23 Şubat 2009 Pazartesi

Gülümsemeyle Yorulma Arası Hafta Sonu...

Başlığımın "Gülümseten Hafta" kısmını Dijle den arakladım pardon ilintiledim (kibarca) :) Seviyorum bu hatunun yazılarını, Kova oda, anlıyor yorumlarımı gülümsemeden de :) Gerçi takip ettiklerimi ve takip ettiklerimi takip edenleri de beğeniyorum seviyorum...
Farkettim haftaya sevgi kelebeği gibi başladım hadi bakalım gerçi onun da ömrü bir gün ya...
Cumartesi sabah, ANKAN annem Mügemin en şaheser kahvaltı sofrasındaydık, fotoğraf gönderecek koyacağım inşallah... Bir de bitmek bilmeyen doğum günü kutlamama ek olarak, Mügecim pasta üflettirdi bir de hediyemi takdim etti :)
Daha bir kutlama da cuma akşamı meşhur Pub akşamımızı, Tunalıdaki İTÜ Evi'nde yapacağız orada halledeceğiz :)
Sabah bu şekil kutlama kuş sütü eksik kahvaltı sofrasında noktalandırdıktan sonra, Ankara kendini karda kaybetmiş helak olmuş vaziyette, hala yağan karla boğuşurken, öğlen de gidilmesi gereken eski babaanne evinde Halacım gelmişti, Rengin' i çok özlemişti bahane kabul etmiyorum dediği içindir, Rengin' i sardım sarmaladım hooop Aydınlıkevlere... Allahtan bir otobüs de, küçük bir Ankara turu şeklinde sonlandırdık... Babaanne-dede evi doğduğum en çok huzur bulduğum ev, keyifle, buğulu gözlerle oturdum, baktım duvarlarına taşlarına, huşu içinde, kızım da mutlu mutlu vakit geçirdik...
Cumartesinin bu hengamesinden sonra, pazar günü de ona inat sakin, miskin, huzurlu geçerken hatta ne miskinlik, bir ara halının üzerine yayılmış kağıt falı bakıyordum bile, Bey tv de maç seyreylerken, Rengin Hanım da bilgisayarda sünger Bob uyla haşır neşir... Tabi bir atraksiyon lazım bu huzur tablosuna, Esin geldi sanal sevgilim...
Rainbow uyla verilmiş bir randevumuz vardı, halıları yıkayacaktık, haydaaa ben, bizim Bey, Esin, girdik halılara hatta Esin kaşındı, kanepe koltuk durmuyor ki hatun, akşamı ettik, neyse sonra kendimizi pizzayla tebrik ettik...
Sabah mı...?
Ölüyorum :))


20 Şubat 2009 Cuma

Konuşurken Gülümsenir mi?

Ben gülümsemiyorum konuşurken, o yüz ifadem yok malesef... Ama yüzünde ışıl ışıl bir gülümsemeyle konuşanı da izlerim hayran hayran... Bu hatun da böyle, gülümsüyor konuşurken de, dişler inci parıldıyor, hep bir pozitiflik... Çok eleştiri aldım, çok yanlış anlaşıldım... Mimik konuşmanın en büyük destekleyicisi, ben de duran bir yüz, hareket eden ağız... O zaman da cennetten müjde versen algılamıyor ki karşımdaki... Anca beni tanıyacak da "haaa bu dediği aslında şu, yanlış anlamışım" diyecek... Çoktur öyle ilk tanışıp da önce arkamdan sonra yüzüme ne ukala, soğuk nevale aaaa diyen... Yok aslında sıcağımdır, ilk tanıştığıma açarım kapıları, sererim minderi, şakrakımdır ama içimde, yüzümde eseri yok...

Ama diyorum ya gülümseyerek konuşana da ayrı bir saygıyla bakarım...

Bu arada gülümseyerek kızımı uyuttum:)), ikinci posta çamaşırı astım :)), yemek sabahtan halloldu :))... Yarın sabah kahvaltısına arkadaşa gidilecek ekmek yapacağım tahıllısından :))... Öğleden sonra halama gidilecek ona en harelisinden yeni denenecek kek yapacağım :))...

Pazar... Var ona da plan da uzatmayayım şimdi...

Herkese iyi hafta sonları diyerek gülümseyerek çekildim ben :)))

Kar' ı Tatil Sandım...

Sandım da kızımla evde oturup keyip yaptım...

Keyif dedim deee, kar dedim deee...

Şimdi karlarla kaplı Abant' ta olmak vardı misss :)

19 Şubat 2009 Perşembe

Gece 23:00

Resimde görmüş olduğunuz tepsidekilerin yapımı bittiğinde gece 23:00 olmuştu bile, ama ben bunlardan dört adedini çoktan mideme indirmiştim, saati dert etmeden, ağzımın yanmasına aldırmadan...
Çünkü neden, sorun bir neden diye...
Bunu yapmazsanız iki elim yakanızdadır demeyeceğim, ama yapın hakkaten cidden vallaha da billaha da...
Bu lezzetlilerin adı "Bayatlamayan Poğaça"
Bilenleriniz vardır ama bilmeyenleriniz için vereceğimdir tarifini, yazının altlarında bir yerde...
Mayalı poğaçalar takdir edersiniz ki yapıldığı an makbuldür, sonrasında tıkır tıkır olur, sahibini kepaze eder...
Fakat bunun adı üzerinde, tadı yerindedir (slogan gibi oldu) ...
İçine sodanın girmesiyle, bayatlamayan lakabını almış, içine sindirmiş, teşekkürleri yapana sevketmiştir her daim...
Bu kadar şaşadan, iltifattan sonra yapın, teşekkürleri, minnetleri bilahare alırım, bu kadar da iddialıyım...
Hele ki çoluk çocuk, misafir, pervane etrafta olunca, insan da şöyle başı dik, birşeyler sunmak istiyor...
İşte başınızı dik tutacak ikram burada, geeeel geeeeeeel vatandaş poğaçaya gel....
Methiyeler yazdım, sanki para kazanacağım, ne bileyim huyum işte, illa sevdim beğendim ve bir alay insanın da baştacı olmuş tarifi siz de yapın yiyin istiyorum...
Bu arada, hani bunun üzerinde susamı, çörek otu diyene verilecek cevabım hazırda var, sevmiyorum ben poğaçanın üzerinde her nevi katkıyı...
("poğaça" (ben pohaça biliyordum da) nın yazımı özellikle Türk Dil Kurumu yazım klavuzundan bakılıp yazılmıştır)
Malzemeler
1 küp yaş maya
1 su bardağı ılık süt
2 yemek kaşığı toz şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 şişe soda
Tuz
Alabildiği kadar un (yumuşak bir hamur olacak)
üzeri için yumurta sarısı

İçine :
Hangi karışımı istiyorsanız
( peynir+maydanoz / kıyma / patates)

Yukaridaki malzemeleri (yumurta sarisi hariç) karıştırın 40-45 dakika mayalanmaya bırakın...
İç malzemesini koyup istediğiniz şekli verip tepsiye dizin...
15-20 dakika da tepside dinlendirin. ..
Üzerine yumurta sarısı sürüp dilerseniz susam-çörekotu da olabilir...
170 derecelik fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin...

Sizde Kaç Çeşit Var?

Ben de bir sürü...
İtinayla barınıyorlar, neler mi var...

Önce şeker, saf, salak bir çocuk var en dipte büyüdükçe dibe yerleşen...

Sonra meraklı olan var...

Asabi olan var, en saldırganından ama atıl duruyor o da...

Anne var, en şefkatlisinden, en çabucak ağlayanından...
Dimdik ayakta olan var en delikanlısından...
Ev hanımı var pastayı, böreği, yemeği yapan, çok temizlikten anlamayan dahası yapmayı sevmeyen...
Dik kafalı var bir tane, kuyruğu dik inmiyor hiç, burnu yere düşse almıyor, bir tekme de o atıyor...
Aileye tapan var, sırtında taşıyan, bir saniye yoruldum demeden...
Aşık var her dakika aşkla yoğrulmuş duran o da atılda...
Melankolik var, içli, şarkılarla efkarlanan, şöyle etrafı dağıtıp an-ı/anları unutmak isteyen...
Ama biri de var ki eli maşalı, silahlı, artık ne derseniz kıran, döken, karşısındakinin ve karşısına çıkanı ezmek isteyen böyle canım diyeni canın çıksın anlayan, gözü perdeli...
Varoğlu var işte başka bilmediklerim de var, duruma göre bakıyorum işte yelpaze geniş...
Bugün nasıl bir gün mü elimde silah bekliyorum bi sinir harbi, derimle döğüşür vaziyette...
Aldandım ya da kanmak mı bu bilmem yok sanmam...?
Aldanmadım da kanmadım da bakıyorum sakin sakiiiin saf salak...
Lakin sanki algıda seçiciliktir ya hayatın yelpazesinde olur, yerini alır, sabah da konuyla ilgili denk düştü başka bir hadise...
Ohhh dedim tam oldu suyundan da....

18 Şubat 2009 Çarşamba

16 16 78...

Karşınızdaki telefon doğduğumda da vardı bugün de var...
(Fotoğraftaki kuru çiçek de halama doğum günü hediyemdi...)
Rahmetli dedem PTT de çalışırdı hatta çalışana fatura %50 indirimli geliyordu...
Önce Dedem gitti 24 Ekim 2004 te...
Ondan 4 yıl sonra 28 Ekim 2008 de Babaannem gitti şu dönüşü olmayan seyahate...
Dün de Halam geldi Ankara'daki bu benim doğduğum eve, ona gittim ayaklarım geri geri gitse de, hani Çeşme'ye defnetmeye gitmiştim ama Ankara'daki durum kasıyordu beni nasıl gireceğim eve endişesiyle...
Gittim durdum önünde bir müddet, yutkundum çaldım kapıyı sonra halamla sarıldık, sarılı kaldık epey bir müddet karıştı yaşlarımız birbirine...
Baktım eve, her an bir odadan babaannem çıkacakmış gibi...
Aslında tamam üzülüyor insan gidene, kaçınılmaz ama ben bu "devir kapatan" durumları sindiremiyorum zorlanıyorum...
Hani bir devir kapandı bir üst kuşak gitti...
Bir alt kuşak biz olduk...
O sebepten çok yaşamayı istemem sürekli sırasını savan taraf olmayayım kimsenin acısını görmeye(lim)yim, zor hakkaten...
Büyükler boşa demiyorlar Allah sıralı ölümler nasip etsin diye...
O halde o duaya da AMİN...

Süper Bir Zihni Sinir Projesi...


Buyrun...

Kim istemez böyle bir teşkilatı evinde :)

17 Şubat 2009 Salı

Herkese...

Çoook teşekkür ederim destek mesajlarınız için...

Kızımın işitme testi bugün yapıldı, her iki kulakta da sıvı birikmesi ve 30 desibel altı duymadığı ortaya çıktı, adına birşey dedi de doktor valla aklımda kalmadı...

Antibiyotik tedavisine başladık bu akşamdan itibaren, bitince artı 2-3 gün sonra bir işitme testi daha, sıvı kuruduysa ne ala, kurumadıysa kulağa tüp takılacak...

Yalnız yine de yine de ve yine de şükür diyorum beterinden saklasın Allah, çünkü doktor ki Ufuk Hastanesinden Doç.Dr. Sinan Bey asla bir araz kalmayacağını söyledi, o tüp dediği şey de 2mm lik bir şeymiş ve 6-12 ayda kulak damarları kanalları yaşla birlikte açılınca kendiliğinden vücut atarmış ve hiç bir şekilde hastalıktan bir eser kalmazmış...

Umuyorum dualar ediyorum önce bütün hastalara sonra kızıma acil şifalar olsun...

Buna da...

2,5 yaşına kadar annem baktı Rengin' e... Binlerce kere razı olsun, hala da tam destek, en ufak birşeyde hemen "annecim" diye sesleniyorum, misal bugün de orada, o yüzden dibinden ayrılamıyorum...
O yaşa kadar hiç antibiyotik kullanmadı, ne zaman kreşe başladı ayda bir antibiyotiğe başladık, artık hele şu son zamanlarda burun akıntısı öksürüğü hiç durmadı... O kadar zencefil-bal karışımı, pekmezler bir sürü doğal tedbir, gayet güzel beslenme, işe yarayamıyor, belki yarıyor beterinden saklıyor...
Dün KBB uzmanına gittik, sağ kulağında su var dedi, öksürüğü reflüden olabilir dedi...
Bugün işitme testine gideceğiz öğlen, o sıvının kalması durumu işitme kaybına yol açabilirmiş...
Haydi kurtulalım artık lütfen bu dertten ama buna da "Hamdolsun"...

Açım...

Evden yapmadan çıktım, işe gelirken almayı unuttum...
Açlıktan kazınıyor midem :(
Bir de üzerine "Van Kahvaltısı" olsun tam olsun, bu sofranın başında olayım isteyen yanaşsın...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Bu Ne Mıç Mıç...

Şmdi yeni kayıda tıkladım diyecektim ki bugün yazasım yok okuyucuyum diyecektim, bir arkadaşım aradı üniversiteden, Samsun' dan gelmiş işi varmış Ankara' da... İş yerim de Kızılay meydanına bakıyor, cama çıktım ki konuşuyoruz, bir yandan da ona bakınıyorum ki camdan el sallayacağım...
Ne gördüm...
Bir çift, yaklaşık aynı boydalar çocuk kızı sarmalamış dudaklarına yapıştı önce, tamam bırak artık, bıraktı sonra yanağına yapıştı, mübalağa etmiyorum en az 30-40 metre öyle yürüdüler yalpalayarak artık...
Neredeyse bağıracaktım ay yeter bana fenalık geldi diye...
Lütfen ya lütfen gerçekten herşeyin bir kalitesi var, en kötü hareketin bile kaldı ki bu bir öpücük, ne kötü hareketi ama diyorum, ya en kötünün bile kendince bir kalitesi var olmalı en azından...
Herşeyin bir şanı olmasından yanayım, bir de sokaklardaki bu tip hareketleri de asla tasvip etmiyorum, ne öyle sıkı sarılmalar, öpüşecek-sarılacak yer yok bulduğum yerde affetmem davranışları...
Görüntüsü de kötü cidden yapmayın sayın gençler, tamam birbirinize karşı sıcak duygular besliyorsunuz, kanınız deli akıyor biliyorum ama her işin adabı yeri yurdu var...
Ayrıca birbirinize yanınızdakini alıp kaçıracaklarmış gibi sarınmayın ahtapot gibi, hanginizin eli kolu anlaşılır olsun rahat bırakın ayyyy...
Herşeyin kalitesi var, en kalitesizin bile düşürmeyin...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Güzel kızım...

Canım kızım bil ki, aslında ben bu bloğu hazırlarken güya seni yazacaktım, her dakikanı, ne yaptın, gelişimin, sen, hep sen olacaktın...
Şimdi arada oluyorsun güzel kızım ama burası bir anda annenin "meydanı" oldu, bir nevi kendine "lustral" oldu...
Bir de şu açıdan bak güzel yavrum annen iyi olsun ki, sonrasında iyi anne olsun, sağlıklı anne olsun dolayısıyla da sen daha bir sağlıklı ol...
Annen içini dışını meydana atıyor ya iyi oluyor, gerçi çok afişe ismi cismi, başka yazamıyor yoksa yazılacak şey çok meydanda...
Bak güzel kızım bugün sevgililer günü... Böyle mıç mıç kutlamalardan hiç haz etmeyen annen, romantizmi de nedense komik bulur geçer dalgasını onunla... Şimdiye kadar da mantığından uzaklaşmadı, gerçi seni doğurduktan sonra biraz duygusallaştı ama yine de kan kussa kızılcık şerbeti içtim der de yine de kuyruğu indirmez, burnu yere düşse almaz, bir tekme de o atar...
Gerçi annen, bu sevgililer günü kutlamalarını esnafı sevindirme günü olarak görse de, baban birşey yapmışsa bir paketle gelmişse mesela nedense al geri götür demez alır kuzu kuzu... Bu kadınların işlerinden sual olunmaz canım kızım... İlerde sen de öyle olacaksın biz ne kadar "bu hayatta net'iz erkekler bizi anlamıyorlar" diye çırpınıp dövünsek de, valla bir zaman olup da bir karmaşa oluyor ki kızım, annen değil alem-i cihan gelse işin içinden çıkamıyor... Güzel yavrum annen de her daim dua ediyor ki "kızımın karşısına onu kraliçeler gibi taşıyacak bir insan evladı çıkar" diye...
Neyse ne diyordum ha işte sevgililer günü esnaf günü, ee anneler günü o da öyle ama annen onda eğer babanın en ufak bir ihmalini görürse affetmez annem... Anne oldu ya ondan gerçi anneanneni de hiç ihmal etmem ya... Babalar gününü de öyle, yapana yaparım yapmasa da utandırmak amaçlı yaparım...
Öyle de düşünür annen, bu hayatta 3 hamle sonrasını, eeee kadınız güzel kuzum sen de olacaksın inşallah...
Evet annecim bugün tüketim günü kırmızı kalp ve diğer aşk ve aşkı hatırlatan materyaller ortalığı almış götürmüş vaziyette...
Elinde beş katı fiyatına alınmış bir adet gül almış birbirlerini biraz gevşetseler ellerinden kaçacakmış gibi sarmaş dolaş dolanan aşıklarla dolu bugün, benim dışarda olmadığım cumartesi olduğu için bu görüntü kirliliğinden bu yıl yırttık güzel kızım :)
Büyük konuşmuyor o çiftlerden biri de ilerde sen olabilirsin şeklinde korumacı ve endişe dolu gözlerle yuvalarından fırlamadan gözlerim...
Seni çok seven annen...
{Fotoğraf fotokritik, Tahir Uzun'un "Sevgililerin Dansı" çalışması}

13 Şubat 2009 Cuma

Bil Yeter...

Biliyor musun ki sen benim arkamdaki dayanaksın...

Ben sağlamım sanırken senin sağlamlığından aldığım güçmüç benim de sağlamlığım...

Evimin/hayatımızın tam ortasında koca bir direk düşün , en ayakları yere basıp sağlam olanından, hani bir sürü kurdela olur da tepesinde biz de Rengin' le ellerimize birer kurdela almışız o en pembesinden tabi ki ben de aynı renkten dolaşıyoruz etrafında neşeyle sarıyoruz seni...

Sen hep bizim direğimiz kal boş ver mantığı filan da hiç bir yere gitme bükülmesin belin/sen kal sapasağlam...

Sen sağlam olmazsan sanır mısın ki bizim sağlamlığımızın sağlaması zayıf olur içi kof olur...

Sen dur ki arkamda önümde sağımda solumda İçimiz dışımız hep sapasağlam kalsın...

S.S.

Oskar Almışım Gibi Bir Nevi...

Arkadaşlarım, bloglarından "MiM" den mütevellid, sevilen bloglar arasına alaraktan beni taçlandırmışlar...
Cidden ha oskar ha bu, çünkü düşünsenize daha "meydana" geleli ne olmuş, çaylağın çaylağıyım ama sizlerle sohbet, paylaşım, samimiyet derken bakın ne olmuş sonunda çok mutlu oldum çoook ...
Ha bir de ayıptır söylemesi bir çok arkadaşım var ödül veren bakıyorum sizin bloglara bir kişiden var ödül :P
Bu güzel düşüncenize bin teşekkür ama ben öyle bir ayırım yapamam ki sevdiklerim arasında hepinizin bloglarınızı sevmesem zaten okuyamam o halde ben dağıtıyorum herkeselere, hem düşünün bir blogdan gelen ödül diğer yedi bloğa verilecek, e bana beş blogdan gelmiş çarpalım ne gördük otuzbeş, hepsine bir gitti bile en tez'inden :))
Öpüyorum sizleri kocaman hem de Seda Sayan' ınkinden daha kokulu :)

12 Şubat 2009 Perşembe

Var mı Sizin Böyle Müdürünüz :)


Müdürüm Salı günkü doğum günüm için işlerimiz çok yoğun olduğundan bugüne almış pastamı sürpriz yaptı bana...

11 Şubat 2009 Çarşamba

İster misiniz?

Aslında Filmdeki gibi gramofondan dinlemek var da işte.... :)

1. Benim Sevdam
2. Şarkıyı Henüz Yazmadım
3. Elveda
4. Hatıralar
5. Evvel Zaman İçinde
6. Canım Kıbrıs'ım
7. Çal Aynı Plağı Çal
8. Her Aşktan Bir Şarkı Kaldı
9. Gel Gülüm
10. O Akşamdan
11. Potbori
- Bir Garip Olur İçim
- Bağışladın
- Yalnızım Ben
- Boş Vere Boş Vere

Rar Şifresi: axiteam


Haydi Tavla Atalım...

2003 de öğrendim kendisini, nasıl istedim öncesinde ama yoktu önüme düşüp öğretecek... O zamanlar Yelken' de (federasyonunda) çalışıyorum yeniyim de, masamdaki bilgisayar sadece solitare, bir de önceden yüklenmiş bir tavla oyunu var onu açıyor biraz sıksa kendini kapanıyor, o durumda... Ben de canım sıkıldıkça açıyorum, ona tıkla buna tıkla, o pulu say sürekli yenil yenil... Yan masada Sefer Bey vardı gözü benim tavlaya takılmış demek ki, bana altıyı şöyle oyna ikiyi şuraya getir şeklinde direktifleriyle bu çok sevdiğim oyunu öğrenmeme yardımcı oldu sağolsun...
Şimdi bu işin ustası olan bizim Bey'e bile kafa tutuyorum oyun da alıyorum şaka maka :)
Yalnız şu hayatta sürekli üç dört hamle sonrasını düşünen ben oyunda fazla öyle geremiyorum kendimi demek ki usta olmaya var daha...
Play 65 de oynuyordum önce şimdi facebook dayım beklerim efendim gelin ifadenizi alayım :)

10 Şubat 2009 Salı

Bu da Şekerime :)

R esmettim zihnime geçmiş yılları…
E n güzel parçası tablomun;
N aif yanım, gül dalım kızım,
G önül aşım, yeni yaşlarım kızım,
İ lk aşkım, sonsuz ışığım kızım,
N ice güzel yıllara seninle birlikte baharım yazım kızım.

Bu güzel satırları kalbi de kendi gibi güzel bir arkadaşım Ece yazmış, ellerine sağlık Ececim :)

Önyargı... (Öykü Atölyesi)

Önyargı "yargısız infaz" ı çağrıştırdı bir anda...
Hiç tasvip etmediğim ama her daim pençesinden kurtulamadığım bu duyguma çok yenilsem de, engel olamadan kendime, kendimle yaşayıp gidiyorum...
Çok fena tü kaka evet ama kaçımız yapmıyoruz ki? Var mı o kadar sütten çıkma ak kaşık kıvamında kimse? Karşımdakini de "ben" gibi görüp "yok" desem, "var" olana saygısızlık etmeden çekileyim ben, infazlarımı tasvip etmeden yaşamaya uzanayım yavaştan...
{Fotoğraf, Fotokritik'den Betül Kaplan'ın aynı isimli çalışması... Kendisine ulaşamadım ama yazmassam da çalmış gibi hissediyorum çok beğendim karesini}

Geçen sene bu zaman...

Şimdiki zaman...