20 Ocak 2011 Perşembe


İnsan 37 sine ramak kala hala yeni yeni büyüyorum der mi?
Yuh derler adama küçül de cebime gir...
Burnum boka batmadan hiç birşeyi anlamayan ben, anca işte diyorum kendimce...
Hiç bu kadar başıboş hissetmemiştim kendimi, başıboş ve bir o kadar huzurlu...
İşin babam kısmına girmiyorum hiç, kanayan acıyan tarafımdır çaktırmadan...
Uluya uluya ağlayasım olduğu zamanlarda, kendimi tutmam hala dirayetli durmam ya da Allah' tan korkmam konusudur beni frenleyen...
O konuya girmeyeyim hem zaten yarın nasılsa babamla dertleşme günüm...
Anlatıyorum anlatıyorum bir de yeri yeri yol kenarında, öyle mal gibi kendi kendime konuşuyor olmayayım diye tutuyorum kitabı önüme ki sapıttı olmayayım diye...
Hatta bazen o kadar oluyor ki sanki o sormuş da "haaa annem mi bu hafta gelemedi babacığım, biraz rahatsızdı ama selamlarını söyledi" şeklinde kendi kendime diyalog yapıyorum...
Hayırlısı...
Diyorum ya hayat başıboş ama huzurlu, arada şetyan azapta gerek misali kaşınıyorum sonra durduruyorum oyun işte benimki...
Bu ara zamanın dörtnala geçme durumuna dumur olmakla iştigal ediyorum...
Allah Allaaaaah okul açılmıştı açılacaktı derken işe bak hele sen, geldi ara tatil...
Bak haydi Cuma geldi yine...
Otobanda araba sayar gibi...
Hayat öylesine başıboş olunca yazacak birşey de hasıl olamıyor gibi...
Oysaki çok var da hangi satırın arasına ne sokuştursamın derdi...
Bu arada 3 Aralık 2010 itibariyle, lan ben bunu içemiyorum galiba nasıl da kötüymüş aslında tadı tuzu dediğim parmaklarımın arkadaşıyla 91 senedinden beri olan aşkımı sona erdirmiş ve halen devam ettirmiş bulunuyorum kendime şaşarak...
Arada iki gün tek tük içtim, ruh halinin cozutmasından...
Tabi yine de keskin konuşmuyorum, "bıraktım" değil benimki "içmiyorum" sadece canımın istemediğinden yoksa çok da elimi atasım da yok pakete, iyi böyle...
Bir de içimde bir huzur, bir rehavet, hayır olsun, çok alışkın olduğum durumlar değil malum...
Sonra diyorum ki en sevdiğim özdeyişle...
Amaaaaan koy g.tüne rahvan gitsin...
Efendim sevgi, saygı, selamlarımla...
En güzel günler geceler sizlerle olsun...

18 Ocak 2011 Salı

Ses Ses Deneme...


Süregelen olan biten tüm aykırılıklara, bu kadar sessiz kalan bir toplum olmamıza inanamıyorum...
En çok verginin alındığı, DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİNİN/MAZOTUNUN/LPG sinin kullanıldığı ülkemde, radyocu Nihat Sırdar' ın sabah 20:00 / akşam 19:00 da radyodan yağtığı EĞ(Y)LEMCE sine bile katılan insan sayısının devede kulak kaldığı ve buna rağmen devlet büyüğünün çıkıp da "benzinde vergi indirimine gitmeyi düşünmüyoruz" demesi...
Türkiye'nin en pahalı ulaşımına sahip şehrimin sakinlerinin, bu konudaki sakinliklerini muhafaza etmeleri...
Can babamın uğruna neredeyse öldüğü Galatasaray' ın, taraftarının protestosu için meşhur kuş cıvıltılarının olduğu paylaşım sitesinde protestocular için bir bakan danışmanının ve İstanbul'dan Sporla alakadar birinin (yanlış olmasın) neredeyse ana avrat düz gitmeleri...
Sürekli haberlerde gazetelerde çıkarıldılar hergün imzaya gelmeleri gerekirdi ama kaçmışlar ne yapalım anafikirli durum...
Eğitimin ve sayın bakanının dengeleri ve buna mukabil sistemin dengesizliği...
Bu nasıl memleket yahu diyebilen kişilerin azınlık kaldığı herkesin kendi kuyruğunu kurtarma derdinin hasıl olduğu...
Yazılası nicelerinin olduğu halde sadece EDEP YAHU! denip kestirip atmam gerektiği...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Meleğime Selam Ederim...

Geriye dönülesi iş yapmıyorum şükür...
Yaptığımın yaptıklarımın ve hatta içine edip batırdıklarımın dahi her daim arkasındayım...
Ayrıca her zaman olacağım neden olmayayım ki; yapıldı bitti gitti "hesabı sorulmadan..."
En çok da bu bloğu açmamadır sevincim, başıma türlü maceraların gelmesine ve devam etmesine sebep meydanımı, haşarı çocuğum gibi görüp, daha bir şefkatle sarılıyorum her açtığımda kendisine...
İnsanlar seyahatte bir de gecenin bir vaktinde tanınırlarmış ya ha bir de borç verince...
Benimkinde de meydanımın ortaya çıkışından sonra diye bir madde daha eklemem lazım...
Artık türlü okuyanım var en zengininden en çeşitlisinden...
Kimi sıkı sıkıya takip ediyor, hakaret unsuru var mıdır, sonu davalık olur mu diyen...
Kimi tanıdık, akraba, talukat, eş, dost, düşman, arkadaş, konu komşu, mahalleli bizden bahis açmış mı, ne sokmuş ne demiş diyen...
Tey teeeeeyyyyyyy bu kadar uzun boylu değil ki...
Bu kadar tereğe çıkarılası değil, altı üstü önü arkası sağı solu aynı...
:)
Tanıdım, salağa yatıyoruz devam onu anladık ama hayat devam...
Babamın o son zamanlarında iki sefer başıma geldi ufak bir kriz sonrası kasılıp kilitlenip kalmam...
Ama sakın demiştim, sakinleştirici, depresan çözücü yok, neyse yaşanacak kanırtsa da delse de öldürse de...
Evet öldürüyor acısı her geçen gün şekil değiştirip deliyor çok özlüyorum inanılası anlatılası değil...!!!!!
Fakat nicelerini içsem zannetmiyorum ki meydanıma yazdıklarımın verdiği etkiyi versin...
Ben ne kadar kendimi afişe etsem de, şuyum buyum, adım soyadım budur desem de kimseye yok zararım, olsa da suçsa da çekerim efeler gibi müdanam olmaz kimselere...
Sade ve sadece kaderimizi yaşadığımıza inandığım kağıttan, yalandan dünyada vakit doldurmak gaye...
Yoksa gerisi hırslar, insanlık dışılıklar, komiklikler, zavallılıklar ah yazıklar...
İnancın bolluğu, kalbin arınmışlığı, insani vasifların artımı, mesele bu yeğen...
Gerisi debelen dur, herşeye rağmen tren bütün istasyonlara uğraya uğraya, ömrü yetenleri bırakarak, yeni katılanları yanına katarak ilerlemeye devam ediyor çuf çuf...
Bu arada kendisinin beni okuduğunu bugün itibariyle öğrendiğim Meleğim, sayıca çok teyzelerimin içindeki gözdeme çok selam ederim...
Çok güzelmiş kimselere selam gönderebilir miyim demeden heyt selam gönderesim var teyze bu selam sana gelsin demek...
Bu merhaleden sonra demem o ki; nazarlara gelmeye Allah bugünleri aratmaya...

 Aynı haltın lacivertiyiz işte en nihayetinde...


Süreçte ekler...


 Sonuçta süslü ekler...


 Yalandan kağıttan işte hayat dediğin, bir "püf" de yıkılası...


 Yıl sonundan...


Dijlemin inceliklerinden...


Hamdolsun...

13 Ocak 2011 Perşembe

Sonunda; kuaförün demesiyle kemerinizin üzerine geliyor uzunluğundaki rapunzel saçlarımdan kurtuldum...
Tadına doyulmaz bir kahvaltının ardından Rengin' i okuldan aldıktan sonra gittik beraber, Rengin hanımın kuaförü Fatih ağabeye...
Annesi kuaförü boşlayalı yıllar oldu, kızınınkiyle takılıyor...
Sıramı beklerken kahve alır mısınız arzına kayıtsız kalamayıp daha bir saat bile olmamıştı halbuki içeli diyen iç sesimi elimin tersiyle ittikten sonra gelen kahvemi höpürtdetmeye başladım...
İki bayan oturuyorlar karşımda, birini gözüme kestirdim bu dedim kesin fal bakar...
Arada esiyorlar ya bana öyle...
Fakat kadına da gidip sende fal bakan tipi var denmez ki...
Kapattım fincanı sıra bana geldi derken Rengin benim fincanı aldı eline...
"Anneciğim neden açtın" dedim "ona teyzeler bakacaktı..."
Götürdü birine uzattı yavrum, o da gözüyle bu teyzeye ver dedi benim bu kesin bakar dediğim kadına...
O da benim fincanı okumaya başlamasın mı?
Daha faydalı şeyler esse arada olmaz mıydı?
Neyse Allahtan iyi şeyler söyledi de...

9 Ocak 2011 Pazar

Olsa Ah...


"Keşke" nin kardeşi gibi "olsa iyi olurdu"...
Olsa iyi olmaz mıydı yeniden şekillenseydi...
Eskisi sağlam olsaydı da, bugün olunmasaydı...
Satır araları bu kadar dolu, içleri bu kadar içli olmasaydı...
Derinliklerdeki cevher bu kadar bastırılmasa, bu kadar üzeri kapatılmasaydı...
Eskisi gibi, olduğu gibi, olması gerektiği gibi...
Ne çare ki bugünü böylesi yaşamak, bir sonraki sahne ne olaki diye merak etmekmiş, kader...
Sağlık olsun ne yapalım haydi diyebilmek ne basitmiş oysaki; ne değerliymiş...
İtibar etmediğimiz nüanslar ne kadar, olsa iyi olurlarmış...
Pişmanlığın olmadığı, "olsa iyi olurdu" ların bu kadar yoğun yaşandığı, boyundaki taşın en büyüğü, atlamaya hazırlanırken köprüden, ardına baktığında gördüğünün aslında bekleyeninin taştan da büyük olduğu...
Geri dönerken arkanda bıraktığına nelerden geçtiğini, ne uğruna neler verdiğini ve hala fedalarınla alamadığın ödüllerinin arasında nasıl koca bir dağ olduğunu...
Kestirip atma lüksünün olmadığı, enine boyuna, bütün çizgilerin kumaştaki bütün irili ufaklı desenlerinin sayısı kadar atlanmaması gereken önemli husus olduğunu...
Hepsinden önemlisi de koy ..tüne rahvan gitsin demek ahhhh bu kadar mı özlenesi...


7 Ocak 2011 Cuma

Cuma...

Cuma rutinimi yaptıktan sonra elime geçen her materyal bundan böyle benim için performans ödevi baştacıdır bu da benim düsturumdur artık diyerek başladım macerama...
Etkinlikten bihaber olan ben, sunum denen gösrellikten sürekli sınıfta kalan şahsım için çul çaput, parlak ışıldak ne bulursam kenara atıp da zamanı gelince kenardakilerin hiçbirini hatırlamamam ve ihtiyaç harici elime geçince de tüh tüh tüh bak bunu kullanaydım dövünmelerimi çok kez yaşamış, her seferinde ganimeti toplu bir yere koyup arada kolaçan edecek ve ne olduğu envanterini çıkarmaya karar vermiştim...
Benden bir nane olmaz da neyse, en azından kararlılık gösterme karesine kafamı bir sokayım görüneyim istedim kadrajda...
Rengin okula başlamadan seneler önce daha performans ödevlerini nasıl yapacağımın vay yandımına düşüp, ilk veli toplantısında öğretmenin: "Performans ödevlerini velilerin yapmasını istemiyorum, siz sadece malzemeleri tederik edeceksiniz, biz burada yapacağız" demesinin ardından kendimi öğretmenin kollarında hay elini ayağını öpeyim bırakın beni şeklindeki hayalimden sıyrılıp neşe içinde geçiriyorum günlerimi...
İş yapmaktan ziyade sadece malzeme toplamaya gelince mutlu mesut geziniyorum...
Ömrü hayatınızda hiç "örüntü" diye birşey  duydunuz mu?
Ben duymamıştım lakin öğrendikten sonra bir havalı söyleyişim var ki anlatırken Rengin' in matematiktan örüntü performan ödevine incik boncuk bakacağım şeklinde saçımı savurarak yaptığım kendini beğenmiş tavırım öğrenene kadar ki bakışlarımdaki pus perdesini açık artık...
Bu kadar uzun cümle girizgahını geçecek olursak; ben bu Ulus semtini artık çok seviyorum...
Evet artık diyorum eskiden ruhundaki o dokuyu bilmezdim; Ulus' u anlatan kelimelerin kifayetinden bihaber gezmeden önce...
Şimdi o kelimeleri yaşıyor, o havayı solumayı seviyorum...
Yalnız benim naçizane akıl dışı ki birkaç kişide ortak noktamın çıktığı enteresan bir huyum var...
Ulus-Hal bölgesi, Sobacılar Çarşısı-Sulu Han- Konya Sokak civarı kalabalığın önce vatandaş ,sonraki evrede karınca şekline dönüştüğü o durumda; ben biraz zaman geçince böyle bir etrafa bakıp dolaşınca, hele de yalnızsam, ben de bir tatlanma, bir şekerlenme, bir şuur kaybı, bir mallık, bakışlarda donukluk, kulaklarda bir uğuldama peydah oluyor...
Hani biri gelse, koluma girip "haydi evladım" dese, alsa götürse "amca sen zahmet buyurma ilaçlı gazozumu içtim de geldim" diyeceğim o derece...
Bu hani her yanında elektirik kabloları geçiyor ya meşhur alış veriş  merkezlerinde, "canım evet evet aptal olmamak kabil değil oralarda gezince her yanlar elektirik" durumu demek bende hem içerde hem dışarda mümkün...
Velhasılı Sulu Han' dan boncukları, Anafartalar Çarşısı'ndan düğmeleri aldıktan ve SGK sıkıntımı halletmek için Rüzgarlı Sokak' daki SGK binasına ilerleyip 35 dakika beklememin sonunda tam üç dakikada sorunumun hallolmasından sonra, tam iş yerine dönmek üzereyken yine aheste başım şiş, bir bakayım ki caddeye çıkmak isteyen sokaktan dönerken uzunluğundan mütevellid maşallah manda kasa tır, sen en köşede Renoult Clio'yu da çiz geç, geçemedi tabi kaldı mı öyle ,zaten sağlı sollu park eden arabalar bekleşenler de cabası ve asıl cabası seyredenler...
İnerken bekleşen arabalardan birinin içinde co-pilot kabininden biri adres soruyor vatandaşa, o safımda anlattı anlattı uzun uzun el kol şurdan dön burdan dön canhıraş verdi kendini tarife...
Kendine geldi bir; "ama" dedi gidemezsiniz ki tır arabaya çarptı, yol kapalı"
:)


6 Ocak 2011 Perşembe


Bugünü bu hatun yazmış, üzerine söylenecek tek laf gülmekten çatladığım...
Hayır Allah' ın işine karışılmaz ki güzellerim ;)

5 Ocak 2011 Çarşamba

SGK nın 170 Yardımı...

DSCF1628


İnsanın başına gelince öğreniyor sonrasında çözümü illaki var...
Bugün bir tıp merkezinde bir randevum var gidiyorum kayda bilgisayar başındaki adam soruyor ssk çalışan evet hep kendinizin miydi? Evet, yok şöyle mi böyle mi...
Derken öğreniyoruz ki muhasebeyle edilen telefon görüşmesi sonucunda benim herhalde yeni yıldan ötürü müdür bilinmez SSK daha doğrusu SGK kaydım aktif edilmemiş...
Hayır bir devlet kurumunda çalışmasam özel sektör olsa tamam olabilir diyeceğim ama nasıl titizleniyorlar biliyorum hepsi arkadaşım o birimdeki...
Onlara telefon aç orayla konuş burayla derken bizzat gidip SGK dan halletmem gerekiyormuş...
Eve geldiğimde internet sayfalarından baktım bakmamdaki amaç da tamam gideyim de hangi birimine gideyim o birimde hangi semtte acep?
SGK nın sitesinde bize ulaşın kısmında 170 şeklinde bir numara görüp hayde bre deyip salladım oltamı o tarafa...
Karşıma çok kibar bir beyefendi nasıl yardımcı olurum diye...
Ben de olanca kibarlığımla durum böyle böyledir bana sevabına gideceğim şube daire ismi söylerseniz filan deyince biraz bekletip bana en yakın adresleri sıraladı...
Sen benim gözler dol sesim çatallan!
Adamın neredeyse elini eteğini öpeceğim hemen hallettim ulaştım bilgiye diye...
Çok kolay işlemmiş fakat benim anlamadığım her ay SGK ödemesini düzen üstü titizlikle çalışan kurumum ve hala nasıl bir sistem hatası verir ki koskoca SGK beni aktif bellemez?
Demem odur ki SGK ile bir işiniz olduğunda 170 i tuşlayınız karşınıza size yardım edecek bir bay veyahut bir bayan muhakkak çıkacaktır...

4 Ocak 2011 Salı

Şu Fotoğrafları Hem Büyük Hem Kaliteli Yapma İşini..?



Çıktısında boncuğu ha bulduk ha bulacağız dediğim, nadide yavru Rengin, bitmek tükenmek bilmeyen hadiseleriyle beni oradan alıp oraya savuruyor desem iskontolu demiş olurum bile...
Kreşte de bir dönem Rengin' i almaya gittiğimde, yüzümü yerden kaldıramazdım, bugün kimi kaç çocuğu cırdı diye...
Sancılı dönemlerden kurtulduk oh dememize ramak kala daha o'su çıkmadan dudaklardan, bu sefer aynı durumu okulun neredeyse ara tatiline ne kaldı şunun şurasında dedirtecek süresinde hala vukuatlar son bulmuyor...
Hoş bıyık altından filan gülüyordum ama bu sefer yine gülmemde bir eksiklik yok...
Ne yapayım, arkadaşının yanağına sürekli kalem batırıyorsa...
Ne yapayım, anneanne her almaya gittiğinde Rengin'den kaynaklı şikayetleriyle bir sürü çocuk etrafını sarıyorsa...
Ne yapayım, kaprisleriyle öğretmeni çıldırtıp en sonunda artık kendi ne yaptı bilinmez, tuvalete gitmesine izin vermeyen öğretmenine "aptal" diyorsa...
Ödevlerinden hala bihaber, benim bunları yapmama gerek yok ben biliyorum deyip çekiliyorsa, hergün sürekli elimde telefon birilerini alıp ödevleri teyit etmek zorunda kalıyorsam...
Ne yapayım dünya balı kaymağı bir kızım var ve ben ona yapma etme dememe rağmen sözümü dinletemiyorsam ve bu yaşta böyleyse ileride ne olur endişesini taşımıyorsam!

Geçecek bu da bir dönem, yine ve yine ne yapayım sınıfta azılı üç öğrencinin arasında yerini kimseye kaptırmıyorsa...
Bunu böyle yazdım diye kızının yaramazlıklarına gevşeyen anne modeli anlaşılmasın tabi fakat ben bunlara ceza verdikçe Rengin' de artık öyle bir hal gelişti ki yapacağımı yaparım cezamı çekerim rahatlığında...
Ya da küsüyor ya da kapris yapıyor ya da ağlamaya veriyor kızsam bağırsam çağırsam kaç yazar...
Sadece duyarsız kalmakla, çok üzerine gitmemek çizgisinde düşmemeye çalışıp, arada kantarın topuzunu da kaçırmamak elde değile sığınan bir garip anneyim...


1 Ocak 2011 Cumartesi

Ne düşünürsem olan bir hayatım var ne enteresan...
Tabi enteresan olan vakası iyi birşeyin değil de olumsuzların olması...
Aklıma pıt diye anında gelen düşünceden sis perdesi sonrası vuku bulan hadisesi...
Ne zamanki düşünsem; tövbe bozulamaz dediğim hususun, daha dakikasında tepetaklak olması, alıştım mı, hayır tabi, naftalin kokan beynim hala düzgün çalışmıyor, ciddiyim...
Kendinden kaprisli, taktı mı takan, bir dakika da anasını tanımayan bir kız evladım var sonunu kestiremediğim...
Kalabalıkların içinde olan yalnızlığım ve ne kadar seversem seveyim ne kadar "olmaya" çalıştığım, çabaladığım, yırtındığım bir taraflarımı yırttığım durumum, tükürdüğüm yüze sürekli bakmak zorunluluğuysa çileden çıkaran büsbütün, olmayınca olmuyor işte...
Bir cesaret bir ilham beklediğim enginlere sığmam taşarım diyebileceğim...
Gelecek biliyorum desem hep gelir mi ki?

31 Aralık 2010 Cuma

Çok kabartılmasına karşı olduğum fakat koca bir dönemin kapanıyor olmasının, yeni başlangıcın sadece takvim üzerinde olduğu, yeni kocaman başlangıç için bütün blogdaşlarımın ve sevdiklerimin hanelerinde; önce sağlık, birlik beraberlik, huzur ağız tadı ve kalplerinden geçen temennilerin hepsinin hayırlısıyla olması dileklerimle...
Sevgiyle kucaklar sırtınızı pışpışlarım...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Doğa Dostu Yerli Malı Biokalem...


Hafta sonu okuduğum gazetede vardı...
Çok ilgimi çekmiş verilen adresten sitelerine girip nasıl edineceğimi sormuştum...
Sık olarak gittiğim Metro grosmarketlerden edinebilirmişim üstelik dikkatimi çekmemiş demek...
Mailde yazıştığım Step-pen' den hanımefendi adresimi yazdığımda bana örnek gönderebileceğini söyledi ve iki gün sonra da elime geçti kalemlerim...
Gerçi sağolsunlar kargoyu da karşı ödemeli göndermişler ya neyse :)
Kalemlerin en önemli özelliği mısır nişastası atığından elde edilen, biyolojik olarak doğada çözünen bioplastik hammadde, geri gönüştürülmüş karton ve toksik madde içermeyen mürekkep ile Ülkemde üretilmiş tam yerli malı kısaca doğaya dost yerli malı...
Kalemin kapağında KARAÇAM tohumu var nasıl dikime hazırlanacağı şekliyle açıklanmış ambalajında...
Detaylı bilgi için ÇIN ÇIN...
Bence çok şık ve düşünceli bir hediye alternatifi...
Herkesin bir dikili ağacı olması dileklerimle...

Taahhütname...

Suyu çekilmiş dere yatağı…
Kelimeleri de meteliğe kurşun atıyor yazacağı da kalmamış…
Venedik’te bir gondolda olsan, parmakların suyun içinde ,o giderken sessizce, istemsiz çekilse elin suda; şekiller yapsa, seyrederken sen onları, birikir mi kelimelerin, yerine oturur mu yoksa yine düşünür müsün?


Satırarası aydınlatması; ne olursa olsun BABA özleminin şiddetlenen nöbetleri dışında bin şükür oturan haller ve ışıltılı sopanın dövdüğü, meleklerin güldürdüğü bebeğin yüzü gibi aydınlattığı ve en önemlisi iyilerin olacağına olan inancın kudretli gücü, akıldaki planlar olması arzu edilenler yapılacağına taahhüt edilip sözler vesaireler....

22 Aralık 2010 Çarşamba

Gayd...

Geçen seneye olduğu gibi bu bitmesine az kalan yıla da iyi bir iş çıkarmış gibi davranıp aferin "sene" güzeldi hadi bakalım devamına şerefe demeyeceğim...
Neden diyeyim ki;
Geçen sene hastalığını öğrenip, bu senenin 1 Eylül' ünde giden babam için mi?
Ya da koca iki sene boyunca her mücadeleyi yalnız vermek zorunda kaldığım için mi?
Herşeye sırtlanmaya çalışıp bir de etraflıca! sürekli "içerden" darbe aldığım için mi?
Bütün bunların sürecinde hiç inancımı kaybetmeden sürekli babamın sağlığına kavuşacağını işlerin yoluna gireceği masalına inandığım kimseleri buna inandıramadığım için mi?
Ruhumu başka nasıl koruyabileceğimin başka yolunun olmadığını bilmediğim için mi?
Sürekli "iyi" olmayı, etrafıma da bu telkini vermeyi ve sonucunun gelmeyeceğini bilip yine de sabrın sonu selamet oyununun yarı tözekleyen, yarı yedek sırasında oturan oyuncusu olduğum için mi?
Bu yılı devirirken bir başkasına başlarken de; tabi ki rutin dilek dua isteklerin yanı sıra; dolasınlar istiyorum beni çelikten konstrüksüyonlarla...
Sinirlerimi kaplatmak istiyorum hatta, arada kısa devre yapmasınlar diye...
Öyle mıç mıç sevgi olsun, elleri çırpalım, el ele dolanalım, olumlayalım salaklıkları ki o ne demekse zaten, neşe verelim, kardeş olalım yok öyle dangalak şeyler...
Üzenlerden üzücü haber alayım sevineyim hatta öyle çoşayım havayi fişek patlatayım...
İçeri darbecinin artık performansını yitirsin şeklindeki temennim, biliyorum hiç gerçekleşmeyecek ama................
Kısmet.......

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ne diyeyim ki...
Sen büyüdün, ben büyüdüm, bir örnek saçlarımız oldu, anne kız gibi değil, iki arkadaş olduk...

17 Aralık 2010 Cuma

Nereye Baktığın Değil...

Nasıl baktığın mühim olan...
Hele ki o ucundan etrafından ışıltılar saçan o değnek, tepelerde dolaşıyorsa yağmur bir başka yağıyorsa...
Tatlandı mı diye bakmadan dibini de çok deşmeden...
Devam o zaman bakmanın şeklini değiştirmeden...


16 Aralık 2010 Perşembe

Kime / Kimine Göre...

Hayatı, kendisi gibi;
“kısa”
“basit”
cümlelerle yaşaman gerektiğini biliyor ama
“uzun”
“karmaşık zor dolambaçlı”
yolu seçiyorsan eğer……

14 Aralık 2010 Salı

Ömür Vefa Ettikçe Devam...

Can Babam, gideli üç ay on beş gün oldu...
Ciğerlerimiz hala kor, yanıyor için için...
Özlemin kemiklerimi sızlatıyor... Kemiklerimizi...
Allah kimseleri önce evladıyla sonra sevdikleriyle sınamasın inşallah...
Ateş düştüğü yeri yakıyormuş...
Babam, hani sen benim yazılarıma kızdın ya hep, hatta yazılarımdan adliye koridorlarına uzanan maceralarıma...
Ben böyleyim ki babam!
Bize şerefsizliği öğretmedin ki!
Pısıp kalmayı!
Cürmümüz kadar yer yakmayı!
Deli fişek olduk hep, en çok da ben, dünyaları yaktım sevdiklerimi üzenleri, kendim zarar görsem ne olur...
Ben canımı verirdim, veririm de...
Biz delikanlı olduk, dediler ya hep benden için, büyük erkek evladın diye...
Ondan efelendik herşeye, kedi gibi miyavlamadık, kıvırtmadık oramızı buramızı, burda söylediğimizi heryerde de söyledik arkadan konuşmadık, kimselere oyun oynamadık ALLAH'tan KORKTUK sadece ve sadece...
Kimselerin hakkını yemedik, kendimizi çok yedirdik; söylenenleri, karşımızda dönen oyunları bildik de bilmezden geldik yüzyüze gelmesinler diye utandık...
Zamanın birinde cebimi karıştıran elin sahibini sırf o utanmasın diye uyuyor numarası yapmıştım ya hani...
İyi de yapmışım, ne oldu ne kaybettik, onurlu davranmak, keriz yerine konmak mı değil, hiç değil...
Anlamıyorum, içine ettiğimin dünyasında herşeyin iki kuruşluk olduğunu hala insanların ANLAMAMASINI..?
Lan işte bugün varsın bir salise sonran ne olacaksın belli mi?
Ya da bugün sağlıklısın yarın kimbilir nerene ne olacak?
İnsanları kıranlar, arkalarından atanlar...
Oyun dümen peşinde olanlar...
Ah babam be; senin gidişini gördüler işte, bir varmış bir yokmuş...
Ne olacağım ben, ne hallere düşeceğim, köpekler gibiyim, namuzsuzum, ruhum pis, kalbim kötü, ben ne bok olacağım demiyorlar da hala devam eski düzene...
İşte babam ALLAH' tan KORKMAZLARIN yanılgıları işte...
İlahi adaletten bihaber olanların...
Halbuki görünüşte en dindar da onlar ne hikmetse!
Kalplerinin karası vurmuş yüzlerine haberleri yok, aynaları yalandan, net değil, hoş görse de pürnur sanacak yüzünü...
Beddua etmemem gerektiğini sen öğrettin bize babacım, hep Allah' a havale etmemiz gerektiğini, boşver dedin, hep zarar ziyan da görsek hayırlısı dedin...
Yine de her düştüğümüzde şahlandık, iyiliklerinin yüzü gözü hürmetine!
Geçenlerde Peygamber Efendimizin sahabilerinden birinin canı yanıyor açıyor ellerini "Allahım sen onların evlerinden ve kabirlerinden cehennem toplarını eksik etme" diyor...
Ben de bunu öğrendikten sonra diyorum ki sahabi demiş ben de derim...
Kızma bana babam ama üzenleri Allah' a havale ettik ya hep...
Arada attırıyorum bir de ilaveten, evlerinden kabirlerinden cehennem toplarını eksik etme Yarabbim!
İnsanın ciğeri yanınca oluyor be babam!
Binlerce kere şükürler olsun, senin gibi bir babanın evladıyım, senin gibi bir babam olmuş...
Kabrin Kur'an-ın nuruyla nur olsun Can BABAM!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Nereye Dayanacaksa!


Hiç bir ana arter kapalı değil ekiplerimiz çalışıyorlar yollar açık' ın bir kare sonrası meydanda otobüsün kayması arabaların birbirlerine girmesi...

Bir ağız dolusu söylenen "DÜNYANIN EN PAHALI etinin kullanımının daha harı sönmeden DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİNİN daha daha üste binmesi ardından yine biz az bile yaptık bir çok zammı yansıtmadık lafı...

Yumurtanın molotof zombırtısıyla bir tutulması protesto kelimesinin bile birçok cezaya kapı açmasını...

Hele Hele okullarda andımızın Milli marşımızın olsa da oluru olmasa da olurunun kulağı bu kadar tırmalaması duyulunca hayırdır inşallah ne korkunç kabusmuş dedirttiği...

HIRSIZ ÖĞRETMENLERİN hepsinin atandığı...

Daha da birşey demiyorum desen ne olacak ki...

Ye önünde konulanı işte ses etme!

12 Aralık 2010 Pazar

Senede Bir Gün...




Başka bir yerde uyandım bu sabah sanki...
Sabah telaşesi olmadan...
Hiç yaşamadığım, insanı sersem eden bir sürprizle karşılaştığım...
Hatta bir ara gözlerimi buğulandıran şükür iyi ki varsınız dedirten...