23 Mart 2009 Pazartesi

Bir Şeker Mim Paslaması...

Prima şekerim demiş ki; Funda' ya...
El mahkum yanıtlayayım ben de dilimin döndüğü, parmağımın tuşladığınca...
İki sorumuz var:
1- Kendinize en uyan Kızılderili adı...
2- Sizinle özdeşleşen, size en yakın hayvan adı nedir...
Çok da zor ayrıca sorular söylemeden geçemeyeceğim...

1- Kızılderili isimlerine baktım şimdi, içlerinden kopya çekeyim diye sonra düşündüm ki bizim Bey hep der bana, "toplum polisi" misin herşeye karışma diye...

ben de seçtim ismimi "toplum polisi"...



2- Özdeşleşen hayvan mımmm...
Yunus olayım ben, kendimim diye demiyorum o da yardım edermiş elinden geldiğince, bir de hasta çocukları tedavi olmalarında etken olmaları, denizdeki o mağrur yüzmeleri, o sevimli yüzleri...
Aynı ben :P
Bu Mim i de burada sonlandırırken okuyan tüm gözlerin gözlerinden öperim...

22 Mart 2009 Pazar

Uzundu Bugün...

Fazlasıyla rehavet hakim eve bugün...
Nedense gün uzun geldi, bitmek bilmez geldi...
Anlamadım... Eskiden hatırlıyorum banyo kazanı yanardı, su ısınırdı, ertesi güne okul var hazırlanılacak çamaşır yıkanma ders/çanta kontrol... O zaman da hemen biterdi pazar olanca sıkıcılığına rağmen...
Bugüne dair tek yaptığım rutin mutfak işleri, Rengin in yıkanması sonrasında at yarışı ve iddia bile yaptım bizim Bey önderliğinde, hoş her ikisinde de daha ilkten yattı neyse ki birer liralıktı... Yani demem o ki can sıkıntısı nelere kadir...
Yarın sendromuna tek aldırmadığım gün pazartesi, asıl salı sendromlu "ben" için bakalım yeni hafta yeni gün....
Hep müjdelere gebe olsun tüm günler, rehavetsiz, sıkmadan aksın akşamlara onlar da sabahlarına....

21 Mart 2009 Cumartesi

Hayatın Alış verişi...

Aslında biraz önce evi süpürürken düşündüm bunu, öncesinde halamla konuştum telefonda, o söyleyince hem süpürürüm hem düşünürüm, hazır Rengin de uyuyor, salınır dururum şeklinde derken...
Temizlik bitti, klasik hafta sonu posta posta çamaşır, mis kokulu askıdalar öte yandan da evde yoğun domestos kokusu hakim...
Uzattım yine...
**************
Ben böyle düşünüyorum bilmem sizler de mi aynı fikirdesiniz...
Arkadaşlık bana birşeyler vermeli, aynı şekilde ben de ona. Ortak paydada buluşmaktan öte o en birinci unsur tamam ama gidişatını da başlıktaki gibi alma-verme belirliyor... Ben ne kadar alabiliyorum, yeni neler öğrenebiliyorum, nelerden kastım hatun kişileriz aramızda konuşurken birşeyin lekesini nasıl çıkarılacağını öğrenmem bile benim için çok önemli ya da erkek arkadaşlardan ne bileyim ticari bir konu olur genel kültür olur çok seviyorum bu anlamdaki alış verişi...
Sonuçta zaten dediğim gibi bu alma verme verimli ise devam ediyor arkadaşlık sonuna kadar...
Bu kadar lafı şuraya bağlayacağım...
Blog okuyorum sürekli, yenilerini, takip ettiklerimi, sizler de öyle...
İçinde toplu iğne başı kadar faydalanacağım birşey olursa izliyorum okuyorum uyguluyorum sonrasında (her takip ettiğimden faydalanıyor muyum hayır bazılarını ki bu sadece bir ikidir onları okuma sebebim yok seviyorum öylesini de belki)...
Temizlik öncesi halamla konuştum demiştim...
Hanife teyzeyi sordum nasıl diye...
Nasılmış biliyor musunuz?
Bitik o ayrı ama şükrediyormuş sürekli...
Çünkü kızının bedeninin tüm olduğuna, yaklaşık 20 gün önce öldürüldükten sonra testereyle kaç parçaya ayırdığı belli olmayan o müsvettenin, kızının başına gelmediğine şükrediyormuş...
Olanla ölmüşe var mı çare?
Bu şükreden kadının okuma yazması yok, eğitimi yok, evde çalışmayan ve sürekli kendisini sömüren, babalıktan bihaber bir koca var ama kendisi bildiğimiz sütten çıkma ak kaşık, mübalağa etmiyorum gerçekten o kadar temiz, o kadar verici, o kadar vicdanlı ki...
Bütün bunların üzerine naçizane derim ki, ukalalık yapmak haşa hiç aklımdan bile geçmez...
Hepimiz ufacık meselelerden canımızı hiiiiç sıkmayalım, birbirimizi kırmayalım, olur olmaz herşeyi dert etmeyelim ne olur, hayat herşeye rağmen her zorluğa rağmen bizi dinlemeden devam ediyor...
En ufak sinir takıntı fiziken bir başka yerden patlak veriyor... Eskiden var mıydı sakinleştiriciler, terapiler...
İşte hal böyleyken demem o ki;
Çok şükür bizim ve sevdiklerimizin aldığımız nefese,
Çok şükür birlikteliklere...
Çok şükür sağlıklara...
Çok şükür eldekilere...
Gerisi gerçekten boş...
Ha bu arada Allah hiç bir kimseyi, önce çocuklarının sonra sevdikleriyle sınamasın...
Herkese iyi hafta sonları...
** Bu arada farkettiniz mi izlenilen blogların yeni yazı güncellemeleri görünmüyor**

20 Mart 2009 Cuma

Merak...

- Şşşşşt anlatsana ne yaptınız dün akşam?
- Hı?
- Söyle işte, neredeyse emrivaki yapıp yazdın ya, ilan ettin ya, çıkalım bu gece diye kocana onu diyorum ne oldu ne yaptınız diye?
- Haa, evet okumuş bizim bey, şimdi sana ona msn den "bloğu okumadan işten çıkma" dediğimi de yazsam bu sefer diyeceksin ne zorluyorsun onun aklına gelseydi diye dır dır dır başımın etini yiyeceksin söylemiyorum ben de...
- Amaaan sen de, neden hep senin aklına gelecek bu fikirler neyse, gittiniz mi?
- :) gittik gittik yemek yedik dolaştık sonra çay hazırlayın geliyoruz dedik bizim üçlü kankamızın evine gittik, gece yarısına kadar güldük eğlendik oturduk evimize geldik...
- Hııı :)) hadi bakalım...
- Peki, ayrıca bu gibi şeyler benim nazarımda yok o dedi ya da o neden düşünmedi olmaz, taraflardan biri düşünür, sonra hadise cereyan eder o cereyandan taraflar da memnun kalır, mesut olurlar, gökten düşen elmaları paylaşırlar, otururlar yerlerine...
Merakın tamamlandıysa işime döneyim ben o zaman...

19 Mart 2009 Perşembe

Biz Gençkenki...

Tazeciktik...
Aynı tazelikte duygularımız heveslerimiz hele ki benim bitmez tükenmek bilmeyen isteklerimiz vardı...
Her yer daha bir tazeydi yeni yıkanmış da yumuşatıcının kokusunun ilk hali gibiydi etraf...
Şimdi aynı tazelik kaldı mı bilmem...
Ben hala tazeciğim desem kim inanır önce ben "hadi be" derim...
Bey' e söylesem bunları yandan yandan bir gülümser
Bunlar nereden mi aklıma geldi
Bey' e atıf bu satırlar...
Bu akşam Rengin anneannesinde misafir
Sen de tutsan elimden çıksak elele sokakta yürüsek aman tamam biliyorum soğuk sararım ben atkımı boğazıma sen de sar...
Sinema da istemiyorum yürüyelim yürüyelim yürüyelim sonra sıcak bir kahve içeriz ısınırız yürürüz yine...
Hangi yol yürümekle aşınmış ki de bana...
Fotoğraf ? Bizim devir tabiriyle "çıkıyoruz" :)

18 Mart 2009 Çarşamba

Kızılay' in İçine...

...ancak bu kadar edilebilir...
Bu kadar mı kötü olur görüntüsü gürültüsü bir yana da...
Ve de bu geçiciymiş taksi sergisi miymiş neymiş...
Yani bu kadar terane sergiden sonra toplanacak...
Ah ahh ne diyeyim tamam şehir planlamacı değilim ahkam kesemem ama herhalde bu görüntü de kötü diyecek kadar da hak görüyorum kendimde naçizane...

17 Mart 2009 Salı

Ateş Düştü Hanife' ye...

28 Ekim 2008 Babaannemi kaybettim...
Babaannem, ilerlemiş şeker hastalığına yenik, vücudundaki tüm organların şekere teslimiyeti sonucu göçtü öteki diyara...
Nurlarda yatsın can parem, biraz kiloluydu o yüzden halamın yetemediği yerde Hanife Teyze koşardı her işe, son zamanlarında kısa süreli de olsa ki kendisini cenazeye Çeşme' ye gittiğimde tanıdım, dünya tatlısı teyze... Babaanneme benim kadar yandı neredeyse... Çok emeği geçti kısacık zamanda..
Şimdi ateş ona düştü...
21 yaşında, çocuk gelişimi mezunu, Altınyunus anaokulunda çalışan kızı, yoğun bakımdan çıkamadı...
Kafasını kızcağıza takan insan müsvettesi, benim olmayacaksan kimsenin de olma deyip, hem kıza hem kendisine dayamış silahı...
O müsvette anında gitmiş, kızcağız yoğun bakım sonrasında kurtulamamış...
Şimdi Hanife Teyzenin ateşi söner mi?
Bu nasıl insanlık nasıl nasıl aklım almıyor nasıl bir nesil yetişiyor çocuklarımız kimlere emanet kimlerle karşılaşacaklar...
Allahım kötü insanların şerrinden sana sığınırız, çocuklarımızı sen koru!!!!

16 Mart 2009 Pazartesi

Mest-i Şahane...

Kuzu mayışmış, el ağızda parmaklar emilirken tv nin karşısında mest...
Koca gazete sayfaları arasında ara sıra sayfanın üzerinden kuzuya göz atar, mest...
Bendeniz içerde başında ekranın -yetmedi sabahtan çıkışa sekiz saat ekran mesaisi- konu/komşu okurken içerde bilir ki herkes mest, o daha da mest...

Gizem(sizim)...

Üniversitede bir arkadaşım vardı kulakları çınlasın, ders çalışacağız bizim evde, "21:00 dan önce gelemem" diye her zaman sıkı sıkı tembihlerdi bizi, ne deli olurduk, ne işi olduğunu da söylemezdi gelirdi böyle, öyle de şekerdi ki serseri, gözlerini kısa kısa :) Bir arkadaş derdi ki "Erdem hava karardı mı mahalle kahvesine atıyor sandalyeyi saati gelene kadar oturuyor gizem adamı Erdem" diye...Hala da gizemi çözülememiştir Erdem' in durumunun, üstelik uzun zaman aynı kaptan yemek yiyorsun, dersler, finaller, ödevler aynı havayı soluyorsun meraklanıyor insan canım, hala arada sorarım güleriz o zamanlara :)
Aslında gizemli insanı ya da gizem insanı tabirlerini hatta gizemli durumları, tv filmi ya da roman konusu dışında benimseyemiyorum...

Aklıma kadın dergilerindeki başlık geldi birden "erkeği elde etmek için gizemli kadın olun"...

Olamam olmadım da şimdiye kadar bizim Bey' in dediği gibi "net'im ben"
Bana sor birşey, dibine kadar anlayatım o kadarını da sevmiyorum ama anlamsız şeffaflık bendeki de, fazlası gereksiz...
Olan arkadaşım da olsa aslında tamam kimse kimsenin içine dışına kadar vıcık vıcık bilmesin ama yine de ben gizemliyim havalarına girilmesin ne bileyim...
Eskiden olurdu o, güya kız erkeği öyle etkilerdi, hani hep de denirdi ya kadın kapalı kutu olsun, erkek gizemli kadın sever...
Çok lazım sevmesin gizemli kadın, açık olanı sevsin net olanı sevsin...
Konu mu? Hiçbir yerden aklıma gelmedi aslında, öylesine... Dün düştü akla, karalaması da bugüne, izin sonrası çalışma haftası olunca sabahtan beri açık sayfa gidip gelip yazıyorum, cümle aralarında tutukluk olursa yazı bütünlüğünü bozan, benim başına bütünüyle oturamamamdan...

13 Mart 2009 Cuma

Canım Yurdum Yaaaa :))

Hala gülüyorum :))))))

Evde...

Hep derim çok paramız olsun çalışmayayım evde oturayım, bir de çok para olunca hep vardır ya fantazisi altımda arabam oraya buraya gezerim...
Nereye kadar...
Buyur evdeyim, Rengin kreşte...
Beş ekli gazete de bitti...
Bilgisayarda zaten işe başlayınca 8 saat başındayım...
Ev de ev diyordum al bana ev...
Gerçi şöyle de bir durum var şimdi ben hepten evde otursam ona göre bir meşgalem olurdu tabi, şimdi evde misafir gibiyim... Anneme desem iş yap der demiyorum ben de...
Kendi kendine de içilen kahvenin tadı olmuyor en iyisi ben anneme gideyim kahvemi orada içeyim sonrası Allah kerim...
Yalnız saat da daha 09:30...
Bu arada annemin sözünü dinledim bakın ...
ee anne "iş" yaptım işte :)

11 Mart 2009 Çarşamba

Mım Mim Müm...

Tatesal demiş ki "gel berime renginim"

"Geldim buyur" dedim kendisine, blogunda yazmış benim linki "aaa" dedim davete icabet ettim, gereğini de yapmak lazım...

Elimin erdiği, gücümün yettiği, dilimin döndüğünce...

Önce demiş ki;

1) Paraşütle atlamaya karar verdiniz ve ilk atlayışınızı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Yerde sıranızı beklerken yukardan atlayanları seyrediyordunuz... Aklınızdan neler geçiyor?
Yemezler tövbeler olsun atlayamam ki...

Sene 98...

Uludağ'a kayak dersine gideceğiz, ders bu, seçmeli gerçi de seçtim. Bir heves, bir neşe bende, sonra kılık kıyafet tamam, gözlükler takılmış göze... Hoca dedi "haydi koyverin gitsin, kar sapanıyla durursunuz" oldu daaaa, ay bu tepecik nasıl da fena göründü birden gözüme kaç metreydi bunun yüksekliği??? kem küm derken yok yok almayayım ben paraşüt filan ayağım yerden kesilmesin, ama ola ki atladım diyelim...

"Allahım nasıl bir düşüş planlamalıyım ki sakata gelmeyeyim"

2) Sıranız geldi ve uçak üç bin metreye yükselirken siz de kendinizi hazırlıyorsunuz. Arkanıza hiç bakmadan önünüzde açılan kapıya geliyor ve kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. Aşağıya atlarken ne diye bağırıyorsunuz?
"............................ Eşhedü en laaaaaaaaa............"


3)Güvenli bir biçimde yere indiniz.Paraşütünüzü toplarken bir eğitmen size doğru geliyor ve birşeyler söylüyor.Eğitmen ne söylüyor?
"Yaşıyorsun korkma"


Sonra demiş ki tatesal -ki en sevdiğim de bu- sevdiğiniz ürünü tanıtınız...
Ufak bir parantez kendi tanıttığı ürünü severek öteden beri kullanmaktayım...
Ben de şimdi huzurlarınıza çıkarmak istediğim ürünü daha önceleri bu konulu mimi okurken daha kafama koyduğum, olur da biri ilişilirse yanıma ben de bunu yazarım dediğim, bayıldığım beğendiğim kullanmaktan çekinmediğim ürünü sizlere anlatayım istedim.. İçimde uhdeymiş meğerse :)


Kendileri Yumoş Ekstra, (neden Türkçe yazmazlar onu da anlamam, ben yazdım ama) olup, hakkaten reklamlarda dedikleri gibi haftalarca çamaşırlarda kokusunu barındırmayı başarmış mucizevi bir bileşimden oluşmuş namütenahi bir üründür...

Badem çiçeği ve vanilyanın bu hoş kokulu birleşimini kullanmanızı şiddetle tavsiye ederken, bereketli bir ürün olduğunu da söyleyerek bu mim işini burada sonlandırırım...

Mim hadisesini kimselere paslamam, serbest bırakırım okuru...

Ancaaaak özellikle ürün tanıtımı olayında hakkaten ve gerçekten, beğene bayıla kullandığınız birşeyler varsa da öğrenmek ister, sonra edinir tecrübe ederim der bu deli gönül...

Bitti...

Sürer Tedavimiz Daha...

Durdum zaten,
Mucize beklemedim
Kötü de düşünmedim
Hala da düşünmüyorum
Çıkmadık candan umut kesildiği nerede görülmüş
Demiştim ya şükürsüz insanlardan hiiiç haz etmem...
O halde yine şükür buna da şükür...
15 günlük ilaç kürü daha sonrası 15 güne...
Dualarınızı esirgemeyin ...

9 Mart 2009 Pazartesi

Pabucumun Çankaya'sı...

Hani birbirlerine sayısız kere iletilen elektronik postalar dolaşır ya ilginç fotoğraflardan oluşmuş...
Bu da onlarda biri gibi değil mi?
Pervasız rahat yurdum insanı çıkma yapmış kapısının önüne, koymuş ayakkabılığını da, üzerine danteli, onun da üzerine çiçek süsü...
Hatta çöp de en en en dışa konmuş, kilimin önü evin bitimi :)
Yalnız şöyle bir handikap var, iki asansörden biri tek katlara çalışırken diğeri çift katlara çalışıyor, o kata çalışan asansör çıkmalı evin kara alanına denk düştüğü gibi kapısı da kilime takılıyor açılmıyor...
Gülüyorum ağlanacak halimize katıla katıla...

7 Mart 2009 Cumartesi

Anıtkabir' e Sanal Gezinti...

Ankara' da olmayan ve Anıtkabir' i görmemiş veya görmüş hep görsem diyen, Atatürk hayranı yurdum insanı...
İşte hizmet!
Anıtkabir' i, bu yeni hizmetle önce sanal gezin, sonrasında buyrun Ankara'ya...

İstasyon... (Öykü Atölyesi)

Hayatını öbürünkine kattığında ne umutları vardı, sevinçleri, hevesleri, geleceğe güvenli bakışları...
Bekledi istasyonda zaten başka da birşey yapmıyordu ki, işte kendine en uygunuydu bu, kimileri geldi geçti gitti, bu geçmedi bunda takıldı, iyi de ettim dedi kendi kendine, güldü mü kader bana da bu sefer belki gülmüştü ya da güler gibi yapmıştı kimbilir...
Ama o yaşamayı umduklarıyla mutluydu, taaa ki umut ışıklarını içinde söndürene kadar... Söndüren de kendi miydi acaba? Yooo öyle hissetmiyordu, söndüreneydi onun acısı, yine de kötüsünü düşünmüyordu, istasyona geri dönesi var mıydı evet bazen ama hayat çoktan o istasyonda beklediğinden uzaklaşmıştı artık dönse de ne çare...
Diğerine katılmışlığı devam etmeliydi ne pahasına olursa olsun...
Devam etsindi, sonrası Allah kerim nasılsa dedi...

6 Mart 2009 Cuma

Kısın Işıkları...

Barbra Streisand
Christmas Memories

1. I'll Be Home For Christmas
2. A Christmas Love Song
3. What Are You Doing New Year's Eve?
4. I Remember
5. Snowbound
6. It Must Have Been The Mistletoe
7. Christmas Lullaby
8. Christmas Memories
9. Grown Up Christmas List
10. Ave Maria
11. Closer
12. One God
şifre ister: NeedZ

Yazasım Yok...

Keyifsizliğimden değil, belki de ondan, bilmem...

İçi dolu balonmuşum da biri ateş etmiş, bütün havam gitmiş gibi büzülmüş oturuyorum öyle...

Ama içimde de bir umut, deli mi ne havan gitmiş, ne umudu, neye hem de?

Haftaya izinliyim, evden takılacağım Rengin' in son haftası bekler bekler dururum ilaç sonucunu...

Tatsız gibi, bir miktar tatlı ama sahte, tatlandırıcılı tatlılık bendeki...

Dışarı çıktım öğlen vakti / arası neyse işte...

Herkes dışarda, ne melun kalabalık! Kendimi dev alışveriş merkezinde hissettim...

Alışveriş merkezlerinde salak oluyorum ben...

Bir müddet sonra zembereği şaşmış hatta atmış saat gibi, bakışlarım semeleşiyor, sesler uğultu oluyor, görüntüler flu, yürüyüşüm bile yampiri...

Kendime gelemiyorum işte aynından oldum şimdi de Kızılay'ın orta yerinde...

Cuma günü neşe dolarken normal insan, benim havam kaçtı zaten kaçıktı ya püf...

(Fotoğraf, fotokritik, Erkmen Altunkaynak'tan...)

5 Mart 2009 Perşembe

Evrenden Torpilim Var...

Ankaralı arkadaşlar ya da 91-92 seneleri civarı Ankara' da yaşamışlar, bilir misiniz bir GÜN fm vardı...
Fm 97 frekansından yayın yapan, Ankara'nın ilk özel radyosuydu...
Zamanın en güzel müziklerinin yanında, radyocularının da acayip eğlenceli, programlarının da çok yaratıcı olduğu müthiş bir formatı vardı. Şimdinin amerikan özentisi, iğrenç mtv şarkıları çalıp duran, habire aksanını yamultup "nanytinaynpoyntfavf" diyen özenti, sözümona profesyonel radyocu tipler yerine, gayet samimi ve içten konuşan, bizden biri gibi davranan, yayınlarına halkı da davet eden radyocuları dolayısıyla son derece samimi ve gerçek bir yerel radyo gibi olan radyo istasyonuydu...
Orada da bir radyocu vardı, sabahlara kadar radyo dinlememize neden olan hatta gecenin o saati -kahkahalarımla ev ahalisini uyandırdığım zamanlar olmadı değil hani- ne programlar yapılırdı...
Adı Aykut Özbaltacı, soyadını değiştirdi şimdi Oğut oldu, adının başına da bir Ike geldi...
Ike Aykut Oğut...
Bu adam, Gün fm kapandıktan -ki ben de üniversiteye gittiğim dönem Bolu'ya- sonra kafaya takmış, Amerika'ya gideceğim oyunculuk kariyerimi orada devam ettireceğim...
Sonrasını
Beşer dakikalık bu beş bölümden izleyebilirsiniz konuk olduğu tv programından...
Sonrasında bir kitap yazdı kitabın arka kapağında söyle diyor:
"Siz hiç 150 kilo oldunuz mu?
Sizin hiç yabancı bir ülkede bavulunuzu kaybettiğiniz, sabahları mısır gevreğine bira döküp hayatta kalırken günlerce tek kelime bile konuşmadığınız, dayak yedikten sonra girdiğiniz komadan bir gözünüzü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara döndüğünüz, annenizi kaybettikten sonra hapiste yatarken babanızı kaybettiğiniz oldu mu?
Benim oldu.
Peki ya sonra o yabancı ülkenin dilinde şakır şakır konuşup hatta seslendirme yönetmenliği bile yaptığınız, o ülkedeki filmlerde başrol oynadığınız, 70 kilo verip filinta gibi olduğunuz, yeni ve mutlu bir hayat kurduğunuz, elinizi attığınız her işi altın yumurtlayan tavuğa çevirdiğiniz, her saniyenizi gülümseyerek geçirdiğiniz, hayatta istediğiniz her şeyi elde etmeye başladığınız oldu mu? Benim oldu.
Nasıl mı?
Gelin anlatayım…"
Dün aldım kitabı akşamına da bitirdim...
Bence okuyanı titreten bir kitap, en azından yazılanlar havada uçmuyor ki ben genelde başka şekillerde uyguluyormuşum zaten kitabı...
Kitap sadece şunu yap iyi olur, bunu yap süper olur, demiyor ben böyle yaptım da böyle oldu diyor Aykut...
Çok da iyi demiş, alın okuyun siz de eminim beğeneceksiniz...
Bakış açınızda mutlak bir değişim olacak eminim...

...........


"Kör cehalet çirkefleştirir insanları
Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek cevabım var,
LAKİN BİR LAFA BAKARIM LAF MI DİYE,
BİR DE SÖYLEYENE BAKARIM,
ADAM MI DİYE…"
Mevlana...

4 Mart 2009 Çarşamba

Kutlama... Kutlama...

Pazartesi İdil kankamızın doğum günüydü...
Dün gece yaptık kutlamamızı...
5. yaşın kutlu mutlu olsun İdişim :)
Altı ay sonra da bizim kızın bitirişini kutlarız inşallah beş yaşını...
Püfff...

Hediye heyecanı...
Ne güzel :)



Ahretlikler :)

Bu da efendim bebek beklerken kızlar :)
Bizim kız tam cadı, illa benim doğum günüm de olsun diyor, ben İdil' in hediyesini vermem çünkü onun doğum günü diye bir sürü mızıkçılık yaptı...
Neyse aynı hediyeden kendisine de verdik de birbirlerine hediyeleri takdim ettiler, pastalarını beraber üflediler, sonra oynadılar terlediler :)

3 Mart 2009 Salı

Kuzu Kulağı...

Anne yemek kitabından yemek ismi gibi oldu :)
Neyse efendim gittik doktora, baktı dedi ki:
"Bu kulaklardaki sıvıları görmek için teste gerek yok zaten belli, evet sonu ameliyat ama ameliyat en son yol benim için, o yüzden izleyeceğiz iki ay üç ay sonuna kadar ve yine bir on günlük antibiyotik bu süre zarfında kreşe gitmeyecek"
Bu hafta annem bizde evlerimiz yakın zaten bin teşekkür anneciğime tabi, Allah ondan razı olsun, haftaya da ben alacağım izin bakacağız...
Tabi ilaçtan mucize beklemememiz gerektiğini unutmamamızı söyledi doktorumuz, bekleyeceğiz...
Destek olan, dualarını esirgemeyen bütün blog arkadaşlarıma da çok çok teşekkürler :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Kuzumun Kulağı...

İki hafta önce Rengin' in bitmek tükenmez bilmez üst solunum yolu problemi ve sürekli içtiği antibiyotiklerden gına geldiği için bir KBB uzmanına gittik...
Doktor da demez mi ki "bir kulağında sıvı birikmesi var işitme testi yaptıralım" diye...
Yaptırdık testi, iki kulakta da sıvı birikmiş ve 30 desibel altı işitme kaybı...
Sonrasında bir kutu antibiyotik bitirdik, kurutur mu acaba diye...
Fakat tekrar kontrol, bir işitme testi daha, sıvılar olduğu gibi duruyor...
Tedavi malesef operasyonla kulaklara 2 mm lik tüp takılması...
Bu tüpler de, 6-12 ay sonrasında vücuttan kendi kendine atılıyor ve bu hastalık her çocukta olabilirmiş, sebebi öztaki borusuna giden kanalın hava geçirmiyor olması kanalların dar olmasından dolayı, tüpün de amacı o kanalı açarak hava geçirmesini sağlamak...
Çok şükür ki kalıcı bir araz bırakmıyor...
Fakat ben bunu duydum bir uzman görüşü daha almak istedim...
Bugün 19:30 da randevumuz var bakalım o doktor ne diyecek?
Merakla beklemekteyim, azami gerginlikle...

28 Şubat 2009 Cumartesi

A Star Is Born...


Kör sabahın 05:30 unda hortladım...


Genelde olmaz, hafta içi 06:50 saat çalar, bir iki ertelemeden sonra kalkarım...

Hafta sonu da artık Rengin ne kadar müsade ederse 07:30 en geç 08:00...


Bu sabahki erken hale çok memnunum, geçende bir kalkmıştım Adile Naşit' in konuk olduğu Uğur Dündar' a, o vardı Yasemin' in Penrecesi formatında bir programdı, nasıl keyifliydi durun şurdan okuyabilirsiniz onu...
Bu sabah da ne filmine denk geldim dersiniz "Bir Yıldız Doğuyor"

Barbra Streisand - Kris Kristofferson oynuyorlar...

John Norman Howard, Esther Hoffman' ı yıldız yapıyor, sonrasında ölümle sonuçlanan son...
Ben bu filmi ilk izlediğimde yoktu gözyaşı filan, bunda sonunda aktör Esther' i son kez seyrediyor da, alıyor eline bir kutu bira, bir hız hız arabada sonunda aşırı hız, e ölüm tabi...
Sonra Esther konserinde kocasına bir şarkı söylüyor ki alt yazı da geçiyor ne diyor şarkıda diye, hüzünlendim ben yine ...
Çok özlemişim meğerse, demek ki arada böyle eski klasikleri seyretmek lazım...

Hamiş: Sahi Barbra Streisand nerelerde en az 60 yaşına gelmiştir değil mi?

26 Şubat 2009 Perşembe

Ah Be Hayat! (Fotoğrafın Dili)

Ah be Hayat!
Hep mi ileri gidilir...
Azıcık da geri gitsen...
Bugün olmayanlarla daha çok sarılsaydım ya,
İki çift laf daha etseydim ya...
Hem baksana şu yüzüme, böyle miydim ben?
Hele hele bak saçlarıma?
Aynalarla küstürdün beni Hayat!
Baksana saatin tık tıklarını bile işitemez oldum doğru dürüst...
Zembereği atmış misali, çalışan doğru dürüst bir yerim de kalmadı...
Daha belki yaşayamadığım,
Dönüp de tekrar yaşamak istediğim aşklarım vardı benim...
Ama unutma hayat, anılarım hala öyle canlı ki...
İşte ben artık hep onları anarken...
Git bakalım git, ilerle...
Ama...
Ne vardı biraz da geri gitsen...
Gözünü sevdiğim HAYAT...

Van, Tu, Tri, Foro...

Oh etmiş...
Benim üzerimden de yükü kalktı...
Hani severiz şarkıcıları, önce sesini, sonra duruşunu. Baktık duruşunda hata var, değerlerimize uymuyor, sesi dünyalar güzeli olsa, bülbül yanında karga kalsa, yine de önemi olmaz bizim için. Kendi adıma konuşayım aslında... Sesini seviyordum, zamanında çok efkarlandığımız, o aşk acılarının merhemi olan şarkılarında ah vah ediyorduk... Fakat insanın bir duruşu olur, kalitesi olur,ağırlığı olur, ne bileyim bakınca bir daha bakılmalı, ağzını açınca hep konuşsun istenilmeli... Hani klişe söyleriz ya hep topluma örnek olsun, eskiden "banane" derdim herkes kendi hayatını yaşasın, fakat kazın ayağı öyle değilmiş. Baktım ki -ben hiç yapmadım da- gençler/çocuklar sevdikleri şarkıcıların peşinden sürükleniyorlar, konuşmalarıyla, fiziki görünümleriyle, ağızlarıyla...
Şimdi ne olacak? Bütün kendini bilmezler, bayanlara aleni küfürle hakaret edebilirler, Türkçeyi katledip istedikleri yerinden çekiştirebilirler, insani özelliklerin tam tersi davranabilirler, abuk subuk giyinebilirler özet olarak...
Oldu o zaman, almayayım ben...
Yalnız, bir insan da kendi başını bu kadar yer diyorum da başka da birşey demiyorum...

Ve sen Deniz Seki malesef ki şarkılarını/sesini hala çok seviyorum...

Fakat sen ki zamanın birindeki pop-star programında, Bayran' a hakaretler ediyordun "senin geçmişin pis topluma nasıl örnek olacaksın" deyip Bayran' ı aşağılıyordun!

Peki sen şimdi ne oldun? Kime nasıl örnek oldun?

Tamam kendi hayatı insanların, yine kabul ediyorum, yalnız şunu kabul edemiyorum, bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur ki dedikleri anyada, yaptıkları Konya' da...

Neyse Allahtan ki yurdum insanının hafızası balık misali... Üzerine vicdan denizimiz de fersah fersah... Ne demiş Sayın Tatlıses "Bu da geçer bu da geçeerrr..."

Gavur Yapmış Yine Yapacağını...


Sever mi Yavrular?

O zaman buradan buyrun...
Şifre gerekmiyor...
Bir de hani şu free bölümden indirecek ve epey bir dakika beklemeniz yazıyorsa ki yazar, o zaman modeminizi bir takıp çıkarın hemen sıfırlanıyor...
İyi seyirler :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Estağfurullah...

Dilimi korurum, korumanın ötesinde çok severim, özellikle dilbilgisi kurallarını, cep telefonu mesajlarında bile itinayla kullanırım...
Kullanmayanı uyarırım, güzel konuşmayanı da...
Bizim Bey bana boşuna "Toplum Polisi" demiyor, benim de hakkını vermem lazım...
Türk Dil Kurumu sözlüğüm ve yazım klavuzum sık kullanılanlarımda, sürekli açar bakarım...
"Türkçe Dil Bayrağımız" değil mi? O halde onu layıkıyle taşımak icap eder diyorum naçizane...
Ben de bir aldım mı elime sazı bırakamıyorum uzat Allah uzat...
Asıl anlatmak istediğim şu aslında, "Estağfurullah" kelimesinin kullanılması beni rahatsız ediyor, ben de doğru kaynaklara ulaşayım dedim, hoş çok da yok...
Türk Dil Kurumu sözlüğü diyor ki kelime için:
"Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü."
Bir de "Estağfurullah" Arapça bir ünlem.
Sözlük anlamıyla "Tanrı'dan mağfiret, bağışlama dilerim" demek.
Osmanlıca-Türkçe sözlük yazarı Ferit Devellioğlu'na göre ki kendisinin sözlüğü bende de var. "Estağfurullah" kelimesi :
"Rica ederim/hiçbir zaman/mahcup ediyorsunuz/hâşâ ("kesinlikle kabul etmem")/bir şey değil."
Meydan Larousse "değişik kullanımları olan söz" demiş mesela:
"Teşekkür" karşılığı rica ederim, bir şey değil anlamında/"değil, hayır" anlamında reddetme sözü olarak/alçakgönüllülük ifadesi...
Büyük Larousse da "Estağfurullah" kelimesi üç durumda kullanılır, diyor:
1. Övülen veya teşekkür edilen bir kimsenin söylediği incelik ve alçakgönüllülük sözü.
2. Kendine olumsuz bir nitelik yakıştıran bir kimseye "Hiç de değil!" anlamında söylenen nezaket veya alay sözü.
3. Karşısındakinin, kendisinden beklediği işi, kendisi için yük saymayan kimsece söylenen nezaket sözü.
Bir de böyle hani konuşursunuz da kibarlığınız gereği "estağfurullah" dersiniz ya, biri de pis pis güler sonra, o gülene açıklama yaparsınız "aynen demek değil bu"deme gereği hissedersiniz, işte o kısmına deli oluyorum. Aç bak kardeşim güldüğün kelimenin bir anlamına!
Bence tevazu sahibi insanların anahtar kelimesi bu...
Kıymetli bir kelime...

Fotoğraf, yine arkadaşım Onur' dan hatta demiş ki altına da (bu kelimenin de ayrı bir yazısı olabilir, o büyüklükte çünkü...) :

"Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?

24 Şubat 2009 Salı

Yok Daha Ötesi...

Etrafa değil sözüm,

Ya da ona buna,

Atıyorum ortaya,

Yazıyorum meydana...

Bu muyum? Buyum...

Değişir miyim?

Olumsuz olanlar?

Belllkiiii...

Yok ona da bir garantim...

Ne olur peki nedir bunun oluru?

Yoksa yok eyvallahım,

demeye de yok öyle boş meydan...

Çare yok, ya kabul ya kapı mı?

yoook o kadar uzun boylu da değil...

Beş bilinmeyenli denklem bu çöz de çık işin içinden...

O zaman...

Müzmin farzet, sürekli akan burun misali...

Ne diyeyim ki buyum işte yok ötesi, berisi...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Gülümsemeyle Yorulma Arası Hafta Sonu...

Başlığımın "Gülümseten Hafta" kısmını Dijle den arakladım pardon ilintiledim (kibarca) :) Seviyorum bu hatunun yazılarını, Kova oda, anlıyor yorumlarımı gülümsemeden de :) Gerçi takip ettiklerimi ve takip ettiklerimi takip edenleri de beğeniyorum seviyorum...
Farkettim haftaya sevgi kelebeği gibi başladım hadi bakalım gerçi onun da ömrü bir gün ya...
Cumartesi sabah, ANKAN annem Mügemin en şaheser kahvaltı sofrasındaydık, fotoğraf gönderecek koyacağım inşallah... Bir de bitmek bilmeyen doğum günü kutlamama ek olarak, Mügecim pasta üflettirdi bir de hediyemi takdim etti :)
Daha bir kutlama da cuma akşamı meşhur Pub akşamımızı, Tunalıdaki İTÜ Evi'nde yapacağız orada halledeceğiz :)
Sabah bu şekil kutlama kuş sütü eksik kahvaltı sofrasında noktalandırdıktan sonra, Ankara kendini karda kaybetmiş helak olmuş vaziyette, hala yağan karla boğuşurken, öğlen de gidilmesi gereken eski babaanne evinde Halacım gelmişti, Rengin' i çok özlemişti bahane kabul etmiyorum dediği içindir, Rengin' i sardım sarmaladım hooop Aydınlıkevlere... Allahtan bir otobüs de, küçük bir Ankara turu şeklinde sonlandırdık... Babaanne-dede evi doğduğum en çok huzur bulduğum ev, keyifle, buğulu gözlerle oturdum, baktım duvarlarına taşlarına, huşu içinde, kızım da mutlu mutlu vakit geçirdik...
Cumartesinin bu hengamesinden sonra, pazar günü de ona inat sakin, miskin, huzurlu geçerken hatta ne miskinlik, bir ara halının üzerine yayılmış kağıt falı bakıyordum bile, Bey tv de maç seyreylerken, Rengin Hanım da bilgisayarda sünger Bob uyla haşır neşir... Tabi bir atraksiyon lazım bu huzur tablosuna, Esin geldi sanal sevgilim...
Rainbow uyla verilmiş bir randevumuz vardı, halıları yıkayacaktık, haydaaa ben, bizim Bey, Esin, girdik halılara hatta Esin kaşındı, kanepe koltuk durmuyor ki hatun, akşamı ettik, neyse sonra kendimizi pizzayla tebrik ettik...
Sabah mı...?
Ölüyorum :))


20 Şubat 2009 Cuma

Konuşurken Gülümsenir mi?

Ben gülümsemiyorum konuşurken, o yüz ifadem yok malesef... Ama yüzünde ışıl ışıl bir gülümsemeyle konuşanı da izlerim hayran hayran... Bu hatun da böyle, gülümsüyor konuşurken de, dişler inci parıldıyor, hep bir pozitiflik... Çok eleştiri aldım, çok yanlış anlaşıldım... Mimik konuşmanın en büyük destekleyicisi, ben de duran bir yüz, hareket eden ağız... O zaman da cennetten müjde versen algılamıyor ki karşımdaki... Anca beni tanıyacak da "haaa bu dediği aslında şu, yanlış anlamışım" diyecek... Çoktur öyle ilk tanışıp da önce arkamdan sonra yüzüme ne ukala, soğuk nevale aaaa diyen... Yok aslında sıcağımdır, ilk tanıştığıma açarım kapıları, sererim minderi, şakrakımdır ama içimde, yüzümde eseri yok...

Ama diyorum ya gülümseyerek konuşana da ayrı bir saygıyla bakarım...

Bu arada gülümseyerek kızımı uyuttum:)), ikinci posta çamaşırı astım :)), yemek sabahtan halloldu :))... Yarın sabah kahvaltısına arkadaşa gidilecek ekmek yapacağım tahıllısından :))... Öğleden sonra halama gidilecek ona en harelisinden yeni denenecek kek yapacağım :))...

Pazar... Var ona da plan da uzatmayayım şimdi...

Herkese iyi hafta sonları diyerek gülümseyerek çekildim ben :)))

Kar' ı Tatil Sandım...

Sandım da kızımla evde oturup keyip yaptım...

Keyif dedim deee, kar dedim deee...

Şimdi karlarla kaplı Abant' ta olmak vardı misss :)

19 Şubat 2009 Perşembe

Gece 23:00

Resimde görmüş olduğunuz tepsidekilerin yapımı bittiğinde gece 23:00 olmuştu bile, ama ben bunlardan dört adedini çoktan mideme indirmiştim, saati dert etmeden, ağzımın yanmasına aldırmadan...
Çünkü neden, sorun bir neden diye...
Bunu yapmazsanız iki elim yakanızdadır demeyeceğim, ama yapın hakkaten cidden vallaha da billaha da...
Bu lezzetlilerin adı "Bayatlamayan Poğaça"
Bilenleriniz vardır ama bilmeyenleriniz için vereceğimdir tarifini, yazının altlarında bir yerde...
Mayalı poğaçalar takdir edersiniz ki yapıldığı an makbuldür, sonrasında tıkır tıkır olur, sahibini kepaze eder...
Fakat bunun adı üzerinde, tadı yerindedir (slogan gibi oldu) ...
İçine sodanın girmesiyle, bayatlamayan lakabını almış, içine sindirmiş, teşekkürleri yapana sevketmiştir her daim...
Bu kadar şaşadan, iltifattan sonra yapın, teşekkürleri, minnetleri bilahare alırım, bu kadar da iddialıyım...
Hele ki çoluk çocuk, misafir, pervane etrafta olunca, insan da şöyle başı dik, birşeyler sunmak istiyor...
İşte başınızı dik tutacak ikram burada, geeeel geeeeeeel vatandaş poğaçaya gel....
Methiyeler yazdım, sanki para kazanacağım, ne bileyim huyum işte, illa sevdim beğendim ve bir alay insanın da baştacı olmuş tarifi siz de yapın yiyin istiyorum...
Bu arada, hani bunun üzerinde susamı, çörek otu diyene verilecek cevabım hazırda var, sevmiyorum ben poğaçanın üzerinde her nevi katkıyı...
("poğaça" (ben pohaça biliyordum da) nın yazımı özellikle Türk Dil Kurumu yazım klavuzundan bakılıp yazılmıştır)
Malzemeler
1 küp yaş maya
1 su bardağı ılık süt
2 yemek kaşığı toz şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 şişe soda
Tuz
Alabildiği kadar un (yumuşak bir hamur olacak)
üzeri için yumurta sarısı

İçine :
Hangi karışımı istiyorsanız
( peynir+maydanoz / kıyma / patates)

Yukaridaki malzemeleri (yumurta sarisi hariç) karıştırın 40-45 dakika mayalanmaya bırakın...
İç malzemesini koyup istediğiniz şekli verip tepsiye dizin...
15-20 dakika da tepside dinlendirin. ..
Üzerine yumurta sarısı sürüp dilerseniz susam-çörekotu da olabilir...
170 derecelik fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin...

Sizde Kaç Çeşit Var?

Ben de bir sürü...
İtinayla barınıyorlar, neler mi var...

Önce şeker, saf, salak bir çocuk var en dipte büyüdükçe dibe yerleşen...

Sonra meraklı olan var...

Asabi olan var, en saldırganından ama atıl duruyor o da...

Anne var, en şefkatlisinden, en çabucak ağlayanından...
Dimdik ayakta olan var en delikanlısından...
Ev hanımı var pastayı, böreği, yemeği yapan, çok temizlikten anlamayan dahası yapmayı sevmeyen...
Dik kafalı var bir tane, kuyruğu dik inmiyor hiç, burnu yere düşse almıyor, bir tekme de o atıyor...
Aileye tapan var, sırtında taşıyan, bir saniye yoruldum demeden...
Aşık var her dakika aşkla yoğrulmuş duran o da atılda...
Melankolik var, içli, şarkılarla efkarlanan, şöyle etrafı dağıtıp an-ı/anları unutmak isteyen...
Ama biri de var ki eli maşalı, silahlı, artık ne derseniz kıran, döken, karşısındakinin ve karşısına çıkanı ezmek isteyen böyle canım diyeni canın çıksın anlayan, gözü perdeli...
Varoğlu var işte başka bilmediklerim de var, duruma göre bakıyorum işte yelpaze geniş...
Bugün nasıl bir gün mü elimde silah bekliyorum bi sinir harbi, derimle döğüşür vaziyette...
Aldandım ya da kanmak mı bu bilmem yok sanmam...?
Aldanmadım da kanmadım da bakıyorum sakin sakiiiin saf salak...
Lakin sanki algıda seçiciliktir ya hayatın yelpazesinde olur, yerini alır, sabah da konuyla ilgili denk düştü başka bir hadise...
Ohhh dedim tam oldu suyundan da....

18 Şubat 2009 Çarşamba

16 16 78...

Karşınızdaki telefon doğduğumda da vardı bugün de var...
(Fotoğraftaki kuru çiçek de halama doğum günü hediyemdi...)
Rahmetli dedem PTT de çalışırdı hatta çalışana fatura %50 indirimli geliyordu...
Önce Dedem gitti 24 Ekim 2004 te...
Ondan 4 yıl sonra 28 Ekim 2008 de Babaannem gitti şu dönüşü olmayan seyahate...
Dün de Halam geldi Ankara'daki bu benim doğduğum eve, ona gittim ayaklarım geri geri gitse de, hani Çeşme'ye defnetmeye gitmiştim ama Ankara'daki durum kasıyordu beni nasıl gireceğim eve endişesiyle...
Gittim durdum önünde bir müddet, yutkundum çaldım kapıyı sonra halamla sarıldık, sarılı kaldık epey bir müddet karıştı yaşlarımız birbirine...
Baktım eve, her an bir odadan babaannem çıkacakmış gibi...
Aslında tamam üzülüyor insan gidene, kaçınılmaz ama ben bu "devir kapatan" durumları sindiremiyorum zorlanıyorum...
Hani bir devir kapandı bir üst kuşak gitti...
Bir alt kuşak biz olduk...
O sebepten çok yaşamayı istemem sürekli sırasını savan taraf olmayayım kimsenin acısını görmeye(lim)yim, zor hakkaten...
Büyükler boşa demiyorlar Allah sıralı ölümler nasip etsin diye...
O halde o duaya da AMİN...

Süper Bir Zihni Sinir Projesi...


Buyrun...

Kim istemez böyle bir teşkilatı evinde :)

17 Şubat 2009 Salı

Herkese...

Çoook teşekkür ederim destek mesajlarınız için...

Kızımın işitme testi bugün yapıldı, her iki kulakta da sıvı birikmesi ve 30 desibel altı duymadığı ortaya çıktı, adına birşey dedi de doktor valla aklımda kalmadı...

Antibiyotik tedavisine başladık bu akşamdan itibaren, bitince artı 2-3 gün sonra bir işitme testi daha, sıvı kuruduysa ne ala, kurumadıysa kulağa tüp takılacak...

Yalnız yine de yine de ve yine de şükür diyorum beterinden saklasın Allah, çünkü doktor ki Ufuk Hastanesinden Doç.Dr. Sinan Bey asla bir araz kalmayacağını söyledi, o tüp dediği şey de 2mm lik bir şeymiş ve 6-12 ayda kulak damarları kanalları yaşla birlikte açılınca kendiliğinden vücut atarmış ve hiç bir şekilde hastalıktan bir eser kalmazmış...

Umuyorum dualar ediyorum önce bütün hastalara sonra kızıma acil şifalar olsun...

Buna da...

2,5 yaşına kadar annem baktı Rengin' e... Binlerce kere razı olsun, hala da tam destek, en ufak birşeyde hemen "annecim" diye sesleniyorum, misal bugün de orada, o yüzden dibinden ayrılamıyorum...
O yaşa kadar hiç antibiyotik kullanmadı, ne zaman kreşe başladı ayda bir antibiyotiğe başladık, artık hele şu son zamanlarda burun akıntısı öksürüğü hiç durmadı... O kadar zencefil-bal karışımı, pekmezler bir sürü doğal tedbir, gayet güzel beslenme, işe yarayamıyor, belki yarıyor beterinden saklıyor...
Dün KBB uzmanına gittik, sağ kulağında su var dedi, öksürüğü reflüden olabilir dedi...
Bugün işitme testine gideceğiz öğlen, o sıvının kalması durumu işitme kaybına yol açabilirmiş...
Haydi kurtulalım artık lütfen bu dertten ama buna da "Hamdolsun"...

Açım...

Evden yapmadan çıktım, işe gelirken almayı unuttum...
Açlıktan kazınıyor midem :(
Bir de üzerine "Van Kahvaltısı" olsun tam olsun, bu sofranın başında olayım isteyen yanaşsın...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Bu Ne Mıç Mıç...

Şmdi yeni kayıda tıkladım diyecektim ki bugün yazasım yok okuyucuyum diyecektim, bir arkadaşım aradı üniversiteden, Samsun' dan gelmiş işi varmış Ankara' da... İş yerim de Kızılay meydanına bakıyor, cama çıktım ki konuşuyoruz, bir yandan da ona bakınıyorum ki camdan el sallayacağım...
Ne gördüm...
Bir çift, yaklaşık aynı boydalar çocuk kızı sarmalamış dudaklarına yapıştı önce, tamam bırak artık, bıraktı sonra yanağına yapıştı, mübalağa etmiyorum en az 30-40 metre öyle yürüdüler yalpalayarak artık...
Neredeyse bağıracaktım ay yeter bana fenalık geldi diye...
Lütfen ya lütfen gerçekten herşeyin bir kalitesi var, en kötü hareketin bile kaldı ki bu bir öpücük, ne kötü hareketi ama diyorum, ya en kötünün bile kendince bir kalitesi var olmalı en azından...
Herşeyin bir şanı olmasından yanayım, bir de sokaklardaki bu tip hareketleri de asla tasvip etmiyorum, ne öyle sıkı sarılmalar, öpüşecek-sarılacak yer yok bulduğum yerde affetmem davranışları...
Görüntüsü de kötü cidden yapmayın sayın gençler, tamam birbirinize karşı sıcak duygular besliyorsunuz, kanınız deli akıyor biliyorum ama her işin adabı yeri yurdu var...
Ayrıca birbirinize yanınızdakini alıp kaçıracaklarmış gibi sarınmayın ahtapot gibi, hanginizin eli kolu anlaşılır olsun rahat bırakın ayyyy...
Herşeyin kalitesi var, en kalitesizin bile düşürmeyin...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Güzel kızım...

Canım kızım bil ki, aslında ben bu bloğu hazırlarken güya seni yazacaktım, her dakikanı, ne yaptın, gelişimin, sen, hep sen olacaktın...
Şimdi arada oluyorsun güzel kızım ama burası bir anda annenin "meydanı" oldu, bir nevi kendine "lustral" oldu...
Bir de şu açıdan bak güzel yavrum annen iyi olsun ki, sonrasında iyi anne olsun, sağlıklı anne olsun dolayısıyla da sen daha bir sağlıklı ol...
Annen içini dışını meydana atıyor ya iyi oluyor, gerçi çok afişe ismi cismi, başka yazamıyor yoksa yazılacak şey çok meydanda...
Bak güzel kızım bugün sevgililer günü... Böyle mıç mıç kutlamalardan hiç haz etmeyen annen, romantizmi de nedense komik bulur geçer dalgasını onunla... Şimdiye kadar da mantığından uzaklaşmadı, gerçi seni doğurduktan sonra biraz duygusallaştı ama yine de kan kussa kızılcık şerbeti içtim der de yine de kuyruğu indirmez, burnu yere düşse almaz, bir tekme de o atar...
Gerçi annen, bu sevgililer günü kutlamalarını esnafı sevindirme günü olarak görse de, baban birşey yapmışsa bir paketle gelmişse mesela nedense al geri götür demez alır kuzu kuzu... Bu kadınların işlerinden sual olunmaz canım kızım... İlerde sen de öyle olacaksın biz ne kadar "bu hayatta net'iz erkekler bizi anlamıyorlar" diye çırpınıp dövünsek de, valla bir zaman olup da bir karmaşa oluyor ki kızım, annen değil alem-i cihan gelse işin içinden çıkamıyor... Güzel yavrum annen de her daim dua ediyor ki "kızımın karşısına onu kraliçeler gibi taşıyacak bir insan evladı çıkar" diye...
Neyse ne diyordum ha işte sevgililer günü esnaf günü, ee anneler günü o da öyle ama annen onda eğer babanın en ufak bir ihmalini görürse affetmez annem... Anne oldu ya ondan gerçi anneanneni de hiç ihmal etmem ya... Babalar gününü de öyle, yapana yaparım yapmasa da utandırmak amaçlı yaparım...
Öyle de düşünür annen, bu hayatta 3 hamle sonrasını, eeee kadınız güzel kuzum sen de olacaksın inşallah...
Evet annecim bugün tüketim günü kırmızı kalp ve diğer aşk ve aşkı hatırlatan materyaller ortalığı almış götürmüş vaziyette...
Elinde beş katı fiyatına alınmış bir adet gül almış birbirlerini biraz gevşetseler ellerinden kaçacakmış gibi sarmaş dolaş dolanan aşıklarla dolu bugün, benim dışarda olmadığım cumartesi olduğu için bu görüntü kirliliğinden bu yıl yırttık güzel kızım :)
Büyük konuşmuyor o çiftlerden biri de ilerde sen olabilirsin şeklinde korumacı ve endişe dolu gözlerle yuvalarından fırlamadan gözlerim...
Seni çok seven annen...
{Fotoğraf fotokritik, Tahir Uzun'un "Sevgililerin Dansı" çalışması}

13 Şubat 2009 Cuma

Bil Yeter...

Biliyor musun ki sen benim arkamdaki dayanaksın...

Ben sağlamım sanırken senin sağlamlığından aldığım güçmüç benim de sağlamlığım...

Evimin/hayatımızın tam ortasında koca bir direk düşün , en ayakları yere basıp sağlam olanından, hani bir sürü kurdela olur da tepesinde biz de Rengin' le ellerimize birer kurdela almışız o en pembesinden tabi ki ben de aynı renkten dolaşıyoruz etrafında neşeyle sarıyoruz seni...

Sen hep bizim direğimiz kal boş ver mantığı filan da hiç bir yere gitme bükülmesin belin/sen kal sapasağlam...

Sen sağlam olmazsan sanır mısın ki bizim sağlamlığımızın sağlaması zayıf olur içi kof olur...

Sen dur ki arkamda önümde sağımda solumda İçimiz dışımız hep sapasağlam kalsın...

S.S.

Oskar Almışım Gibi Bir Nevi...

Arkadaşlarım, bloglarından "MiM" den mütevellid, sevilen bloglar arasına alaraktan beni taçlandırmışlar...
Cidden ha oskar ha bu, çünkü düşünsenize daha "meydana" geleli ne olmuş, çaylağın çaylağıyım ama sizlerle sohbet, paylaşım, samimiyet derken bakın ne olmuş sonunda çok mutlu oldum çoook ...
Ha bir de ayıptır söylemesi bir çok arkadaşım var ödül veren bakıyorum sizin bloglara bir kişiden var ödül :P
Bu güzel düşüncenize bin teşekkür ama ben öyle bir ayırım yapamam ki sevdiklerim arasında hepinizin bloglarınızı sevmesem zaten okuyamam o halde ben dağıtıyorum herkeselere, hem düşünün bir blogdan gelen ödül diğer yedi bloğa verilecek, e bana beş blogdan gelmiş çarpalım ne gördük otuzbeş, hepsine bir gitti bile en tez'inden :))
Öpüyorum sizleri kocaman hem de Seda Sayan' ınkinden daha kokulu :)