün çizgilerin kumaştaki bütün irili ufaklı desenlerinin sayısı kadar atlanmaması gereken önemli husus olduğunu...
Hepsinden önemlisi de koy ..tüne rahvan gitsin demek ahhhh bu kadar mı özlenesi...


7 Ocak 2011 Cuma

Cuma...

Cuma rutinimi yaptıktan sonra elime geçen her materyal bundan böyle benim için performans ödevi baştacıdır bu da benim düsturumdur artık diyerek başladım macerama...
Etkinlikten bihaber olan ben, sunum denen gösrellikten sürekli sınıfta kalan şahsım için çul çaput, parlak ışıldak ne bulursam kenara atıp da zamanı gelince kenardakilerin hiçbirini hatırlamamam ve ihtiyaç harici elime geçince de tüh tüh tüh bak bunu kullanaydım dövünmelerimi çok kez yaşamış, her seferinde ganimeti toplu bir yere koyup arada kolaçan edecek ve ne olduğu envanterini çıkarmaya karar vermiştim...
Benden bir nane olmaz da neyse, en azından kararlılık gösterme karesine kafamı bir sokayım görüneyim istedim kadrajda...
Rengin okula başlamadan seneler önce daha performans ödevlerini nasıl yapacağımın vay yandımına düşüp, ilk veli toplantısında öğretmenin: "Performans ödevlerini velilerin yapmasını istemiyorum, siz sadece malzemeleri tederik edeceksiniz, biz burada yapacağız" demesinin ardından kendimi öğretmenin kollarında hay elini ayağını öpeyim bırakın beni şeklindeki hayalimden sıyrılıp neşe içinde geçiriyorum günlerimi...
İş yapmaktan ziyade sadece malzeme toplamaya gelince mutlu mesut geziniyorum...
Ömrü hayatınızda hiç "örüntü" diye birşey  duydunuz mu?
Ben duymamıştım lakin öğrendikten sonra bir havalı söyleyişim var ki anlatırken Rengin' in matematiktan örüntü performan ödevine incik boncuk bakacağım şeklinde saçımı savurarak yaptığım kendini beğenmiş tavırım öğrenene kadar ki bakışlarımdaki pus perdesini açık artık...
Bu kadar uzun cümle girizgahını geçecek olursak; ben bu Ulus semtini artık çok seviyorum...
Evet artık diyorum eskiden ruhundaki o dokuyu bilmezdim; Ulus' u anlatan kelimelerin kifayetinden bihaber gezmeden önce...
Şimdi o kelimeleri yaşıyor, o havayı solumayı seviyorum...
Yalnız benim naçizane akıl dışı ki birkaç kişide ortak noktamın çıktığı enteresan bir huyum var...
Ulus-Hal bölgesi, Sobacılar Çarşısı-Sulu Han- Konya Sokak civarı kalabalığın önce vatandaş ,sonraki evrede karınca şekline dönüştüğü o durumda; ben biraz zaman geçince böyle bir etrafa bakıp dolaşınca, hele de yalnızsam, ben de bir tatlanma, bir şekerlenme, bir şuur kaybı, bir mallık, bakışlarda donukluk, kulaklarda bir uğuldama peydah oluyor...
Hani biri gelse, koluma girip "haydi evladım" dese, alsa götürse "amca sen zahmet buyurma ilaçlı gazozumu içtim de geldim" diyeceğim o derece...
Bu hani her yanında elektirik kabloları geçiyor ya meşhur alış veriş  merkezlerinde, "canım evet evet aptal olmamak kabil değil oralarda gezince her yanlar elektirik" durumu demek bende hem içerde hem dışarda mümkün...
Velhasılı Sulu Han' dan boncukları, Anafartalar Çarşısı'ndan düğmeleri aldıktan ve SGK sıkıntımı halletmek için Rüzgarlı Sokak' daki SGK binasına ilerleyip 35 dakika beklememin sonunda tam üç dakikada sorunumun hallolmasından sonra, tam iş yerine dönmek üzereyken yine aheste başım şiş, bir bakayım ki caddeye çıkmak isteyen sokaktan dönerken uzunluğundan mütevellid maşallah manda kasa tır, sen en köşede Renoult Clio'yu da çiz geç, geçemedi tabi kaldı mı öyle ,zaten sağlı sollu park eden arabalar bekleşenler de cabası ve asıl cabası seyredenler...
İnerken bekleşen arabalardan birinin içinde co-pilot kabininden biri adres soruyor vatandaşa, o safımda anlattı anlattı uzun uzun el kol şurdan dön burdan dön canhıraş verdi kendini tarife...
Kendine geldi bir; "ama" dedi gidemezsiniz ki tır arabaya çarptı, yol kapalı"
:)


6 Ocak 2011 Perşembe


Bugünü bu hatun yazmış, üzerine söylenecek tek laf gülmekten çatladığım...
Hayır Allah' ın işine karışılmaz ki güzellerim ;)

5 Ocak 2011 Çarşamba

SGK nın 170 Yardımı...

DSCF1628


İnsanın başına gelince öğreniyor sonrasında çözümü illaki var...
Bugün bir tıp merkezinde bir randevum var gidiyorum kayda bilgisayar başındaki adam soruyor ssk çalışan evet hep kendinizin miydi? Evet, yok şöyle mi böyle mi...
Derken öğreniyoruz ki muhasebeyle edilen telefon görüşmesi sonucunda benim herhalde yeni yıldan ötürü müdür bilinmez SSK daha doğrusu SGK kaydım aktif edilmemiş...
Hayır bir devlet kurumunda çalışmasam özel sektör olsa tamam olabilir diyeceğim ama nasıl titizleniyorlar biliyorum hepsi arkadaşım o birimdeki...
Onlara telefon aç orayla konuş burayla derken bizzat gidip SGK dan halletmem gerekiyormuş...
Eve geldiğimde internet sayfalarından baktım bakmamdaki amaç da tamam gideyim de hangi birimine gideyim o birimde hangi semtte acep?
SGK nın sitesinde bize ulaşın kısmında 170 şeklinde bir numara görüp hayde bre deyip salladım oltamı o tarafa...
Karşıma çok kibar bir beyefendi nasıl yardımcı olurum diye...
Ben de olanca kibarlığımla durum böyle böyledir bana sevabına gideceğim şube daire ismi söylerseniz filan deyince biraz bekletip bana en yakın adresleri sıraladı...
Sen benim gözler dol sesim çatallan!
Adamın neredeyse elini eteğini öpeceğim hemen hallettim ulaştım bilgiye diye...
Çok kolay işlemmiş fakat benim anlamadığım her ay SGK ödemesini düzen üstü titizlikle çalışan kurumum ve hala nasıl bir sistem hatası verir ki koskoca SGK beni aktif bellemez?
Demem odur ki SGK ile bir işiniz olduğunda 170 i tuşlayınız karşınıza size yardım edecek bir bay veyahut bir bayan muhakkak çıkacaktır...

4 Ocak 2011 Salı

Şu Fotoğrafları Hem Büyük Hem Kaliteli Yapma İşini..?



Çıktısında boncuğu ha bulduk ha bulacağız dediğim, nadide yavru Rengin, bitmek tükenmek bilmeyen hadiseleriyle beni oradan alıp oraya savuruyor desem iskontolu demiş olurum bile...
Kreşte de bir dönem Rengin' i almaya gittiğimde, yüzümü yerden kaldıramazdım, bugün kimi kaç çocuğu cırdı diye...
Sancılı dönemlerden kurtulduk oh dememize ramak kala daha o'su çıkmadan dudaklardan, bu sefer aynı durumu okulun neredeyse ara tatiline ne kaldı şunun şurasında dedirtecek süresinde hala vukuatlar son bulmuyor...
Hoş bıyık altından filan gülüyordum ama bu sefer yine gülmemde bir eksiklik yok...
Ne yapayım, arkadaşının yanağına sürekli kalem batırıyorsa...
Ne yapayım, anneanne her almaya gittiğinde Rengin'den kaynaklı şikayetleriyle bir sürü çocuk etrafını sarıyorsa...
Ne yapayım, kaprisleriyle öğretmeni çıldırtıp en sonunda artık kendi ne yaptı bilinmez, tuvalete gitmesine izin vermeyen öğretmenine "aptal" diyorsa...
Ödevlerinden hala bihaber, benim bunları yapmama gerek yok ben biliyorum deyip çekiliyorsa, hergün sürekli elimde telefon birilerini alıp ödevleri teyit etmek zorunda kalıyorsam...
Ne yapayım dünya balı kaymağı bir kızım var ve ben ona yapma etme dememe rağmen sözümü dinletemiyorsam ve bu yaşta böyleyse ileride ne olur endişesini taşımıyorsam!

Geçecek bu da bir dönem, yine ve yine ne yapayım sınıfta azılı üç öğrencinin arasında yerini kimseye kaptırmıyorsa...
Bunu böyle yazdım diye kızının yaramazlıklarına gevşeyen anne modeli anlaşılmasın tabi fakat ben bunlara ceza verdikçe Rengin' de artık öyle bir hal gelişti ki yapacağımı yaparım cezamı çekerim rahatlığında...
Ya da küsüyor ya da kapris yapıyor ya da ağlamaya veriyor kızsam bağırsam çağırsam kaç yazar...
Sadece duyarsız kalmakla, çok üzerine gitmemek çizgisinde düşmemeye çalışıp, arada kantarın topuzunu da kaçırmamak elde değile sığınan bir garip anneyim...


1 Ocak 2011 Cumartesi

Ne düşünürsem olan bir hayatım var ne enteresan...
Tabi enteresan olan vakası iyi birşeyin değil de olumsuzların olması...
Aklıma pıt diye anında gelen düşünceden sis perdesi sonrası vuku bulan hadisesi...
Ne zamanki düşünsem; tövbe bozulamaz dediğim hususun, daha dakikasında tepetaklak olması, alıştım mı, hayır tabi, naftalin kokan beynim hala düzgün çalışmıyor, ciddiyim...
Kendinden kaprisli, taktı mı takan, bir dakika da anasını tanımayan bir kız evladım var sonunu kestiremediğim...
Kalabalıkların içinde olan yalnızlığım ve ne kadar seversem seveyim ne kadar "olmaya" çalıştığım, çabaladığım, yırtındığım bir taraflarımı yırttığım durumum, tükürdüğüm yüze sürekli bakmak zorunluluğuysa çileden çıkaran büsbütün, olmayınca olmuyor işte...
Bir cesaret bir ilham beklediğim enginlere sığmam taşarım diyebileceğim...
Gelecek biliyorum desem hep gelir mi ki?

31 Aralık 2010 Cuma

Çok kabartılmasına karşı olduğum fakat koca bir dönemin kapanıyor olmasının, yeni başlangıcın sadece takvim üzerinde olduğu, yeni kocaman başlangıç için bütün blogdaşlarımın ve sevdiklerimin hanelerinde; önce sağlık, birlik beraberlik, huzur ağız tadı ve kalplerinden geçen temennilerin hepsinin hayırlısıyla olması dileklerimle...
Sevgiyle kucaklar sırtınızı pışpışlarım...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Doğa Dostu Yerli Malı Biokalem...


Hafta sonu okuduğum gazetede vardı...
Çok ilgimi çekmiş verilen adresten sitelerine girip nasıl edineceğimi sormuştum...
Sık olarak gittiğim Metro grosmarketlerden edinebilirmişim üstelik dikkatimi çekmemiş demek...
Mailde yazıştığım Step-pen' den hanımefendi adresimi yazdığımda bana örnek gönderebileceğini söyledi ve iki gün sonra da elime geçti kalemlerim...
Gerçi sağolsunlar kargoyu da karşı ödemeli göndermişler ya neyse :)
Kalemlerin en önemli özelliği mısır nişastası atığından elde edilen, biyolojik olarak doğada çözünen bioplastik hammadde, geri gönüştürülmüş karton ve toksik madde içermeyen mürekkep ile Ülkemde üretilmiş tam yerli malı kısaca doğaya dost yerli malı...
Kalemin kapağında KARAÇAM tohumu var nasıl dikime hazırlanacağı şekliyle açıklanmış ambalajında...
Detaylı bilgi için ÇIN ÇIN...
Bence çok şık ve düşünceli bir hediye alternatifi...
Herkesin bir dikili ağacı olması dileklerimle...

Taahhütname...

Suyu çekilmiş dere yatağı…
Kelimeleri de meteliğe kurşun atıyor yazacağı da kalmamış…
Venedik’te bir gondolda olsan, parmakların suyun içinde ,o giderken sessizce, istemsiz çekilse elin suda; şekiller yapsa, seyrederken sen onları, birikir mi kelimelerin, yerine oturur mu yoksa yine düşünür müsün?


Satırarası aydınlatması; ne olursa olsun BABA özleminin şiddetlenen nöbetleri dışında bin şükür oturan haller ve ışıltılı sopanın dövdüğü, meleklerin güldürdüğü bebeğin yüzü gibi aydınlattığı ve en önemlisi iyilerin olacağına olan inancın kudretli gücü, akıldaki planlar olması arzu edilenler yapılacağına taahhüt edilip sözler vesaireler....

22 Aralık 2010 Çarşamba

Gayd...

Geçen seneye olduğu gibi bu bitmesine az kalan yıla da iyi bir iş çıkarmış gibi davranıp aferin "sene" güzeldi hadi bakalım devamına şerefe demeyeceğim...
Neden diyeyim ki;
Geçen sene hastalığını öğrenip, bu senenin 1 Eylül' ünde giden babam için mi?
Ya da koca iki sene boyunca her mücadeleyi yalnız vermek zorunda kaldığım için mi?
Herşeye sırtlanmaya çalışıp bir de etraflıca! sürekli "içerden" darbe aldığım için mi?
Bütün bunların sürecinde hiç inancımı kaybetmeden sürekli babamın sağlığına kavuşacağını işlerin yoluna gireceği masalına inandığım kimseleri buna inandıramadığım için mi?
Ruhumu başka nasıl koruyabileceğimin başka yolunun olmadığını bilmediğim için mi?
Sürekli "iyi" olmayı, etrafıma da bu telkini vermeyi ve sonucunun gelmeyeceğini bilip yine de sabrın sonu selamet oyununun yarı tözekleyen, yarı yedek sırasında oturan oyuncusu olduğum için mi?
Bu yılı devirirken bir başkasına başlarken de; tabi ki rutin dilek dua isteklerin yanı sıra; dolasınlar istiyorum beni çelikten konstrüksüyonlarla...
Sinirlerimi kaplatmak istiyorum hatta, arada kısa devre yapmasınlar diye...
Öyle mıç mıç sevgi olsun, elleri çırpalım, el ele dolanalım, olumlayalım salaklıkları ki o ne demekse zaten, neşe verelim, kardeş olalım yok öyle dangalak şeyler...
Üzenlerden üzücü haber alayım sevineyim hatta öyle çoşayım havayi fişek patlatayım...
İçeri darbecinin artık performansını yitirsin şeklindeki temennim, biliyorum hiç gerçekleşmeyecek ama................
Kısmet.......

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ne diyeyim ki...
Sen büyüdün, ben büyüdüm, bir örnek saçlarımız oldu, anne kız gibi değil, iki arkadaş olduk...

17 Aralık 2010 Cuma

Nereye Baktığın Değil...

Nasıl baktığın mühim olan...
Hele ki o ucundan etrafından ışıltılar saçan o değnek, tepelerde dolaşıyorsa yağmur bir başka yağıyorsa...
Tatlandı mı diye bakmadan dibini de çok deşmeden...
Devam o zaman bakmanın şeklini değiştirmeden...


16 Aralık 2010 Perşembe

Kime / Kimine Göre...

Hayatı, kendisi gibi;
“kısa”
“basit”
cümlelerle yaşaman gerektiğini biliyor ama
“uzun”
“karmaşık zor dolambaçlı”
yolu seçiyorsan eğer……

14 Aralık 2010 Salı

Ömür Vefa Ettikçe Devam...

Can Babam, gideli üç ay on beş gün oldu...
Ciğerlerimiz hala kor, yanıyor için için...
Özlemin kemiklerimi sızlatıyor... Kemiklerimizi...
Allah kimseleri önce evladıyla sonra sevdikleriyle sınamasın inşallah...
Ateş düştüğü yeri yakıyormuş...
Babam, hani sen benim yazılarıma kızdın ya hep, hatta yazılarımdan adliye koridorlarına uzanan maceralarıma...
Ben böyleyim ki babam!
Bize şerefsizliği öğretmedin ki!
Pısıp kalmayı!
Cürmümüz kadar yer yakmayı!
Deli fişek olduk hep, en çok da ben, dünyaları yaktım sevdiklerimi üzenleri, kendim zarar görsem ne olur...
Ben canımı verirdim, veririm de...
Biz delikanlı olduk, dediler ya hep benden için, büyük erkek evladın diye...
Ondan efelendik herşeye, kedi gibi miyavlamadık, kıvırtmadık oramızı buramızı, burda söylediğimizi heryerde de söyledik arkadan konuşmadık, kimselere oyun oynamadık ALLAH'tan KORKTUK sadece ve sadece...
Kimselerin hakkını yemedik, kendimizi çok yedirdik; söylenenleri, karşımızda dönen oyunları bildik de bilmezden geldik yüzyüze gelmesinler diye utandık...
Zamanın birinde cebimi karıştıran elin sahibini sırf o utanmasın diye uyuyor numarası yapmıştım ya hani...
İyi de yapmışım, ne oldu ne kaybettik, onurlu davranmak, keriz yerine konmak mı değil, hiç değil...
Anlamıyorum, içine ettiğimin dünyasında herşeyin iki kuruşluk olduğunu hala insanların ANLAMAMASINI..?
Lan işte bugün varsın bir salise sonran ne olacaksın belli mi?
Ya da bugün sağlıklısın yarın kimbilir nerene ne olacak?
İnsanları kıranlar, arkalarından atanlar...
Oyun dümen peşinde olanlar...
Ah babam be; senin gidişini gördüler işte, bir varmış bir yokmuş...
Ne olacağım ben, ne hallere düşeceğim, köpekler gibiyim, namuzsuzum, ruhum pis, kalbim kötü, ben ne bok olacağım demiyorlar da hala devam eski düzene...
İşte babam ALLAH' tan KORKMAZLARIN yanılgıları işte...
İlahi adaletten bihaber olanların...
Halbuki görünüşte en dindar da onlar ne hikmetse!
Kalplerinin karası vurmuş yüzlerine haberleri yok, aynaları yalandan, net değil, hoş görse de pürnur sanacak yüzünü...
Beddua etmemem gerektiğini sen öğrettin bize babacım, hep Allah' a havale etmemiz gerektiğini, boşver dedin, hep zarar ziyan da görsek hayırlısı dedin...
Yine de her düştüğümüzde şahlandık, iyiliklerinin yüzü gözü hürmetine!
Geçenlerde Peygamber Efendimizin sahabilerinden birinin canı yanıyor açıyor ellerini "Allahım sen onların evlerinden ve kabirlerinden cehennem toplarını eksik etme" diyor...
Ben de bunu öğrendikten sonra diyorum ki sahabi demiş ben de derim...
Kızma bana babam ama üzenleri Allah' a havale ettik ya hep...
Arada attırıyorum bir de ilaveten, evlerinden kabirlerinden cehennem toplarını eksik etme Yarabbim!
İnsanın ciğeri yanınca oluyor be babam!
Binlerce kere şükürler olsun, senin gibi bir babanın evladıyım, senin gibi bir babam olmuş...
Kabrin Kur'an-ın nuruyla nur olsun Can BABAM!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Nereye Dayanacaksa!


Hiç bir ana arter kapalı değil ekiplerimiz çalışıyorlar yollar açık' ın bir kare sonrası meydanda otobüsün kayması arabaların birbirlerine girmesi...

Bir ağız dolusu söylenen "DÜNYANIN EN PAHALI etinin kullanımının daha harı sönmeden DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİNİN daha daha üste binmesi ardından yine biz az bile yaptık bir çok zammı yansıtmadık lafı...

Yumurtanın molotof zombırtısıyla bir tutulması protesto kelimesinin bile birçok cezaya kapı açmasını...

Hele Hele okullarda andımızın Milli marşımızın olsa da oluru olmasa da olurunun kulağı bu kadar tırmalaması duyulunca hayırdır inşallah ne korkunç kabusmuş dedirttiği...

HIRSIZ ÖĞRETMENLERİN hepsinin atandığı...

Daha da birşey demiyorum desen ne olacak ki...

Ye önünde konulanı işte ses etme!

12 Aralık 2010 Pazar

Senede Bir Gün...




Başka bir yerde uyandım bu sabah sanki...
Sabah telaşesi olmadan...
Hiç yaşamadığım, insanı sersem eden bir sürprizle karşılaştığım...
Hatta bir ara gözlerimi buğulandıran şükür iyi ki varsınız dedirten...






10 Aralık 2010 Cuma

Şimdilik İçmiyorum...

Duruşun düzgünlüğü "iç" in perişanlığını örtmeyi becerse de, böyle an geliyor "tık" diye atıyor atan, çok sürmüyor da...
Delip geçiyor, yok demek daha azalsa da bir nebze, yine tahribat epey ağır...
Bir de geçtiğimiz cumadan beri gelen bugüne kadar nikotinle bağımı koparmam artık tadı kötü deyip...
Aklımın ne manidar çalıştığının bir göstergesi sanırım...
Henüz açılmamış altı slimli paketimin daha var olması yarım paketin çantamda taşınıyor olması...
Canım istiyor bir ara, unutuyorum sonra nasıl birşeyse... Bıraktım sihirli sözcüğünü kullanmıyorum, içmiyorum bu ara demekle yetinen ruha büründüm... Gerçi Bizim Bey bu benim istemsiz, plansız eylemimi çoktan kutlama boyutuna taşıyacak ama o da temkinli kutsal Şubat ayında ödülümü alacakmışım pavlov' un denek durumumu var ki heyhat kutla coş şimdiden kim tutar seni hatta ver ödülü sen...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Aralar Dolu...

Sükuneti öğrenmek zaman alsa da, öğrenmenin yaşı yokun ardına saklanmak yine çıkar yolların en kolayı...
Küsmeyi unutmak mesela ya da o kadar çok küsüp içerdeki deponun dolu halinin dışarıya sükunetle vuku bulması bundan zahir...
Suların hakikaten bu sefer ciddi vallahi bak diye durgun olmasının ürkütmüyor oluşunun verdiği desteksiz güven...
Şaçların, içi boş olsa da, gür gibi görünmesi, tamamen gür ama ince telli ne yapalım, elimizdeki yemek bu, buna da şükür deyip kebap niyetine tüketimi...
Üzerine şu gidemiyesice Merkür' ün, geldi ha, gelecek ha, aman gidiyor derkenki dünya savurmalarını, hiç üzerime de almamaya karar verip el bile sallamıyorum ardından...
Satır aralarına gizlediğim ali cengizlerin haddizliği kelimelerle kıpraşmayı sevmemin neticesi yoksa bir numarası yok belki de..?

6 Aralık 2010 Pazartesi

Pahalı Olan Kaliteli...!!??

Kapanan dükkanları tabir-i caizze ekmek teknelerini gördükçe içim parçalanıyor daha da ileri gidip bunun ardından bir sürü de borcu olur deyip daha bir parçalanıyorum...
Böyle yine parçalandığım bir gün arkadaşım dalga geçmişti benimle sana bir yer açalım adı "Keder Ana" olsun, gelsin dertli anlatsın sana sen üzül direk onlara birşey kalmasın dediğinde aklıma da yatmadı değil hani...
Lüzumsuz düşünür üzülürüm...
Geçende Ankaramın tepelerinde konuşlanmış nicelerinden biri olan alış veriş çılgınlığı yaşanılan o büyük mekanda gezerken bir cafenin kapısına kilit vurulduğunu gördük...
Benim mekanizma çalıştı tabi tüh tüh vah vah...
Sonra bir hırslandım ben...
Kıyrıtık kahveyi kurabiyeyi bir dünya paraya sat, kirayı çıkaracağım, işçi parasını çıkaracağım, bir de müşterinin cüzdanına eziyet etmeliyimi ekle...
Sonra sürüm olmaz satış olmaz, sen de kapanırsın...
Ne olurdu ehven fiyatlardan satış yapsanız niçin ne kadar pahalı o kadar kaliteli imajı yaratırsınız ki?
Hoş bizim millet de garip...
Bu ucuz etin yahnisi ne iştir diye kimsecikler oturmaz da bakarsın...

2 Aralık 2010 Perşembe

Rehavet-i Diş...

Bir kocadır bir çocuktur insanı rezil eden diye keskin bir laf attım ortaya zamanında hala da arkasında dururum dimdik...
Fakat haklı mıyım haklıyım...
Okuyan şöyle bir düşünsün kocalarından çocuklarından olan durumları...
Benim kızım da bugün, anne kız gittiğimiz dişçiden, hesapta olmayan bir dolgu daha yaptırarak, bu gece dört, toplamda altı dolgu, üzerine bir de flor kaplatarak tarihe adımızı altın harflerle kazıdık...
Üzerine alışveriş mağazasının 22:00' de kapanmasını fırsat bilip, erkek barbie bebek niyetiyle girdiğimiz mağazadan normal barbie ve bilimum kıyafetlerini dizmek suretiyle hem diş ücreti hem bebeklerin ücreti derken mutlu mesut evimize döndük...
Kim kazançlı çıktı bu hususta derseniz de; kınalı kuzum renkli rengareğim benim çok dua edeceksin bize bir onu bilirim...
Derin bir ohhhh çekmeyi hakettim mi?
Çoktaaaan...

Matematik-i Duygu...

Sağanağın birden indirdiği, havanın puslu hatta karaya çalan durumunun akabinde gözleri kamaştıran alnı kırıştıran güneşin nereden nasıl peydah olduğunun farkedilmediği ama olsun be iyi ki de çıkmış işte sorgulamayı bırakalım dendiği ahval-ı hal içerisinde deveran ederken....
Bir de bakmışız ki "şekillerin yerine geldiği" ama "içinin boş olduğu bir durum" da yüzleri güldürmüş hatta güldürmekten öte tarafa ittiği öğlen arasının rehaveti şu saat olmuş hala uyku dolu gözlerimle mutlu ruhumun hissiyatlarının bileşkesidir...

1 Aralık 2010 Çarşamba

Diş Kabus II...

Dün gidildi nasıl bir gazla hem de, biraz erken gidilip Tunalı' da ufak bir yürüyüş için uygun park yeri de bulunduğundan ki en büyük sıkıntıdır ben hariç öyle bir torpilim var tık diye bulurum...
Anne, anneanne ve Rengin kızımız şeklinde yürüyüşümüzü yaptıktan sonra pür neşe girdik içeri hatta diğer doktor amca "nerede kaldın Rengin" deyince dönüp bana "bak ben sana demiştim geç kalıyoruz diye getirmedin beni erkenden" deyip saçının savurdu girdi içeri...
Ben de gerginlikten mütevellid tutan migrenim için ilacımı almış, saç savurmaya şaşırmış, anneme şöyle bir zafer bakışı fırlattıktan sonra üzeri tam bir dergi yığını olan sehpadan gözüme kestirdiğim bir tanesini alıp, kaykılarak oturduğum koltuktan gözüm derginin sayfalarında kulağımsa içerde derken............
Bir ağlama sesi, bir yeminler valla yarın geleceğimler, anneme sarılayım geleyim demeler, çişim geldi bak altıma kaçıracağım tehditleri...
Hemen telefona sarılıp çabuk gel şeklindeki babasını çağırmamın ardından, baba gelene kadar ellettirilmeyen diş baba gelince tamamlandı sonunda ama iki diş diye oturmuştuk, bir saat kırkbeş dakika sürünce on dakikalık dolgu, bir sonraki randevu perşembeye kaldı...
Şimdi yandım baba seyahatte, annem içim şişti gelmem ben dedi, kaldım mı ortada ama kutsal doktor ağabey-baba ve ben şartımızı koyduk, eğer yaptırmazsan anne kapıyı çekip gidecek kalacak o tek başına...
Tamam dedi ama nedense çok inandırıcı gelmedi...
Ha en güzeli de baba geldi yanında oturuyor bunun ağzında uğraşırken doktor, bizimki hala çenede:
"Bana dua oku baba acı çekmeyeyim"

29 Kasım 2010 Pazartesi

Başı Gergin Sonu Barcelonanın 5-0 lık Sevinci Gibi...

Bokunda boncuk bulduğumuz bebemizin, en korktuğum ve başıma geleceğini annenizin evlenmeden önceki soyadının bir ve ikinci harfini bildiğim gibi emin olduğum hadisenin başıma gelmesi durumunda ne olur diye düşünüyorken.................
Apartmanda bir genç delikanlı, sabahları sıkça karşılaşıp asansörle zemine inerken günaydınlaşmanın ertesi günlerde diş doktoru olduğunu öğrenmemizin akabindeki aylarda kendisine gitmekbugüne kısmet oldu...
Ben biliyordum abicim o kadar dedi bizim bey sen gelme diye yine kör talih beni götürdü...
Biliyorum bu zıpır hayatında oturmadı ki dişçi koltuğuna...
Bir tanesine oturdu ben de klavuzu kargadan olanın burnu boktan çıkmazmış misali nasıl bir doktor bulduysam seans başı para alan darphane sahibi bir kadın çıktı orada soyulup bir keresinde odadan ellerini alkış yapıp "dişin % 10 unu temizledim yaşasın" şeklindeki ifadesine bizim bey ile "eeee tamam devam edin" tepkimize "olmaz şimdilik çok iyi gidiyoruz" cevabına her seans ödenilen 75 adet Türk Lirası ödememize yeterin gari diyerek son verdikten sonra tövbeler tövbesi oturmadı bizim kız kimselerin koltuğuna...
Sedasyon dedik o da bir diş dolgusuna 500 gayme isteyince patır patır dökülsün, ben elimden geleni yaptım ama ya gece aniden ağrısı tutar da yersek kafayı şeklindeki takıntımdan kurtulamadan lafı da uzata uzata neyse efendim biz komşu doktorumuzun çalıştığı muayenehaneye uzandık hafiften...
Baktı doktorumuz hatta sabrı yüksek kutsal doktorumuz, bize beş adet dolguluk bir tablo gösterince ve hatta sol üstte iki azının ortasındaki nohut büyüklüğündeki oyuk için de içimizi açmadığı için kaskatı kesildim ben bir en baştan bebemin huyunu bildiğimden...
Hiç aman da benim çocuğum prenses deyip en güzel fotoğraflarıyla döşeyemeyeceğim etrafı çünkü derin duygularla dopdolu oldum Rengin' e karşı orada bulunduğumuz süre zarfında...
Efendim bizim yavru önce bir ağlama krizine tutuldu, heyecandan kaç kere çişe gittiğimizi hatırlamıyorum bile, sonra içi çıktı ağlamaktan sonra içi hakikaten çıktı istifra etti gözler belerdi anneeeeeeeeeeeeem diye artık ağlama ötesi sese geçti...
Sonra koltuktan " Anneme bir sarılıp gelebilir miyim?" şeklindeki defalarca denemelerinden ben hepten gerildim tabi...
Bir ara bizim kutsal doktora "sana milyonlarca kez yemin ederim yarın geleceğim lütfen anne gidelim"...
Kızım sen şaşırdın mı beş dolgu diyor bunlardan biri ana diş diyor çıldırtma...
Sen ne sabırlıymışsın ey doktor!
Allem etti kallem etti, bir ara ben lavabodan çıktım baktım dişi temizleyen aletin zzzzzzzzzzzzzzzt sesi sonra bizim çenesi düşüğün aaaa bak baba hiç acımıyor bu muymuş diyen sesi...
Sen benim içi bir boşal neyse koyvermedim kendimi sadece gözlerim doldu benim de içim çekildi onun gerginliğinden...
Öyle böyle bir dişi hallettik ama sanırsınız gökdelen diktik başta da dedim ya bokunda boncuğu bulmuşum kaybettirmesin Allah...
Yarın iki dişte anlaştık bakalım bitsin bir an önce yoksa ben biteceğim zaten ben daha çok korkarım dişçiden.....!!!!

23 Kasım 2010 Salı

Ne kasvetli, ne ferah ama ağır mı ağır...
Üst taraf sis bulutu yığılmış...
Kah sıkıyor aşağı inip...
Kah dağılıp yukarı çıkıyor, anlık ferahlatıyor...
Sis bulutu da sis değil sanki...
Bakınca jelatini açılmamış balonlar...
Konuşma balonları bunlar...
Bir balonda küfür günah...
Bir diğerinde başkası...
Fakat en iyileri patlamış, kenarda paçavra olmuş...
Geriye kırıntılar, yüzüne bakılmazlar kalmış...
Hani hepsi birden patlasa dağılsalar etrafa...
Seyreylesek cümbüşü, çeksek halayı...
Ya da buyrun son namaza deyip, merhumu nasıl bilirdiniz' e hiç sesimizi çıkarmasak..?

21 Kasım 2010 Pazar

Uğurlar Olsa...

Yağa da yatırsan
Bala da batırsan
Masal Dağının tepesinden Anka kuşunun geç ağzını, midesinden getirsen tılsımlı taşı...
Düzelesi durumun şartları zonkluyorsa daima müzmin migrenin şiddet tınılarıyla...
Yazık ki koşullar bağlıyorsa eklemlerin her bir yerini...
Yaş / saat kaçı vurursa vursun bekleniyorsa vurulması gereken o üç tıklı kapı sesini...
O zaman üç "hayır" la uğurlamak lazım gelir seni...

17 Kasım 2010 Çarşamba

Aşağıdaki Müstesna Tatlının Tarifi...

Her seferinde o kalburabastı değil dediğim ısrarla Hurma tatlısı o çığırtkanlığı yaptığım tatlımızın tarifi şu şekildedir...
1 yumurta sarısı
2 çorba kaşığı yoğurt
1 tatlı kaşığı elma sirkesi
1 paket kabartma tozu
250 gr eritilmiş ılımış tereyağı
1 çay bardağı sıvı yağ
Alabildiğince (kulak memesi kıvamında hamur için) un
1 su bardağından daha fazla rondoda ince çekilmiş ceviz
Şurubu için...
3,5 su bardağı toz şeker
3,5 su bardağı su
1 yemek kaşığı limon suyu
Malzemeyi bir araya getirip elinde olanlar kasnakta olmayanlar da rendenin yardımıyla şekil verip 180 derece fırında hafif pembeden biraz hallice pişirip, soğuk şurubu harı gitmiş tatlının üzerine gezdirmek suretiyle tatlınızı ağzınıza attığınızda darmadağın olduğunda hımmm sesinizi yavaştan çıkartıp yutunuz...
Unutmayalım bu kalburabastı değiiiiil Sivas Hurma tatlısı...

16 Kasım 2010 Salı

Yirmi saat bedava görüşmem var nasıl bir çenem varsa onun bile üzerine çıkıyorum çoğu zaman...

Misyonum var tanıdık tanımadık bende bedava saat var deyip yüzlerine kapatıp tekrar açıyorum...

Fakat mesaj çekmekten nefret eder halde, gelen bayram tebriği mesajlarına dönmüyorum sevmediğimden, iki laf etmek daha sevimli geldiğinden...
Hoş artık bayram seyran çok anlamlı da değil elbet hala içinden çıkılamadık ahvalden bir 42 numara daha da tepmese içeri içeri o ahval de kalmayacak da...
İnadına at gözlüğü, inadına ruhsuz, inadına umutsuz, inadına hayatı dar etme, inadına lan benim ruhum mutsuz seninkini de hallederiz abla....... ama savunma kuvvetli oyun kaç sistem olursa olsun...
Bayram konuklarının gelmesine saatler kala bayram kutlaması yapanlara, ruhunu hakkıyla teslim edip fiiliyete dökenlere eyvallah daha da mutluluklar artsın nice bayramlar görülsün aynı kadroyla temennilerimi bir borç bilir dilimde pelesenk şarkıyla giderim uzuuuuun ince yolumda...
Fotoğraftaki tatlı her bayram babamın ellerinden yediğimiz Sivas' ın meşhur Hurma tatlısı...
Bana miras kaldı şekil verilen kasnağıyla tarifi...
Arzu edene itinayla yazarım tadından yenmeyen ağızda dağılan lezzetin tarifini...

15 Kasım 2010 Pazartesi

Kabul etmek affetmenin en büyük erdem olması gibi bir durum sendeki...

Kabul etmeli mutsuzluğunun kendinden kaynaklandığını ve yaydığının da yansıman olduğunu...

Burnun yere düşünce korkma eğil almak için; korkma kimse tekme atmayacak kıçına ya da korktuğun her neyse başına gelmeyecek...

Büyüdükçe küçülmeli...

Hani başak da boy verdiğinde ağırlığından başını yere eğiyor ya onun gibi...

Tevazu sahibi olmak da kendi içinde barışık olmanın neticesi ya da vicdanlı olmak ya da merhamet sahibi olmak ya da anlayış ya da olgunluk ya da sorumluluk ya da ....

İş kendinde bitiyor, kendini dinlemekte, hep benim dememekte, kendi içinde mutlu olmayla bitiyor iş, şükretmekle, elindekiyle yetinmekte, olandan fazlasının istememekle, kimseyi eğip bükmeye çalışmamakla...

İş sende bitiyor evlat sende...






Küçük Adam Sana Diyorum' dan alıntı...

10 Kasım 2010 Çarşamba

2009' un Eylül başı sabahı...
- Canım kızım ben hastaneye gidiyorum...
- Hayırdır babacığım?
- Hani benim bir müşretim vardı ya internet bağladığım, o doktormuş KBB' de, gel bir de ben bakayım dedi...
- Gel bana uğra beni de al veya orada buluşalım yalnız gitme...
- Yok hemen halledip dükkana dönmem lazım...
- Peki babacığım ben seni ararım...




Ne kadar geçti aradan bilmiyorum...






- Ne çıktı babacığım haydi hayırlı haber ver...
- Kanser dediler kızım...
- ................................... nasıl dur nasıl karar verdiler hemen baştan anlat babam ya...
- Kübra baktı boğazıma, apar topar bölüm başkanına çıkarttı beni, o da baktı boğazıma bir sürü üşüştüler başıma hemen biyopsi aldılar ama iyi demediler...
- Dur babacığım ya yüreğime indireceksin daha sonuç belli değil ki bakma sen onların öyle dediğine...
- Dediler işte kızım neyse ben dükkana gidiyorum, annene söyleme sen biliyorsun sadece...
- Canım babam kalbini karartma dur bakalım ayın 18' ine var daha ferah düşünelim dua edelim olur mu babacığım...
- Olur kızım...






Hep Yaprak Dökümü' ndeki Leyla' nın babasının boynuna atılıp "Babacığıııım" demesinden işte...

Şimdi kalksan gelsen...
Hangi birimizin yüzü tutacak yüzüne bakmaya..!
Bir de çok güzel bir yazı var burada...

9 Kasım 2010 Salı

Lunaparkın edevatları korkutucu gelir bana, zevk alamam...
Bir keresinde gondola binmiştim hangi akla hizmet bilinmez en ortasında otururken bile tarifsiz duygularla inmiştim...
Yine bir keresinde balerine -yine aklıma ziyan- binip nasıl bir bağırmaysa bağırışlarımla çalıştırana ulaşıp durdurtmuştum..
Bir sevimli dönmedolap, bir parça içim ısınmış dururum kendisine karşı, sanki en üste çıkıp indiğimde herşey geçip gidecek gibi...

8 Kasım 2010 Pazartesi


Bir ANA var(dı), altı evladının altısının da ellerini bırakıp, ayaklarını öptüğü...
Bir ANA var, altı evladının da birbirlerine postalama derdinde olduğu...

6 Kasım 2010 Cumartesi

Haydi Rengiiiin.......


Sabahın hangi saati kalkılırsa kalkılsın "Günaydın Renginim" in ardından söylenen bu iki kelimeyi ben söylemekten, o işitmekten bıkmadı...
Bu da hanımefendinin işkencesi bana, kesin bilerek yapıyor...
Belki o da haklı, hafta sonu da dahil sürekli bir yerlere yetişme çabası ve onun olabildiğince oyalanması...
Haydi Rengin çabuk ol kızım bak kahvaltı edeceksin daha...
Haydi Rengin yüzünü yıkadın mı dişler haydiiiii...
Bir daha haydi Rengin dedirtme annem haydiiii...
Dişleri kontrol edeceğim hoh yap hani diş macunu kokusu yok...
Olmaz tabi diş macununu fırça görmüş mü ki ben kokusunu alayım...
Şimdi bir yirmi belledim gidiyoruz...
Haydi Rengin alıyoruz fırçaları nohut büyüklüğünde macunumuzu sürdük mü...
Yirmi sağ alt, yirmi sol alt, yirmi sağ üst, yirmi sol üst, yirmi ağzınızda iiiii dediğimiz önler ve on kere de dil...
Oh mis gibi macun koktuk...
En ürkütücüsü de benim hem fırçalayıp hem de rakamları saymam biğğ ıkıııı üggg ....
Daha ne kadar tiksinç olabilirim ki..?
Hafta sonu mu haydi Rengiiiin geç kalıyoruz annem bak yetişemeyeceğiiiiizzzzz...
Cidden yazık hepimize vaaaah...


Hafta sonu "haydi" hengamemiz...

4 Kasım 2010 Perşembe

Bir Kaç Kuple...

İçinde do ların re lerin fa ların la ların cirit attığı, bemollerle diyezlerle bezeli, bir şenlikli, bir somurtmalı öyle birbirinin değişiği ama birbirinin benzeri, kah iyisi, kah dramı hep beraber koca kazan kaynayadura...
Beri tarafta, kazanın içinde Rengin Hanım' ın, bir şaşırtan bir sevindiren okul durumları da eklenince haydin düğün alayına diyor içteki seslerden bir kuple...
Diğer beri tarafta bilimum sınavlardan geçme hadiselerinden birisi bitmeden haydi bir diğeri daha deyip sınav sezonu muydu ki neler oluyora fırsat kalmadan ortalamayı yükseltme derdine düşüp günleri savuşturmanın gayesiyle...
O günlerin nasıl geçtiğini anlamadan dinlemeden...
Bakınınca etraftaki sessizliğe kuzularınki gibi...
Aslında nasıl da sakin ortalık dendiği dakika, bir de duyula ki; çığlıklar, can çekişmeleri, koşuşturmaların yaşanmasına şaşmadan geçecek geçecek geçtiiii gittiiii bitttiiiii denecek denmeye az kaldı...
Yalnız bir diğer beri taraf "Ala şükür" diyor hala boynunu uzatarak...

2 Kasım 2010 Salı

Yaş ilerleyince "eskiden" kelimesini daha bir sever oldum hele de benim gibi psikopatlık derecesinde eskisinden kopamayan biri için...
Otobüslerdeki eskii durum aklıma geldi bugünkü bindiğim halk otobüsünden sonra...
Cins durumlarım vardır benim her duruma uygun...
Okumaya Bolu' ya gidip kendisine komşu Ankara' ya gelme durumlarımda hep aynı koltuk numarasında oturmak ister, sonrasında elime bir Leman dergisi alır, onu da şehri terketmeden okumazdım...
İlla çıkışa kadar etrafı seyreyler sonra dergi virgülüne kadar 1 saat 15 dakika kadar sürer sonra sağda Yeniçağa su birikintisini görmenin akabinde yirmi dakikada terminalinde olurdum...
Ha bir de sigara durumu vardı herkes fosur fosur ben de ama ne facia içmeyene düşününce şimdi kahroluyorum lan ne alçakmışım diyorum kendi kendime ya yanımdaki arkamdaki astımsa...
Düşünmesi bile korkunç...
Sonra tek tük otobüslerde televizyon hadisesi yaygınlaştı bir filmle Bolu' ya gelinir oldu...
Hele de izlenilmeyen bir filmse ala, yoksa yolu taslamaya devam...
Sonrasında ucu bucağı kaçtı, televizyon ekranlarına bakacağız diye çeneyi tavan mesafesinde tutalım derken şimdilerde koltuk başlarındaki ekranlardan oyun bile oynanır oldu bırakılsın çeşit çeşit tv kanalları...
İnternet işine hiç girmiyorum bile...
Şehir içinde de önce Ankaray' da ardından da Metro' da reklam içerikli gösterimleri görür olduk çok nadir kullansam da...
Fakat bugün halk otobüsündeki tv hem de ekranda BBC belgeseli yazınca amanın dedim baktım baktım anlamadım nasıl geldiğimi...
Ulaşım teknolojisinde ulaşılan son nokta ne olur acep diye kendime sordum..?
Bu arada ben eksik akıllısı, fotoğraf makinasında babamın son durumlarını çekmek gibi bir akıl dışılıkla meşgul olduğumdan elime makinayı almaktan imtina eder oldum şipşakçılığımı da söndürdüm iyi mi?